*3* ~ Beklenmeyen Misafir

Start from the beginning
                                    

Batu'yla sessizce arabaya doğru ilerlediğimiz sırada boştaki kolumu kaldırarak saate baktım. Saat dokuza geliyordu. Daha erkendi ve benim canım hiç eve gitmek istemiyordu.

Batu'nun kolundaki elimi sıklaştırarak "Batu," diye mırıldandım. Kafasını hafifçe eğerek o güzelim elalarını çehreme dokundurdu. "Söyle prenses."

"Saat daha erken, sahile mi gitsek?" diye sordum havanın serinliğine aldırmayarak. "Biraz otururuz, yürüyüş yaparız."

Dudaklarını büzerek birkaç saniye düşündükten sonra "Olur, güzelim," diye mırıldandı. "Gidelim."

Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken uzanarak hırkasının üzerinden omzunu öptüm. Bu bir nevi beni geri çevirmediği için ona ettiğim teşekkürdü.

Öpücüğümün ardından başımı kaldırdığımda dudaklarında peyda olan gülümsemeyi gördüm. Dudaklarının her kıvrılışında olduğu gibi içim sıcacık olurken, başımı biraz önce öptüğüm yere yasladım ve arabanın yanına varana kadar hiç konuşmadım.

Arabanın yanına geldiğimizde, hızla koltuklarımıza yerleştik ve Batu, arabayı çalıştırarak otoparktan çıktı. Arabadaki havasızlığı gidermek amacıyla, havanın serin olmasını umursamadan camımı indirdim. Soğuk, anında ceketimden içeri sızarak tenimi karıncalandırdığında; Batu, bunu fark etmiş gibi bana döndü. Kıstığı gözlerini kısa bir süre üzerimden gezdirdikten sonra "Hasta olursan sorarım ben sana," diye söylendi. İlgili tavrına kocaman gülümseyerek gözlerimi tatlı tatlı kırpıştırdım.

"Hasta olursam, bence bana bakarsın."

Yola odaklı elalarını kısa bir süreliğine mavilerime çevirerek "Bakmam demedim prenses," dedi nazik bir ses tonuyla. "Ama hesap da sorarım."

"Tamam," diyerek alttan almaya çalıştım. "Biraz açık kalsın, sonra kapatacağım."

Batu, sağ elinin parmaklarını direksiyona vurarak "Sadece beş dakika," dedi, itiraz istemeyen bir ses tonuyla. Dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı salladım. Arabanın içine giren soğuğun bana dokunmasını kabul edemezken; isteğim üzerine bizi sahile, rüzgârın kucağına götürüyordu. En büyük tezatlıklar ondan sorulurdu ve ne yalan söyleyeyim, benim bundan hiç şikâyetim yoktu.

Sinemaya gittiğimiz günün üzerinden yaklaşık iki hafta geçmişti ve terastan çıktıktan sonra bir daha hiç konusunu açmamıştık o günün. Olmamış gibi davranmıştık.

Kendisini öylesine kaybedişini anlayabiliyordum, bu yüzden tuhaf karşılamamıştım bu durumu. Sonuçta her insan sevdiği kişinin -bu normal bir arkadaş veya aileden biri de olabilirdi- ardından günlerce, hatta yıllarca ağlayabilirdi. Batu'nun Defne'yi sevdiğine ne kadar inanıyorsam; beni de çok sevdiğine o derece, hatta daha fazla inanıyordum. Batu şu anda bana âşıktı, bunu biliyordum. Hatta bilmekle de kalmıyor, tüm kalbimle hissediyordum.

Evet, bir zamanlar da Defne'yi sevmişti ve hala seviyordu ama sevgisinin boyutunun değiştiğini fark edebiliyordum. O artık, eski bir dostu özler gibi özlüyordu Defne'yi. Çok yakın bir arkadaşını kaybetmiş gibi yanıyordu canı. Bunu görebiliyor ve bu yüzden normal karşılıyordum. Eğer Kutay beni isteyerek bırakmasaydı ve sevgili olduğumuz zamanlarda hayatını kaybetseydi, muhtemelen ben de Batu'nun yaptıklarını yapardım. Onu unutmak yerine, hayatımın sonuna kadar kalbimin gizli bir kuytusunda saklardım.

Batu'nun da böyle yaptığını biliyordum.

Bize iyi gelen insanları kaybedince, hiç olmamış gibi davranmak çok bencilce bir davranıştı bana göre. Var olduğumuz müddetçe, zaman zaman onları minnetle anmalıydık. Aksi takdirde insan olmanın ne anlamı kalırdı? Her kişi eninde sonunda toprağa karışacaktı. Önemli olan arkamızda bizi sevgi ve saygıyla anacak birilerini bırakabilmekti. Öldükten sonra dahi değerli kalabilmekti.

İKİ YARALI |Tamamlandı|Where stories live. Discover now