✓ anxiety ❁ [hyunjin × yeji]

By chanxwally

143K 11.9K 21K

[Tamamlandı.] / DÜZENLENİYOR. • illness serisi, birinci kitap • • scene one: passion • Anksiyete bozukluğu k... More

•°• warning •°•
Chapter One: Doze
Chapter Two: Impossible
Chapter Three: Mistake in the Party
Chapter Four: Unforgettable Photo
Chapter Five: First Dispute
Chapter Six: "Thank You."
Chapter Seven: Minho's confession
Chapter Eight: The Night
Chapter Nine: I Need Somebody
Chapter Ten: Guests
Chapter Eleven: "Is It Better, If I Die?"
Chapter Twelwe: Pyjamas Party
Chapter Thirteen: Ryujin's Plan
Chapter Fourteen: The Playing Card
Chapter Fifteen: Love Foolish
Chapter Sixteen: In The Reliable Arms
Chapter Seventeen: "I'm Afraid, Yeji"
•°•Açıklama (Sezon Finali, Süre, Bölümler) •°•
COMEBACK
Chapter Eighteen: Flames and Pains
Chapter Nineteen: Black Hat
Chapter Twenty: A Little Hag
Chapter Twenty-One: Keep Secret
Chapter Twenty-Two: Street
Chapter Twenty-Four: Disappointment
Chapter Twenty-Five: Liar
Chapter Twenty-Six: The Sin
Chapter Twenty-Seven: A Little Confession
Chapter Twenty-Eight: Pursue Her
Chapter Twenty-Nine: Silver Necklace
Chapter Thirty: Pain
Chapter Thirty-One: "I'm So F*cking Sorry"
Chapter Thirty-Two: Goodbye
Chapter Thirty-Three: "The Life Loves Chances" [finale]
♪ Yeji's Playlist ♪
Thank You, So So Much! (Düzenlenecek)
We're Coming, Babe. Wuhu!
Scene I: Passion. Have a Good Time.
[önemli] açıklama: "aslında hepsi yanlış bir şeyi güzelmiş gibi göstermem..."

Chapter Twenty-Three: Apologize

3.3K 259 576
By chanxwally

Playlist: OneRepublic - Counting Stars, ITZY - WANNABE, EXO - The Eve, MAMAMOO - Egotistic

"Yanlış bir şeyler yaparken çok doğru şeyler hissediyorum.
Ve doğru bir şeyler yaparken de çok yanlış şeyler hissediyorum.
Yalan söyleyemem.
Beni öldüren her şey yaşadığımı hissettiriyor."

"Son zamanlarda uykularım çok kaçıyordu.
Olabileceğimiz şeyler hakkında hayaller kuruyordum.
Bebeğim, çok fazla dua ediyordum.
Dedim ki: 'Artık dolarları saymak yok, yıldızları sayıyor olacağız.' "

(OneRepublic - Counting Stars)

***

Okulda yaptığım en rahatlık verici bir şey varsa o da kesinlikle sevmediğim bir ders sırasında en arkaya oturup uyumaktı.

Uyku sorunları yaşayan biri olarak bazen uykumu okula sakladığımı düşünüyordum. Çünkü geceleri uyuyamadığım uyku birden okulda bastırıyor, uykum bana resmen kaba kuvvet uyguluyordu. Tabii bu yanımda çalışkanlığı ile okulda nam salmış birinin oturmaya başlamasıyla biraz hayal olarak kalmıştı.

"Yeji..."

Yanağımda devam eden baskıya karşı koymaya çalışarak gözlerimi kapatmaya ve uyumak için olan gayretlerime devam ediyordum.

"Yeji, kalk."

Kaşlarımı çatıp gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim. İlk teneffüsteydik, sevmediğim bir dersten çıkmıştık ve aniden bastıran uyku ile başımı sıraya koymuş, kestirmek istemiştim. Ama bunu fark eden Hyunjin dakikalardır çocuk gibi parmağını yanağıma vurarak beni uyandırmaya çalışıyordu. Gözlerimi açmayacaktım, azıcık seviyorsa uyumama izin verirdi.

"Ya, Yeji!" Parmağını yanağıma vurmaya devam ettikçe oluşan rahatsızlık çocuksu bir tını kattığı sesini hiç de tatlı yapmıyordu.

"Yeji, sıkıldım. Kalk da kantine gidelim."

Gözlerimi açmayıp uykulu sesimle konuştum sonunda. "Test çöz, kitap falan oku, Hyunjin."

"Canım onları yapmayı istemiyor." Gözlerimi biraz aralayıp ona baktım. Dudaklarını büzmüş bana yavru köpek bakışları atmaya başlamıştı.

Evet, Hyunjin'in az önce kitap okumaya ve test çözmeye istemiyorum demesi trajikomikti. Başka zaman olsa her teneffüsünü değerlendirmek için elinden geleni yapardı. Ama bugün nedense reddediyordu, kıyamet kopacaktı anlaşılan.

Birden yüzüne tatlı bir gülümseme koyarak yumuşattığı sesiyle tane tane "Hadi, gidelim. Lütfen!" dediğinde dayanamayıp doğruldum.

"Tamam, gidelim." Yüzünde oluşan sevinç ifadesiyle hemen ayağa kalktı, ben ayağa kalktığımdaysa ellerini omuzlarıma koyup ittirmeye başladı. Birisinin sadece kantine gitmek için bu kadar hevesli olduğunu ilk kez görüyordum.

Sınıftan çıkıp kantine doğru ilerledik. İlk teneffüsün öğrencilerin kahvaltı yapabilmesi için uzun olması bizim için avantajdı. Ben aslında bu teneffüsü uyuyarak değerlendirmek istiyordum ama malum, Hyunjin işte... Yine tatlılığıyla başarmıştı, beni kaldırmayı.

Kantine girdikten sonra azalmış olan sıraya girdik. Sıra bize geldiğinde Hyunjin bir şekerli ve bir şekersiz kahve alıp şekersiz olanı bana uzattı. Açıkçası buna şaşırmıştım, çünkü uzun süredir kahve içmeme izin vermiyordu.

Boş bir masaya karşılıklı oturup kahvelerimizi içmeye başladık. Ben dumanı tüten kahvenin üfleyerek soğumasını beklerken Hyunjin çoktan küçük bir yudum almıştı.

Dün geceden sonra erken saatte Yuna'yla uyanmış, beraber güzel bir kahvaltı yapmıştık. Yuna komik halleriyle yüzümü güldürmeyi başarırken beraber okula gitmiştik. Zaten sabah Hyunjin'in atmış olduğu günaydın mesajıyla günüm gayet güzel başlamıştı.

O olaydan sonra Felix'e ne olmuştu, bilmiyordum. Ayrıca bugün de okula gelmemişti. Aramızda da onun konusu hiç açılmamıştı. Neden okula gelip gelmediği umurumda değildi; benim açımdan iyi olmuş, onun artık nefret ettiğim yüzünü görmemiştim. Ama okula geldiği zaman sürekli gözlerimi ondan kaçıracağım ve karşılaşmamak için elimden geleni yapacağı barizdi.

Neden öyle bir şey yapmıştı, en ufak bir fikrim yoktu ama niyetinin iyi olmadığından emindim. O sırada aldığım alkol kokusu da pek de normal olmadığının göstergesiydi zaten. Gizemliydi, evet ama bu gizemi pek de iyi yönlü değildi. Bunu herkese karşı ters davranmasından anlamam gerekiyordu.

Olduğumuz masaya doğru hızlı adımlarla gelen tanıdık bir yüz gördüğümde gülümsedim. O da benimle birlikte yüzüne kocaman bir gülümseme koyarken Hyunjin baktığım tarafa döndü. Yuna'yı gördüğünde o da güldü.

"Geliyor yine, baş belası." Hyunjin'in dediğiyle kıkırdarken Yuna çoktan yanımıza gelmişti.

"Günaydın!" dedi sesinden sevinç akarken. Birden Hyunjin'e dönüp dudaklarını büzdü ve "Beni Kai'yle tanıştır!" dedi. "Söz verdin, hadi!"

Hyunjin bu tepkiyle şoka uğrarken etrafa baktı. Kai isimli çocuğu arıyor olmalıydı. Ben bu Kai denen çocuğu hâlâ görmemiştim. Neydi, neye benziyordu, bilmiyordum. Ama Yuna'nın bu kadar ısrar etmesine bakılırsak pek de hafife alınacak biri değildi.

"Şu an kantin sırasında, gelirken gördüm." dedi Yuna, biraz utanarak ellerini arkasında birleştirirken. Bununla eş zamanlı olarak gözlerini kaçırmıştı. Çok tatlıydı! Gülümsemeden edemedim.

Onun bu hallerine görünce Hyunjin'e platonik olduğum zamanlar geliyordu. Ben onun kadar Hyunjin'le tanışma meraklısı olmamıştım ama onu gördüğüm zaman biraz garipleştiğim çok doğruydu.

"Otur, Yuna." Hyunjin sonunda konuştuğunda Yuna ona uyup eteğini düzelterek yanıma oturdu. Parmaklarıyla masada sessiz ritimler oluştururken Hyunjin'in oturduğumuz masanın birkaç metre ötesinden geçen bir çocuğa seslendi. Aynı zamanda fark edebilmesi için tek elini de kaldırmıştı.

"Kai!" Hyunjin'in gür sesi biraz irkilmeme sebep olurken Yuna yanaklarını şişirip başını biraz öne eğmişti. O sırada şişkin yanaklarının birazcık pembeleştiğini görmüştüm sanki. Ama bu çok tatlıydı!

Hyunjin'in seslendiği tarafa baktığımda elindeki tostu ve dumanı tüten karton bardağıyla bize doğru bakan bir çocuğu fark ettim. Hyunjin'i gördüğünde yönünü bize doğru çevirmişti, ben de o sırada Kai'yi inceleme şansı yakalamıştım.

Bu Kai, gözlerinin önüne düşen koyu kahverengi dalgalı saçlara sahip biriydi. Çekik siyah gözleri vardı. Uzun boylu ve zayıftı. Beyaz bir ten rengine sahipti. Çok yakışıklı biri değildi fakat sempatik ve kendine has bir dış görünüşü vardı.

Kai yanımıza geldiğinde Hyunjin yanını göstererek oturmasını işaret etti. Kai de gülümseyerek başıyla selam vermiş ve Hyunjin'in yanında yerini almıştı. Sabah kahvaltısı olduğunu düşündüğüm tostunu yerken Hyunjin söze başlamıştı. Tabii o sırada Yuna her ne kadar Kai ile tanışmak için can atmış olsa da hâlâ çekingen bir duruş sergiliyordu.

"Kahvaltı yapmıyor musun sen?" Hyunjin sorgulayıcı sorusu üzerine Kai ağzındaki büyük lokmayı hızlıca yuttu.

"Bu sabah kalkamadım, hyung."

Hyunjin önüne dönüp kahvesinden bir yudum aldı. "Bak, bu Yeji. Bu da Yuna. Bu da Kai kızlar."

Samimi bir gülümseme vermeye çalışırken Yuna utangaç bir şekilde gülümsemiş ve yavaşça el sallamıştı. Kai de gülümseyip başını sallarken Hyunjin tekrar konuştu.

"Dersler nasıl gidiyor?"

Kai bardağındaki içeceğinden bir yudum aldı. "İdare eder işte. Fizik çok zorluyor."

Hyunjin başını sallayıp "Halledersin." dediğinde yanımda oturan Yuna sadece benim duyabileceğim şekilde fısıldamıştı.

"Demek ki inek değil."

Gülmemek için başımı öne eğip dudaklarımı birbirine bastırırken Hyunjin yine konuştu. Yuna da birden aramızda ismi geçmesiyle başını kaldırmış, daha da kocaman olan gözleriyle Hyunjin'e bakmıştı.

"Yuna'nın kimya dersinde biraz eksikleri varmış, Kai. Yardım istemişti, aklıma ilk sen geldin. Kimyanın çok iyi olduğunu biliyorum, hem sen Yuna'nın konularını daha iyi hatırlıyorsundur. Ona yardım edebilir misin?"

Kai, kısa süreliğine gözlerimi yemeğinden kaldırıp karşısında oturan Yuna'ya çevirdi. Sonra başını olumlu anlamda salladı. "Olur."

"Güzel. Siz kendi aranızda halledersiniz, ne zaman çalışacağınızı."

Yanımdaki Yuna her ne kadar biraz şaşkınlıkla Hyunjin'e bakıyor olsa da içinden delicesine çığlıklar atmamak için kendisini zor tuttuğuna emindim.

Hyunjin yönünü bana dönüp gülümseyerek göz kırptığında bir kez daha ellerini kahve bardağına götürmüştü. Ona tebessüm ederek karşılık verdiğimde ben de kahvemden bir yudum alıyordum.

Teneffüs bitiminde Kai ve Yuna çoktan ertesi gün için çalışma tarihi hazırlamış ve kendi aralarında anlaşmışlardı. Kahvaltısını bitiren Kai yanımızdan ilk ayrılan kişi olduğunda Yuna sevinçle sırıtıp küçük çocuk gibi ellerini birbirine çırpmıştı.

"Yia! Sen çok iyi birisin, Hyunjin oppa!"

Hyunjin ise gülmüş, "Bundan sonra da oppa diye ona dersin, çünkü benim sabrım taşmaya başladı." demişti, şakayla karışık bir şekilde. Sonunda dişlerini sıkmış olduğunu fark ettiğimde ona kaşlarımı çatarak baktığımda başını yana eğip yine yavru köpek bakışlarından atmıştı.

***

Öğle arasını yemekhanedeki yemeklerle geçiriyorduk. Yanımızda Yuna da vardı. Yuna'yla yan yana oturmuş sohbet ederken Hyunjin de gayet dikkatli bir şekilde yemeğini yiyordu. Çok acıkmış olduğunu ta bir saat öncesinden söylemeye başlamış, başımın etini yemişti. Böyle yaparak yeterince karnını doyurmuş olduğunu düşünüyordum ama şu an aşırı bir ciddiyetle yemeğini yiyor olması hâlâ aç olduğunu göstermişti.

Yuna bugünkü işlemiş olduğu derslerin ne kadar sıkıcı geçtiğini, zaten dersleri neredeyse hiç dinlemeyip sadece Kai'yi düşündüğünü anlatıyordu. Konu birden onu nasıl görüp ondan nasıl hoşlanmaya başlamış olduğuna geldi.

Birkaç hafta önce Yuna tuvaletten çıkıp sınıfına dönerken karşılaşmıştı Kai'yle. Ondan bir yaş büyük olduğu için onunla kendi katlarında daha önce hiç görmediği için dikkatini çekmişti. Aslında bir grup arkadaşıyla koridorda öylece dikiliyor olmaları tüm öğrencilerin dikkatini çekmiş, bu yabancı erkek grubuna garip garip bakmaya başlamışlardı. Yuna'nın söylediğine göre orada bekleyen grup beş kişiymiş ve kimse yanlarına başka biri gelene kadar onların birini beklediklerini bilmiyormuş. Grup Yuna'nın olduğu tarafa doğru yürüyerek dış kapıya doğru ilerlerken yüksek sesli kahkahaları ve konuşmaları arasından Kai'nin sesini duymuş. İşte o an çocuğun dalgalı koyu renkli saçları, küçük çekik gözleri ve oldukça uzun olan boyu bizim küçük cadının dikkatini çekmiş. Tabii şaşırılmayacak şekilde, üstün stalk yeteneğini kullanarak Kai'yi ve tüm arkadaş grubunun araştırmaya başlamış. Sevdiği birçok şeyin Kai'yi uyuştuğunu görünce küçük kalbini ona kaptırıvermiş. Ortada kesin bir şey olmadığı için hemen gelip söylemeye çekinmiş ama her gittiği yerde gözleri Kai'yi aramaya başlayınca bazı şeyleri kendine itiraf etmesi gerektiğini anlamış. Onun da birisine abayı yakma hikayesi böyle başlamış.

Yemeğimden kalan son kırıntıları da ağzıma attıktan sonra çatalımı tabağa attım. Yemekhanenin yemekleri şaşırılacak şekilde güzel oluyordu.

"Çıkışta dans salonuna gelmek ister misin?"

Hyunjin'in dakikalar sonra başını önündeki yemeğinden kaldırıp konuştuğunda gözlerine baktım. Dans salonu okul çıkışında uğrak yerlerimiz haline gelen bir yer olmuştu. Oradaki görevli kadınla bile tanışmış, neredeyse mesken bildiğimiz bir yer haline getirmiştim. Aslında bunun iyi yönleri de vardı. Evde ve okulda geçen hareketsiz hayatıma bedenime iyi gelecek bir aktivite yer etmişti, artık bedenimin daha rahat olduğunu ve daha sağlıklı hissetmeye başladığımı hissetmiştim. Biraz da olsa vücudu yoracak hareketler insan yaşamını iyi hale getiriyordu.

Hyunjin'in sunduğu teklifin iyi gelebileceğini düşünerek başımı olumlu anlamda salladım. "Olur ama eve gidip kıyafet almalıyım önce. Oradakileri giymek istemiyorum artık."

Hyunjin resmen önündeki tabağı yalayacak kadar yemeklerini silip süpürürken başını salladı. O sırada Yuna'nın gözleri üzerimizdeydi.

"Dans salonu mu?" diye soraraken gözlerinin içi parlamış, Hyunjin'in olumlu anlamda başını tekrar sallamasıyla daha da heyecanlanmıştı. "Ben de geleyim mi?" diye masum ve bir o kadar tatlı bir ifadeyle sorusunu yönelttiğinde gülümseyip Hyunjin'e baktım. Fakat beyefendinin yemeğinin artıklarını yemeye devam etmesinden başka bir işi yoktu.

Konuşmayıp yine başını onu onaylamak için salladığında Yuna sevinçle ellerini çırpmıştı. Sonunda Hyunjin elindeki çatal ve kaşığı bıraktığında dudaklarını yalamış, gözlerini bana çevirmişti.

"Ben doymadım."

Gözlerim irileşirken "Yuh!" diye bağırmaktan kendimi alamamıştım. "Bir beni yemediğin kaldı, Hyunjin!"

Hyunjin masum bir şekilde sırıtmaya başlayana kadar yemekhanedeki insanların ani bağışımdan sonra bize döndüklerini sonradan fark etmiştim. Hemen gözlerimi kaçırıp omuzlarımı düşürürken Yuna konuştu.

"Doyduysanız, sınıfa geçelim mi?"

"Ben doymadım." diye tekrarladı Hyunjin. Yuna yanaklarını şişirdi.

"Çantamda hazır sandviç ve kakaolu kurabiye var. Onları veririm." diye bir teklif sundu bu sefer Yuna. Hyunjin de olumlu anlamda başını sallamış ve hepimizden önce ayağa kalkmıştı. Tabaklarımızı da alıp onların toplandığı tezgâha bıraktıktan sonra sınıfımıza gittik. Yuna da dediği yiyecekleri getirmek için kendi sınıfına gitmişti.

Sıramıza oturup sınıfın boş olmasının verdiği rahatlıkla başımı Hyunjin'in omzuna yaslamış, kemikli elleriyle oynamaya başlamıştım. O da başını benimkine yaslarken iç geçirmişti.

"Uykum geldi." Kıkırdadım.

"Bir sürü şey yedin, Hyunjin. Uykunun gelmesi çok normal."

"Ama hâlâ açım." Beni ye, Hyunjin. Gel, beni ye.

Sonunda Yuna kucağındaki yemek kaplarıyla sınıfa girip ayağıyla kapıyı kapattıktan sonra yanımıza yaklaştı. Karşımızdaki sıraya oturup kapları önümüze koyarken konuştu.

"Böyle sarmaş dolaş gözümün önünde oturuyorsunuz da ben çok kıskanıyorum." Yuna kapların kapağını açarken Hyunjin, gözlerindeki ışıltılarla benden ayrılmış ve hemen önündeki yiyeceklere yönelmişti.

"Kai'yle böyle olursunuz siz de. " Hyunjin kakaolu kurabiyeleri ağzına dizerken söylediği sözler Yuna'yı biraz utandırmış olsa da gülümsemiş ve umarım diye mırıldanmıştı.

Hyunjin sonunda doyduğunu ilan ettikten sonra Yuna kapları toparlamış ve zilin çalmasıyla sınıfına geçme mecburiyetinde kalmıştı. Koca midesi dolan yanımdaki beyefendi de en sevdiği dersler başlayacağı için sevinmiş ve hemen kitaplarını hazırlamaya koyulmuştu. Hyunjin'e kalırsa tüm dersler onun için güzeldi fakat bu durum pek ben de geçerli olmuyordu.

Kendimi bildim bileli derslerime yeterli önemi vermezdim. Yedi yaşındayken okula başlayacağım için sevinerek sınıfıma adım atsam da oradaki ortama alışamamış olmam ve neredeyse hiç arkadaş edinememem beni okuldan soğutmuştu. Zamanla okuluna giden adımları isteksiz atmaya başlamış, oraya gitmemek için anneme çeşitli bahaneler uydurmuştum. Ne yazık ki bahanelerim annem üzerinde pek etki etmemişti.

Ortaokula geçtiğimde benimle arkadaş olmak isteyen birkaç kişi çıkmış, konuşmaya çalışmıştı ama maalesef soğuk davranışlarım ve neredeyse hiç konuşmuyor oluşum onları da benden uzaklaştırmıştı. Böylelikle derslerden de soğurken sadece annemin zoruyla sınav haftaları birkaç tekrar yapıyor, ailemin öğretmen olan tanıdıklarından beni sınavlara hazırlayacak dersler alıyordum. Geçer not alıyor olmam bile ailemi biraz olsun tatmin ediyordu. Bu süreçte insanlardan sürekli kaçıyor oluşum, eve gelen misafirlerden sürekli saklanmam ve bana ders veren öğretmenlerim eve geldiğinde yaptığım hasta taklitleri, başta annemi, ailemi şüphelendirmişti.

Liseye geçerken ailem bu asosyalliğimin, sessizliğimin normal olmadığını anlamış ve bu konuyu o işte uzman olan kişilere danışmayı uygun bulmuştu. Ben de böylece psikoloğum Bay Lee ile tanışmıştım. Ailem ondan aldığı benim hakkımdaki raporlarla bir anksiyete bozukluğu yaşadığımı ve bipolar belirtileri de gösterdiğimi öğrenmişti. Böylece terapiyle hastalığın etkisinin azaltılması amaçlanmıştı. Fakat annem aldığım terapilerin yetersiz olduğunu düşünüp bir psikiyatrist ile de görüşmemi uygun bulmuş ve ilaç tedavisine de başlamamı sağlamıştı.

Ne yazık ki uzun süre boyunca bu terapiler iyi sonuç vermemişti. Yerimde saymaya devam ediyordum ama annem bir şekilde iyileşeceğime inanarak bu işe para dökmeye devam etmişti. Her ne kadar işin tamamen ben de bittiğini ve benim bir an önce bunalıma girip ölümü ayağıma çağırmak istediğimin farkında olsa da...

Bununla birlikte - hayattan hiçbir beklentim olmadığı için - derslerimi de sallamış, bana yararlı olacak her şeyden uzaklaşmıştın. 

Ta ki yaşamıma uzun boylu, Kkami isimli bir köpeği olan, kibar ve tek derdi bol bol çalışıp hedeflerine ulaşmak olan genç bir adam girene kadar...

Nasıl olduysa bendeki etkisi hep olumlu olmuştu. Bay Lee bendeki küçük değişimlere, artık odasına girerken yüzümde yer edinen minik gülümsemeye hayretle bakar olmuştu. Ona cesurca içimdekileri anlatıp Hyunjin'den de bahsettiğimde beni şaşkınlıkla dinlemiş, her lafımda gülümsemiş ve Hyunjin'in sadece aramızda sır olarak kalacağına dair söz vermişti.

Her ne kadar iyileşme yönünde eğilimler göstersem de hastalığım hâlâ tehlikeli derecede bendeki hakimiyetini sürdürüyordu. Bu nedenle tedavilerime devam ediyorduk. Çünkü en ufak bir olumsuzlukta kendime zarar verme ya da tekrar dibe düşme ihtimalim yüksekti.

Bu süreç boyunca beni iyi hissettirecek aktivitelere yakın olmam gerekiyordu. Çünkü böyle şeyler duygusal yönden iyi olmamı sağlayacak en büyük etkendi. Fakat ben yine belli bir süre boyunca bu tür aktivitelerde son ses bunalım şarkıları dinlemek ya da acıklı aşk kitapları okumaktan başka bir şey yapmamıştım. Bunları yapmayı sevsem de beni ne kadar olumlu yönde etkiledikleri meçhuldü.

Ancak Hyunjin beni dans salonuna götürmeye başladıkça rahatlamaya başladığımı hissediyordum. Bu şekilde beni iyi hissettirecek ilk hobimi elde etmeyi başarmıştım: dans etmek.

Hiçbir zaman doğru düzgün bir yemek yeme alışkanlığım olmamıştı. Genellikle akşam yemeği saatinde uyur, okulda öğle aralarını evden çantama attığım bir paket kekle geçirir veya hiçbir şey yemeyip sadece uyurdum. Bu da bitkin düşmeme ve daha çok uyumama yol açıyordu ama abartılı bir şekilde içtiğim kahveler uyku isteğimi alınca gece boyu telefonun başında duruyor ya da saçma ergen kitapları okuyordum. Bu da sağlıksız bir şekilde zayıflamama sebep olmuştu. Fakat dans salonuna ayak bastığımdan beri daha çok acıkıyordum. Hyunjin sağlığına önem veren biriydi ve hiçbir öğünü kaçırmazdı. Onun sayesinde düzgün bir yeme düzeni oturtmayı da başarmıştım.

Birçok konuda bana iyi gelmeyi başaran Hwang Hyunjin'e karşı olan sevgim de her geçen gün daha da artıyor, onu düşündükçe yüzümdeki aptal sırıtmaya ve sevinçli hareketler sergileme isteğime engel olamıyordum. Bu da beni olumlu yönde etkileyen şeylerden bir tanesiydi.

Hwang Hyunjin hayatıma girdi gireli birçok şey düzene girmiş, yaşamım normal bir hale girmişti. Galiba o hiç olmamış olsaydı ben bitkisel hayattan hiçbir farkı olmayan sıkıcı hayatımda çürüyüp gidecektim. Bunlar için, bana mutlu olmanın verdiği duyguyu tattırdığı için ona minnettardım ve yıllar sonra Tanrı'dan ilk kez bir dilekte bulunuyordum. Tanrı'dan bu genç adamın hayatımdan hiç çıkmamasını diliyordum.

Okul çıkışında beraber dans salonuna gideceğimiz için önce doğrudan evlere dağılmıştık. Belirli bir yerde buluşup oradan hep beraber salona geçecektik. Bunun için Hyunjin hepimize konum atacakt. Eve gittiğimde ilk işim anneme telefon açıp Yuna'yla onun gittiği bir dans salonuna gideceğimizi haber etmek olmuştu. Annem hâlâ bir erkek arkadaşım olduğundan haberi yoktu, söylersem ne tepki vereceğini de pek bilmiyordum açıkçası. Ama kızmayacağı, hatta Yuna kadar dedikoducu olan tarafını devreye sokacağı hakkında düşüncelerim vardı. Yine de bir cesaret toplayıp ona içimdekileri açamıyordum. Hâlâ biraz zamana ihtiyacım vardı anlaşılan. Fakat Hyunjin'le vakit geçireceğimiz zaman birçok yalan uydurmam ve şu sıralar yalanlarıma Yuna'yı da alet ediyor olmam biraz vicdan azabı çekmeme neden olurdu. Katlanmak zorundaydım, ne yazık ki. Belki annem sonunda bir şeyleri fark eder, ayağıma kendi gelir ve beni küçük bir sorguya çekerdi. Belki ben de ona küçük bir itirafta bulunurdum, kim bilir?

Annemden onay aldıktan sonra odama geçmiş; üzerimdeki okul eteğinden, gömleğinden ve ceketinden kurtulduktan sonra hızlıca kot bir pantolon ve beyaz bol bir kazak geçirmiştim üstüme. Siyah bir sırt çantasına gri bir eşofman ve herhangi bir kısa kollu tişörtü attıktan sonra beden eğitimi derslerinde, spor salonunda temiz kullanmak zorunda olduğum bir ayakkabıyı poşetleyip onu da çantaya yerleştirdim. Cüzdanımı, kulaklığımı alıp üzerine lacivert montumu giydikten sonra telefonumu da cebine atmış ve ayakkabılarımı da giyebilmek için odamdan çıkmıştım.

Yere oturup ayağıma beyaz renkli, yüksek taban bir spor ayakkabı giydikten sonra kalkıp dışarı çıktım. Kapıyı kapatıp üç kere kilitledikten sonra derin bir nefes alıp arkamı döndüm ve gideceğim yere doğru yürümeye başladım.

Fakat ismimi seslenen bir erkek sesi duyduğumda durup tekrar arkamı dönmek zorundaydım. Hyunjin'i siyah kot pantolonu, siyah kazağı ve siyah montuyla uyum sağlayan sırtındaki siyah çantayla görmeyi beklemediğim için ufak bir şok yaşamıştım.

Gülümseyerek yanıma geldiğinde beraber yürümeye başladık.

"Yetiştim, ha? Seni yalnız yürütmek istemedim." Gülümseyerek bir teşekkür sözcüğü mırıldandım. Birden sıcak eli benim minik, buz tutan elimi sardığında küçük dilimi yutacaktım. Buna neden böyle bir tepki verdiğimi bilmiyordum ama bunu birden gerçekleştirmesi beni heyecanlandırmıştı.

"Ellerin buz gibi." dedi, onun elinin içinde küçücük kalan elimi daha da sıkı tutarken. Cevap vermeyip sessiz kalma hakkını kullanırken o da bu sefer başka bir konuya dönüş yaptı.

"Kai'yi de çağırdım." Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktığında devam etti. "Bir sevgili olsunlar da başımızdan savalım, şu ikisini."

Son dediğiyle kaşlarım çatılırken yalancı bir sinirle dudaklarımı büzdüm. "Yuna'nın suçu ne? Çok iyi bir kız."

Hyunjin güldü. "Öyle ama yanımızdan ayrılmıyor ki! Yalnız kalamıyoruz."

Gözlerimi kaçırıp uzun saçlarımla kızaran yanaklarımı gizlemeye çalıştım. Bu sefer onun sinsi kıkırtısı bana ulaşmıştı.

Buluşacağımız yere kadar aynı şekilde, el ele, yürüdük. O noktaya gelmiş olduğumuzda çoktan oraya gelen Yuna'yı görmüştüm. Bol lacivert bir pantolon giymişti. Üzerinde beyaz bir mont olduğu için üstüne ne giydiğini göremiyordum ama saçlarını yukarıdan sıkıca bağlamıştı. Sırtında da sarı bir çanta vardı.

Yanına gittiğimizde bize bakmış ve "Bir gelemediniz gitti ya! Ağaç oldum!" diye isyan etmişti. Onun bu haline gülerken Yuna hemen gitmek için hareketlenmişti ama Hyunjin onu durdurmuştu.

"Bekle, biri daha gelecek." Yuna ona kaşlarını çatarak baktı.

"Kim?" Hyunjin etrafa beklediğimiz kişinin gelip gelmediğine bakmakla meşgulken Yuna da gözlerini ondan ayırıp etrafa bakmaya başladı.

Birden bir noktaya kilitlenip kocaman olan gözleriyle şaşkınlıkla baktı. "Unnie? Oppa?" İkimiz de onun trans altındaymış gibi konuşması üzerine ona baktık. "Beklediğimiz kişi Kai mi?"

Hyunjin onun dikkatle baktığı yöne bakıp gülümseyerek başını salladı. "Evet."

"Merhaba."

Kai buraya gelerek el sallayıp Hyunjin'le ayrı bir şekilde selamlaştıktan sonra gitmek için hareketlendik. Ama Yuna hâlâ şok olmuş bir şekilde olduğu yerde duruyor, platonik aşkına hayretle bakıyordu.

Onu kolundan tutup resmen çekiştirerek yürütürken sonunda dilini çözüp konuştu. "Niye haber vermediniz? Daha uğurlu çoraplarımı giymedim, saçlarımı yıkamadım, güzel bir giyinmedim!"

Hyunjin duyduklarıyla bıyık altından gülerken Yuna'ya şaşkınlıkla baktım. Kai daha çok Hyunjin'le önden gidip onunla birkaç şey hakkında sohbet ettiği için bunları duymamıştı.

"Çok güzelsin zaten!" dedim sesimi hayret katarak.

"Kötü bir şey olmaz, değil mi unnie?" Bir an kendimde Yuna'yı görür gibi oldum. Bu telaşlı hareketleri, Kai'yi gördüğünde buz kesilmesi bana bir iki ay önce Hyunjin'i gördüğümde garip davranan beni hatırlatıyordu. Belki onun kadar duygularımı belli etmiyordum ama kalp atışlarımdaki anormalliği sadece ben hissedebiliyordum. Onu çok iyi anlıyordum şu an.

"Sakin ol ve kendin olmaya bak, Yuna." dedim. Bunlar pek benlik sözler değildi. Beni çok iyi tanıyan biri bunları dediğimi duysa alayla gülerdi ama Yuna'ya biraz moral vermem gerekiyordu.

Yuna sırtını dikleştirip derin bir nefes aldı. "Sana güveniyorum, unnie!" Ona tebessüm ettigimde adımlarımızı biraz daha hızlandırıp önümüzden giden erkeklere yetiştik. Aynı hizaya geldiğimizdeyse Kai isimlerimizi tekrar sormuş, bizi hafızasına kaydetmeye çalışmıştı. Bunları yaparken çok unutkan biri olduğunu da utangaç bir şekilde belli etmeyi unutmamıştı.

Dans salonuna çıkan merdivenleri tırmandıktan sonra Hyunjin bir kapıyı açıp hepimizi içeri aldı. Masasının arkasında bekleyen o görevli kadına gülümseyip şakayla karışık konuştu.

"İkiydik, dört olduk noona! Misafirlerin artıyor."

Kadın önünde uğraştığı işinden başını kaldırmadan gülüp samimi bir şekilde karşılık verdi. "Sayende kayıt sayımız artıyor, Hyunjin. Bu arkadaşlarını da buraya temelli bekliyoruz artık."

Hyunjin gülüp bize döndü. Soyunma odalarını gösterip üstümüzü değiştirebileceğimiz söyledikten sonra o kadının yanına gidip onunla bir şeyler konuşmaya başladı. Kadın onu dikkatle dinlerken biz de, Yuna'yla, kız soyunma odasına geçip ayrı kabinlerde eşofmanlarımızı giydik.

Çıkıp saçlarımı da beni rahatsız etmeyecek bir şekilde sıkıca bağladıktan sonra Yuna da çıkmıştı. Altında bol, kırmızı bir eşofman vardı. Üstüne de biraz karnını açıkta bırakan, uzun kollu bir bluz giymişti. Böylece fiziğinin ne kadar iyi olduğunu fark ettiğimde biraz imrenmiştim. Yuna yaşına göre olgun dış görünüşe sahip ve aşırı güzel bir kızdı. Bazen hiç arkadaşının olmamasını çevresindeki insanların onu kıskanmasına bağlıyordum. İnsanlar ne kadar da garipti, değil mi? Mükemmel bir arkadaş edinme fırsatı ellerindeyken kendilerinden daha iyi olan o kişiyi kıskanıp ona kin besliyorlardı. Oysaki onunla tanışıp onun gibi bir dost edinme şansını kendi elleriyle çöpe atıyorlardı, bunun farkında bile değillerdi.

Yuna'yla odadan çıkıp artık ezbere bildiğim büyük odaya girdik. Yuna etrafı beğeniyle incelerken ben de erkekleri beklemeye başlamıştım. Sonunda Kai ve Hyunjin de içeri girdiğinde tüm ekip tamamlanmıştı.

Hyunjin aniden beni kolunun altına alıp ses düzeneğinin olduğu tarafa ilerletti. Hoparlörlere bağlı olan bilgisayarı açıp parça dosyalarını karıştırmaya başlarken konuştu.

"Kapının girişinde gördüğün kadın Haneul noona. Buranın sahibi, kendisiyle birlikte birçok profesyonel dansçıyla burayı çalıştırıyor. Tabii kendisi başka bir grubun öğretmenliğini yapıyor ama buraya gelen herkes buradaki tüm dansçıları tanır. Haneul noona da yakın olduğum sunbaelerden... Birkaç gündür seni buraya getirip beraber dans ettiğimizi fark etmiş. Hatta gizlice izlemiş bile. Az önce senin hakkında konuştuk ve çok yetenekli olduğunu söyledi. Eğer üzerine düşülürse çok iyi bir dansçı olabilirmişsin."

Dedikleriyle kaşlarım havaya kalkarken o parça listesini hazırlamış, doğrulup benimle göz teması kurmuştu.

"Onunla hemfikirim, Yeji. Asıl konuya gelirsek noona senin kayıt yaptırıp bize katılmanı istiyor."

Son söylediği daha büyük bir şok yaşamama neden olurken maalesef ki reddetmek için dudaklarımı aralamıştım ki Hyunjin tekrar konuştu.

"Seni başka bir şey yapmak için zorlayamam ama dans etmeyi seviyorsun, Yeji. Bunun ikimiz de farkındayız. Eğer bu işte ilerlersen çok iyi yerlere gelebilirsin. İyiliğini istiyorum sadece. Hem beraber gidip geliriz, aynı grupta olamayız ama Haneul noonanın grubunda olmanı sağlarım. Seninle çok iyi ilgilenecektir."

Gözlerimi kaçırırken ellerimi arkamda birleştirirdim. Ailemin bunu destekleyeceğini çok iyi biliyordum ama kendime karşı bir güvenim yoktu. Özgüvensizdim ve böyle bir şeyin üstesinden gelebileceğimi düşünmüyordum.

"Hyunjin, ben yapamam." diyerek olması gerekeni dile getirdiğinde derin bir nefes alıp ellerini omuzlarıma koymuştu.

"Kendine güvenmediğini biliyorum ama eğer böyle yapmaya devam edersen hiçbir yere gelemezsin ve ben senin böyle olmanı istemiyorum. Başarılar elde etmeni, en basitinden mutlu olmanı istiyorum. En azından bunu düşün, tamam mı? Benim için... Kendin için..."

Gözlerindeki isteği ve sesindeki yalvarışı hissettiğimde dudaklarımı birbirine bastırıp utangaç bir şekilde başımı olumlu bir şekilde salladım. Bu sefer yüzünde tatlı bir tebessüm belirmiş, alnıma dudaklarını bastırmıştı.

"Hadi, daha fazla beklemeyelim."

Hafifçe gülümseyerek başımı salladım ve ellerini omuzlarımdan çektiğinde şu an sohbeti muhabbeti oldukça yürüten Kai ile Yuna ikilisine doğru ilerledim. Onları böyle yan yana gördüğümde oldukça yakışıyor olduklarını da fark etmiştim.

"Baylar, bayanlar ve sevgilim olanlar!"

Yuna şımarık bir şekilde 'ooo' sesi çıkardığında utangaç bir şekilde gülümseyip bize seslenen Hyunjin'e baktım. Ellerini birbirine vurmuş ve bilgisayarın başında hâlâ bir şeylerle uğraşıyordu.

"Bugün dans öğretmeniniz benim." Duraksadı. Doğruldu. "Nasıl yapacağım, bilmiyorum ama size yeni bir dans koreografisi öğreteceğim."

Ellerini beline koyup sağ sola hareket ederek birkaç ısınma hareketi yaptıktan sonra bize döndü. Yüzünde garip bir gülümseme vardı. Sanki biraz utanıyordu.

"Ne yazık ki nereden başlayacağımı bilmiyorum." dediğinde gülmeden edememiştim.

Birden Yuna olaya el attı. "Bence yeni koreografi öğrenmek yerine herkes bildiği bir dansı göstersin. Sonra en beğendiğimizi öğrenelim."

Kai ve Hyunjin'den onaylayan mırıltılar çıkarken ben alt dudağımı endişeyle dişlemiş ve Hyunjin'den başka birilerinin daha karşısında nasıl dans edeceğimi düşünmeye başlamıştım.

"Ben açılışı yapıyorum!" Yuna tekrar sevinçle bağırıp bilgisayarın oraya doğru koştu. Biz de bir kenara geçip onun dans etmeye başlamasını bekledik. Yuna birkaç hafta önce çıkan ve benim de severek dinlediğim bir kız grubunun şarkısını açıp hemen aynaların karşısına geçti. Sözlerin başladığı kısımda şarkı çıktığı gibi viral olan koreografinin omuz hareketlerini profesyonel bir şekilde yapmaya başladı. Onun bu yüzündeki ciddiyete ve hareketleri başarılı bir şekilde yapışına şaşkınlıkla bakakalmıştım. Ayrıca Kai ve Hyunjin'in de benden bir farkı yoktu.

Şarkı çıktığında koreografiyi çok beğendiğim için öğrenmeye kalkışmıştım ama sürekli karıştırdığım o omuz kısmında canım çıkmıştı. Pes edip bıraktığımdaysa dehşet bir boyun ve omuz ağrısıyla can çekişmiştim. Fakat şu an Yuna'nın hiç zorlanmadan bu zor hareketleri yapması beni şaşkına uğratmıştı. Demek ki onda da gizlediği bazı yetenekler vardı.

Yuna hayran bırakacak şekilde dansa devam ederken Hyunjin beğeniyle konuştu. "İkinizi de kayıt yaptırıp bol bol çalıştırırsak manyak yerlere gelirsiniz."

Sadece gülümserken şarkının sonunda Yuna nefes nefese bir şekilde son pozu verip ayağa kalktı. Biraz dağılan saçlarını elleriyle düzeltirken Hyunjin tekrar eden şarkıyı kapatmış ve alkışlarımızın öncü ismi olmuştu.

Yuna derin nefesler alarak gülümsemiş, önünde eğilerek bize teşekkür etmişti.

Daha sonra Hyunjin Kai'yi işaret etmiş, "Sıra sende, yakışıklı." demişti. Kai kaşlarını kaldırıp isyan etmek için konuşmaya hazırlanırken Hyunjin önce davrandı.

"Hadi, seç şarkını." Kai çabucak pes ederek bilgisayara ilerledi ve bir erkek grubunun şarkısını başlattı. Yere oturup onun dans etmesini izlerken o da yetenekli bir şekilde dans etmiş, kendisine hayran bırakmıştı. Yuna'nın Kai'ye olan o bakışlarını hesaba katmıyorum bile. Dikkatle onu izlemiş, yanımda harika olduğunu belirten cümleler mırıldanmıştı. O an bir kez daha aşka kafalama dalış yaptığını anlamıştım.

Kai'nin dansı sonunda gülümseyerek delice alkışlamıştık onu. O da gülüp Yuna gibi önünde eğilip teşekkür etmişti. Hyunjin de onu alkışlayıp sıradaki ismin kendisi olduğunu söylemişti. Anlaşılan son kişi ben olacaktım.

Daha iyiydi.

EXO'nun The Eve şarkısı salonda yankılandığında Yuna pişkince tekrar 'ooo'lamış "Yürü be, enişte!" diye bağırmıştı. Bense sadece gözlerimi irileştirmiş, karşımızda dikilen Hyunjin'e şaşkınlıkla bakmıştım. Yuna'nın az önceki tepkisine Hyunjin otuz iki diş sırıtıp nakarat kısmına kadar olan yerleri başarılı bir şekilde tamamlamıştı.

İşte o can yakıcı kısım geldiği sırada yutkundum. Bilerek bu şarkıyı seçmişti, pislik.

Gözlerimi ondan başka bir yere çevirmek istesem de ortada hareketleri oldukça iyi bir şekilde sergileyen Hyunjin olunca bu pek de mümkün olmuyordu.

Yanımdaki Yuna "Çok iyi!" diye düşüncelerini açık açık belirtirken ona ciddi anlamda katılıyordum. Başarılı, yetenekli, yakışıklı, çekici... Şu an tüm bu kelimeleri Hyunjin'di benim için.

Sonunda şarkı bitip o da son hareketini yaptığında Kai ile Yuna sesli sesli alkışlamış ve delice tezahüratlar yapmıştı. O da sırıtarak doğrulmuş ve bize doğru dönmüştü. Gözlerimin içine bakıp göz kırptığında gözlerimi kaçırıp ellerimle oynamaya başladım. Onun içinden kahkahalar atıp amacına ulaşmasının verdiği zevki yaşadığının farkındaydım. Zaten her hareketiyle etkiliyordu, şimdi niye böyle zahmetlere girmişti ki şimdi? Tamam, gözlerimiz biraz bayram etmişti ama bunu biz baş başayken de yapabilirdi, değil mi?

Pislik.

"Sıra Yeji'de!" Yuna gülerek ellerini çırptığında yanaklarımı şişirdim. Sus işte Yuna!

Gözler bana dönerken Hyunjin destekleyici bir tezahürat başlatmış, askerlerinin de kendine katılmasını sağlamıştı. Mecburen ayağa kalkıp bilgisayara ilerledim ve ekranda açık olan dosyadan şarkılara bakmaya başladım.

Buradaki şarkıların hepsi birbirinden güzeldi, hepsinde dans etmek eğlenceli olabilirdi ama hepsinin koreografisini bilmiyordum. Bildiğim birkaç tanesi vardı fakat biraz kararsız kalmıştım. Açıkçası Hyunjin'e son yaptığı şey için ufak bir ders vermek istiyordum ama hem cesaret edemiyorum hem de sonunda olacakları tahmin etmekte zorlanıyordum. Galiba yine bildiğimi okuyup daha yumuşak bir şarkıda basit hareketler yapacaktım. Ama hâlâ istediğim şarkıyı bulamıyordum. Aniden gözlerim bir tanesine takıldı.

MAMAMOO'dan Egotistic.

Pekâlâ.

Şarkıyı başlatıp hemen yerime geçtim ve aylar önce şarkıyı keşfettiğim hafta yavaş ama iyi bir şekilde ezberlediğim dans hareketlerini yapmaya başladım. Burada başkalarının önünde dans ediyor olmak, odamda tek başım dans etmenin verdiği duygulardan katbekat farklı olan duyguları açığa çıkarıyordu. Endişe, heyecan, korku, telaş...

Biraz hızlandığım kısımda derin bir nefes aldım ve rahat olmaya çalışarak devam ettim. Bir yandan kısık bir şekilde şarkıyı mırıldanıyordum. Evet, zordu ama zamanla şarkının akışına kapılıp sanki kimse yokmuş gibi rahatça dans etmeye başlamıştım. Bu bana geçici bir özgüven kazandırmıştı. Üzerimdeki gözleri hissedebiliyordum ama onların tepkisiz kalıp sadece izliyor olması bunu umursamamam için güç kazandırıyordu.

Şarkının bitiminde yere çömelip bir duruş sergilerken sonunda bitmiş olduğu için şükrediyordum içimden. Rahatlamıştım ama nefes nefese olmam ve alnımdan boncuk boncuk ter alıyor olması bitmiş olduğumu gösteriyordu.

Daha fazla dayanamayıp kalçamı yere koydum ve bacaklarımı ileri doğru uzattım. Gözlerimi kapatıp nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalışırken tekrar eden şarkı kapatılmış ve odayı alkış seslerinin yankısı kaplamıştı. Dudaklarımda ufak bir gülümseme belirirken birinin yanıma gelip karşımda durduğunu hissetmiştim.

Gözlerimi aralayıp karşımda duran beden baktım. Aşık olduğum yüz bana tebessüm ederken yüzümdeki gülümseme büyümüştü. Uzattığı elini tutarak olduğum yerden kalktım.

Dağılan saçlarımı o, düzeltti ve konuştu. "Hadi, lavaboya git gel. Soyunma odalarının ilerisinde..." Başımı sallayıp geri çekildim ve yavaş yavaş düzene giren nefes alışverişlerimle oradan ayrıldım. Tarif ettiği yere doğru ilerlerken bir kapı kapanma sesi ardından çok tanıdık gelen bir sesin ismimi söylemesiyle durakladım.

"Yeji?"

Yüzümdeki korku ve endişe tomurcukları ortaya çıkarken kaşlarımı çattım. Kalp atışlarımın, zaten yorulmuş olmama rağmen, daha çok hızlanmasıyla yutkundum. Tek yumruğumu sıkarak sakinleşmeye çalışırken sesi önemsemeyip yürüyüşüme biraz hızlanarak devam ettim.

"Yeji! Sadece konuşmak istiyorum, lütfen..."

Bu sefer sesindeki yalvaran ton yine durmamı sağladı. Gözlerimi kapatıp dudaklarımı birbirine bastırdım, dolan gözlerimi tekrar kurutmaya çalışırken ayak sesleri işitmiştim.

Nerede duysam tanıyacağım ve o geceden sonra bir daha aklımdan silinmeyecek o tok ses, bir kez olsun unuttuğumu düşündüğüm bir zamanda yine kulaklarıma iliştiğinde yaşadığım duygu seli anlatılamazdı. Endişe, korku, telaş, hüzün, pişmanlık... Hangisi daha baskındı, emin değildim ama aynı şeyi bir daha yaşama korkusu gitmiyordu içimden. Çoktan ellerim titremeye başlamış, nefes alışverişlerim dikkat çeken bir şekilde bozulmuştu.

"Bana döner misin?"

Kalın sesine ilişen hüzün ve pişmanlığı bir kez daha hissettiğimde gözlerimi araladım. En fazla ne olabilirdi ki? Yine kötü bir şey olacak olursa çığlığımı fazlasıyla duyacak kadar yakınımda olan insanlar vardı burada. Sadece küçük bir cesaret... Arkanı dön ve ne istediğini öğren. Belki de bilinçaltının uydurduğu bir oyundur, ha?

Derin bir nefes alıp ona döndüm. Düzgün duran sarı saçlarını, beyaz ama çilli tenini gördüm. Bir an sadece bir hayal olmasını dilediğim şey kanlı canlı karşımdaydı. Direkt benimkilere bakan çekik, kahverengi gozlerindeki pişmanlık kırıntılarını okuyabiliyordum. Belki de ben yanılıyordum, kim bilir?

Yüzünü incelemeye devam ettiğimde dolgun, küçük dudaklarının kenarında küçük bir yara izi fark ettim. Birazcık yukarı çıkıp tekrar gözlerinin olduğu kısma baktığımda biçimli kaşlarının üst kısmında da ufak bir yarabandı gördüm. O kısmı biraz saçları kapatıyordu, bu yüzden sonradan fark etmiştim.

Tekrar kahverengi harelerinin içine bakarken konuşmasını bekledim. Yüzündeki yaraların nedenini hiç merak etmiyordum. Şu an yan yana duruyor oluşumuz bile hataydı bizim. Ne diyecekse hemen demesini, daha sonra işimi halledip sevdiğim insanların yanına dönmek istiyordum. Fakat o böyle susarak bana hiç yardımcı olmuyordu.

Derin bir nefes verip gözlerimi ondan kaçırdım. Artık sıkıldığımı fark etmiş olmalı ki konuya giriş yapmıştı.

"O olaydan sonra bana ne kadar inanırsın, bilmiyorum ama aptalca bir şekilde kalbini kırdım." Derin bir nefes aldı. Bu sırada, konuşmaya başlamasıyla gözlerimi tekrar ona çevirmiştim. "Neden yaptığımı ve sebebimin çok saçma olduğunu başımı belaya soktuktan sonra fark ettim. Seni, kendi sorunlarım olan şeylerle suçladığımı anladım. Bir anlığına gözüm dönmüştü ve kendimi kontrol edemedim."

Pişman olmuştu, sözlerinden bunu anlıyordum ama ne kadar samimiydi, başını belaya sokmak derken neyi kastediyordu; gram fikrim yoktu.

"Canını yaktığımın farkındayım ve pişmanım, Yeji. Beni affeder misin, bilmiyorum ama özür dilerim. Bir aptallık yaptım ve bunu düzeltmek zorundayım. Özür dilerim, gerçekten..."

Gözleri gözlerimden ayrılmazken son sözlerini söylemiş ve sonunda sesinin kısılmasına izin vermişti. Yutkundum, gözlerimi tekrar kaçırdım. Ne diyeceğim hakkında bir fikrim yoktu ama bildiğim bir şey vardı: O bir şekilde özür dilemiş olsa da düzelmeyecekti.

"Özür dilesen de hiçbir şeyin düzelmeyeceğinin farkındasın, değil mi?"

Kırıldığımı fazlasıyla belli eden sesimle cevabı bilinen bir soru yönelttiğimde o da nefesini dışarı verdi.

"Farkındayım ama yapmazsam vicdanım el vermeyecekti. Özür dilerim, tekrardan..."

Kaç defa özür dilemişti, bilmiyorum ama şu an karşımda tam olarak son pişmanlık fayda etmez sözünün beden bulmuş hali vardı. İlk kez birine acıdım o an, bana yapılmasını istemediğim bir şeyi ilk kez başkasına karşı hissettim istemsizce.

"Tek bir şartım var." dedim, saniyeler sonra tekrar konuşurken. Gözlerine kırık bir bakış attım, bu konuşmam üzerine o da bana beklentiyle bakmıştı. Derin bir nefes alıp istediğim şeyi dile getirdim.

"Hyunjin'le barışacaksınız."

Bunu duyduğunda yüzünden kısa süreli bir şaşkınlık dalgası geçti. Bir süre durdu, bakışımdan ciddi olduğumu anlayınca gözlerini kaçırarak başını olumlu anlamda salladı.

"Eğer affedeceksen..."

Nefesimi sıkıntılı bir şekilde dışarı verdim. "Ben affedersem diye değil, kendin için yap. Emin ol, Hyunjin seni çok özlüyor. Senin de onu özlediğini biliyorum. Sadece bir kereliğine kendiniz için bir iyilik yap. Barışın, küs kalmayın artık."

Yumuşak bir ses tonuyla, hafif kısık bir şekilde düşüncelerimi belirtirken göz temasına devam ediyorduk. Ben konuşurken kaşları biraz çatılmıştı.

Sustuğumda dudaklarını birbirine bastırdı. Başını salladı. "Haklısın." diye fısıldadı. "Yapacağım."

Hafifçe tebessüm ederken onun da yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirmişti. Küçük de olsa onun ilk kez gülümsediğini görüyordum ve bu ufak şey bile ona çok yakışıyordu.

"Özür dilerim, tekrardan..."

Bir kez daha aynı şeyi söylediğinde bundan sıkıldığımı fark ettim. "Özür dileme artık!" dedim ufak bir sinirle. Bu sefer daha geniş gülümsedi.

"Tamam, tamam." dedi, geriye adımlarken. "Size iyi eğlenceler."

Son sözünü de söyleyip benim konuşmama izin vermeden arkasını dönüp benden uzaklaştı. Sadece onu izledim. Kendime geldiğimde yönümü tekrar tuvaletlere çevirip içeri girdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra oradaki kağıt havlularla ıslak yerlerimi kuruladım. Kapıyı sessizce kapatıp tekrar salona doğru ilerledim. İçeri girdiğimde beni İngilizce bir şarkıda kahkahalar atarak eğlenen bir üçlü karşılamıştı.

Onları gülümseyerek izlerken Hyunjin beni fark etmiş ve yanıma koşmuştu. Elimi tutup beni yanlarına çekerken ben de kendimi şarkıya bıraktım.

Hatalar ve pişmanlıklar...

Sonunu fark edemediğimiz hatalar yapardık bazen. Bunların sonunda pişman olacağımızın bilincinde olmazdık. Ama işin sonunda gerçekler kalbimize sertçe saplandığında vicdan denen söylemesi kolay ama acısı ağır olan o şey kendini fazlasıyla belli ederdi.

Bu ağırlığı kaldırabilmek için ufak bir cesaret lazımdı. Her ne kadar dille düzelemeyeceğini bildiğimiz bir yara açmış olsak da sadece vicdan denen şeyin kalkıp gitmesi için o iki kelimelik cümle kullanılırdı:

Özür dilerim.

***

Uzun bir süre sonra buradayım. ♡

Yazmakta zorlandığım bir bölüm oldu ama sonunda 5675 kelimelik bir bölümle karşınızdayım. 😁 Ne kadar yazım yanlışım, hatam varsa hepsi için affınıza sığınıyorum. 😚

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.

Lütfen insanların sizi yönetmesine izin vermeyin. Sakın kendinizden taviz vermeyin. Hiçbir kadın bir erkeğe, hiçbir erkek de bir kadına muhtaç değildir. Bunu aklınızdan çıkarmayın ve başkasının dikkatini çekebilmek için kendinizi değiştirmeye uğraşmayın. Sevecek insan -bu bir arkadaş veya sevgili olsun, fark etmez- sizi siz olduğunuz için sevmeli, kendinizi kabul ettirmek için girdiğiniz kalıbı değil. Kimse sizi kabul etmiyor mu? O zaman yalnız kalın. Toplumdan farklı olan insanlar tek olmaya mahkumdur. Sakın bu yüzden kendinize zarar vermeyin, sadece en iyisini yapmaya ve gerçek benliğinizi göstermeye çalışın. O zaman insanlar sizin aslında kim olduğunuzu anlamış olacaklar.

Ve son olarak, hayatın gelip geçici olduğunu unutmayın. Sadece tadını çıkarmaya, eğlenmeye bakın. Hayatta kalıcı olmaya ve kendinizi göstermeye çalışırken eğlenceyi kalbinizden esirgemeyin. :)

Bol kafayı yemeli bir diğer bölümde görüşmek üzere!

Mutlu kalın! ❤

Continue Reading

You'll Also Like

4.1K 434 20
wonyoung ve eunchae, sadece köyde gördükleri çocuklara platoniklerdi. #1 - lesserafim #1 - jangkku #1- ive #1 - wonyoung
5.5K 608 15
"şey, coşkunuz dayı beyef- hanımefendi. her neyse. kameranı açar mısın?" "yoo açmıyorum." bok ye.
64.4K 5.3K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...
2.8K 290 20
kim sejeong evinin duvarına tam uyacak mükemmel tabloyu bulmakla beraber,hayallerindeki kişiyi de bulmuştu.