Birinci Bölüm

En başından başla
                                    

Suratına salak salak bakmaya devam ederek söyleyecek bir kaç söz arasamda diyecek bir şey yoktu. Tek kelime etmeden bu ukala, yakışıklı adama arkamı dönerek merdivenlerden aşağı ilerledim. Ash'ı bulamadan gideceğim için içimden kendime sövsem de daha fazla burada çene çalamazdım.

Aşağıdaki sarhoş insanları geçerek kapıya ulaştım ve dışarı çıktım. Hepsini uyandırmak istercesine ve yukarıdaki çok bilmiş adama şiddetle kapıyı çarpmıştım. Metroya doğru yürümeye başladım, aynı zamanda Ashley'i arasam da ulaşamıyordum.

Şehrin güneşi gözlerimi alsa da ayaklarımdaki uzun topuklularla birlikte durağa koşturuyordum. Eğer bu görüşmeyi kaçırırsam hayatım boyunca kendimi affetmezdim, görüşüne bakılırsa öyle de olacaktı. Durağa geldiğimde metro gelmişti, koşarak bindim. Telefonum çalıyordu, bu karışıklık içinde bakmak ne kadar da kolay olacaktı! Vogue'un editörü Emilie kesinlikle dominant bir insandı, eğer vaktinde gitmezsem beni öldüreceğinden emindim.

Selena'nın çağrısını cevapladım.

"Tatlım, görüşmen nasıl geçti?" Henüz gitmemiştim bile! "Gitmeye çalışıyorum." Arkamdan ittiren yaşlı adama sertçe baktım

"Sakın geç kalma! Ne giydin?"Geceden kalan elbiselerimi tarif etmeye başladım. "Siyah tül eteğim ve kısa kollu beyaz bir gömlek, büyük kolyeyle birlikte. Saçlarımda toplu, sanırım biraz... Kokuyorum. Ah, Ash'ı bulamıyorum!" Son durağa geldiğimde hızla indim.

"Biraz parfüm sık, Emilie buna önem verecektir. Ash'ı dert etme, iyi şanslar!" Parfüm, parfüm! Çantamdan No 5'ı çıkardım ve yolun ortasında yaklaşık on fıs sıktım. Leş gibi koktuğumu henüz yeni farkediyordum.

Hayatımı değiştirecek, dönüm noktam olabilecek adımları Vogue'un ofisine doğru atarken küçüklüğüm sanki Girls Just Want To Have Fun melodisiyle film şeridi gibi aklımdan geçiyordu.

Ama ofisten içeri girince pekte öyle olmadı, güvenlik çantamı taradı ve beni danışmadaki platin saçlı bir kıza yönlendirdi. Burada oturmak için fazla güzel değil miydi?

"Ee ben, şey..." Emilie Anderson'un asistanı böyle gevelemez, kendine gel! "Emilie Anderson'la randevum vardı, a-asistanlık için." Gereksizce kıza gülümsedim ama donuk tavırını asla bırakmadı. Ayağındaki sahte louboutin ayakkabıların kokusunu daha buradan duyabiliyordum, neden böyle davranıyordu?

"Eylül Wilson?" Diyerek yüzümü inceledi. Başımı onaylarcasına salladım ve etrafa bakındım. Giriş bile gerçekten güzeldi, duvarlar bal rengindeydi ve büyük harflerle 'Vogue' yazıyordu.

Adımı bir telefona söyleyip kapattığında tekrar bana dönebilmişti "Yedinci kat, ofis solda. Emilie seni bekliyor." Yaşasın!

Koşar adımlarla asansöre yürüdüm. Görüşmeye tam anlamıyla beş dakika vardı. Asansör kapanırken son anda yetişebilmiştim, bir el asansörü tuttu ve bana yardımcı oldu. Rüyamdaki gibiydi, büyülenmiştim!

"Buyrun, Küçük Hanım." Bu oydu, Vogue'un sahibi iş adamı Mert Borak. Kendisi bir Türktü, ilham kaynaklarımdan biriydi ve kesinlikle çok yakışıklıydı.

İnanılmaz mavi gözlerine baktım ve gülümseyerek onunla birlikte asansöre bindim. Uyandığımdan beri kapılarla ve adamlarla ilgili bir derdim vardı. İkimizde yediyi tuşladık, aynadan bana baktığını görebilsem de başımı öne eğdim ve çıkışan saçlarımı tokatının içine geri yapıştırdım. Stres bende parfüm sıkma isteğini uyandırmıştı, Emilie ile konuşmamızı tekrarlıyordum. Kafamın içindeki konuşma gerçeğe dökülsün diye dua ediyordum.

"Hoşgeldin, çok güzelsin, işe alındın" Bu aptal hayale kıkırdadım. Aynadaki gözler beni süzmeye devam etti.

Bakışları ben de bir şeyler söyleme isteği uyandırmıştı, onun biraz hovarda ve eğlenceli bir adam olduğunu bilsem de internetteki resimlerinde fazla ciddi görünüyordu. Mavi gözleriyle uyumlu, mavi bir takım giymişti. Güçlü, güzel bir kokusu vardı. Sevgilisi olup olmadığını bilemiyordum, adı bir sürü ünlü güzel ile anılsa da aşk adamına benzemiyordu.

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin