Deliler Ağlamaz KİTAP OLUYOR

By ilmelistan

4.8M 511K 109K

"Soyun!" dedi ve dudaklarındaki o histerik, şeytani gülümseme yeniden kendisini gösterdi. "Bunu yapamam." de... More

❦ BİRÇOK KÖTÜ ALIŞKANLIĞIM VARDIR... /BÖLÜM ●1●
❦ KENDİMİ BİR KAFESE HAPSETTİM /BÖLÜM ●2●
❦ ŞEYTANDAN NASİBİNİ ALMAK ADINA /BÖLÜM ●3●
❦ BAŞKALARINA ODAKLANMAN GEREK /BÖLÜM ●4●
❦ BENİM KARIM /BÖLÜM ●6●
❦ ŞAH MAT /BÖLÜM ●7●
❦ TİŞÖRTÜNÜ ÇIKART /BÖLÜM ●8●
❦ MUTLU YILLAR /BÖLÜM ●9●
❦ MASAJ YAPMANI İSTİYORUM /BÖLÜM ●10●
❦ BORNOZ /BÖLÜM ●11●
❦ GÖKYÜZÜNÜN İLACI /BÖLÜM ●12●
❦ BENİM İZNİM OLMADAN /BÖLÜM ●13●
❦ AVLUDA BİR AĞAÇ /BÖLÜM ●14●
❦ OYUNBAZ /BÖLÜM ●15●
❦ SOĞUK DUŞ /BÖLÜM ●16●
❦ YENİ BİR DİLEK /BÖLÜM ●17●
❦ SENDE BEN /BÖLÜM ●18●
❦ KAPALI DÜNYALAR SENFONİSİ /BÖLÜM ●19●
❦ TOPRAĞA DÜŞEN İLK YAPRAK /BÖLÜM ●20●
❦ SÜKÛNETİN AMANSIZ ÇAĞRISI /BÖLÜM ●21●
❦ KIZGIN KÖMÜRLER ALTINDA /BÖLÜM ●22●
❦ SERSERİ ADAMLAR APTAL KIZLARI SEVMEZ /BÖLÜM ●23●
❦ YERE DÜŞEN AĞLAMAZ /BÖLÜM ●24●
❦ GÖRÜNEN DAĞIN ARDINDAKİ DÜNYA /BÖLÜM ●25●
❦ DERİMİN ALTINDAKİ KARINCALAR /BÖLÜM ●26●
❦ YATAK ODASI / BÖLÜM ●27●
❦ ŞEHVETİN SICAK KOLLARI +18 / BÖLÜM ●28●
❦ NEDENİ BİLİNMEYEN SORUNLAR / BÖLÜM ●29●
❦ SU YOLU / BÖLÜM ●30●
❦ KULÜPTEKİ STRİPTİZCİLERİM / BÖLÜM ●31●
❦ 6 MİLYON TL / BÖLÜM ●32●
❦ SOĞUK KALPLER YARALAR / BÖLÜM ●33●
❦ SENİ KİRLETEBİLİRİM / BÖLÜM ●34●
❦ PART 1 / BÖLÜM ●35●
❦ PART 2 / SARIMSAKSIZ OLSUN / BÖLÜM ●35●
❦ DİLRUBA' NIN YÜZÜĞÜ / BÖLÜM ●36●
❦ NEREDEYDİN SEN? / BÖLÜM ●37●
❦ MASA LAMBASI / BÖLÜM ●38●
❦ ONUN KIRDIĞIM KANATLARI VAR / BÖLÜM ●39●
❦ SAKLI KALAN / BÖLÜM ●40●
❦ ONUN YAZDIĞI HİKAYELER / BÖLÜM ●41●
❦ ONUN ELLERİNDEKİ GÖZYAŞLARIM / BÖLÜM ●42●
❦ BENİM KANATLARIM / BÖLÜM ●43●
❦ ZİHNİMDEKİ TANIDIK PİYES / BÖLÜM ●44●
❦ KARMA ACIMAYI SEVMEZ / BÖLÜM ●45●
❦ ÇALINAN PANDORA KUTUSU / BÖLÜM ●46●
❦ BENİ TEMİZLER MİSİN? / BÖLÜM ●47●
❦ ONUN GÖZLERİNDEKİ IŞIK / BÖLÜM ●48●
❦ GERÇEKLERİN YILDIZ TOPU / BÖLÜM ●49●
❦ ÇAMURA BATAN TOPUKLULAR / BÖLÜM ●50●
BİR ANI
❦ KÜTÜPHANE DUVARLARI ARDINDA / BÖLÜM ●51●
❦ MASANIN ALTINDAN / BÖLÜM ●52●
❦ BÖLÜM ●53●
Hellö
❦ BÖLÜM ●54●
Deliler Ağlamaz Kitap Oluyor
YAZARLARA YARDIM
İzole ve Yeni İngilizce Serüvenim
DUYURU

❦ BUNU SEN SEÇTİN /BÖLÜM ●5●

59K 13K 2.4K
By ilmelistan

Hellö 💦

Ruhuma Tanrı tarafından bırakılmış darbeler ile yaşamaya çalışıyordum sanki. Nefes aldığım her an, beni kemiren onca duygu altında eziliyor, feryat ediyordum biçare birisi duyabilsin diye ama çığlıklarım benim duvarlarım ardında yankılanmaktan başka bir şey yapmadığı gibi duyanlar kılını bile kıpırdatmayacak kadar bencildi.

"Belki de kendi kuruntum." diyordum her umutla onlara baktığımda. Belki de "Şakaydı." diyerek beni kandırmaya çalıştırdıkları o küçük anda kısıtlıydım sanıyordum. Ama ikili birbirlerine dönüp onaylar anlamda başlarını salladıklarında işler garip bir şekilde beni sarmadığını gösterircesine gün yüzüne çıkıyordu.

Vural'ın annesi, Müzeyyen Hanım yerinden kalktı ve verilen karardan memnun bir gülümsemeyle bize selam verdi.

"Ben misafirlerimizin yanına döneyim." demesi ile yerimden kalkıp bir an peşinden ilerlemek istedim ama gözlerime takılan yeşil gözler beni yerime mıhlamaya yetmişti. Aramızda bakışlarla anlaşabildiğimiz bir sözleşme vardı sanki. İnsanların ruhu bile duymadığı feryatlarımı o prangalara vuruyordu.

Annesi odadan çıktığında dilimin ucuna gelmiş olan sözleri söylemekten bu sefer çekinmemiştim.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Nasıl ailenle aynı evde kalırım?"

"Böyle bir hastalığın var ve bir de ilaçlarını kullanmıyor musun? Nasıl bana bunu söylemezsin?" diye odada yankılanan bariton sesine karşılık şaşkınlıkla ona bakmadan edemedim. Geniş cüssesi ile iki kişilik koltuğu rahat bir şekilde kaplamıştı ve hâkimiyetini çoktan gözler önüne sermişti. Bense ona bakarken sakin olmaya çalıştığım o süre içerisinde ne diyeceğimi kestirmeye çalışıyordum çünkü adam dengesizin tekiydi.

"Bundan sana ne? Ölürsem benden kurtulmuş olursun işte. Daha ne istiyorsun?"

Kaşları çatıldı. Aralarında oluşan çizgilerin sanki bir masalı varmış gibi derin ve korkutucuydu. Bir çizgi hâlini almış dudakları sanki söylemek istediklerini tetikler nitelikteydi.

"Eve geldiğimde ölmüş bir kadın istemiyorum."

"Depoya geldiğinde ölmüş olmamı bekleyecek kadar caniydin ama." dediğimde bir an, insanların bunu duyabilme ihtimaline karşılık korkuyla kapıya bakma gereksinimi duydum. Ama görebildiğim tek şey ceviz ağacı rengindeki kapalı eskitme kapıydı.

"Geçmişle yaşamak istiyorsan yaşayabilirsin. Şu an eski hayatından da güzel bir hayat sana bahşederken bu kadar nankör olmamaya baksana."

Sözlerinin verdiği hayretle ona bakakaldım.

Nasıl bu kadar düşüncesiz ve yaptıklarına karşın gaddar kalmayı başarabiliyordu? Bilmiyor muydu bende bıraktığı etkinin nasıl bir iz bıraktığını?

"Senin insan olduğundan bile şüpheliyim." dedim nefretle yüzüne bakarken. "Ben burada kalmayacağım. Annenle ya da başkasıyla falan yan yana gelip mutluymuş rolü yapmak istemiyorum."

"Sana seçim şansı bırakıyormuş gibi mi duruyorum?" demesi ile acımasız çehresinin altında ezildiğimi fark ettim.

Ne garipti. Kanımı donduran sözlerin sahibinden merhamet dileyecek kadar yalnız bırakılmıştım.

"Bunu yapamam..." dedim isyan edercesine. " Bu kadar olmaz. Seninle aynı evde yaşamak zaten işkence bir de ailenle yapamam."

"Öğrenmeye bak o zaman." dedi ve yerinden kalktı. Sözlerimin bir önemi yokmuş gibi bana yukarıdan baktı ve elini sallayıp, " Kalk hadi. Bizi bekliyorlar." dedi.

Göğsümdeki yaranın açıldığını hissettim. Kabuk sanki acımasız sözleri ile birlikte açılmış bir de üzerine tuz basmıştı. Ruhsuz bedeninin içerisindeki varlığı görmek istemiyor değildim. Bir merhamet bulma ışığı ile gözlerine baktığımda dümdüz bir duvar görüyor olmanın bende bıraktığı darbeyle yüzleşiyordum.

Yerimden kalkıp çaresiz bir şekilde peşinden ilerlemeye çalıştığımda kendi sorunlarımın içerisinde boğulduğumu hissediyordum ama sesimi bile çıkarmaya iznim yoktu.

Belki de ölmeyi seçmeliydim. Bu şekilde hayat sürmezdi ki. Tanımadığım ve bir o kadar da gaddar olan adamın dudaklarının arasından çıkan sözler kadar vardım.

Kapıyı açtı ve benim çıkmamı bekledi. İstemeyerek adım atarken geldiğimiz koridorda ilerlemeye devam ediyordum. Az önce Yavuz'la tuvaletten çıkmış ve gerginliğime katbekat daha fazlası eklenmişti.

Annemi istiyordum. Annem ve babamın bende bırakacağı o savunma mekanizmasının ardına saklanıp güvenmek istiyordum. Yaslanacak bir omuz istiyordum. Kendi omuzum bile başkasına ait kılınmışken ben bu kadar yalnız ne yapacaktım?

Bahçeye çıktığımızda kalabalık dikkatimi dağıttı. Asık yüzümü silmek isterken zar zor bariz sahte bir gülümseme yüzüme yerleştirdim ve belime elini yerleştiren adamın yanına istemeyerek adımladım. Beni yine aynı oturduğumuz koltuğa oturttu ve yanıma rahat, az önce hiç atışmamışız gibi yayılarak oturdu ve sohbete dahil oldu. O an anladım. Ne söz hakkım vardı ne de varlığımın bir önemi...

-*-

Eve döndüğümüzden beri odamdan çıkmamıştım. Akşam olmuştu ve karanlık beni ne kadar korkutsa da uzun camımdan geçen arabaları izlemek beni rahatlatıyor, gerçek dünyada olduğumu haberdar ediyordu.

Ne kadar camın kenarında, rahat pufta oturdum bilmiyorum. Gözlerimi kapatıp açtığımı sandığım o kısa süre zarfı içerisinde güneşin yeni doğan hâli ve denizin üzerinde bıraktığı turunculuk ile karşılaşmıştım.

Yerimden kalkıp toparlanmak için duşa girmeyi planlıyordum ki kapımın tıklatıldığını fark ettim. Yavaşça aralanan kapım, uyanmama neden olan etken olduğunu kanıtlarcasına karşımda duruyordu.

Vural, yeni kıyafetler giymiş, çatık kaşlı hâliyle bana bakarken yavaşça beni süzmüştü.

"Uyanmışsın. Güzel. Eşyalarını toplamaya geldiler. Hazırlan, seni annemlere bırakacağım." demesi ile itiraz etmek için dudaklarımı araladım ama o çoktan kapıyı ardından kapatıp çıkmıştı bile.

Sinirden dolan gözlerimin serbest kalmasına izin verirken kendimi ılık suyun altına attım ve rahatlamaya çalıştım. Yetmedi, soğuk suyu açtım ve şok etkisi yaratmasını, hissettiğim bütün acı duyguları yok etmesini bekledim ama görebildiğim tek şey çatık kaşların altındaki acımasız yeşil gözlerdi.

Duşumu alabildiğim kadar yavaş aldıktan sonrasında saçlarımı kuruttum ve dolabımdan mavi fırfırlı bir elbise çıkardım. Dışarısı çok sıcaktı ve herhangi bir kolu olan kıyafet giymek istemiyordum.

Üzerime geçirdiğimde hoşuma gitmesi bir nevi keyfimi yerine getirmişti. Saçlarımı hafif dalgalandırıp dudağıma nemlendirici sürdükten sonrasında hazırdım. Odadan çıkıp içeri baktığımda salonda oturan insanlar dikkatimi çekti. İki erkek ve iki kadın vardı ama Vural ortada yoktu.

Yanlarına geldiğimde dikkatlerini çekebilmiştim. Yerlerinden acele ile kalkan 4 insanla şaşırırken hepsine, "Günaydın." dedim içten olmasını umduğum bir ses tonuyla. Hepsi bir ağızdan bana cevap verirken teras kapısının ardından içeri elinde telefonla konuşarak giren Vural dikkatimi çekti. Kaşları yine çatıktı ve bir şey düşünüyor gibiydi.

Kahretsin, bu adamın hiç kaşlarını çatmadığı bir an yok muydu?

Başını kaldırıp bana baktığında bir an duraksadı ve kaşları çatılabilirmiş gibi daha da çatıldı. Yavaşça beni süzdü ve gözlerini odada dolandırdı. Ayaklanmış insanlar verilen emirleri yerine getirmek adına bekliyordu. O ise telefona cevap vermeden kapattı ve beni bile yerimden sıçratacak kadar sert konuştu.

"Odaların yerini biliyorsunuz. Her şeyin toplanmasını istiyorum." dedi ve bana doğru uzun adımlarıyla ilerledi. Kendinden emin tavrı beni geriyordu ama bir şekilde onun bu hâline alışmıştım.

Uzanıp bileğimi tuttu ve beni kapıya doğru hızlı bir şekilde yönlendirdi. Topuklu ayakkabılarımla zar zor ona eşlik ederken vestiyerdeki anahtarı aldı ve evden çıktık. Asansöre kadar bileğimi bırakmadan ilerlemesi sinirlerimi bozmuştu. Ağzımı açıp bir şey söylemek istiyordum ama her söylediğimde ben üzüldüğüm için öylece bekliyordum. Kapılar iki yana açıldı ve içinde mayolarını ve havlularını almış iki adam belirdi. Bize gülümseyerek yer ayırdıklarında Vural'ın binmek için bir an tereddüt ettiğini fark ettim. Yine de sonunda bindiğimizde beni bir eşya gibi tutup önüne yerleştirdi ve belime kolunu sardı.

Onunla yakın olmanın getirdiği gerginlikle derin bir nefes aldım ve elini kimseye belli etmeden belimden çekmesini istercesine koluna koydum ama bana mısın demedi hatta daha da sıkıştırdı.

Tanrım! Bu adamın sıkıntısı neydi?

Otoparka indiğimizde beni bırakacak sanıyordum ama yine bileğimden tutup beni arabaya doğru âdeta koştururcasına ilerletti. Artık bir şey deme gereksinimi duymadan arabaya binmeyi bekledim. Beni arka tarafta bıraktı ve kendi tarafına doğru ilerledi. Kızarmış koluma acıyla baktığımda bir küfür savurmadan edemedim.

Kapıyı açıp içeri girdiğimde arabayı hızlı bir şekilde çalıştırdı ve kapalı otoparktan çıkmadan konuştu.

"Aklında ne var? Annemi bu kıyafetlerle kendinden soğutmak mı?"

Kaşlarım çatıldı. Dudaklarının arasından çıkan sivri sözlerin utancı ile bir an harmanlandım ve ne dediğini kavrayamadım.

"Anlamadım."

"Anlamadın mı? Üzerindeki kıyafetin ne kadar açık olduğunun farkında mısın?"

"İyi de bundan sana ne?"

"Ne giydiğin umurumda değil. Bununla annemin karşısına çıkman mesele."

"Ee? Sen değil miydin annenle yaşamamı isteyen?"

Ona meydan okumanın getirdiği korku ile yan bir şekilde ona baktım. Ama o bana bakmıyor, kısık gözleri ile yola odaklanmış, âdeta bir Azrail'i andırıyordu. Gözlerimi biraz daha onda tutarsam kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırmış kedi gibi olacağımdan yavaşça önüme döndüm ve derin bir nefes aldım.

"Ayza, beni mi sınamaya çalışıyorsun?"

"Hayatıma el koydun, beni istemediğim bir evliliğe zorladın ve üstüne bir de ailenle yaşamamı söyleyip beni bir köpek gibi tasmayla oradan oraya sürüklüyorsun. Bu kıyafetleri alan da sensin bir de gelmiş bana laf mı yapıyorsun?"

Kaşları çatıldı ve bu sefer bana döndü.

"Tanrım! Ne giydiğin, umurumda dahi değil. Önemli olan ailemin karşısına bu şekilde çıkman."

"Kıyafetimde bir şey yok. Burası Antalya. Şu kadınların kıyafetlerine bak. Nerede yaşıyorsunuz?" diyerek dışarıda yürüyüş yapan kadınları gösterdim. Neredeyse hepsi ya şort ya da etekle geziyordu. Açıklardı ve insanlar bu manzaraya alışık olduğu için dönüp bakmıyordu bile.

"Tamam. Bir şey demiyorum. İstediğin gibi giyinmeye devam et. Ama annemlerden bir şey duyarsan da gelip bana şikâyette bulunma." dedi beni şaşırtan bir şekilde. Hayretle ona bakmadan edemedim.

"Ne yani sana şikâyette bulunabileceğim bir konum falan bıraktın da benim mi haberim yok?"

Dönüp bir an bana baktı. O kısa an içerisinde gözlerindeki ifadeye bir anlam yüklemeye çalıştım ama önüne dönüp konuşması ile dikkatimin dağılması uzun sürmedi.

"Sen, oraya benim sevgilim olarak gidiyorsun. Benim ailemle birlikte yaşayacaksın ve ailem senin için bir sürü önlem alırken senin bu kadar umursamaz olman bencillik değil de ne?" dediğinde artık inanamaz bir hâldeydim.

Benimle dalga mı geçiyordu yoksa gerçekten de ciddi miydi?

Bir süre sessiz sessiz ona baktım. Bir tepki vermesini, "Şaka." diye bağırmasını falan bekledim ama onun yerine olduğu yerde yolu izlemeye devam ediyordu.

O an bir şey konduramadım. Sesimi dahi çıkaramadım. Onun sözlerine verebilecek bir cevabım yoktu çünkü söyledikleri şeyin bir gerçeklik payı dahi yoktu. Tamam, ailesi hiçbir şey bilmeden benim için uğraşıyor olabilirdi ama benim burada nasıl bulunduğumu, neden yanında yer aldığımı unutuyor muydu?

Malikânenin önüne geldiğimizde kapıları bizim için açan görevliler önümüzde el pençe olurken arabayı kapının önünde bıraktık ve gerisini onların hâlletmesi için girişe doğru ilerledik. Yine bizim için açılmış olan kapılardan geçtiğimizde çalışanlara onun göstermediği minneti göstererek küçük bir gülümseme gönderdim ve peşinden koşturarak ilerledim.

"Köpeğimi ne zaman göreceğim?"

"İlk önce odanı göstereceğim." dedi ve uzanıp elimi tuttu. Onun kocaman elinin benim ellerimi mengene gibi sarması ile telaşa kapılırken elimi çekmek için bir hamlede bulundum ama umurunda dahi olmadı. Beni peşinden bu sefer kızarttığı bileğimden tutmak yerine elimi tutarak götürdüğü için minnet bile duyabilirdim.

Merdivenlere geldiğimizde iki yana doğru yarım daire şeklinde kıvrılan merdivenlerin başında durmak zorunda kaldık çünkü koltuklarda oturmuş kitap okuyan Müzeyyen Hanım bizi görmüştü.

"Ah! Oğlum, gelmişsiniz. Ayza, kızım hoş geldin." Derin bir nefes aldım ve kadının gerçekten samimi olup olmadığını anlamak için merakla yüzüne baktım. Ama o çoktan gözlerini üzerimde dolandırmış, en sonunda ise birleşmiş ellerimize odaklanmıştı. Hoşuna gitmemişti Vural'ın tahmin ettiği gibi. Bu barizdi. Ama umurumda dahi değildi. Kadını günahım kadar sevmeye yeltenmiyordum çünkü nedense içten pazarlık yapan bir insan olarak çoktan aklımda yer edinmişti bile. Ama bakışlarından hoşlanmayan Vural, elimi daha sıkı tutup canımı bir nebze acıtmayı başarmıştı.

Tanrım! Bu adam, gücünün farkında değil miydi?

Yüzüme hızla bir gülümseme yerleştirirken tırnaklarımı hiç düşünmeden etine sert bir şekilde geçirdim ve sanki bunu yapmıyormuş gibi gayet normal bir şekilde konuştum.

"Merhaba Müzeyyen Hanım. Bugün ne kadar güzelsiniz."

Palavra. Ama bu evde yer edinip rahat yaşamam gerekiyorsa bu kadınla göstermelik de olsa iyi geçinmem gerektiğini çoktan anlamıştım.

"Ah! Teşekkür ederim kızım. Sen de ne kadar güzel olmuşsun öyle. Çıtı pıtı." dedi ve bize doğru ilerledi. Kitabını hâlâ elinde tutmaya devam ediyordu. Bu, muhtemelen bizimle yukarı çıkmayacağının işaretiydi.

"Oğlum odan zaten her zaman hazırdı ama birkaç değişiklik yaptırdım. Ayza'nın odası da hemen karşındaki oda. Büyük misafir odasını açtık." demesi ile derin bir soluk bıraktım. Bir an, annesinin bu gibi ilişki durumlarında fazla açık olup bizi aynı odaya sokacağını düşünmedim değildi ama dudaklarından âdeta bal damlaması üzerine gülümsemem daha gerçekçi bir hâl aldı.

"Uğraşmanıza gerek yoktu." dedim yanımdaki adama yaklaşıp elimi tutan kolunu diğer elimle samimi bir şekilde okşarken. Ona dokunmak ya da yakınlaşmak istemiyordum ama ilk izlenim her zaman önemliydi ve bu kadın oğluna nasıl davrandığımı sonuna kadar gözlemleyecek bir tipti.

Bu yakınlaşmama şaşıran Vural dönüp anlamayan bir şekilde bana baktığında kafamı kaldırıp ona hayatımda yapabildiğim en zor gülümsemeyle baktım. Ona bakarken sanki gülümsemek imkânsızdı. İçimde kırılmış cam parçaları bu sefer etrafa saçılıp toparlanamaz bir hâle geliyordu ama ben bunlar olurken her şey normalmiş gibi davranmak zorundaydım.

"Biz yukarı çıkalım." dediğinde şaşkınlığı yüzünden okunabiliyordu. Bozmadım. Onun bu hâle düşmesi bir nevi hoşuma bile gitmişti. Denileni yapıp merdivenlere yöneldiğimizde Müzeyyen Hanım kendi yerine doğru çoktan yönelmişti bile.

Merdivenlerden çıkarken beyaz hareli fayansların parıldaması gözlerimi almıştı. Büyük bir işçilik olduğu aşikârdı. Yukarı çıkarken duvarlara çizilmiş resimlerin gerçekliği bariz bir şekilde göze hitap ediyordu. Yalan yok, bu kadar sanatsal bir gösteriş hoşuma gitmedi değildi. Yukarı çıktığımızda ortada büyük bir su süsü yer alıyordu. Etrafı yuvarlak bir şekilde küçük çiçeklerle çevrilmişti. Sanki bir otel girişi gibi yapılmış olmasına karşılık şaşırmak olası değildi çünkü bu insanlar zaten kazançlarını otelden kazanıyorlardı.

Sağ tarafa doğru ilerleyip sarı ışıklarla ışıklandırılmış tablolarla kaplı koridorda ilerledik. Vural ise yanımızda duran ilk kapıyı işaret etti.

"Bu oda çalışma odam." dedi ve ilerlemeye devam etti. Dönüp merakla kapıya bakmadan edemedim.

"Çalışma odama benden ve baş temizlikçiden başka kimse giremez. Buna sen de dahil." dedi ve bütün merakımı daha da kabartırken yanından geçtiğimiz diğer kapıyı gösterdi ama bu sefer kapıyı açıp bana gösterdi.

"Burası hobi odası." dedi ve şaşırmamı sağlayan o garip odayı gözlerimin önüne serdi.

Sanki okulda öğrenciler tarafından düzenlenmiş bir eğlence alanı gibi duran renkli, içi ferahlatan odada bir sürü sanatsal eşya yer alıyordu. Resime ayrılmış gibi duran köşede bir sürü tuval ve birkaç boyutta şövale yer alıyordu. Bir tanesinin üzerinde hâlâ yarım kalmış bir resim duruyordu. Ortada büyük bir oturma alanı vardı ama beni asıl şaşırtan şey zeminin camlarla kaplanmış olmasıydı. Altında su vardı ve üzerinde duran camdan orta sehpa sanki ütopik bir film sahnesini andırırcasına şeffaf duruyordu. Biraz daha dikkatli bakınca camdan alanın içerisinde dolanan balıklar görülebiliyordu.

Şaşkınlıkla hayran hayran camın uzandığı diğer duvara bakmak için bir adım içeri girdiğimde gördüğüm boydan boya kocaman akvaryum ile bir an nutkum tutuldu. Işıklandırmalar harika bir şekilde tasarlanmış ve önünde rahat duran oturma pufları duruyordu. Kenarda ise büyük, kuyruklu bir piyano vardı. Sanki her şey rahatlatmak adına konulmuş gibiydi. Girdiğimiz kapının bulunduğu duvarda ise bir sürü müzik aleti dekorasyona uygun bir şekilde asılmıştı.

Hayranlığımı gizleyemezken kocaman, benim eski evimin neredeyse üç katı kadar büyüklükte olan hobi odasını sindirmeye çalışırken Vural bana terası gösterdi.

"Orada da teleskop falan var. Canın sıkıldığında burada vakit harcayabilirsin." demesi ile dönüp ona baktım. Bir an, burası pek de sıkıcı gözükmemişti. O ise benim tepkimi önemsemeden beni yine elimden çekiştirerek odadan çıkardı ve yine koridorda ilerletti.

"Burası benim odam." dedi ve kendi odasının karşısındaki kapıya yönelip bana kendi odamı gösterdi ama beklediğim kesinlikle böyle bir görüntü değildi. Öyle muazzam dizayn edilmişti ki kocaman odanın âdeta bir ev gibi dizayn edildiğini fark etmek zor değildi. İstemsiz şaşkınlıkla dönüp Vural'a baktım.

"Burası mı?" dedim boşluğuma gelerek. Çünkü hayatım boyunca böyle lüks bir evi sadece televizyonlarda ya da Netflix filmlerinde görürdüm. Gösterişin dibine vurulmak bir yana, her yerden âdeta zevk akıyordu.

"Evet. Evin tasarımı bir Arap Şeyhi tarafından talep edilmişti. Sonrasında bir şekilde bize geçti. Gösterişli olması bu yüzden. En büyük odalardan birisidir. Annem sana iyi bakmak istiyor anlaşılan." dedi ve bana dönüp ters ters baktı.

"Aşağıdaki o yakınlığın da neyin nesiydi?" dedi açık açık. Sözlerinin belirginliği yüzünden bir an şaşkınlıkla ona bakakaldım. Sonrasında dönüp hâlâ benim olduğuna inanamadığım odada gözlerimi dolandırdım ve aklıma gelen ilk cümleyi dile getirdim.

"Sen demedin mi aileni iyi inandırmamız gerektiğini? Evine yerleşen bir sevgiliyim ve bana bu odayı bahşetmiş. Evlendiğimizi duysa kim bilir ne yapar." dedim ürpererek. Sanki kraliyet ailesine yeni mensup edilmiş bir köylü gibi hissediyordum.

"Burası benim için biraz fazla büyük değil mi?"

"Değil." dedi kestirip atarak. İçeri girdi ve bu sefer elimi bıraktı. Etrafa göz atarken ben de çekinerek peşinden ilerlemeden edemedim.

Yüksek tavanlar, işlemeli kolonlar, cam kenarındaki büyük oturma alanı diğer tarafta duran oturma alanı ve şömine... Normal hayatta, bu adamla karşılaşmamış olsam ve buraya beni getirseler hayranlıkla tek kelime etmeden durabilirdim ama şimdi onca güzel etken gözlerimi boyamak için yeterliymiş gibi gözükse de yüreğimin ortasındaki burukluk bir şekilde geçmiyordu.

"Şurası giyinme odan." dedi ve kapıyı açtı. Daha modern tarzda büyük dolaplarla kaplı alana geldiğimizde, o an anladım ilk gün Vural'ın bütün kıyafetleri almasında bir sıkıntı görmemesinin ya da alışveriş merkezinde beğendiğimiz bütün ayakkabıların farklı renklerini almasının nedenini... Adam, âdeta küçük çaplı bir alışveriş merkezini bir odaya sığdırmıştı.

Şaşkınlıkla içeriye girdiğimde dolapların içinin dolu olduğunu fark ettim.

"Bunlar benim kıyafetlerim değil." dedim anlamayan bir şekilde ona dönerek. Öncesinde burada kalan kişi mi bırakmıştı?

Vural yanıma geldi ve dolabın içerisindeki kıyafetlere üstünkörü baktı.

"Annemin hediyesi olmalı." dedi ve umursamadan giyinme odasından çıktı. Daha fazla incelemek istesem de peşinden koşturarak ilerledim ve diğer odanın kapısını açmasını izledim. Bu sefer altın sarısı ve siyahın birleşiminden oluşmuş görkemli bir banyo ile karşılaşmıştım.

"Yok artık. Burada bir insan değil kocaman bir aile bile yaşar." dedim hayretle ona dönerek. Bu kadar israfa mı şaşırsaydım yoksa bunca alanın sadece bir kişiye bırakılarak üzerine yüklenen ihtişama mı anlamamıştım.

"Annenin ve babanın odasını hesaba bile katamıyorum." diyerek merakla ona döndüğümde bana bakmadı bile. İçeriyi incelemek için adımlarken dudaklarının kıpırdadığını görebilmiştim.

"Onların odası bu kadar büyük değil. Burası misafir köşkünün eve yansıtılmış hâli. Önemli akrabalar geldiklerinde rahat etmeleri için onlara veriyorduk ama artık senin odan oldu." dedi ve bana baktı.

"Eşyaların birkaç saate yerleştirilmiş olur. Sana evi gezdireyim." dedi ve yine uzanıp bileğimi tuttu. Tuttuğu yerin sızlaması ile bileğimi geri çekiştirdim.

"Tanrım! Bir yerimi tutmadan beni götüremiyor musun?"

"Fazla küçük adım atıyorsun."

"Pardon, senin kadar uzun bacaklarım olmadığı için kusura bakma. Bileğimi acıtıyorsun." dedim ve bırakmasını beklerken elini kaydırıp elimi tutmasını izledim. Birisinin elimi tutma düşüncesi beni her defasında heyecanlandırmıştı. Bunu yapan kişinin hep Yavuz olduğunu hayal ettiğimdendi belki de. Ama şimdi bu adamın beni tutuyor olması bir yana, içimdeki bütün heyecan kırıntılarının nefretle doluyor olması ile yüzleşiyordum.

Büyük, ihtişamlı odadan çıktıktan sonrasında beni aşağıya götürdü. Salonu ve mutfağı gösterdiğinde artık kendi odamı gördüğüm için pek şaşırmamıştım. Dışarıya çıktığımızda ise kış bahçesi, kapalı ve açık havuz, doğal süsü verilmiş yapay göller, yürüyüş alanları... Âdeta bir saray yavrusunun içerisinde olduğumu fark etmek zor olmamıştı.

Gözüm korkmuştu yalan yok. İçimde, bu adamdan kurtulabilmeye dair küçücük bir kırıntı varsa da bu görüntüden sonrasında o da gitmişti. Sanki insanların kurduğu onca hayalin içerisine düşmüş yanlış ayrıntıydım ve ne kadar sırıtırsam sırıtayım artık resme işlenmiş ve asla oradan silinemeyecek şekilde kurumuştum.

Ne yapacaktım? Bu adamdan nasıl kurtulacaktım? En ufak bir fikrim dahi yoktu. Milyoner, serveti hakkında en ufak bir fikrimin dahi olmadığını anladığım adam duruyordu karşımda. Soru işaretleri kafamı kemiriyor, ona baktıkça korkumla yüzleşiyordum.

Onunla yan yana taşlı yolda ilerliyorduk. Etrafımızda uzun, büyük palmiye ağaçları yer alıyordu ve güneşi âdeta perdeliyordu. Yan tarafta boydan boya küçük balıkların yüzdüğü eskitme bir havuz yer alıyordu. Artık yaşayacağım yerin burası olmasının getirdiği şoku yeni yeni atlatabilmiştim. Bu sefer de beni rahatsız eden, ikimizin arasındaki olan sessizlikti.

"Dün, Yavuz tuvalette seninle ne konuşuyordu?"

Sessizliği bozan sorusu ile gerilmeden edemedim. Yavuz'u yeniden aklıma getirmesine mi üzülseydim yoksa dün olanları haddi olmadığı hâlde bir de sormasına mı bilemedim.

"İlişkimizin gerçek olduğuna inanmadığını." dedim onunla uğraşmamak adına hızlıca cevap vererek. Ayrıntıya girmek istemiyordum. Hak da etmiyordu. Hoş, bunca şeyin başıma gelmesine neden olan adam bir de gelip bana hesap sorarken sakince cevap verebiliyordum ya orası ayrı.

"İnandırabildin mi bari?" dedi âdeta dalga geçercesine. Derin bir nefes aldım ve içimde dolan cesaretle yerimde durup ona baktım. Benim durmam üzerine sıkıntıyla nefesini bıraktı ve tembel tembel bana yukarıdan baktı.

"İnanmadı elbette. Kim olsa inanmaz. Bu yaptığın saçmalığın daniskası."

"Ne yani, evlendiğimizi söylesek daha mı mantıklı olurdu?" dedi beni çıldırtacak kadar sakin ve ciddiymiş gibi gelen o düz ses tonuyla. Bir küfür savurmak istedim ama dilimi ısırmaktan başka bir şey yapamamıştım.

"Ben evden bir erkek için kaçıp ortada gözükmeyecek sonra da karşılarına çıkıp, 'Ben sevgilimde yaşayacağım.' diyecek bir insan değilim."

"Ama artık oldun. 20 yaşındasın. İnsanların alışkanlıkları bu yaşta değişebiliyor." dedi ve benim cinlerim daha da tepeme çıktı.

Tanrım! Ben bu adamla nasıl anlaşabilirdim ki?

"Kendi istediğin olması için yapamayacağın bir şey yok değil mi?" dedim çaresiz bir şekilde. O ise gözlerini kıstı ve yeşil hareleri kirpiklerinin gölgesinde koyu bir hâl alırken başını belli belirsiz salladı.

"Çabuk öğreniyorsun." dedi ve elini pantolonunun cebine sokup ilerlemek adına yine önüne döndü. Konuşmanın burada bittiğinin farkındaydım. Umursamazlığı altında ezilmek beni yıpratıyordu ve bir de buna ayak uydurmak zorunda olmak daha da kötü hissettiriyordu.

Eve girdiğimizde Müzeyyen Hanım kitabını kenara koyuyordu. Anlaşılan okumayı bırakmıştı ve kafasını kaldırıp baktığında yüzüne yine kocaman bir gülümseme yerleştirmişti. Ben Vural'ın arkasında ilerlemeye devam ederken merakla konuştu.

"Ayza, odanı beğendin mi?"

Tanrım! Beğeneceğimi elbette biliyordu. Oda âdeta prenseslere layıktı. Kendisini tatmin etmek için mi soruyordu yoksa bu konuda ciddi miydi akıl erdirmeye çalışıyordum.

"Elbette. Çok zevkli gerçekten. Bu kadar büyük bir eviniz olduğunu bilmiyordum." diyerek şaşkınlığımı dile getirdiğimde kadın başını onaylar anlamda salladı ve oturmamız için koltukları işaret etti.

"Geçin oturun bakalım. Dün rahat rahat konuşamadık."

Evet. İşte soru kaynağı şimdi geliyordu. Yardım beklercesine Vural'a baktığımda ise oldukça rahat bir şekilde annesinin gösterdiği ikili koltuğa yerleşmişti bile. Çok iriydi. Yanına oturmak istemiyordum çünkü kapladığı alan zaten kocaman koltuk olabilirdi. Ama yanına oturmamam garip olacağı için yavaşça en kenara kıvrıldım. Yaşlı kadın ise gözleri parıldayarak bize bakarken konuşmaya devam etti.

"Doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar hızlı bir birliktelik yaşamanı beklemiyordum. Oğlum sana bir önceki birlikteliğinden bahsetmiştir diye umuyorum. Birlikte yaşayacak kadar ciddi düşünüyorsanız..." demesi ile verilen ima, öğrendiğim bir diğer gerçek ve merak dürtüsü ile olduğum yerde öylece kalakaldım.

"Ah! Şey..." dedim ve hızlıca kafamı çalıştırmaya çalıştım. Birlikte yaşamamızdan hoşnut olmadığını anlamak zor değildi ama kadının benim hakkımda tereddütleri olduğu aşikârdı. "Aslında bana bundan bahsetmek istedi ama pek üzerinde durmadık."

Attığım yalanın ne kadar ilerleyeceğini merak ederken yine Vural'a baktım. Gözlerini kısmış bana bakıyordu.

Verdiğim cevaptan hoşlanmamış mıydı? Ah! Ne bekliyordu? Ben onun gibi ayakta kırk yalan atamıyordum.

"Evet. Bundan bahsetmek istememenizi anlıyorum ama Dilruba ile aynı ortamda çalışıyor olmanın getirdiği bir kıskançlık elbette olacaktır."

Dilruba mı? Aynı yerde çalışmak mı?

"Anne, Ayza olayı tam olarak bilmiyor."

"Ben de öğrensin diye söylüyorum. Sen ne anlarsın böyle şeylerden? İleride bunları öğrendiğinde sorun çıkmasını önlemek için her şeyi birlikte olduğun kadına anlatmalısın."

Sorun mu? Tanrım! Umurumda bile değildi. Hatta umarım eski sevgilisi ile barışır, evlenmek falan isterlerdi. Belki o zaman bu evlilikten kurtulabilir, hayatıma eskisi gibi devam ederdim.

Müzeyyen Hanım benim kabullenir sessizliğimin farkına vardığı anda rahat bir şekilde gülümsedi ve konuşmaya devam etmek istese de tıpkı o da benim gibi oğlunun öldürücü bakışları ile karşılaştı. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarken konuyu değiştirmek adına bir şey söylemeyi düşündüm ama sonrasında vazgeçtim.

Bana neydi ki?

"Peki madem. Senden bahsedelim biraz kızım. Hakkında pek bir şey bilmiyoruz. Okuyor musun?"

"Okulumu 2 yıl dondurdum."

Bu cevabı beklemiyormuş gibi şaşkınlıkla bana bakarken merakla sordu. "A-a. Neden?"

Önce bunun cevabını vermek falan istemiyordum. Hatta burada oturup evcilik dahi oynamak istemiyordum ama yaşlı kadının oğlunun yaptıklarından bihaber hâli ile diyecek pek bir sözüm olmuyordu.

"Ailemin benim için bıraktığı para kazandığım okulun bursunun geri kalanını ödemeye yetmiyordu. Ben de ilk yıl okul parasını, bu yıl da okulda kullanacağım harçlığımı çıkarmak için dondurdum." dediğimde bulunduğum ortamın altındaki sözlerimin tizliği ile yüzleşmem uzun sürmedi. Kadın, şaşırmıştı. Anlam verememişti hâlime. Onun yaşadığı hayat tarzında bahsettiğim rakamlar bir günlük harcaması altında bile olmayabilirdi. Hoş, bundan sonrasında o okula devam edebileceğim bile meçhuldü ya orası ayrı. Yine de başım dik karşısında oturmadan edemiyordum. Ne kadar benim bahsettiklerim ona uzak olursa olsun, en azından bu yalan dolan içerisinde beni, ben olarak tanıyabilirlerdi.

Ama öyle olmaması gerektiğini öğrenmem gerekirdi. Karşımda oturan kadının kim olduğunu, aklından ne gibi düşünceler geçeceğini hiçbir şekilde bilmiyordum ki. Ardını göremediğim camların ardından bana bakarken çok normal gözüküyordu oysaki.

Biraz daha beni soru yağmuruna tuttuktan sonrasında sonunda odama çıkmam için izin verilmişti. Yalnız bırakılmıştım. Vural, işe gitmek için evden ayrılmıştı. Onun gitmesi ile bir nevi rahatlasam da yabancı bir evde gülümsemek zorunda kaldığım insanlarla aynı evde yaşamak zorunda olmak beni geriyordu.

İhtişamlı odamın içerisinde anlam veremeyen bir hâlde etrafıma bakınıyordum. Burası bana yabancıydı. Uzak gelecek kadar uçuk ve beni yansıtmayacak kadar da pahalıydı. Ben, düz insandım. Okul parası için kuytu köşede çalışan o TV'de gördükleri harap olmuş kızlardan... Annem babam öldükten sonrasında bir ailenin yanına sığınıp oğullarına âşık olacak kadar saf, başına bela geldiğinde kimseye sığınamayacak kadar yalnız olandım. Düzdüm işte. Öyle bir atraksiyonum yoktu. Bu yüzden Vural'a karşı gelemiyordum belki de. Düzlüğüme vurulan balyozun oluşturduğu pürüze alışık olmayışımdandı bu kendimi koruyamama nedenim...

Kıyafetlerim dolaba yerleştirilmiş, üzerimi değiştirip fazla göze batmamak üzere uzun, İspanyol paça bir pantolon ve kırmızı bir bluz giymiştim. Odadan çıkmam gerekiyor muydu yoksa akşama kadar burada mı oturmam gerekiyordu bilmediğimden odamdaki oturma gruplarına yerleştim ve TV'den bir şeyler izlemeye başladım. En iyisi buydu. İnsanlardan kaçıp onlara sahte gülümseme yollamaktan ziyade odamda oturup yalnızlığımın tadını çıkarabilirdim. Tabi, ben öyle sanıyordum.

Kapımın çalınması ve içeriye müstakbel kayınvalidemin girmesi ile işler tahmin ettiğim gibi ilerlemedi. Müsait miyim, onu bile sormadan içeri girerken yüzünde düşünceli olduğu bariz belli oluyordu.

Yanıma geldi, karşımdaki tekli koltuğa bir hanımefendi gibi oturdu ve bana baktı. Gözlerinin üzerimde bıraktığı kusur ile ürperirken merakla sordum.

"Bir şey mi oldu Müzeyyen Hanım?"

Bir an duraksadı ve dudaklarına zoraki olduğu bariz bir gülümseme yerleştirdi.

"Bir sorun yok. Sadece... Sana anlatmak istediğim birkaç şey olacak." dedi ve ellerini bacaklarının üzerine oldukça zarif bir şekilde yerleştirdi. Bu tutumu sevmemiştim. Kaşlarının arasındaki o kırışıklıklar sanki bunu sürekli yaptığını belli edercesine yerini almıştı.

"Tabi, sizi dinliyorum."

"Fazla uzatmaya gerek yok. Senin de beni anlayacağını umuyorum zaten." dedi ve bir anda karnımda burkulma olmasına neden olacak o soğukluğu odaya bıraktı.

"Bu eve yeni geldiğin için öğrenmen gereken birkaç düzenimiz var. Her evde olduğu gibi. Yani, sizde var mı bilmiyorum ama..."

İşte, bundan bahsediyordum. Bu kadında garip bir soğukluk, içimde oturmayan bir iticilik yer alıyordu. Yine de bulunduğum durumun sahteliğine sığınarak başımla onayladım ve kocaman bir gülümseme ile cevap verdim.

"Tabii..."

"Güzel. Umarım bunu garip karşılamazsın çünkü ezelden beri bu evde belirli kurallar eşliğinde ilerliyoruz ve yeni gelenlere bunu anlatmazsak garip aksaklıklar olabilir."

"Sizi dinliyorum." dedim gönülsüz konuşmasına karşılık. Sadede gelip bir an önce bu rahatsız sohbeti bitirmesini istiyordum.

"Bu evde gündüz vakitlerinde insanlar odalarından ziyade genelde ortak salonda olurlar. Birlikte vakit geçirir, ona göre ilerlerler." dediğinde bir an şaşkınlıkla bakakaldım.

Ne yani benden akşama kadar yanında beklememi falan mı istiyordu?

"Akşam yemekleri aksatılmaz. Tam 18.00'da bütün aile yemekte olmak zorundadır. Yani o vakte işle ilgili bir yemek dahi konulamaz."

Bu neydi? Sanki eve değil iş için mülakata giriyordum.

"Sabahları uyandığında pijamanla elbette sofraya gelmemelisin. Eşim bu konuda çok katıdır. Düzenli ve tertipli giyinmen makul olacaktır..."

Ve daha nice kurallar ile öylece olduğum yerde kalakalmıştım. Bu kadın ya manyaktı ya da beni oğlundan ayırmaya falan çalışıyordu. Son seçenek artık sohbetin bitişi ile daha da gerçekçi gelmişti gözüme. Çünkü cebinden çıkardığı kredi kartı orta sehpanın üzerine bırakıldığında işler belirli bir hâl almıştı.

"Bu da harcamaların için. Şifresi son 4 hanesi. Limiti sınırsızdır. Kendi harcamaların için bir yerde çalışmana gerek yok. Zaten bunu oğlum sana kesin söylemiştir." demesi ile beni istemediğini, para avcısı olduğumu düşündüğünün farkına varmıştım. Çalışmamı güzel bir şey değil de kötü bir etken olarak gören bir kadın vardı karşımda. Oğluna uygun olmadığımı düşünüyordu belli. Hatta aklında muhtemelen beni zorlayarak birkaç güne bu evden kaçmaya itiyordu ama bilmiyordu ki oğluyla çoktan evlenmiştim...

"Teşekkür ederim. Bu kadar ince düşünmeniz beni çok mutlu etti." dedim ve uzanıp inadına kartı masanın üzerinden hevesli bir kadın gibi aldım. Oysaki umurumda bile değildi haberi yoktu. Oğlunun parası şöyle dursun, ona dair hiçbir şeyin hayatımda olmaması için nelerimi vermezdim bilmiyordu ki.

Sohbetimiz bu şekilde biraz uzadı. Her dediğini kabullenmek zor olmadı. İtaatkâr bir kız rolünü üstlenip bu kadının gazabından kurtulmak istiyordum.

İlk önce birlikte aşağıya indik. Onunla birlikte ortak salonda otururken fark ettim ki burada televizyon falan yoktu. Tanrım! Çok sıkıcıydı. Müzeyyen Hanım'a baktığımda ise elindeki dergiden yeni haberleri öğreniyordu. Patlamak üzereydim. Hava kararmaya başlamıştı ve çalışanlar bile benden daha çok özgürdü.

Bir günde bu kadar bıktıysam diğer günler nasıl olurdu kim bilir...

Artık isyan etmek üzereyken kapının çalınması ile eve gelmiş olan yeni insanın umudu çökmüştü içime. Belki de gelen kişiyle Müzeyyen Hanım'ın dikkati dağılır ve burada kös kös oturup kıçımı düzleştirmekten kurtulabilirdim.

İçeri giren uzun boylu iri adamı görmemle içimdeki sıkılan taraf bir anda yok oldu ve bir sıkıntı çöktü üzerime. Vural, telefonunu cebine sokarken yine çatık kaşlarının altındaki gözlerini bana dikmişti. Durum tespiti yapmaya çalıştığı barizdi. Ama bu ortamdan tek kurtuluş biletimin o olduğunu bilmenin verdiği gaflet ile yerimden kalktım.

"Hoş geldin." Ona doğru ilerlerken bir an önce buradan nasıl çıkabileceğimin hesabını yapıyordum. O ise bana anlamayan gözlerle baktıktan sonrasında annesine döndü ve başıyla selam verdi.

Annesine bu kadar mesafeli olmasını ilk başta anlayamasam da kafa yormadım. Yanına geldiğimde annesinin karşısında somurtan bir kız gibi görünmemek için hızlıca bir gülümseme yerleştirdim. O ise sormak için sorduğu soruyu dile getirdi.

"Bugün ne yaptınız?"

Yanıma gelmek için iki adım attı ve kolunu bedenime sardı. Bir an, onu iteklemek ve bas bas bağırmak istedim ama yapamayacağım aklıma dank ettiğinde nefesimi içimde tutmak ve sakinleşmek zorunda kaldım. O ise beni umursamadan kendisine çekti ve bedenimi sert bedenine yasladı. Sevgi gösterisini bir tek yapmaya çalışan ben değildim çünkü dibine girmemle başıma kondurulan öpücük kalp atışlarımı arttırmaya yetmişti.

"Ayza ile oturduk sohbet ettik."

Kokusunun burnuma yer edinip aklımı karıştırması ve beni daha da gerginleştirmesi üzerine dudaklarım aralandı.

"Evet. Annen çok tatlı bir kadın. Bana evin kurallarını anlattı. Bir de bunu verdi." dedim ve cebimden küçük kartı çıkarıp ona gülümseyerek gösterdim. Sinir kat sayım yükselmişti ve bu yaptığımın bir hata olduğunu bilsem de bir şekilde hıncımı çıkarmak adına harekete geçmem gerekiyormuş gibi hissediyordum. Tanrım! Kolunu benden çekip birkaç adım gerilese sakinleşmem muhtemeldi.

Kaşları çatılmış adam ise anlamayan bir şekilde bana dönüp elimdeki karta baktı.

"Sınırsızmış. Sağ olsun bundan sonrasında çalışmama gerek olmadığını söyledi." dedim ve kocaman gülümseyip koltukta oturan kadına baktım. Şaşırmıştı. Bunu yapmamı beklemediği aşikârdı. Sinirlenmiş de olmalıydı ama yaptığı aşağılamadan utanmasını istiyordum. Oğlu bir yandan annesi bir yandan... Katlanamazdım.

"Neyse, seninle konuşmam gereken birkaç şey var." dedim ve karnımdaki belirginleşen ağrıya karşılık derin bir nefes alıp verdim.

Vural ise başını onaylar anlamda salladıktan sonra annesine baktı. Bu bakışın bir anlamı olduğunu anlamak zor değildi ama üzerinde durmadım. Onu terasa doğru yönlendirirken her adımda kolunu benden çekmesini ve karnımdaki sancının son bulmasını bekliyordum.

Verandadan çıkıp bahçeye girdiğimizde bugün bana gösterdiği ve insanların bulunmadığı o doğal gölün olduğu yere doğru ilerlemeye başladık. O anda etrafımızda kimsenin olmadığına kanaat getirdiğim bir vakitte ondan uzaklaşmak için bir hamle yaptım. İtiraz etmedi. Kolunu bedenimden çekerken karnımdaki ağrı yüzünden duraksadım ve bitmesi için bir an nefesimi tuttum. Duraksamamla o da dururken merakla bana bakıyordu.

"Ne konuşacaksın?"

"Ben burada kalamam."

Kaşları çatıldı. Yine...

"Sebep?"

"Annen bir manyak. Sabahtan akşama kadar dizinin dibinden ayrılmamamı istiyor. Neymiş, gündüz vakitlerinde odamda tıkalı kalamazmışım."

"Göz önünde olman daha mantıklı." dedi ve söylediklerimi daha fazla dinlemek istemiyormuş gibi ilerlemeye başladı. Hırsla nefes aldım ve peşinden ilerleyip kolundan tuttum ama iri kolunu küçük ellerimle tutmak ve onu çekiştirmek imkânsızdı.

"Göz önünde olmak değil bu? Kadın bildiğin beni gözünün önünden ayırmıyor. Hem, limitsiz kart vermek ne? Beni para avcısı kızlardan sanıyor."

"Tamam, bu konu için onunla konuşurum ama odanda tek başına kalman senin için tehlikeli."

"Bu evde kalmam tehlikeli. Annenin gözü üzerimdeyken ben nasıl rahat olayım?"

"Dışarı çık."

Çıldırmak üzereydim. Beni neden anlamak istemiyordu.

"Ya sen beni deli mi etmek istiyorsun?" Karnımdaki ağrı artarken elimi istemsizce karnıma koydum ve dikkati bir an dağılıp hareketime kaydı ama yine konuşmamla dağıtmak zor olmadı.

"Ben, burada, kalamam. Normal sitedeki eve geri dönelim. Hayatımda burası kadar kötü bir yer görmedim ben. Dışı saray içi cehennem. Seni sevmiyorum. Annene de katlanmak istemiyorum. Anlasana! Zorla yanında beni tutuyorken bir de nefes alışverişime de el koyuyorsun. Bu iyilik değil, âdeta bir ceza. Keşke o gün tuvalete gitmek gibi bir girişimde bulunmasaydım."

Sözlerim dudaklarımın arasından kurşun etkisi ile çıkarken düz bakışları altında eziliyordum. Tanrım! Bu adamın her hareketi beni sinir etmek için yeterliydi.

"Ama gittin ve olan oldu. Sen benim karımsın ve hayatının sonuna kadar da bu ailenin gelini olmaya devam edeceksin. Alışsan iyi edersin." diyip burnundan soluyarak konuşması üzerine hayretle ona baktım.

"Bunu neden yapıyorsun? Kahretsin! Zenginsin, kızların seveceği birçok özelliğe sahipsin. İstemesen de birçok kadınla birlikte hayat kurabilirsin ama ben seni istemezken zorla diretmek ne?"

Sözlerimin kısa süre içerisinde son bulması, elinin hareketlenip kolumu tutması ve beni kendisine çekmesi ile son bulmuştu. Uzun boyunun karşısında kısa cüssem, aşağıdan bakmama neden olurken yine de gücünün hâkimiyetine girmeyerek direndim. Ama o, yeşil gözlerinin celladıyla bana iki dudağının arasından ölüm kokan sözleri dile getirdi.

"Alışacaksın. Bunu sen seçtin."

"Ben seninle evlenmeyi seçtim. Hayatımı senin isteklerine göre şekillendirmeyi değil. Evlendik. Tamam. O zaman neden farklı evde yaşayamıyoruz?"

"Evliliğin her şartını yerine getirmek gibi bir niyetin varsa baştan söyleyebilirsin." dedi ve bana doğru eğildi. Kokusunun buram buram burnuma ulaşması ve beni yakması ile onu iteklemeye çalıştım ama milim kıpırdamadı.

"Aşağılık herifin tekisin."

"Alışmaya bak." dedi ve bir an beni itekleyerek iki adım geriye sarsaklaşmama neden oldu. Ondan uzaklaşmanın verdiği rahatlama ile derin bir nefes alırken karnımdaki sancı daha da arttı ve bir an yüzüm buruştu. Bunu fark etmemesini dilerken arkasını dönmüş geri eve doğru yürüdüğünü görmemle rahat bir nefes verdim ve sancının yeniden belirmesi ile bir küfür savurmadan edemedim.

"Şimdi olmaz. Hayır..."

İnlercesine dudaklarımdan çıkan sözlere karşılık bedenime basan sıcaklık ile bir an bütün kıyafetlerimi üzerimden çıkarmak istedim ama o an uzaklaşan iri bedenin silüeti bir jöle gibi kıvrımlaştı ve gitgide yok olmaya başladı. Sanki dünya gereğinden fazla hızlı dönüyormuş gibi gelirken gözlerim karardı ve o an anladım. Nöbetim geliyordu.

-*-

"Ayza!"

Birisi yanağıma vurup beni kendime getirmeye çalışıyordu. Kahretsin, ağzım bok gibi bir tada sahipti ve yanağıma vurulmaması için çığlığı basmak istiyordum ama sanki dilim bir anlık kendi hâkimiyetini yitirmiş gibi beni yarı yolda bırakmıştı.

"Ayza! Bana bak. Nefes al. Şhhh! Nefes al..."

Tanıdık gelen sese karşılık gözlerimi yavaş yavaş aralarken buğulu hâlle bana bakan insanın kim olduğunu anlamaya çalıştım.

"Hmm..." diyebildim sadece iyi olduğumu dile getirebilmek için. Genelde bunu yaptığımda işe yarardı. Bilincimin yerine geldiğini anlayabilirlerdi ama o tanıdık ses hâlâ bana seslenmeye devam ediyordu.

"Ayza! Sikeyim. Bana bak. İyi misin?"

O an karşımdakinin kim olduğunu anlamak zor olmadı. Yüzü bana doğru eğilmiş, saçları alnından aşağıya doğru sarkmıştı. Çekik gözlerinin arasındaki yeşil hareleri kaplayan göz bebekleri büyümüş ve telaşlı bir hâlde bana bakıyordu. Biçimli burnu telaştan aldığı nefesler yüzünden genişleyip duruyordu. Dudakları zırt pırt hareket ediyor ve bir şeyler söylüyordu. Ah! Bu görüntüden ne kadar nefret etsem de gerçekten yakışıklı olduğu gerçeği ile yüzleşmemek elde değildi.

Belli belirsiz başımı onaylar anlamda salladığımda dudaklarımın kenarının ıslak olduğunu hissettim. Son anda aklıma gelen ayrıntı ile elimi hareket ettirip kendimi kontrol etmek istediğimde elimi tuttu ve beni durdurdu.

"Sorun yok." dedi içimde utanç duygusu yer edinirken. Bedenim soğuk terle cebelleşirken yanağımı yavaşça okşadı ve gözlerimin içerisine bakıp yeniden o sözleri söyledi. "Sorun yok. Sadece iyi olup olmadığını söyle." dediğinde bir an öylece kalakaldım.

Hissedebiliyordum. Yine nöbetlerimde olduğu gibi altımı ıslattığımın farkındaydım. O da biliyordu. Ama beni şaşırtan bir şekilde rahatlatmak adına öyle narin davranıyordu ki şaşkınlıktan sorusuna bile cevap veremeden öylece kalakalmıştım.

"İyisin. Başın acıyor mu?"

Yutkundum. İlgiyle yüzüme bakan yüzünü kendimden uzaklaştırmak ve bu çekimden kurtulmak istedim ama onun yerine ona bakmaktan başka bir şey yapamıyordum.

"Bana cevap ver Ayza. Hastaneye gidelim mi?"

Başımı olumsuz anlamda salladığımda elimi tutan elini bir an sıktım ve o an sadece güvenebileceğim, yalnızlığımda beni buraya hapseden adama muhtaç bir hâlde yüzüne baktım.

"Ben iyiyim. Sadece..." dedim utanarak. Gözlerim aşağıya kayacağında yanağımdaki eli ile bunu engelledi ve yine yeşil gözlerine gözlerimi sabitledi.

"Bana bak... Şimdi seni odana kimse görmeden çıkaracağım. Kollarını bana sarman gerek..."

Başımı onaylar anlamda sallarken bir an yaptığı her şeyi unutup ona minnetle bakmadan edemedim. Bundan bahsetmemesi, beni utandırmamak için dikkatle konuşması içime su serpmişti. Normalde, bunu yaşadıktan sonra insanların bana acıyan bakışlarına maruz kalmak, hâlimi kınarcasına izlemeleri beni her defasında korkutuyordu ve şimdi... Ah!

Kollarımı boynuna yavaşça doladığımda beni tuttu ve küçük bir hamlede yerden kaldırdı. Bedenimin bir an yerden yükselmesinin verdiği korku ile ona daha da sıkı tutunurken burnuma ilişen kokusu ile bu sefer gerginlikten ziyade rahatlama hissiyle yüzleştiğimi fark ettim. Kısa süreli olmalıydı. Bana yaptığı iyiliğe karşılık vücudumun gösterdiği bir minnet göstergesi...

Geldiğimiz yolu geçip ağaçların arasından dolandı ve arka giriş olduğunu tahmin ettiğim farklı bir odaya giriş yaptı. Burası, dün geldiğim kütüphaneydi. İçeride kimsenin olmamasının getirdiği rahatlama ile kollarımı sıkı sıkı ona sarmış bekliyordum. Kapıyı açtı ve diğer küçük merdivenden beni yukarı çıkarıp bir anda odamın karşısına çıktı. Burası normalde odama çıktığım yol değildi.

Kapıyı açıp içeri girdiğinde bir an sanki bu odanın hapishane değil de kurtuluş yerim olduğunu düşünmeden edemedim. Beni direkt banyoya götürdüğünde sesimi dahi çıkaramıyordum. Kafam yerine gelmişti ama hâlâ başım ağrıyordu.

Banyoya girdiğimde beni yavaşça jakuzinin fayansına oturttu ve dikkatle yüzüme baktı.

"Bekle." dedi ve büyük duşa girip suyu ayarlamaya başladı. Kolu ıslanmış, teni üzerinde topak topak su damlaları yer edinmişti. Büyük bir dikkatle bunu yaparken bir an şaşırmadan edememiştim. O kötü adamın içerisinden sanki bir an iyilik meleği çıkıp gelmiş gibiydi.

Şaşkınlığım ile yüzleşip tek kelime dahi edemezken ayarlamanın getirdiği rahatlıkla bana döndü.

"Gerisini halledebilir misin?" dediğinde utançtan kızardığımı fark edebiliyordum.

"Tabii. Teşekkür ederim."

"Bornozlar dolapta. Kapıyı aralık bırakacağım ve dışarıda bekleyeceğim." dediğinde şaşkınlıkla ona bakakaldım.

"Hayır! Bitti gitti işte. Gidebilirsin."

Sözlerimi duymazdan gelerek kapıya ilerlediğinde tekrardan konuştu.

"Sana her seslendiğimde cevap vermezsen içeri girerim. Kapının dışında bekliyor olacağım."

Ve çıkıp kapıyı da dediği gibi aralık bırakarak ardında beklemeye başladı. Siktir!

BÖLÜM NASILDI?

Yazar: İlayda Melis Okurgan

Youtube: Mel Okurgan
Instagram: ilmelistan
Twitter: ilmelistan

YARDIMCI HESAPLARI

Wattpad: melis_hikayeleri
Instagram: melseytanlari
Facebook: melis hikayeleri

Continue Reading

You'll Also Like

283K 18.3K 102
(Wattpadde Bir deli Kumsal adlı ilk kitaptır.) (Düzenleniyor...) Üç abiyle yaşıyorsanız, bela mıknatısıysanız ve fazla güzelseniz hayat sizin için ço...
68.7K 8.7K 33
Krallığından kaçak yaşayan bir büyücü, çocukluğundan beri sığındığı, iksir tüccarı diye bilinen bir adam, herşey böyle başlamıştı işte. Savaştan yen...
1.3K 85 5
Yasamak aslında yaşamamaksa... Uçağa yarım saat kala kardeşim Theydor aradı. Göz devirerek kapattım telefonu. Büyük ihtimalle davamı geri çekmemi ist...
ELVİN By Sedef

Teen Fiction

41.2K 15.7K 43
"Wattys 2022 Yarı Final Kazananı" "Wattys 2021 Yarı Final Kazananı" Herkes adımı yansıttığımı söyler. Cennet çiçeği. Çocukken adım gibi bir yerde y...