Final: Hayat Devam Ediyor

251 16 1
                                    

(Yıllar Sonra/İstanbul)

Kerem

Kocaman bir ailemiz olmuştu; Eylül ve Fidan'ın doğumu, tam da tahmin ettiğimiz gibi birbirine çok yakın zamanda, 2 gün arayla gerçekleşti, Oğlumuz Kürşat Ali'den hemen sonra, Serdar ve Liva ailemize katıldı, çocuklarımızı birlikte büyütüyorduk, ancak bir anda, İstanbul'daki şirketten gelen bir haber üzerine, oraya yerleşmek zorunda kalmıștık. İșleri tekrardan devralmamız gerekiyordu, yoksa durum kötüye gidecekti. İstanbul'a yerleştik diye, memleketimizi unutmuş değildik. Yazları Hopa'da kalıyorduk. Kürşat Ali'den 2 yıl sonra ise Arsima ailemize katıldı. Annesinin küçük bir kopyası gibiydi adeta. Güneş ve Ulaş, hiç bir zaman kıskançlık yapmadı, aksine çok iyi geçiniyorlardı. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen, Fidan hâlâ o soruyu duymaktan korkuyordu. Ancak gerçeği sonsuza kadar saklayacak değildik, Fidan'ın korktuğu o soruyu, Güneş sordu.

-Anne, baba, bu resimdekiler kim?

Elindeki resim, Paluri ve Özgür'ün düğün resmiydi. Fidan'ın gözleri dolu dolu oldu, sesi titreye titreye anlattı olup biteni. Korktuğumuzun aksine, Güneş ve Ulaş, bizi anlayışla karşıladı. Bize hâlâ anne baba demeye devam ediyorlardı ama gerçek anne babaları ile ilgili anıları dinlemekten de keyif alıyorlardı, Güneş, Paluri gibi kızıl saçlıydı, annesinin küçük kopyası, Ulaş'ın ise her şeyi babasına benziyordu. Bir hafta sonu, bahçede oynarlarken, biz de onları izliyorduk, daha doğrusu, Fidan ve Eylül, mutfakta atıştırmalık bir şeyler hazırlarken, Serkan ile ikimiz, çocuklara göz kulak oluyorduk.

-Serdar, dikkatli ol oğlum, düşeceksin!

Serkan'ın, oğluna seslenmesinden çok kısa bir süre sonra, Serdar yere düştü. Liva ise panik içinde, Serdar'ın yanına koştu. Bu halleri bana kendi çocukluk zamanlarımızı hatırlatıyordu.

-Liva aynı halası. Hatırlıyor musun? Fidan, birimize bir şey olsa böyle panikle yanımıza koşardı.

Serkan, kahkahalarla gülmeye başladı, dayanamayıp ben de bir kahkaha patlattım.

-Hatırlamaz mıyım? Fidan'ın hep bir anaç yanı vardı zaten. Liva gerçekten halasına çok benziyor bu huyu bakımından.

Biz konuşmaya devam ederken, Liva, koştura koştura içeri girdi ve elinde ilk yardım çantası ile geri döndü. Serdar'ın dizindeki yarayla ilgilenmeye başladı. Aklıma bir başka anı geldi bu sefer, Serkan da benim ile aynı şeyi düşünmüş olacak ki gülümsedi.

-Hatırlıyor musun? Fidan, senin hastalandığını duyunca, hemen yanına gelmek istemişti, beni de peşine takarak.

-Evet, yanımdan bir saniye bile ayrılmak istememiști.

-Bir yandan söyleniyor, bir yandan da alnına ıslak bez koyup ateşini düşürmeye çalışıyordu.

Tam da sohbetin ortasında, Fidan ve Eylül, ellerinde tepsilerle yanımıza geldi. Atıştırmalıklar ve içecekleri masaya yerleştirip, yanımıza oturdular.

-Ne konușuyordunuz?

-Hiç, Liva'yı görünce, aklımıza çocukluk anılarımız geldi de, onu konuşuyorduk.

-Birtanecik kızımın huyu, halasına çekmiş, onu konuşuyorduk, boncuğum.

Fidan, gülerek dil çıkardı. Kahkahalarla güldüm, bu haliyle çok sevimli ve tatlı görünüyordu.

-Anası gibi de eli maşalı ama, onu ne yapacağız, abi?

Eylül, yüzünü asıp, sahte bir alınganlık ile söylendi. Ara sıra, Fidan ile böyle tatlı tatlı atışır dururdu.

-Aşk olsun elticiğim. Ne zaman eli maşalılık yaptığımı gördün?

-Ciddi misin? O gece beni eğlenceye katılmam için kim terlikle, oklavayla tehdit etti?

Eylül, pes ettiğini belli edercesine, ellerini kaldırdı.

-Çocuklar, hadi gelin. Acıkmış olmalısınız.

Çocuklar masaya gelince, hep birlikte, atıştırmalıklarımızı yemeye başladık. Bir yandan da eskiyi yad ediyorduk.

Eylül

Kocaman ailemizde, bazı eksikler olsa da, hayat devam ediyor işte. Çocuklar, karınlarını doyurduktan sonra, oyuna devam ettiler. Birden hava bozdu ve biz de çabucak masayı toplamaya bașladık. Çocuklar koşa koşa içeri girerken, Arsima'nın gülerek, yağmurda dans ettiğini gördüm.  Anası kılıklı cadı!

-Arsima! Hadi halacım, içeri gir! Bak üşürsün sonra, anası kılıklım benim, hadi!

Arsima, yüzündeki mutluluktan ödün vermeden içeri girdi. Fidan, kızını o halde görünce, gülümsemeden edemedi.

-Annene bu kadar benzemen şart mıydı, gülüm?

Arsima cevap vermek yerine, gülerek annesine sarıldı. Onları böyle görünce, resimlerini çekip, bu anı ölümsüzleștirmek istedim. Kameramı aldım.

-Poz verin, çekiyorum!

İkisi de gülümseyerek poz verdi. Fotoğrafa bir kez daha baktığımda, ikisi arasındaki benzerliği daha iyi gördüm.

-Bir de hepimizi toplu çeker misin?

Şansıma, kameramın tripodu yoktu yanımda. Fidan, hemen odasına çıkıp, kendi tripodunu getirdi. Kamerayı kurdum, çocuklara seslenip, herkesi bir araya topladım. Ben de, Serkan'ın yanına oturdum ve birlikte birkaç fotoğraf çekindik. O günün ardından, birlikte bir çok anı biriktirdik, çocukların doğum günü, bizim evlilik yıldönümlerimiz, ve daha niceleri...

Fidan

Zaman hızla akıp geçiyordu, verdiğimiz kayıpların burukluğu, ara sıra gün yüzüne çıkıyor, kendini hatırlatıyordu. Kocaman ailemiz ile, İstanbul'da düzenimizi kurmuştuk. Yazları, köye gidiyor, orada vakit geçiriyorduk. Çocuklar da seviyordu köye gitmeyi, Güneş ve Ulaş gerçekleri öğrendikten sonra, yazları köye gittiğimizde, ilk iş olarak, öz anne ve babalarının mezarlarını ziyaret ediyorduk. Tabii köy ziyaretlerinde, konuştuğumuz dili merak etmişti çocuklar. Zaman içinde, lazcaya olan ilgileri artmıştı ve bizden bile iyi konuşur duruma gelmişlerdi. Onları böyle görmek, bizi mutlu ediyordu. Her halleri ile, bize çocukluk yıllarımızı anımsatıyorlardı, Kürşat Ali, babası gibi delifișekti, kardeşine çok düşkündü, kuzenleri ile de çok iyi anlaşır ve onları korurdu. Arsima, benim gibi yağmurlu havaları severdi, anaçtı, halası gibi kurnazdı. Güneş ise huyuyla ve dış görünüşü ile tıpatıp Paluri'yi anımsatıyordu, Ulaş ise babasının kopyası gibiydi. Bazen onları izlerken, Paluri ve Özgür aklıma geliyordu, duygusallașıyordum. Onlar da kıyamazdı ağlamama, gelip sarılırlardı. Liva, tıpkı annesi gibi eli maşalı, kurnaz ve benim gibi anaçtı. Çocuklardan biri hastalansa veya yaralansa, iyileşmesi için her şeyi yapardı, hatta bazen Arsima ile birlik olurdu. Bu halleri, hepimizi gülümsetirdi. Serdar ise hiç şüphesiz abim gibi fırlama ve neşeliydi. Tıpkı abimin bana yaptığı gibi, Liva'ya lakap takmıştı, abimin yaptığı gibi bir taneyle yetinmemiști, "Bal küpüm" ya da "Fındığım" ya da "Huysuz prensesim" diyordu. Bu huyunu diğerlerine de bulaştırmıștı üstelik, Liva, ikizine "Arıza" ya da "Diğer yarım" diyordu, Kürşat Ali ise, lakap konusunda babasına çekmişti, "Cadı" diye seslenirdi, bazen de "Mavișim" diye severdi kardeşini. Güneş, ikizine "Petibörüm" derdi, Ulaş ise "Kızılcığım" demeyi seviyordu. Kavgalı olsalar bile, gün bitmeden barışırlardı. Hatta bir gün, Kürşat Ali ile Arsima kavga ettiğinde, özür dilemek için, bir demet kır çiçeği getirmişti. Arsima bayılır kır çiçeklerine, abisinin bu sürprizi onu çok mutlu etti, tabii. Dediğim gibi, zaman su gibi akıp geçti, çocukluğumuzda yarım kalan masum bir sevda, nihayet vuslata erdi. Bizim mutlu sonumuz buydu. Bir yaz akşamı başlamıştı her şey, ve kader ağlarını örüp, bizi tekrar bir araya getirdi. Bir daha asla ayrılmamak üzere... Artık, çocuklarımızın kendi hikayelerini yazma vakti, sevda çiçeklerinin filizlenmesi, her türlü fırtınaya direnip, yeşermesi ve kendi mutlu sonlarını yazması gerek. Bizim hikayemiz burada bitti...
**** **** **** **** **** **** **** **** **
                        Selam!
Evet, bu sevda masalı burada son buldu, ancak Sevda Çiçeği isimli hikayemizde, yepyeni bir sevda masalına tanık olacağız. Sevda Çiçeği'nde görüşmek üzere, seviliyorsunuz.

Sevdalık Geliyorum Demez(Sevdalık Serisi-1) TAMAMLANDI Where stories live. Discover now