ARAFTA İKİ KİŞİ

By kasinan

2.6M 96.7K 12.9K

More

ARAFTA İKİ KİŞİ
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
DUYURU
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10 BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
DUYURU
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
AÇIKLAMA
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
AÇIKLAMA
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. Bölüm
66.BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
DUYURU
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
ÖNEMLİ AÇIKLAMA
74. BÖLÜM
VEDA

23. BÖLÜM

36.6K 1.3K 222
By kasinan

Bu bölüm çok uzun zamandır beklettiğim GüneşRüya'ya gidiyor. Keyifli okumalar

Zeynep, sabah yüzüne vuran gün ışığıyla gözünü açtığında Kerem’in hâlâ uyuduğunu gördü. Bir kolu kendi beline doğru atılmış, Zeynep’e dönmüş ve yüzünde uyanıkken çok az görülen bir huzur ifadesiyle uyuyordu. Zeynep, bir süre onu izledi. Dün gece yaşananlar geldi aklına. Tuhaf bir biçimde bütün olup bitenlerden sonra sakin bir uykuya dalmıştı. Şimdi de Kerem’in yanında uyanmak onu düşündüğü gibi rahatsız etmemişti.

Alışıyordu onunla olmaya. İnsanların “birliktelik” dedikleri şey bu olsa gerekti. Bir adamdan kaçmamayı öğrenmek ve onun yanında kendi olabilmek… Bu duygu; onun hiç bilmediği, hiç yaşamayacağına inandığı garip bir histi. Kerem’i hâlâ “kendine ait” göremiyordu ama o hiçbir şeyi kendine ait görmemişti ki bugüne dek. Hiçbir şeye alışmamış, benimsememiş ve bağlanmamıştı. Dostlarına hatta İrem’e bile hep bir mesafe koymuştu. Herkes bilirdi onun kişisel alanına girmemeleri gerektiğini. İlk kez Kerem, bunu umursamamış ve sınırlarını bazen zorlayarak bazen de onun adım atmasını sağlayarak aşmayı bilmişti.

Kabul ediyordu. Kerem’le olmayı seviyordu. Bu sadece cinsellik de değildi. Onunla konuşmaktan, birlikte vakit geçirmekten hoşlanıyordu. İşte tam da bu nedenle “Yanımda mısın?” dediğinde “Evet!” deyip o güne kadar yaptığı her şeyi, hatta kariyerini tehlikeye atıp onun yanında durmuştu. Başka zaman olsa, ya da bir başkası yaşasa “delilik” diyeceği bu durum kendi başına geldiğinde ona hiç delilik gibi gelmemişti.

İlk kez bir erkek onu sevdiğini söylediğinde de buna samimi olarak inanmıştı. Kerem’in onu sevdiğini biliyordu. Nedenini bilemese de. Bundan şüphesi yoktu ve bu garip bir şekilde kendini iyi hissettiriyordu, güvende olduğunu düşündürüyordu. Bir yanı da Kerem bunu her söylediğinde mahcup oluyordu. Ona karşılık veremediği için, onu sevdiğini söyleyemediği için utanıyordu ama bu onun hiç bilmediği bir şeydi.

Tamam, arkadaşları vardı sevdiği; hatta Esra’yı, Çağatay’ı ve hele Erol Başkomiser’i de seviyordu ama Kerem’e hissettikleri öyle bir şey değildi. Onu da diğerleri gibi canı pahasına korurdu, ona zarar gelmesine izin vermezdi ama farklıydı işte! Adını koyamadığı ve üstünde düşünmekten korktuğu bir şeydi bu!

Elini, Kerem’in yanağına uzattı. Yeni çıkmaya başlayan sakalları parmaklarına değdi. Bu yakınlık onu şaşırtsa da hoşuna gitti, yüzünü okşadı hafifçe. Sonra dayanamayıp yanağına bir öpücük kondurdu. Kerem’in kıpırdadığını fark edince ürküp uzaklaştı ondan. Hafifçe dönerek yataktan kalktı. Duşunu almak üzere banyoya geçti.

Onun kalkmasından sonra açtı gözlerini Kerem. Bir süredir uyanıktı aslında ama Zeynep’i ürkütmemek için uyuyor numarası yapmıştı. Onun kendisini izlediğini ve düşündüğünü biliyordu. İçindeki karmaşadan korktuğunu ve duygularını tanımlayamadığının farkındaydı. O, Zeynep’e âşık olduğu günden beri rahatlamış ve bu duyguyla savaşmadan onu tadını çıkararak yaşamaya başlamıştı. Zeynep’in başlarda kendi yaşadığı karışıklığı hissettiğini biliyordu. Bu noktada zorlayıcı olmak, onun iyice kendisinden kaçmasına neden olacaktı.

Dün çok büyük bir adım atmış ve onunla birlikte olduğunu reddetmemişti. Şimdilik bununla yetinmeli ve beklemeliydi. Zeynep’in attığı ya da atacağı her adıma on adımla karşılık verip beklemeliydi.

Ona âşık olduğunu fark ettiğinde kendisi de ölesiye korkmuştu. Kendi dışında bir başkasına güvenmek, ona dayanıp ondan güç almak dünyanın en zor şeyiydi kendisi için. Sonra onu farkında bile olmadan yıllardır beklediğini fark etmişti. Çocukluğundan beri… 

Herkesinki gibi olmayan bir anneyle yaşadığı, her şeye rağmen annesinden bir parça sevgi görmek için uğraştığı günlerden beri kendini tamamlayacak bir kadını özlemişti o. Onu, her şeyden çok sevecek kadını… 

Okuldaki o gün geldi aklına. Sabah, yatağında gözünü açtığında pencereden gördüğü o ağacın çiçekleri gibi bir kadın… Bir gün o çiçekleri verebileceği ve orkideler, güller yerine onları çok sevecek kadını… Yüreğinin derinliklerini açacağı ve o derinliklerdeki insanı görebilecek kadını… 

Hep özlediği kadın, Zeynep kimliğinde karşısına çıkınca önce deli gibi korkmuş sonra bu şansı yakalayıp sonuna kadar yanında tutmaya karar vermişti. Hayatta ilk kez kendisine bağlı olmayan bir durumla karşı karşıyaydı. Zeynep’e âşık olmuştu ama onun kendisini sevmesini sağlamak elinde değildi. Kerem Sayer gücü burada sökmüyordu işte. Sadece şansının yüzüne gülmesini ve ondan yana olmasını diliyordu.

Zeynep, duştan çıktığında onun uyandığını görünce yüzünde tuhaf, mahcup bir ifade belirdi. “Günaydın!” dedi yavaşça. Kerem gülümsedi. “O günaydını burada bir öpücük olarak alabilir miyim?” Zeynep, yatağın yanına oturup Kerem’in dudaklarına eğildi. Kerem, onu belinden kavrayıp kendine çekmişti bile. Uzun bir öpüşmenin ardından Zeynep yatakta doğrulup “Ben biraz spor salonuna inebilir miyim?” diye sordu, izin istercesine.

“Zeynep, sen de burada yaşıyorsun. Burası senin! Bunun için izin almana gerek yok! Sen aşağı in, ben de duşumu yapıp gelirim yanına. Sonra kahvaltı ederiz.”

“Kahvaltıya vaktim yok. Kaslarımı çalıştırırken biraz düşüneceğim şu son olayı. Hemen çalışmaya başlamak istiyorum.”

“Sen git, aşağı ben de geleceğim!” deyip konuyu uzatmadı Kerem.

                                XXX

Zeynep, aşağı indiğinde gece incelemeye fırsat bulamadığı spor aletlerine baktı bir süre. Büyük çaplı bir spor salonunda yer alan her alet fazlasıyla burada da vardı. Hatta hiç görmediği birkaç tane bile karşısında dikiliyordu. Isınma hareketleriyle başlayıp koşu bandına geçti. Bir taraftan da Melisa’nın ölümünü düşünüyordu. Bu işin Gizem’le alakalı olduğu açıktı. Cem’in de söylediği gibi Melisa, onlara söylemediği bir şeyler biliyor olmalıydı.

Bir yandan da bugün cumartesi olduğu için Esra ve Çağatay’la nasıl konuşacağını düşünüyordu. Merkezde olsalar bile görmesi gereken şeylere nasıl ulaşacaktı ki? Hem Zeliha, otopsiyi bitirmemiş de olabilirdi. İstanbul’da olamadığı ve işin başında bulunamadığı için kendine küfredip duruyordu.

Olay yerini görmesi gerekirdi, otopside bulunmak isterdi ve soruşturmayı yönetmeliydi. Onun yerine buraya tıkılıp kalmıştı işte! Bunun acısını Erol Başkomiser’den fena çıkaracaktı. 

Kerem geldiğinde Zeynep, omuz kaslarını çalıştıran ağırlıklarla çalışıyordu. Kerem, elindeki bir bardak portakal suyunu ona uzatınca durup bardağa uzandı. Bir yandan da “Bunun yerine bir kahve getirir insan. Kafamı çalıştırmam lazım.” diye söyleniyordu.

“Kahve kahvaltıda, mi mujer! Şimdi kendini yormaya devam et ama kahvaltıdan önce çalışmaya başlayamayacaksın!”

“Sen öyle san!”

“Hımmm, peki odadaki sistemi açıp kendi başına kullanabileceksen dediğin gibi olsun!”

“Bana bak, sen bana o sistemi çalıştırıp nasıl kullanacağımı öğreteceksin ve sonra beni yalnız bırakacaksın. Bir cinayet soruşturmasını senin gözünün önünde sürdürecek değilim!”

“Öyle olsun, mi mujer ama ben kahvaltıdan önce parmağımı kıpırdatmam bilgin olsun!”

Sonra kendisi de ısınma hareketlerine başladı. Yaklaşık bir saat sessizce çalıştılar. Zeynep; yapacaklarını kafasından listeliyor, öncelikler belirliyor ve olayın Gizem’le bağlantısını kurmaya çabalıyordu.

Sonunda kenarda duran havluya uzanıp terden sırılsıklam olan yüzünü kuruladı ve Kerem’e “Ben duşa giriyorum! “dedi. Spor salonunun yanındaki duşa girip suyu yine en soğuğa ayarladı. Kaslarının yanmasından kendini fazla zorladığını anlasa da umursamadı. 

Az sonra kapının açıldığını ve Kerem’in yanına geldiğini fark etti. Adamın gözlerindeki arzu, yüreğinin hızını değiştirmesine yetmişti. Uzanıp onu kendisine doğru çekti. Kerem, dudaklarına uzandığında Zeynep de vücudunu çoktan onunkine yapıştırmıştı bile. Şimdi sırtı fayansların serinliğine değiyor ama vücudunda gezinen ellerin yaktığı ateş ne soğuk suyu ne de buz gibi fayansları hissetmesine yetiyordu.

Kerem, onu kucaklayıp bacaklarını beline dolamış, eliyle kalçalarını yükseltip tek bir hamleyle içine girmişti. Dudakları boynunda geziniyordu. Zeynep, onun sertliğini hissediyor ve kendini onun etrafında kasıp bırakarak Kerem’in inlemesine neden oluyordu. Kerem, hareketlendiğinde Zeynep onun ritmiyle yükselip alçalmaya başladı. Giderek artan bir tempoyla ve giderek daha sertleşen hareketlerle içine girip çıkıyordu Kerem. Zeynep, patlamaya çok yakın olduğunu hissedip zevki uzatmak için, içine girdiği anda kaslarını iyice sıktı. Bu son hamle de Kerem’den yoğun bir inlemeyle ödüllendirildi. 

Kerem, eliyle onun başını kaldırıp gözlerinin içine bakarken temposunu hızlandırdı. “Gözlerimin içine bak!” dedikten sonra bir hamle daha yaptı. Zeynep, artık kendini tutmakta zorluk çekiyor ve kıvranıyordu. “Şimdi!” diye fısıldadı Kerem. Hemen ardından onunla aynı anda kendini serbest bıraktı Zeynep. İkisi aynı anda şiddetli bir zevk dalgasıyla sarsıldılar. Kerem’in boşalırken onun adını haykırdığını duydu, Zeynep. Beline doladığı bacakları gevşetip başını refleks olarak onun göğsüne yasladı. Kerem’in ensesine bir öpücük kondurduğunu ve ayakta durabilmek için duvara tutunmak zorunda kaldığını fark etti. Gülümsedi. Onun gülümsemesine karşılık bu kez dudaklarına konan ateşli bir öpücük oldu.

Kerem’den önce birlikte olduğu erkeklerin hiçbiriyle yaşamadığı bir duyguyu yaşıyordu onunla. Seviştikten sonra ondan uzaklaşmak değil, aksine ona sığınıp soluklanma duygusuydu bu. İlk kez seksin sadece fiziksel bir eylem olmadığını fark ediyordu. İlk kez aynı adamla her seferinde ilk defaymış gibi sevişilebildiğini anlıyordu. 

Kerem’in ona bir şeyler söylediğini fark etti. “Ne oldu?” diye sordu.

“Bu buz gibi suda nasıl soluk alıyorsun sen?”

“Az önce seni etkilememişti suyun soğukluğu1”

“O, ateşinin şiddetindendi mi mujer!”

Zeynep, gülümseyerek “Yetiştirme yurtlarında canın her istediğinde sıcak su bulunmaz!” deyiverdi, farkına varmadan. Cümle ağzından çıktığı anda söylediği şeyi algılayıp ağzını eliyle kapamamak için zor tuttu kendini. Kerem, onun ne söylediğini fark etmemiş gibiydi.

“Hımmm, soğuk su alışkanlığı o zamandan kalma, diyorsun!” dedi sadece.

Sorgulamamış, şaşırmamış; onun cümlesine sıradan, basit bir yorum yapmıştı sadece. Zeynep, şaşkınlıkla “evet” anlamında başını salladı.

“Hadi, bir an önce çıkalım şurdan! Kahvaltı hazırlanmıştır, çoktan!” dedi.

Duştan çıkıp giyinirlerken Kerem, o an ağzını açıp bir şey sormadığı ya da Zeynep’in cümlesiyle ilgili yorumlar yapmadığı için Tanrı’ya şükrediyordu. Zeynep tasarlamadan öylesine söyleyivermişti yetiştirme yurdunu. Bunun üstüne tek cümle etmiş olsa ona hayat boyu hiçbir şey anlatmayacağını ve kendisinden ışık hızıyla kaçacağını çok iyi biliyordu. Bu cümlenin ağzından kaçmış olmasının şokunu bile hâlâ yaşıyordu.

Kahvaltıya oturduklarında Kerem ona rahat çalışmak için neye ihtiyacı olduğunu sormuş. Zeynep de istediklerini ona anlatmaya başlamıştı. Aralarındaki diyalog şaşılacak şekilde hasar almadan normal seyrinde devam etmekteydi. 

Kahvaltı bittikten sonra birer sigara eşliğinde kahvelerini yudumlarlarken Zeynep,

“Bana odadaki aletlerin nasıl çalıştığını göster ve sonra beni yalnız bırak! Senin bu işe bulaşmanı istemiyorum, Kerem!” dedi, yeniden.

“Ben yanında olursam çok daha hızlı çalışırsın, mi mujer!”

“Hayır! Sen bir sivilsin ve bu bir polis işi! Sınırları iyi belirlemek zorundayız. İşimin hiçbir noktasına burnunu sokmayacaksın, anladın mı?”

“Anladım. Sen bilirsin. Hadi kahveni al, gel de sana göstereyim!”

                        XXX

Kerem, çalışma odasındaki bilgisayarı ve monitörleri açarken Zeynep de Çağatay’ı Kerem’in gösterdiği bir telefonla arayıp nerede olduklarını sormuştu. Çağatay da Esra da, Erol Başkomiser onlara sabah merkeze gelmelerini emrettiği için orada bekliyorlardı. Kerem, önce Zeynep’in onlarla rahat görüşebilmesi için video konferans sistemini çalıştırdı. Diğerlerini ayarlarken Zeynep çoktan görüşmeye başlamıştı bile. Kerem’in oradaki varlığını unutmuş görünüyordu. Kerem, kasten ağırdan alıyordu. Zeynep, fark ettiği anda onu odadan atacaktı ama o zamana kadar olup biteni öğrenmeye çalışıyordu. Esra ekranda Zeynep’i görünce

“Komiserim, sizi çok merak ettik ama Erol Başkomiser, İstanbul dışında olmanız gerektiğinden söz etti. Buradaki gelişmeleri biliyorsunuzdur tabi. Sizin Kerem Sayer’le ilişkiniz gündeme bomba gibi düştü. Benim anlamadığım…”

“Esra, kes! Neler olup bitiyor, anlatın çabuk. Nedir bu Melisa cinayeti? Otopsi bitti mi? Elimizde ne var?”

Zeynep’in sert uyarısıyla Esra biraz bozulmuş da olsa Çağatay’ın sözü devralmasıyla olay yeniden cinayete döndü.

“Komiserim, kız çarşamba gecesi evinde öldürülmüş. Zeliha Hanım, ölüm saati için 23.30- 24.00 aralığını verdi.”

“Bıçak mı kullanılmış yine?”

“Evet, aynı bıçak olduğunu tahmin ediyoruz! Bu kez Gizem’deki kadar çok bıçak yarası yok. Sanki bir an önce öldürüp kurtulmak istemiş. Akciğere isabet eden bir yara var, bir de karın boşluğunda. İlk önce karnından bıçaklayıp sonra öldürücü darbeyi indirdiğini düşünüyoruz.”

“Aynı bıçak olduğundan emin miyiz?”

“% 90 dedi Zeliha Hanım. Bu defa bıçak daha doğrusu mektup açacağı cesedin yanında bırakılmış ama üzerinde parmak izi yok. İyice temizlenmiş. Yalnız amirim…”

“ Ne var Çağatay?”

“ Mektup açacağı çok ender bir parça sanırım antika. Henüz soruşturma fırsatımız olmadı, pazartesiyi bekliyoruz ama Zeliha Hanım da gördüğünde antika olabileceğini söyledi, bilirsiniz anlar bu işlerden”

“ Siz de mi şu anda yoksa Zeliha’da mı?”

“Zeliha Hanım’da, henüz testleri bitirmediğinden veremedi ama isterseniz fotoğrafı var.”

“Gönder!”

O sırada, fotoğrafı nasıl alacağını sormak üzere Kerem’e bakındı. Kerem o güne dek hiç görmediği türde bir aleti, açmıştı. Bu bir tür yazıcıydı.

“ Mailine mi yolluyor dedi?”

Zeynep, başıyla evetleyince “Gel, buraya!” deyip onu yanına çağırdı. Aletin üzerindeki minik ekrana Zeynep, mailini yazdı, Kerem bir iki ayar yaptıktan sonra alet hızla çalışmaya başladı. Maildeki dokümanları direk basan çok gelişmiş bir sistemi vardı aygıtın. “Bu ne ya?” diye sordu Zeynep, hayretle. “Yazıcı diyebiliriz. Daha çıkmadı piyasaya!”

Kerem’in cümlesi bittiğinde gerçeğinden ayırt edilemeyecek kalitede bir fotoğraf Zeynep’in elindeydi bile. 

Zeynep, çıkan fotoğraftaki mektup açacağına dikkatle baktı. Zeliha da çocuklar da haklı olabilirdi. Antika işlerinden hiç anlamazdı ama bu, oldukça değerli bir şeye benziyordu. Gümüş olduğunu tahmin ettiği bir gövde ve yine gümüşten bir kabza vardı. Kabzanın üzerinde ince oymalarla süslenmiş bir yatakta zümrüt olduğunu tahmin ettiği bir taş görülüyordu. İnsan bunu eline almaya çekinirdi, oysa adam bununla iki cinayet işlemişti. 

O sırada Kerem, Zeynep’in omuz başına gelmişti. Zeynep, onun yaklaştığını fark edince fotoğrafı gizlemek için çaba gösterdi ama Kerem’in kaşları çatıktı ve buz gibi bir ses tonuyla 

“Şuna, bakabilir miyim?” diye sordu. Zeynep,

“Olmaz, o bir cinayet aleti ve senin burada bile olmaman gerek.” diye itiraz edince Kerem, yine aynı ifadeyle

“Zeynep, izin ver!” diyerek fotoğrafı eline aldı. Baktığı andan çehresinin değiştiğini ve bakışlarının sesine uyarcasına buz gibi olduğunu fark etti, Zeynep.

“Bu, benim!” dedi Kerem.

“Nasıl?”

“Bu mektup açacağı diyorum, bana ait?”

“Kerem, bu nasıl olur?”

“Nasıl olduğunu bilemem ama ya benimki ya da çok iyi bir kopya!”

“Zeliha, antika olabileceğini söylemiş.”

“Doğrudur! 17. yy yapımı, bir Fransız Kont’una aitmiş. Ben bunu 3 yıl önce Paris’te bir açık artırmadan almıştım!”

“Seninki olduğuna emin misin?”

“Şimdi öğreniriz!”

Telefonu eline alıp Muhif’i aradı. Ona kütüphanedeki çalışma masasında duran mektup açacağına bakmasını istedi. Biraz beklediler. Az sonra Muhif açacağın yerinde olmadığını bildirdi. Kerem’in ifadesiz yüzüne karşılık Zeynep şoke olmuştu ve öğrendiğini anlamlandırmaya çalışıyordu.

“Çarşamba akşamı ben bütün gece seninle olduğuma göre…”

“Kızı öldüren ben değilim!”

“Biliyorum, bu çok açık. O gece ben yanındaydım. Katil bunu hesaba katmamış! Birlikte olduğumuzu bilmiyordu o gece. Bu işi senin üstüne yıkmaya kesin kararlıymış.”

“Daha mühimi… Katil her kimse benim evime girmiş!”

“Bu açacak ne zamandır kayıp?”

“Ben ne bileyim, Zeynep! Şimdi öğrendim ben de kayıp olduğunu!”

“İnsan evindeki bir antikanın kaybolduğunu nasıl fark etmez ya?”

“Kütüphanemdeki çalışma masasında durur. Ben o masayı kırk yılda bir kullanırım. Farkına bile varmadım.”

“Senin evine elini kolunu sallayarak giren kaç kişi var ki?”

“Çok az! Sen ve Muhif dışında evin her yerinde rahatça dolaşabilecek kimse yok gibi bir şey. Bazen asistanım gelir, bir iki evrak imzalatır ama kütüphaneme girmez hiç!”

“Evde güvenlik sistemi var değil mi?”

“Elbette var! Ama evin içini izleyen kamera yok!”

“Ne demek yok, ya?”

“Zeynep, orası benim evim! Evimin içinde kim nereye dalıp çıkıyor onu gözleyecek kadar delirmedim daha! Zaten birinin izinsiz içeri girmesi hiçbir koşulda mümkün de değil, o yüzden de ev içinde kamera yok!”

“Biri girmiş işte!”

“İzinsiz girmiş olamaz! Eve girip çıkanlardan biri bu!”

“Kim peki?”

“Bilmiyorum ama bulacağım!”

“Hayır, ben bulacağım! Bu senin işin değil!”

“Zeynep! Bu doğrudan benimle ilgili görmüyor musun? İki tane genç kadın benim yüzümden öldü!”

“Senin yüzünden olup olmadığı belli değil, Kerem! İşi sana ihale etmeye çalıştığıysa kesin! Bunu ben çözeceğim. Sen işimi zorlaştırmayacaksın. Senin bu işe bulaşman davaya zarar verir anlıyor musun?”

“ Ne zararı ya? Herif evimin içine kadar girmiş!”

“Bulacağım diyorum, Kerem! Kim olduğunu bulup gerekeni yapacağım ama bu işi kendi yöntemimle yapacağım ve sen uzak duracaksın!”

Video konferansın açık olduğunu ve Esra ile Çağatay’ın bu tartışmaya şahit olduklarını tamamen unutmuşlardı. Çağatay o sırada kendini belli etmek zorunda kaldı.

“Amirim… Şey… Size önemli bir şey daha söylemem gerekiyor!”

“Ne? Söyle çabuk!” Zeynep, hâlâ burnundan soluyordu.

“Amirim, Melisa’nın ajandasını bulduk.”

“Eeee?

“ Gizem’in öldürüldüğü gece, şeyyyy bunu nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama…”

“Söylesene Çağatay!”

“Amirim…”

O sırada Kerem’in bir düğmeye basmasıyla görüşme kesildi. Zeynep, hışımla ona dönerek

“Ne yaptığını sanıyorsun sen? Ben sana buradan çık demedim mi? Sen ne hakla benim işime burnunu sokuyorsun!”

“Bunu benden duyman daha iyi! O yüzden kapadım görüşmeyi!”

“Neyi? Neyi senden duymalıyım. Adamı deli etmesene Kerem!”

“Gizem’in öldürüldüğü gece, bana nerede olduğumu sormuştun.”

“Sen de bir randevun olduğunu söylemiştin ama isim vermemiştin!”

“Evet! O gece ben Melisa’yla birlikteydim!”

“Neeeee? Sen bunu nasıl saklarsın?”

“Saklamadım. O dönemde bunun bir önemi yoktu!”

“Nasıl yoktu ya? İkiniz de o davanın şüphelileriydiniz. Nasıl söylemezsin sen bunu?”

“Zeynep, sakin ol! Gizem’i öldüren, ben de Melisa’da değiliz. Bunun büyütülecek bir tarafı yok!”

“İlişkin ne kadardır sürüyordu ve o kızı ne kadar tanıyorsun?”

“İlişkim filan yok! O geceden önce bir kez daha çıkmıştık. Gizem sayesinde tanıştık. Daha doğrusu ben Gizem’le yemek yerken onunla karşılaştık. Bize katıldı.”

“O geceden sonra kızla niye bir daha buluşmadın?”

“Çünkü bir başkasına âşık olmakla meşguldüm ve Melisa zaten bir iki kere takılacağım bir kadındı. Bir daha aramadım.”

“Yani o geceden sonra onunla hiç görüşmedin?”

“Hayır, görüşmedim. “

“ Şimdi doğru anlamış mıyım? Sen Melisa’yı Gizem sayesinde tanıdın ve hemen kızı ayartıp yatağa attın!”

“Senin sorun ettiğin bu mu? Yoksa bunun senden saklanması mı?”

“Bunu niye sorun edeyim ki?”

“Ben ederdim!”

“Beni, saklaman delirtiyor, Kerem!”

“Saklamadım Zeynep! Sadece sana söz etmek anlamsız geldi, olayla bir ilgisi yoktu!”

“Ona ben karar veririm. Benden başka ne saklıyorsun?”

“Ne biçim soru bu?”

“Duydun! “

“Senden hiçbir şey saklamıyorum. Farkındaysan mektup açacağının benim olduğunu kendim söyledim. Yoksa günlerce arardınız. Melisa olayını da kendim açıkladım. Senden gizlediğim hiçbir şey yok!”

“Bu olayda her kapı sana açılıyor. Çok sıkıldım bundan! Seni kollamaya çalışırken karşıma sürekli sürprizler çıkıyor!”

“Beni kollamaya çalışma sen de!”

“Tabi ki çalışırım!”

“Neden?”

“Ne, neden?”

“Neden beni temize çıkarmak için bu kadar çabalıyorsun?”

“Çünkü sen benim için önemlisin tamam mı? Çünkü seni o kadınla düşününce çıldırıyorum, çünkü sen bana aitsin, anladın mı geri zekâlı!”

Continue Reading

You'll Also Like

76.3K 6.3K 24
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
ALACA By RuhDoktoru

General Fiction

91.8K 7.8K 51
Çok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ort...
56.8K 7.2K 17
Adı Bürge İlya Solmaz... O evin Asi Kızı'ydı ve bir gün babasına baş kaldırdı. Sonra kendi mutluluğunu bulmak için özgürlüğe kanat çırptı... Bazen ha...
220K 21.3K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...