ARAFTA İKİ KİŞİ

Galing kay kasinan

2.6M 96.7K 12.9K

Higit pa

ARAFTA İKİ KİŞİ
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
DUYURU
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10 BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
DUYURU
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
AÇIKLAMA
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
AÇIKLAMA
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. Bölüm
66.BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
DUYURU
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
ÖNEMLİ AÇIKLAMA
74. BÖLÜM
VEDA

35. BÖLÜM

25.7K 1.2K 162
Galing kay kasinan

Kerem, kapının pervazına yaslanmış, bir eli pantolonunun cebinde öylece bakıyordu. Porselen bir bebek kadar güzel, bir o kadar da nahif görünüyordu Zeynep. Gözleri, şaşkınlık ve endişeyle kocaman olmuş adeta yüzünü kaplamıştı. O, konyak rengi bakışlarda kaybolduğunu ve yeni bir dünyaya daldığını hissetti Kerem. Gerçek olamayacak kadar güzel bir rüyadaydı sanki. Karşısında şaşkın şaşkın duran ve heyecandan titreyen kadın, onu gerçek yaşamdan söküp alan, yeniden dimdik durma gücü veren kadındı işte! Hayatın ona en özel armağanı ve en büyük şansıydı. Dakikalar sonra artık adını da taşıyarak bütün hayatına alabildiğine yayılacak olan kadına gülümsedi. O tebessüm, bütün yüzüne ve hepsinden önemlisi yıllardır ulaşamadığı gözlerine kadar yayıldı.

Zeynep, hâlâ ona kaygıyla baksa da bir yandan da Kerem’i tepeden tırnağa inceliyordu. Siyah smokin içinde bugüne dek gördüklerinden çok başka bir adam duruyordu karşısında. Bu tanıdığı Kerem değil, buz gibi ses tonuyla etrafında rütbesi, kimliği kim olursa olsun titreten Kerem Sayer’di. Sonra smokinin ön cebine iliştirilmiş birkaç minik dal mimozaya ilişti gözleri, yüzü aydınlandı. İşte şimdi, âşık olduğu Kerem duruyordu karşısında. Gülümsedi. Kerem bir eli pantolonun cebinde kapıya dayanmış onu süzüyordu. Zeynep’in gülümsemesine bütün yüzüne yayılan bir gülüşle cevap verip ona doğru yürüdü.  

“Hazır mısın, mi mujer?”

“Kerem ya! Bu, bu kadın ben değilim! Kendimi yadırgadım.”

Kerem, onun bir adım arkasına geçip onu belinden sararak aynaya çevirdi. Şimdi aynada muhteşem bir çift yansıyordu. İkisi de bir süre sessizce görüntüyü izlediler. Sonra Kerem, onun boynuna bir öpücük kondurup

“Bunlar, dış dünyaya karşı bir zırh yalnızca, hayatım! Böylece kimse bizi hırpalayamaz, incitemez, kırıp dökemez. Zırhın içindekini ise sadece sen ve ben biliriz. Bunları savaş giysilerin ve savaş boyaların olarak görürsen her şey kolaylaşıyor, inan bana!”

Gülümsedi Zeynep, sabahtan beri İrem’in çekiştirip durmalarıyla büründüğü yeni görünüm şimdi anlam kazanmıştı işte! Artık Kerem’in elini tutup ikisini de deli gibi korkutan, o zorlu ana yola birlikte çıkabileceklerdi.

Başını hafifçe Kerem’e doğru çevirip onun dudağına bir öpücük kondurdu. “Teşekkür ederim!” diye fısıldadı ardından. Kerem gülerek “Niçin?” diye sordu. “ Beni karanlık bahçemden çıkardığın için!” dedi Zeynep. Kerem’in gözlerinin yeşilinin giderek koyulaştığını fark etti. Bir şey söylemeden ondan bir adım uzaklaştı Kerem. Elini ceketinin iç cebine sokup bir kutu çıkardı. Kutudan, kalın bir zincirin ucunda sallanan gözyaşı biçiminde büyük bir elmas çıktı. Zeynep, böyle bir şeyi daha önce hiç görmemişti. Elmasın bütün etrafı minik pırlantalardan oluşan bir zırhla kaplıydı. Üzerine ışık vuran elmas Kerem’in elinde parıldadı. Zeynep dehşetle “Kerem, ben bunu takamam!” diye inledi. 

Kerem gülümseyerek “ Yıllar önce yeni para kazanmaya başladığım zamanlardı. Las Vegas’ta çok zengin bir yaşlı kurtla poker oynuyordum. Adam nesi var nesi yoksa kaybetmişti. Sonunda masaya ‘elimdeki en değerli şey’ diyerek Güney Amerika’daki bir elmas madenini sürdü. Onu da kaybetti. Koskoca madeni hiç çabalamadan elde ettiğim için kendimle gurur duyuyordum. Sonradan anlaşıldı ki madenin neredeyse hiçbir değeri yok. Bu elması da oradaki bir yaşlı işçi “Buradan görüp göreceğin budur, evlat!” diyerek vermişti bana. Yıllar boyunca ona bakıp asıl değerli olanın, o koca maden değil içindeki bu bir parçacık taş olduğunu düşündüm ve şimdi de benim için asıl değerli olan ‘Bu hayat değil, onun içindeki sensin!” diyebilmek için sana vermek istedim.”

Zeynep’in dolan gözlerini görüp onun konuşmasına fırsat vermeden kolyeyi boynuna taktı. Zeynep, boynundaki nefis taşı avcunun içine alıp okşarken kendi bomboş hayatından Kerem’e verebilecek bir tek değerli şey olmadığını düşünüyordu. O sırada Kerem’in sol elini tutup yüzük parmağına bir alyans geçirdiğini de fark etti. Bu kolyenin görkemine taban tabana zıt, sıradan dümdüz kalın bir halkaydı ve aynısı Kerem’in parmağında da ışıldıyordu. Kerem’in avcunu tutup dudaklarına bastırdı ve dolan gözlerinden yaşların akmaması için gözlerini kapadı.

İçinde hiç beklenmedik bir huzur vardı. Sükûnet ve rahatlama… Sanki yıllarca huzura ermek için bu anı beklemişti. Bazı insanların ölümü böyle tanımladıklarını hatırlayıp gülümsedi. Bu, bir anlamda ölümüydü onun. Bütün kavgaları, mücadeleleri, öfkesi ve hırslarıyla Zeynep Yılmaz’ın öldüğü andı, onun için.

Kerem “Hadi gidelim artık, mi mujer!” diyerek elini tuttu. Kapıdan çıktıklarında İrem, koşarak yanlarına geldi ve “Şimdi geldi. Al, bunu eline!” diyerek Zeynep’e mimozalardan yapılma bir gelin buketi uzattı. Çiçeklerin buruk kokusu genzine dolarken gülen gözlerle Kerem’e baktı ve “Teşekkür ederim!” diye fısıldadı bir kez daha. Kerem, gülümseyerek onun elini sıktı sadece.

Nikâh için, büyük salonlardan birini hazırlatmıştı Muhif. Pencerenin hemen önüne kurulan nikâh masası dışında salon boşaltılmış ve konuklar küçük kümeler hâlinde onların içeri girişlerini alkışlayarak beklemekteydiler. Zeliha, Derya, Melike ve merkezden birkaç arkadaşlarıyla duran Çağatay ve Esra dışındakileri neredeyse tanımıyordu Zeynep. İçlerinde gazetelerden tanıdığı birkaç politikacı ve nereden bildiğini çıkaramadığı birkaç kişi dışında tamamen yabancıydı insanlar ona. Masaya doğru yürürken Doktor Cihat Bey’le konuşan Erol Başkomiser’i görüp gülümsedi Zeynep. Erol Başkomiser’in ona gurur dolu ve gülen gözlerle baktığını fark etmişti.

Nikâh masasına yakın bir yerde Efsun’u yanında bir adamla gördü. Kocası Oktay olmalıydı, adam. Yine de onu görünce şaşırdı Zeynep, Kerem’le aynı yaşlarda olduğunu bilmese adamın yaşını olduğundan en az 10 yaş büyük söylerdi. Saçları tamamen dökülmüş, kısa boylu, kilolu ve gözlüklü bir adamdı Oktay! Efsun’un rüya gibi güzelliğiyle hiç örtüşmeyen bu adamın, ilginç bir sempatikliği ve içtenliği vardı. Gülen yüzüyle onları selamladı. Kerem’in de ona gülümsediğini fark etmişti, Zeynep. 

Masaya oturduklarında alışık olmadığı kravatı çekiştirip duran Çağatay ve İrem’in yardımlarıyla uzun elbisesinin içinde çok güzel görünen Esra’yı, sevgilisinin kolunda ona gülümseyerek bakan İrem’i ve tüm sevdiklerini gülümseyerek izledi, Zeynep. 

Az sonra salonda bir hareketlenme olunca Zeynep, başını çevirip nikâhı kıymak için gelen belediye başkanına hayretle baktı. Sonra “Eh, Kerem Sayer’in nikâhı da ‘belediye başkanının bana verdiği yetkiye dayanarak’ diye kıyılamaz elbet!” diye içinde bulunduğu durumla alay etti, içinden. Adam onlarla tokalaşıp masada yerini aldıktan sonra nikâh şahidi olarak Erol Başkomiser’le birlikte adı anons edilen Sadık Çelik ismini duyunca şaşkınlıkla etrafa bakındı. Kerem’in hayatındaki bu hiç bilmediği adamın kim olduğunu merakla bekliyordu ki siyah takım elbisesi içinde koruma müdürüne benzeyen Muhif’in masaya doğru yürüdüğünü fark edince hayretle ağzı açık kaldı. Kerem, şaşkınlığını fark etmiş gibi elini sıkarken gülümsüyordu. 

Ondan sonra olanları, belediye başkanının söylediklerini, kendisinin ve Kerem’in cevaplarını bir sis bulutunun gerisinden izler gibiydi. Belediye başkanının “Sizi karı koca ilan ediyorum!” dediğini duyunca içinden “Herkese de ilan ettik, bu iş de bitti!” diye düşünebildi sadece. Nikâhla ilgili sonradan net hatırlayabildiği tek şey Kerem’in onun alnına kondurduğu öpücüğün sıcaklığı ve “Seni seviyorum!” deyişiydi. Ardından davetlilerin alkış ve tebriklerini kabul ettiğini, Kerem’in elini hiç bırakmadan onu bir yerlere çekiştirip durduğunu ve tanımadığı bir sürü insanla konuştuğunu hatırlıyordu.

Kerem, şimdi de onu terasa doğru götürüyordu. “Ne bu şimdi? Bir de havai fişek filan atılacak deme bana!” “Sevmem ben, havai fişekleri. Parlar ve bir anda yok olurlar. İnsanların yepyeni bir hayata niye bu kadar geçici bir şeyle başladıklarını hiç anlamadım.”  Bir kahkaha attı Zeynep. Kerem, söz konusu olunca hiçbir şey alışıldık değildi işte. Ancak, terasa çıktıklarında yüzü asıldı. Derya, elinde bir mikrofon ve arkasında bir kameramanla dikiliyordu.  

“Öfff! Bu da nereden çıktı şimdi?” diye söylendi. “Bu son, söz veriyorum mi mujer, bunu da atlatalım, bitecek bu işkence!” 

Zeynep, suratını astıysa da Derya’nın uyarısıyla homurdanarak ciddi bir ifadeye bürünmeyi başardı. Derya’nın Kerem’e sorular sorduğunu ve onun düğünleriyle ilgili bir resmî açıklama yaptığını duyuyordu ama konuşulanları dinlemiyordu bile. Kerem’in basından ne kadar nefret ettiğini bildiği için bu açıklamaların anlayamadığı bir yerlere gönderilen mesaj olduğunun farkındaydı ama tek istediği bütün bunların bir an önce bitmesi ve Kerem’le baş başa kalabilmekti. Derya’nın “Siz bir şey söylemek ister misiniz, Zeynep Hanım?” dediğini duydu. “Ebene selam söylemek istiyorum Derya!” diye geçirdi içinden ama zoraki bir gülümsemeyle “Bugün bizleri yalnız bırakmadığınız için teşekkür ediyoruz!” demeyi başardı. İçinden de böyle aptal bir cümleyi kurabildiği için kendini kutluyordu. Zeynep Sayer’in politik olma konusunda Kerem Sayer’den ders alması gerekecekti galiba!

                                       XXX

Derya’ya yaptıkları açıklamadan sonra Kerem, sözünü tutmuş ve evdeki kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Pasta kesme, dans etme gibi klasik düğün şapşallıklarından onu koruduğu için bir kez daha Kerem’e minnettar olmuştu, Zeynep. 

Yakın dostları dışında kimse kalmayınca Muhif’in getirdiği şampanyayı Oktay, büyük bir keyifle patlatmış ve hep birlikte kadeh kaldırmışlardı. Hâlâ bu kadar ünlü insanla aynı salonda olmanın şaşkınlığıyla etrafına boş boş bakan Esra’yı adeta sürükleyerek yanlarına geldi Çağatay. Mutluluk dileklerini bir kez daha iletip onlar da evden ayrılanlara katıldı. En sona Efsun ve Oktay kalmıştı. Oktay, Zeynep’e gülerek “Doğru dürüst tanışamadık gelin hanım, artık balayı dönüşü size bir yemek ısmarlarım, biraz sohbet ederiz.” dedi. 

Zeynep, balayı için nereye gideceklerini ve ne kadar kalacaklarını bilmiyordu ama anlaşılan Efsun ve Oktay bir süre daha Türkiye’de kalacaklardı. Bir şekilde Esra’yı durumdan haberdar etmeli ve onlarla da ilgilenmelerini sağlamalıydı. Kendisi burada olmasa da Kerem Sayer’in Hakan’ın karıştırdığı işleri anlamak için azami çaba sarf edeceğini biliyordu. Kerem’e sarıldıktan sonra aynı içtenlikle kendisine de sarılan Efsun’u öpüp onları da yolcu ettikten sonra, uzun süredir tuttuğu nefesi bıraktı Zeynep!

Kapının eşiğinde ayağında akşamdan beri ona Çin işkencesi yapan topuklu ayakkabıları bir hamleyle fırlatıp attı ayaklarından. “Ohhhh be! Dünya varmış. Bir de kahve içersem dünyaya döndüğümü anlayacağım!” diye inledi. Kerem, iki adım arkalarında duran Muhif’e dönüp “Sadık, duydun!” deyince. Zeynep yüzünde alaycı bir ifadeyle ona döndü “Demek…”

“Sakın! Sakın, deneme bile! Eğer ‘bahçe cücesi’ demekten vazgeçeceksen Muhif diyeceksin! O kadar!”

“Tamamdır bahçe cücesi, dellenme hemen!”

“ Dellendirme sen de… “diye söylenerek mutfağa ilerledi. Kerem ve Zeynep’in kahkahalarını duyunca kendi kendine “Valla hanımdı, beydi dinlemem; alırım ikinizi de ayağımın altına!” diye homurdanıyordu.

Kerem, Zeynep’in elini tutup asansöre doğru yürüyünce Zeynep “E, hani kahve içecektik ama…” diye sızlandı. “ Kahveleri kütüphanede içeriz, bir şey göstereceğim sana!” dedi, Kerem. 

Zeynep, kütüphaneye çok az girmişti. Hele Hakan’ın kitap açacağını oradan çaldığını öğrendikten sonra orada zaman geçirmekten rahatsız olmuş ve uzak durmuştu, hep. Şimdi şöminede çıtır çıtır yanan odunlarla, odadaki belli belirsiz kitap kokusuyla ve yumuşak aydınlatmasıyla rahatsız olmak bir yana rahatladığını hissetti. Kütüphane koruya bakıyordu, ancak gecenin karanlığında tek fark edilen camlara vuran şömine ateşiydi. Şöminenin karşısındaki deri kanepeye oturdu Zeynep, Kerem masanın üzerinde duran laptopu alıp yanına geldi. Bilgisayarı açıp göstermek istediğini ararken Muhif de kahvelerle içeri girmişti. Sessizce kahveleri bırakıp çıktı. Kerem, aradığını bulup programı çalıştırınca geriye yaslanıp bir sigara yaktı. Her zamanki gibi ilk yaktığını Zeynep’e uzatıp sonra kendisininkinden bir nefes çekti o sırada ekranda bir simülasyon başladı.  

Çok şık ve modern görünen bir kampüstü bu. Zeynep, ne olduğunu anlamamıştı. Boş boş ekrana bakıyordu. Bir okul veya yurt kompleksinin simülasyonu olduğu belliydi, anlamadığı ise Kerem’in bunu niye kendisine izlettiğiydi. Sonunda dayanamayıp sordu: “Kerem, ne bu?” Daha Kerem soruyu cevaplamadan ekrandaki görüntü binalardan birinin üzerindeki tabelaya doğru yaklaştı ve tabeladaki yazı sorunun cevabını verdi: DARÜŞŞAFAKA VAKFI ZEYNEP SAYER KIZ YETİŞTİRME YURDU

Zeynep, inanamayan gözlerle baktı Kerem’e. “Sen… Sen ne yaptın?”

“Düğün hediyen, mi mujer!”

“Kerem inanamıyorum. Bu, bu… benim hayal edebileceğim…”

“Bundan sonra benim işim, senin hayallerini gerçekleştirmek hayatım! Dün onayını aldım. İnşaatına derhal başlanıyor.”

Zeynep, dolan gözlerle yanındaki adama baktı. “Benim işim senin hayallerini gerçekleştirmek” diyen adama, kocasına, yol arkadaşına… O an, hayatının en doğru kararını verdiğini bir kez daha anladı.

Bir an onun gözlerinin içine baktı, söyleyemediklerini gözleriyle anlatmak istercesine ve Kerem’in dudaklarına uzandı. Kerem, hiçbir şey söylemeden kavradı belinden. Dudakları birleştiğinde artık düşünce yerini sadece ikisini kaplayan bir duyguya bırakmıştı.

Uzun zaman sonra ayrıldıklarında Zeynep titreyen bir sesle “Benim sana verebileceğim bir şey yok!” diyebildi sadece. Kerem alaycı bir gülümseyişle “Emin misin?” diye sordu, gülerek. 

Zeynep, bugün ona hayatının en güzel armağanını “evet” diyerek vermişti, bile. Kerem, çocukluğundan beri düşlediği tek şeye onu koşulsuz sevebilecek tek insana sahip olduğunu belgeleyen o “evet” le ömrü boyunca alabileceği en güzel hediyeyi almıştı.

Zeynep, onun imalı sorusuyla kast ettiğini anlayarak “Seni seviyorum!” diye fısıldadı. Bilinci yerindeyken, damarına basılmamışken ilk kez kendiliğinden dudaklarından dökülüverdi o cümle. 

“Ben de seni seviyorum, mi mujer! Bunu söyleyebildiğim her an yaşadıklarımıza bir kez daha şükrediyorum.”

Zeynep, ellerini Kerem’in beline dolayıp onu kendine çekti ve yeniden uzandı dudaklarına. Onun öpüşüne anında karşılık verse de içindeki kaygı yakasını bir türlü bırakmıyordu Kerem’in. Melike’nin “Onu zorlama!” uyarısı kulaklarında çınlıyordu. Zeynep, onun kaygısını anlamışçasına başını kendine doğru biraz daha çekip öpücüklerini çenesinden boynuna doğru indirmeye başladı. Kerem, daha fazla dayanamayarak onu kucağına alıp halının üzerine uzattı. Zeynep, Kerem’in gömleğinin düğmelerini açmaya çalışırken bir yandan da minik öpücüklerle onu baştan çıkarmayı sürdürüyordu. Kerem, başını hafifçe kaldırıp onun gözlerinin içine baktı. Onun tereddüdünün nedenini bilen Zeynep yavaşça “Kerem, ne olur!” diye sızlandı. O ses tonu ve kendisine dikili gözlerin yalvarışı bütün kuşkuları silip götürmüştü. Kerem, Zeynep’in elbisesinin altına kayan ellerini elbiseyi sıyırarak yukarı doğru çıkarmaya başladı.

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

10K 1K 6
TAMAMLANMIŞ HİKAYE Sevgililer Günü Yarışması 2018 için yazılmıştır.. Toplamda 2666 kelimedir.. Yerde aradığını gökte bulmak deyimi, suda aradığını...
91.8K 7.9K 51
Çok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ort...
554K 63K 40
çapkın bir omega olan kim taehyung, kızgınlıklarını geçirmek için gözüne alfa jeon jungkook'u kestirir
65.6K 22.5K 40
-Tamamlandı- Zamana bırakılmış bir aşkın iki tarafıydı onlar.. *** İpek, geçmişinde bitirdiği ilişkisi ve babası tarafından terkedilmişliği yüzünden...