26. BÖLÜM: "MEZARLIK"

Začít od začátku
                                    

"Bir varmış, bir yokmuş cümlesi bir var oluşun,"

Bir varmış, bir yokmuş...

Bir var oluşun, yok oluş hikâyesiydi.

Yıllar sonra ilk kez bu anıyla birlikte, o yarım kalmış cümlenin devamını anlamıştım. Önümdeki kız ve kadın bir anda hareket etmeye başladıklarında onları takip etmeye başladım. Hemen uzaklarındaki kadın polislerin yanlarına vardıklarında ellerimi yumruk yaptım. Kızın annesi kolunu kızının kolundan çektiğinde kadın polisler bileğine kelepçe taktılar ve ilerletmeye başladılar. Yanımda kalan kıza baktığımda gözlerindeki yaşı artık tutamadığını fark ettim.

Kız, polislerle giden annesine arkasını döndüğünde ellerini yüzüne koydu ve yere çöktü. Birden arkamda bir varlığı hissettiğimde ona doğru döndüm ama o bana bakmadan önümdeki çökmüş kızın karşısında bekledi. Ceplerindeki elinden yalnızca bir tanesini dışarıya çıkarttığında elinde tuttuğu peçeteyi fark ettim.

Kız kafasını kaldırdığında karşısındaki kişinin yüzünü izledi ve elindeki peçeteyi aldı. Erkek kızın karşısında yere çöktüğünde gözündeki gözlükleri çıkardı. Kız gördüğü gözlere odaklandığında kendimi başka yerde buldum. Bulunduğum yerdeki adamın gözleri aynı o kızın baktığı gözlerdi.

Oğuzhan Özgür Hancıoğlu, bana mezarlıkta peçete veren kişiydi.

Tüm her şey zihnimdeydi ama gelecek, bizim nasıl karşılaştığımızı göstermek için zamanı beklemişti. Zaman, artık tam da içimizdeydi ve akrebinin zehirli ucu bizi gösteriyordu. Bakışlarımı Özgür'den çekip karşımdaki adama baktığımda yüzündeki hissizliği okumaya çalıştım. Peki, Şah bu hikâyenin neresindeydi?

"Sen beni nereden tanıyorsun?"

Dilim, zihnimdeki cümleyi değiştirerek ona karşı sunmuştu. Şah, yüzündeki hissizliği koruyarak derin bir nefes aldı.

"Annenin mahkemesindeki avukatıydım. Özgür, seni gördüğü andan itibaren olayın ne olduğunu biliyordu. Senin babanı bıçakladığını ama babanın ölmediğini, annenin seni korumak için hapse girdiğini ve annenin yokluğunda kafede çalışarak para kazandığına kadar her şeyin farkındaydı. O seni izledi ve Alpay'dan alacağı intikamda ona yardımcı olabileceğini düşündü."

"Bir insan kaç kere kalbinden vurulur Eflal?"

Zihnimde yankılanan Şah'ın cümlesi şu an içinde bulunduğum durumun sonunu göstermişti.

"Eflal, onu dinleme."

Özgür'ün boğuk sesi kulağıma ulaştığında ona baktım. Zihnimden silinmeyen mezarlıktaki hali karşımdaydı. Neden bunca zamandan beri hatırlamamış olduğumu düşünürken nasıl bir yalanın içinde olduğumu anladım. Özgür, beni belki de hiçbir zaman sevmemişti. Beni, Alpay'dan alınacak intikam için kullanmıştı.

Şah'ın yanından geçerek merdivenlere doğru ilerlediğimde Özgür kolumdan tutmak istedi. Hızla kolumu kendime doğru çektiğimde Özgür'ün eli havada asılı kaldı. Kaşlarımın çatıldığını hissettiğimde işaret parmağımı ona doğru salladım.

"Sakın, sakın bana dokunma. Benimle işin yok Oğuzhan Özgür Hancıoğlu. Artık Andromeda'da Hera diye biri yok. Bir daha sakın karşıma çıkma!"

"Eflal."

Ona arkamı dönüp merdivenleri hızla tırmandım ve depodan çıktım. Yeni, gökyüzünden düşen kar tanelerini fark ettiğimde derin bir nefes alıp yola doğru ilerledim. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama burada durursam kendime ihanet edeceğimi biliyordum. Yavaş adımlarla mekânın önünden geçerken durdum ve kırmızı neon ile yanıp sönen Andromeda ismine baktım.

ANDROMEDAKde žijí příběhy. Začni objevovat