Bölüm 13 - Yemin

38 11 0
                                    

8 yıl önce;

Kimse kötü doğmaz, kimse masum ölmez...

Küçük Minel evinin en karanlık köşesine korkuyla sinmiş, bütün olup biteni kendi bedenine sarılarak dinliyordu. Hızla çarpan minik kalbi, ritimsiz nefes alışverişleri, buz tutmuş çıplak ayakları, elleri...

Annesinin çığlıkları, kullaklarını sımsıkı kapatmasına neden oldu. Kapatsa da sesler hiç kesilmiyordu. Annesinin çığlıkları, babasının yalvarışları ve hiç tanımadığı üç tane adam...

"Bırakın onu, bırakın onu!" Babaydı bu. "Yapmayın! Gebe o!"

"Sen onu bizim kumar borcumuzu ödemeyip kaçmadan önce düşünecektin!" adamlardan biri öfkeyle bağırdı. "Bu saatten sonra istersek, karını da alırız, evini de başını yıkarız! Duydun mu beni?" duymaması mümkün değildi.

Minel çok korkuyordu. Daha fazla sindi köşesine. Daha çok sarmaladı kendisini. Bu kabus bitsin istedi. Bitmedi. Hatta daha yeni başlıyordu.

"Getir ulan paramızı!" Başka leş nefesli bir adam bağırdı. Ardından Minel'in annesinin çığlıkları yankılandı evde. Hiçbir suçu olmayan kadına işkence ediyorlardı. Üstelik doğumuna çok yaklaşmış, gebe bir kadına...

"Yapma! Tamam! Bulucam en kısa zamanda, şimdi yok, bırakın..." Son sözleri fısıltı ile çıkmıştı.

"Başınıza yıkarız lan bu evi! Kimi oyaladığını sanıyorsun sen!" Bir kez daha kadının çığlığı duyuldu.

"Hayır, hayır, hayır..." Minel elleriyle kulaklarını kapatmış, acı çığlıkları duymamak için bir yandan kulaklarına bastırıyor, diğer yandan neşeden çok uzak dudaklarını birbirine bastırmış mırıldanıyordu.

Bir el ateş sesi geldi. Büyük bir feryat koptu. Çığlıklar ağlamaya, ağlama çığlığa döndü.

"Şimdilik gidiyoruz. Paramızı halâ getirmemiş olursan geri döneriz. Almadık can, yakmadık yer bırakmayız." dedi adamlardan biri ve kısa zaman sonra kapıdan çıkış sesleri geldi. Minel çöktüğü yerden kalkıp odanın camına gitti. Camdan dışarı baktığında üç heybetli adamın, birer birer atlarına bindiklerini gördü. O karanlığın içinde yalnızca birinin yüzünü seçebilmişti. Tanıdık bir yüzdü bu. Kısa bir an göz göze geliş... Metrelerce uzaktaki bir adamın leş nefesi küçük kızın ensesinde gezinmeye başladı. O günden sonra ne o yüzü ne de o bedbaht kokuyu hiç aklından çıkaramadı. O yüzü ölse de unutmazdı artık. Ki unutmamıştı da.

Minel koşarak odadan çıktı. Odanın kapısında duraksayıp salona baktığında, ortada neredeyse bir kan gölüyle karşılaşmıştı. Donup kaldı küçük Minel, kısa bir süre. Küçük kalbi, körpe zihni bu görüntüyü kaldırabilecek kadar güçlü değildi.

Baba bayılmış, yerde boylu boyunca uzanıyordu. Annesi hemen yanında yerde, sırtını koltuğa yaslamış, iki büklüm can çekişiyordu. Beyaz geceliği kan revan içerisindeydi. Annesi, Minel'i fark edince elini ona doğru uzattı. Minel, annesinin yanında diz çöküp sıkıca, ona uzatılan eli tuttu. Annesinin bacaklarının arasından süzülen kanı fark ettiğinde, Minel bir annesinin yaralı yüzüne bir de yerdeki kan gölüne bakıyordu. Annesi başının yanından vurulmuştu. Ve bu da son dakikalarıydı. İkisinden de çıt çıkmıyordu. Minel'in dili tutulmuştu, annesi ise konuşamayacak kadar yorgun ve güçsüz... Çok kan kaybetmişti. Artık sona gelmişti.

"Onu yalnız bırakma." Son fısıltısıydı bu, kadının. Minel bunu neden dediğini anlamadı.

Annesinin gözleri yavaş yavaş kapanırken, bir ses duydu Minel. Sonra o ses arttı, arttı ve ağlamaya dönüştü. Hayır, bu Minel'in ağlaması değildi. Bu... Bu bebek ağlamasıydı. İnce, tiz bir ses... Minel, annesinin geceliğini sıyırıp bacaklarının arasında duran bebeğe baktı. Sanki içinde bulunduğu anı anlamış gibi, sanki her şeyi biliyormuş gibi içli içli ağlıyordu. Minel mutfağa koşup bir bıçak aldı. Hemen annesinin yanına ilişip kardeşini kucağına aldı ve göbek bağını kesti. Koltuğun üzerindeki, annesinin örmeyi bile bitiremediği beyaz battaniyeye sardı. Alıp koynuna bastı. Bebek sıcak kucağı hisseder hissetmez sustu. Demek ki annesi "yalnız bırakma" derken bu küçük bebekten bahsediyormuş. Minel daha kendisi küçücüktü, kendinden daha küçük birisine nasıl yetecekti?

Minel annesinin yanına uzandı. Genç kız içinde bulunduğu şoktan artık arınmıştı.  Geride sadece hıçkırıkları kalmıştı. Bir masum ölürken, bir masum doğmuştu.

Biri öldü, biri doğdu, biri bayıldı, biri ne öldü ne bayıldı; o biri bütün bir dünyaya küçük sırtını yasladı. Ve yemin etti. Büyük bir intikam yemini etti.

Perili Sirk: Genç Kız ve Gizemli Sihirbaz - TAMAMLANDI Where stories live. Discover now