✓ anxiety ❁ [hyunjin × yeji]

By chanxwally

142K 11.7K 20.7K

[Tamamlandı.] / DÜZENLENİYOR. • illness serisi, birinci kitap • • scene one: passion • Anksiyete bozukluğu k... More

•°• warning •°•
Chapter One: Doze
Chapter Two: Impossible
Chapter Three: Mistake in the Party
Chapter Four: Unforgettable Photo
Chapter Five: First Dispute
Chapter Six: "Thank You."
Chapter Seven: Minho's confession
Chapter Eight: The Night
Chapter Nine: I Need Somebody
Chapter Ten: Guests
Chapter Eleven: "Is It Better, If I Die?"
Chapter Twelwe: Pyjamas Party
Chapter Thirteen: Ryujin's Plan
Chapter Fourteen: The Playing Card
Chapter Fifteen: Love Foolish
Chapter Sixteen: In The Reliable Arms
Chapter Seventeen: "I'm Afraid, Yeji"
•°•Açıklama (Sezon Finali, Süre, Bölümler) •°•
COMEBACK
Chapter Eighteen: Flames and Pains
Chapter Nineteen: Black Hat
Chapter Twenty: A Little Hag
Chapter Twenty-One: Keep Secret
Chapter Twenty-Two: Street
Chapter Twenty-Three: Apologize
Chapter Twenty-Four: Disappointment
Chapter Twenty-Five: Liar
Chapter Twenty-Six: The Sin
Chapter Twenty-Eight: Pursue Her
Chapter Twenty-Nine: Silver Necklace
Chapter Thirty: Pain
Chapter Thirty-One: "I'm So F*cking Sorry"
Chapter Thirty-Two: Goodbye
Chapter Thirty-Three: "The Life Loves Chances" [finale]
♪ Yeji's Playlist ♪
Thank You, So So Much! (Düzenlenecek)
We're Coming, Babe. Wuhu!
Scene I: Passion. Have a Good Time.
[önemli] açıklama: "aslında hepsi yanlış bir şeyi güzelmiş gibi göstermem..."

Chapter Twenty-Seven: A Little Confession

2.2K 210 452
By chanxwally

Playlist: Jungkook (BTS) - Paper Hearts

"Beni nasıl hissettirdiğini hatırlıyorum.
Öylesine gencecik bir aşk ama...
İçimdeki bir şey bunun gerçek olduğunu biliyordu.
Kafamda donakalmış, şimdilik yaşıyorum fotoğraflarda."

"Hatırlamaya çalışıyorum bugün güzel zamanları.
Hayatımızın derinden kesip fırlattığı anlar, canlanmaya başlıyor donuk zihnimde.
Bu bölümden nefret ediyorum, kağıttan kalplerden.
Ve senden bir parça saklayacağım.
Sanma olanları böyle unutacağımı."

(Jungkook (BTS) - Paper Hearts)

***

Gözlerimi araladığımda içeri sızan hafif gün ışığı az da olsa görüşümün kamaşmasına neden oldu. Birkaç defa gözlerimi kırpıp kendime gelmeye çalıştım. Üzerimdeki beyaz yorganı biraz daha omuzlarıma çekerken etrafı inceledim. Üşüyordum, bunun nedeni akşam zorla yükselttirdiğim oda sıcaklığının yetersiz olmasından değil, benim çok kansız ve dirençsiz bir insan olmamdı.

Odaya küçük bir esneme bırakıp arkamı döndüm. Onun uyurken tamamen kapalı olan gözleriyle ve hafifçe aralanmış olan ince dudaklarıyla karşılaştım. Bu görüntü beni aptalca gülümsetirken yorganın biraz açıkta bıraktığı bedeninden gövdesinin çıplak olduğunu gördüm. Dudaklarımı birbirine bastırdım, biraz utanarak. Dün gece uyumadan aslında üstsüz uyuduğunu ama beni rahatsız etmemek için tişörtünü giyerek uyuyacağını belirtmişti. Şimdi böyle olması biraz garip hissettiriyordu.

Minho, çok yapılı veya çok zayıf bir erkek değildi. Az da olsa sporla ilgilendiğini biraz şekil almış olan kollarından anlayabiliyordum. Ve köprücük kemikleri...

Tamam, Yeji. Daha fazla azma.

Gözlerimi oradan çekip koyu kahverengi, dağınık saçlarına baktım. Biraz ıslaklardı. Terlemiş olma ihtimali? Yüzde doksan dokuz virgül doksan dokuz falan.

Düzenli kısık nefes alışverişlerinden hâlâ uyku aleminde anladım ve arkamı dönüp karşımdaki uzun siyah perdeleri incelemeye başladım. Odanın gri renkli dekoruna bu siyah perdeler fazla yakışıyordu. Aslında bu pek beni ilgilendiren bir konu sayılmazdı, saatin kaç olduğunu hakkında bir fikrim yoktu ama hâlâ uykum vardı. Bunun üzerimde gezinen yorgunluktan anlıyordum. Ama uyumak istemiyordum. Ne kadar dengesiz bir insanım öyle!

Sırtüstü dönüp gözlerimi tavana sabitledim. O noktayı izlerken ellerimi karnımın üzerine birleştirmiştim. Parmaklarımı karnıma doğru vurarak minik ritimler oluşturmaya başladım. Bir kez daha esnediğimde bu sefer gözlerimden bir damla yaş inmişti. Gözlerimi birkaç defa daha kırpıştırıp tavana bakmaya devam ettim.

Hiçbir şey düşünmeden, öylece baktım tavana. Tavanlarla olan aşkımı da böyle tazelemiş oldum.

Yan tarafımda bir hareketlik hissettiğimde başımı o tarafa çevirdim. Minho gözlerini aralamış, sırtüstü uzanarak elini ağzına siper edip esnemişti. O eliyle de dağınık saçlarını daha çok karıştırdıktan sonra gözlerini bana çevirdi. Tebessüm etti.

"Günaydın."

Aynı şekilde karşılık verirken bu sefer tüm bedenimi ona çevirmiştim. Olduğum yerden birden hareket edince titreme gelmişti. Bu yüzden yorganı çeneme kadar çekip tüm bedenimin içinde kaybolmasını sağladım.

Bu hareketimdeki garipliği fark edince kaşlarını çatmıştı. "Bir şey mi oldu, Yeji?"

"Üşüyorum sadece." dedim.

Gözlerini benden uzaklaştırıp tavana baktı. "İçeri hamam gibi Yeji. Terledim ben." Gece üstünü çıkarmış ve terlemiş olmasını bu nedenle bağladım.

"Seninle ben bir değiliz, Minho." Yutkundum. Bana döndü bu sefer.

"Gel bakalım, buraya." Yorganı kaldırıp iyice yanıma yaklaştı ve kollarını bedenime doladı. Bedeninin bu kadar sıcak olması sinirlerimi bozarken kolları arasında ısınmayı bekledim. Elini başıma doğru götürüp boyun girintisine doğru sokulmama izin verirken biraz olsun vücuduma sıcaklık gelmişti.

"Şimdi daha iyi mi?" Başımı olumlu anlamda salladım. Ellerimin onun çıplak olan göğsüne değmesi fazla garip hissettirmişti. Kalp atışlarımın ister istemez hızlandığını fark ederken gözlerim kapattım. Yutkundum.

Birkaç dakika daha öyle durduktan eğer böyle sarılmaya devam edersek tekrar uyuyakalacağımı düşünerek geri çekildim. O da geri çekilip doğruldu ve saçlarını bir kez daha karıştırdı. Bir şey demeden ayaklarını yataktan aşağı uzatıp yerdeki bir şeye uzandı. Aldığı tişörtünü üstüne geçirdikten sonra kalkıp odadan çıktı.

Bir süre sonra ben de artık kalkma vaktimin geldiğini anlayarak doğruldum. Üzerimdeki yorganı çekip yataktan kalktım. Paytak adımlarla odanın içinde ilerleyip kıyafet dolabının üzerindeki aynadan kendime baktım. Bol sweatshirtüm biraz yukarı kalkmıştı, onu düzelttim. Kısa olduklarından daha fazla etrafa dağılan saçlarımı biraz düzeltip bakılacak hale getirdikten sonra odadan ayrıldım.

Bir zombi gibi merdivenleri inerken alt kattaki banyoya girdim. Buraya gelme nedenim üst kattakinde Minho'nun olmasıydı. Kapıyı kapatıp kendime gelebilmek için musluktan soğuk suyu açtım ve yüzümü ıslattım. Az önce üşüdüğüm için sızlanan ben şimdi soğuk suyla elimi yüzümü yıkıyor olmam biraz garipti ama bunu yapmazsam evin içinde salak gibi dolanacağım kesindi.

İşimi hallettikten sonra banyodan çıktım. Daha sonra mutfaktan gelen birtakım sesleri duyduğumda oraya yöneldim. Üzerinde siyah tişörtü ve gri eşofmanı olan Minho, çoktan kahvaltı hazırlıklarına girişmişti. İçeri adımlayıp masaya oturdum. Elimi başıma yaslayıp gözlerimi kapatırken Minho'nun kahvaltı hazırlarken tezgahtan çıkan sesleri dinliyordum.

Sesler kısa bir süreliğine durakladığında Minho konuşmuştu. "Ne oldu, güzellik?" Yav bir sus, nerem güzel benim?

Gözlerimi açıp ona dalgın bir bakış attım. "Uykum var."

Gülüp yanıma geldi ve burnunu sıktı. Bu hareketiyle yüzümü buruştururken o, buzdolabına ilerlemişti.

"Erkenden uyumak varken seninle uyuyacağım diye tutturup gecenin bir yarısına kadar oturan sendin, Yeji."

Evet, sırf onunla uyuyabilmek için saatlerce yanında oturmuş ve yazmakta olduğu raporları bitirmesini beklemiştim. Ama işinin uzun sürmesi de benim sorunum değildi.

Bazı şeyleri unutmak için aynı şeyleri başkasıyla yaşamak istemem de geçerli bir nedendi.

"Ama senin işin de çok uzun sürdü." diye çocuksu bir dille isyan ettiğimde güldü. Elindeki sebzeleri umursamadan kollarını iki yana açtı.

"Üniversite öğrencisi olmak böyle bir şey. Yeri gelince uyumuyorsun bile."

Dudaklarımı büzdüm. "Ben üniversite okumayacağım o zaman."

Sadece gülmekle yetinirken tekrar tezgaha dönüp sebzeleri doğramaya başladı.

"Yapabileceğim bir şey var mı?" dedim hafifçe doğrulurken. Başını olumsuz anlamda salladı.

"Yok, biter zaten şimdi." Başımı sallayıp masaya koydum. Onu izlemeye devam ettim. Hızlı, pratik bir kahvaltı hazırladıktan sonra hemen masayı donatmış ve su ısıtıcısını doldururken bir soru yöneltmişti.

"Çay mı, meyve suyu mu, kahve mi?"

"Kahve." dedim düşünmeden, doğrulup önümde hazır olan masaya baktım. Her sabah kendine böyle bir kahvaltı hazırlıyor muydu yoksa sadece ben varım diye mi böyle bir şey yapma zahmetine girmişti?

Önüme siyah renkli bir kahve kupası bıraktıktan sonra kendi bardağını da alıp masadaki yerine geçti. Dumanı tüten kahvemden küçük bir yudum aldıktan sonra onun gibi kahvaltı tabağıma biraz peynir ve zeytin aldım. Kesmiş olduğu salatalıklardan da biraz aldıktan sonra yemeye başladım.

Sessiz geçirdiğimiz bir kahvaltıdan sonra benim yardım etmemi istemese de onu dinlememiş ve masayı toplama işini üstlenmiştim. Ben mutfağı toplayıp çıkan bulaşıkları temizlerken o da ufak bir işini halletmek için üst kata çıkmıştı.

Mutfağı topladıktan sonra çıkıp odadaki kanepeye yöneldim. Yerimi alıp sehpanın üzerindeki telefonuma baktım. Hiçbir mesaj veya arama olmaması tepkisiz kalmamı sağladı. Buna alışkındım nasıl olsa...

Telefonumda boş boş gezindikten sonra tekrar kilitleyip geriye yaslandım. O sırada elindeki bilgisayarıyla Minho yanıma gelmiş ve oturmuştu. Bilgisayarı kucağına yerleştirdikten sonra yine hızlıca bir şeyler yazmaya, incelemeye başladı. Onu yan bakışlarımla izledim.

"Çok çalışıyorsun." diye mırıldandım. Bu çalışkanlık bana birini hatırlatıyordu. Kalbimi binbir parçaya ayıran birini...

"Çalışmayı seviyorum." diye cevap verdiğinde sadece başımı salladım. Miskinliği seven biri olarak çalışmayı seven insanlara hep anlamaz bakışlar atıyordum. Gerçekten bu kadar mı büyüktü beklentileri hayattan?

Onun dikkatle yaptığı ve benim gram bir şey anlamadığım şeyleri boş boş izlemeye devam ederken tek amacım zamanın geçmesini beklemekti. Ekrana bu kadar uzun süre bakarken gözleri hiç ağrımıyor muydu acaba? Galiba ağrıyordu ama o üstesinden gelip saatlerce çalışmaya devam ediyordu. Garip...

Bilgisayar üzerinde benim için uzun süren çalışmasının ardından ekranı indirip bilgisayarı sehpaya bırakmıştı. Dirseklerini dizlerine yaslayıp başını da elleri arasına alırken saçlarını karıştırmıştı. Yanına yaklaşıp başımı omzuna yakın bir yere yasladım. Ne de olsa artık çıkıyorduk, değil mi?

"Dinlen biraz ya." diye kısık bir sesle isyanımı dile getirirken nefesini dışarı doğru vermişti. Doğrulmak için hareketlendiğinde geri çekildim, bu sefer de o kolunu belime atıp bedenimi kendininkine doğru çekti. Başım göğsündeki yerini alırken elini saçlarıma koymuştu.

"Senin hiç çalışacak dersin yok mu, küçük hanım?"

Ders mi? O da ne?

"Benim derslerle aram yok hiç." dedim, aptal aptal gülerken. "Geçer not alırsam yetiyor."

Bunu söylediğimde saçlarımı okşayan eli durmuş, olduğu yere ufak bir yumruk vurmuştu. Bu küçük şey yüzümü buruşturmama neden olurken elimi oraya götürdüm.

"Ah!"

"Daha iyisini yapmak varken niye düşük notlarla yetiniyorsun? Çalışırsan yaparsın. Sende bu potansiyel var, Yeji."

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Yok. Olsaydı şu an çalışıyor olurdum."

"Sen bilerek çalışmıyor olmayasın?" Eh, bu doğruydu.

Sessiz kaldığımı fark ettiğinde inatla gözlerimin önüne düşen saçlarımı geriye doğru çekti. "İyi bir gelecek için sadece ailene güvenme, Yeji. Eninde sonunda onlar da elinden gidecek."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Haklıydı aslında. Fakat çalışmak denilen o istek, duygu bana uğramayı düşünmüyordu.

"Sence ben babamın şirketinin bana kalacak olmasını düşünseydim şu an üniversite okur muydum?" Başımı olumsuz anlamda salladım. Bunu gördüğünde saçlarımdaki elinin iki parmağını yanağıma bastırıp dudaklarımın büzüşmesine neden oldu. "O zaman senden de aynı azmi bekliyorum, tamam mı küçük cadı?"

Son dediği hitaba kaşlarımı çatsam da yanağımdaki parmaklarını umursamadan başımı salladım. Şu an başımı sallıyor olabilirdim ama okuldan eve geldiğim zaman doğrudan kendimi yatağa atacağım ve saatlerce miskinlik yapacağım kesindi.

Motivasyon konuşmaların için yine de teşekkür ederim, Bay Minho.

Gitme saatim geldiğinde isteksiz de olsa eşyalarımı toplayıp hazırlanmıştım. Minho da beni bırakmak için ısrar edip üzerindeki eşofman ve tişörtü değiştirmiş, yerine kot bir pantolon ve düz bir kazak giymişti. Montumu giyip çantamı da alırken o da arabasının anahtarlarına da alıp çoktan evin dışına çıkmıştı. Hızlıca botlarımı da giyip yanına geldim. Kapıyı kilitledikten sonra arabanın kilidini açtı. Ön koltuğa oturmaktan pek hoşlanmadığım için arka koltuktaki yerimi aldım. O sırada Minho da arabaya binip kapısını kapatmıştı.

Arabayı çalıştırırken evine baktım son kez. İlk gelişim değildi ama son da olmazdı umarım. Çünkü sebepsiz bir şekilde evini sevmiştim. Onunla, onun evinde vakit geçirmek güzeldi.

Her ne kadar yürürken uzun gelse de arabayla on dakika kadar bir süremizi alan yolu sessiz bir şekilde tamamladık. Arabası evimin önünde durduğunda, arabaya binerken çıkardığım çantamı kucağıma basıp indim. O da benimle birlikte hareketlenip inmişti. Kapıyı kapattıktan sonra elindeki anahtarları sallayarak beni bekleyen Minho'ya döndüm. Karşısına geçtiğimde gülümsedi.

"Beklerim bir daha." dediğinde ben de gülümsedim.

"Ben de seni." diye utangaç bir şekilde gözlerimi kaçırarak düşüncemi belirttiğimde tatlı bir şekilde güldü.

Kısa bir sessizlik olduğunda bakışlarımı ona çevirdim. Göz göze gelmiştik. Aramızdaki mesafeyi biraz kapatıp bana yaklaşmaya başladığında bunu istereyek gözlerimi kapattım. Nefesini çok yakınımda hissederken o eğilip dudaklarını yanağıma bastırdı. Geri çekildiğinde hayal kırıklığıyla gözlerimi açtım. Gözlerimi ondan kaçırıp dudaklarımı birbirine bastırırken konuşmuştu.

"Gir artık içeriye. Üşüme daha fazla." Başımı sallayıp tekrar ona baktım. Hafifçe gülümserken o da bana bir tebessüm bahşetmişti.

"Görüşürüz."

"Görüşürüz."

El sallayarak ondan uzaklaştım ve eve ilerledim. Kapıda durup anahtarları cebimden çıkartırken arabanın kapı sesi duyulmuş, içeri girdiğimdeyse araba hareket etmişti. Kapı aralığından onun gidişini izledim.

Minho benim ergen isteklerime karşılık verecek biri değildi. Genç yaşına rağmen sırtına fazlasıyla yük konmuştu, olgundu, düşünerek hareket ediyordu. En önemlisi ondan beş yaş küçük olan bir lise öğrencisine fazlasıyla zaman verecek bir imkanı yoktu, karşısındaki sevgilisi olsa bile... Gerçi o beni ne kadar sevgilisi olarak kabul ediyordu, bilmiyorum. Beraber geçirdiğimiz anlarda bile sıradan bir insan gibi davranmış, o anki sarılmadan başka bir yakınlaşma dahi göstermemişti. Ama öpüşmüştük sonuçta değil mi? Ve arkadaşlar öpüşmezdi. Biz çoktan o sınırları aşmıştık.

O bana benim istediğim kadar yakın davranmasa da onunla olmayı ben kendim istemiştim, hâlâ da bunu istiyordum. Açıkçası bırakmaya da niyetim yoktu pek.

***

Annemler olmadan bir sabaha uyandım bugün. Okul olduğu için ne yazık ki erken bir saatte yatağıma girmiş, uyumak için gayret göstermiştim. Alarmın sesiyle de kalktığımdaysa pek mutlu değildim. Sonuçta... Okul denen o illet ve yüzünü görmek istemediğim kişiler olacaktı yine.

Yataktan kalkıp paytak adımlarla banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Biraz olsun ayıldığımda mutfağa girip kahvaltı niyetine yiyebileceğim bir şeyler aradım. Şu an ciddi anlamda kendime kahvaltı hazırlamaya ve yemeye üşeniyordum fakat okula gittiğimde sinir bozan bir açlık çekmemek için yemek zorundaydım. Önce su ısıtıcısına yeteri kadar su koyup kaynamaya bıraktım. Sonra buzdolabından biraz reçel çıkardım. Daha sonra evdeki ekmeklerin arasına sürdüm. Onu hallettikten sonra kaynamış olan suyu içine kahve paketini boşalttığım kupaya döktüm. Kahvemi de hazırladıktan sonra tabaktaki reçel ekmekle ve bardağımla mutfaktaki masaya oturdum. Yavaş bir şekilde onları yiyip bir nevi kahvaltı yapmış olduktan sonra tabağı ve bardağı öylece lavaboya bırakıp mutfaktan çıktım. Dişlerimi fırçalamak için banyoya yol aldım. Odama geçip okul formalarımı giydim. Saçlarımı tarayıp kendine getirdikten sonra çantamı hazırladım. Dün eve geldiğimde doğrudan yatağa girdiğim için derslerle alakalı hiçbir şey yapmamıştım. Tembelliğe alışkındım, kimse benden akademik konuda çalışmamı bekleyemezdi.

Tüm işlerimi hallettikten sonra evden çıkıp kapıyı kilitledim. Evden ağır ağır uzaklaşırken kulaklığımı ayarlamaya çalışıyordum. Onları da kulağıma yerleştirip herhangi bir şarkıyı başlattım. Oldukça ünlü olan bir erkek grubunun üyelerinden birinin rahatlatıcı sesi kulağımı doldurduğunda gülümsedim. Bu çocuğun sesine farklı bir şekilde hastaydım. Beni mutlu ediyor, sakinleştiriyordu.

O şarkıyı sürekli tekrarlayarak evden okuluma olan yolu bitirdim. Şu sıralar ilk zamanlardaki gibi sınıfa çok erken gelmiyordum. Biraz geç kalkıyor, yavaş yavaş hazırlanıyordum. Bu okula geliş saatimi çok etkilemiyordu açıkçası. Derse yetişiyordum, tek fark sınıfın dolu olmasıydı. Kısa süreli bana dönen bakışlar dışında da pek bir sıkıntı gerçekleşmiyordu. Ona da zamanla alışırdım. Fakat, ne yazık ki, sınıfa ilk adımımı attığımda en önde oturduğu için görüş açıma ilk o giriyordu. Çok kısa bir göz göze gelmek faslı yaşasak da gözlerini ilk kaçıran taraf ben oluyordum. Ben sırama geçene kadar da onun bakışları üzerimde oluyordu. Şimdi de öyle olmuştu, kısa süreliğine göz göze gelmiş ve gözlerimi onunkilerden çeken taraf ben olmuştum. Ama onun bakışlarını üzerimde hissetmeye devam etmiştim. Olmuş bitmiş bir şey için neden bu kadar göz temasında bulunuyorsun ki?

Sırama oturup telefonumu, son kez bakmak için açtım. Sebepsiz bir şekilde galeriye girip boş boş dolanırken klasörlerden bir tanesindeki bir fotoğrafa dikkatim kesildi. Bunun burada ne işi vardı?

O gece tüm sinirimle onun, onunla olan ve onun çektiği bütün fotoğrafları silmiştim telefonumdan. Ama bu gözümden kaçmış olmalıydı. Fotoğrafta Hyunjin'in başında kırmızı bir bandana, üstündeyse koyu lacivert bir sweatshirt vardı. Benimse üzerimde siyah bir tişört bulunuyordu. Saçlarım uzundu ve Hyunjin tek kolunu omuzlarıma atmış, o şekilde bir fotoğrafımızı çekmişti. Ve... Ve gülümsüyorduk. İkimizin de yüzünde hoş bir gülümseme vardı.

Bu fotoğrafı ne zaman çekindiğimizi hatırlamıyordum ama o zamanın çok çok öncesi olduğu kesindi. Alt dudağımı dişleyip kısa süreliğine kapattım gözlerimi. Belleğimden sildiğimi sandığım anılarımız tekrar göz kapaklarımın arkasında belirdi. Yutkundum.

Beni nasıl hissettirdiğini, üzerimdeki etkiyi hatırlıyordum. Minho'nunkinden çok farklıydı. Aramızda yaş farkı olmamasından, birbirimizi tatmin ediyor veya duygularımızı anlıyor olmamızdan kaynaklanıyor olmalıydı. Evet, o günler güzel günlerdi. Biraz olsun mutlu olduğumu hissetmiştim ama olanları böyle unutamazdım. Kin tutabilen bir insandım ve kalbim fazlasıyla kırılmıştı.

Fotoğrafı silmek için üzerine uzunca basıp üstünde beliren çöp kutusu sembolüne ilerlettim parmağımı. Fakat bir şey beni durdurdu. İlahi bir güç ya da başka bir şey... Bilmiyorum ama silmek istemedim o an. İç geçirecek fotoğrafı silmekten vazgeçtim ve hızlıca galeriden çıkarak telefonu kapattım.

Zihnimde yaşatmak istemediğim şeyler en azından fotoğraflarda yaşasın, değil mi? Belki de nefretimi tazelemek için o fotoğrafa bakar, bana yaptığını bir kez daha hatırlayıp -Minho'nun da dediği gibi- ondan kurtuluşuma sevinirdim.

***

Okul çıkışı, kalabalığın arasından çantamın askılarına tutunarak çıkışa doğru ilerledim. Çoğunlukla dersleri boş geçirdiğim, öğle arasını ve teneffüsleri Yuna'yla geçirdiğim bir gün olmuştu. Sıradan bir gündü anlaşıldığı gibi. Farklı hiçbir şey olmamıştı, bu da beni mutlu etmişti.

Okulun çıkışında bulunan büyük kapıya ilerlerken bana seslenen bir erkek sesiyle başımı kaldırdım.

"Yeji!"

Gözlerim sesin sahibini ararken onun bana gülümseyen yüzünü çabuk fark etmiştim. Yüzümde büyük bir gülümseme oluşmasına izin vererek kimseyi umursamadan Minho'ya koştum ve beline sarıldım. Bana büyük bir sürpriz yapmıştı.

"Okulumu nereden buldun?" dedim merakla ama bir o kadar de sevinçle. Ona hangi okulda okuduğumu henüz söylememiştim.

"Annenden öğrendim. Seni karşılamak istemiştim."

Geri çekilirken bunu söylemesi daha da mutlu olmamı sağlamıştı. Bana o güzel gülümsemesini gösterdiğinde öndeki tavşan dişleri çok hoşuma gitmişti. Bu zamana kadar onları fark etmemiş olmam biraz garip gelmişti. Demek ki dış görünüşüyle fazlasıyla can yakan Lee Minho'nun sevimli tavşan dişleri vardı. Çok tatlı...

Daha fazla olduğumuz yerde dikilmeyip yan yana eve doğru ilerlemeye başladık. En başta gözlerim arabasını aradı ama göremedim. Yürüyerek gelmiş olmalıydı.

Yol boyunca bana bugünkü derslerimin nasıl geçtiğini, çalışmaya başlayıp başlamadığım hakkında sorular sordu. Onu tatmin etmeye çalışana cevaplar verdim. Eve kadar onunla yürümek iyi hissettirmiş, müzik dinleyerek tek başıma yürüdüğüm yollar biraz daha çekilir olmuştu.

Evimin önüne geldiğimizde Minho da benimle birlikte kapıya kadar gelmişti. Aslında beni bırakıp gitmesini bekliyordum ama gelip benim yerime zile basması merak uyandırmıştı.

"Eve gitmeyecek misin?" diye saçma bir soru sordum. Aklımdaki merakı gidermek için nasıl bir soru sormam gerektiğini bilmiyordum ama böyle bir soru sormam da biraz kaba olmuştu. Biraz mahcup düşsem de o gülümseyip ellerini cebine attı.

"Biraz düşündüm de ilişkimizden ailelerimizin de haberi olması gerekmez mi?"

Ona gözlerimi irileştirerek baktım. Daha kaç gün olmuştu ki? Hem ben utanırdım!

Ağzımı açıp itiraz etmeme zaman kalmadan bugün okulundan izin alıp oraya gitmeyen annem çoktan kapıyı bizim için aralamıştı. Sadece beni görmeyi beklerken Minho'yu da yanımda fark etmesi kaşlarını şaşkınlıkla hayata kaldırmasını sağlamıştı.

Şu an, gerçekten, domates gibi kızardığıma kalıbımı basabilirdim.

"Hoş geldin, Minho. Hangi rüzgar attı seni buraya?" Hayırlı bir iş için anne... Çocuk gelmiş işte, ne soruyorsun?

"Yeji'yi okul çıkışındayken karşıladım, beraber geldik efendim. Sadece konuşmak istediğim ufak bir konu vardı."

"Tabii, gel içeri." Annem sevecen bir şekilde bizi içeri aldıktan sonra ben hiçbir şey demeden koşarak odama geçip arkamda garip bakışlar bırakmama neden oldum. Ama Minho'nun bunun nedenini anladığını belirten bir şekilde sırıttığına emindim.

Hemen çantamı yere atıp montumu çıkardım. O da çantamın yanındaki yerini alırken odamdan çıktım. Utansam da Minho'nun konuya nereden giriş yapacağını merak ediyordum. Belki de tüm konuşma işini bana bırakırdı. Hayatta yapamam!

Onun bu konuda bu kadar cesaretli olması gözümden kaçmamıştı. İster istemez aklıma da Hyunjin gelmişti. Buraya gelirken türlü türlü yalanlar uydurup geliyor ya da geceleri yanımda oluyordu. Pısırık olduğundan bahsediyordu. Onu Minho'yla karşılaştırdığımda Minho'nun bu hareketi hoşuma gitmişti. Bu sefer doğru kararı vermiştim belki de, ha?

Biraz soluklanıp biraz daha yavaş adımlarla yanlarına gittim. Minho'nun oturduğu kanepede ondan uzak bir şekilde otururken annemin oturduğu tekli koltuktan bana şaşkın bakışlar attığını fark ettim. Yoksa hemen söylemiş miydi Minho? Bu hız... Yiğidim. Yavaş.

Anneme kaçamak bakışlar atarken o birden gülümsedi ve konuşmaya başladı.

"Bunu bana neden söylemedin, Yeji?"

"Neyi anne?" dedim bilmezlikten gelerek. Evet, biraz salaklık da vardı bende.

"Minho'yla sevgili olduğunu..." Anne şöyle direkt söyleme işte, bir garip oluyorum. Kalbim falan atıyor kendini bir yerlerden.

"Anne, yani... Şey... Ben..." diye saçma sapan bir şeyler kekelerken Minho konuşmaya girdi.

"Aslında bizim aklımızda da söylemek yoktu, efendim. Fakat sonuçta böyle şeylerden ailenin de haberi olması en doğru şey. Yeji de biraz sizin tepkinizden korkuyordu sadece."

Oldukça kibar bir şekilde durumu izah ettiğinde anneme çevirdim bakışlarımı. Hâlâ tırnaklarımı okul eteğimin üstünden derime batırıyordum ama annemin de Minho'nun bu kibarlığına bir şey diyeceğini düşünmüyordum.

"Korkmanıza hiç gerek yoktu ki! Hepimiz isteriz tabii ki böyle bir şey olmasını. Çok sevindim açıkçası buna. Senin ailenin bundan haberi var mı, peki oğlum?"

Oğlum mu? Anne! Evlenmedik biz! Sevgiliyiz sadece.

"Hayır, efendim. Önce size söylemek istedik."

"Pekâlâ. Buna çok sevindim gerçekten. Biraz ayak üstü oldu ama başka bir gün tekrar gelmeni isterim, Minho."

"Nasıl isterseniz, efendim."

"Hayır, hayır. Şimdi hiç resmiyete gerek yok. Efendim deme lütfen. Artık sen de benim çocuğum sayılırsın."

Nereye ölüyoruz?

***

Ben bir ölüp geri geliyorum.

AĞAĞAĞAĞA

Çok saçmaladım sksksksksksksk

Neyse, kaçtım ben. Azıcık utanıp geri gelirim bir ara.

Mutlu kalın! ❤

Continue Reading

You'll Also Like

221K 9.1K 38
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
2.8K 277 11
❝ Seni ukala, akıl almaz, sinir bozucu, aşağılık pislik! Senden nefret ediyorum bok torbası. ❞ [mystery] ゃakina First part: 25.02.2021 Last part: - *...
92.6K 3.8K 31
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
49.1K 4.1K 15
"Nerede olduğunu söyle, hemen geleceğim yanına."