KOZA

Por maddoctorbet

18.4K 2.4K 12.6K

"Kelebek öldü." dedim dişlerimi sıkarak. Adam ürpermedi bile. Omuzlarımdaki ceketinin yakasını düzeltti önce... Más

Tanıtım
0.0: Başlangıç
Ölü Bir Kelebek
1.0: Gelecek
0.1: Geçmiş
2.0: Düşmüş Kelebek
0.2: Hayatta Kalan
3.0: İlaçlar ve Zehirler
0.3: Yıldırım
4.0: İskeletler ve Emirler
5.0: Yeniden Çizilen Yollar
0.5: Geceden Doğan Gün
6.0: Çeyreklik
0.6: Dante ve Virgilius
Şüpheli Bir Albay
7.0: İyileşmek
0.7: Kaçınılmaz Unutuluş
8.0: Ait Hissetmeye Başlamak
0.8: Gus'ın Laboratuarı
9.0: Üçüncü Kanal
0.9: Gervasio
10.0: Görünmez Adam
0.10: Yıkım Yeşili
11.0: Mavi Lagoon
Hatalı Bir Yarbay
0.11: Kusursuz Yansımalar
12.0: Triton
0.12: Doğru Uyuşturucu
13.0: Kontrollü Vahşet (+18)
0.13: Presyum
14.0: Parmak İzi (+18)
Manipülatif Bir Kadın
0.14 : Kırılma Noktası
15.0: İstila
0.15: Hain
Sonsöz: İhanete Uğramış Bir General
TEŞEKKÜRLER
2. Kitap: ALAKARGA

0.4: Nabız

325 73 204
Por maddoctorbet

Selam :)

İyi okumalar!


------

------


Önümde uzanan uzun iskeleye baktım. Tahtaların rengi pembe ile mor tonları arasında değişiyor, yaydıkları kokuyla beraber bana petunya çiçeklerini anımsatıyordu. Önümde sonsuz uzanan denize baktığımda tuhaf bir hissiyat beni kendine çağırıyordu. Derinden derinlere... Ona ilerlememi istiyordu. İleriye doğru bir adım attığımda sert bir rüzgar çıktı. Beni savurmak istercesine, alabildiğine güçlü bir rüzgardı. Arkamdan gelmeye başlayan yeşil yapraklarla beraber ilerleme isteğim durmuştu. Bana çarpıyor, ayaklarıma ve hareketlerime dolanıyordu.

Yapraklar kana bulanmıştı ve her yerdeydiler. Her yerimdeydiler.

Etrafımı saran yapraklara dikkatli baktığımda üzerinde isimlerin yazdığını fark etmiştim. Tanıdığım tanımadığım pek çok kişinin ismi o yapraklarda yazılıydı. Arkama bakmaya mecburdum bunun üstüne. Bu yaprakların nereden geldiğini görmek zorundaydım.

O kocaman meşe ağacını gördüğümde bu yaprakların neden bana çarptığını anlamıştım. Gövdesindeki yarıklardan oluk oluk kan sızıyor, tüm kabuklarının arasındaki çatlakları kırmızının en ölümcül tonuna boyuyordu.

En sevdiğim tonu olmasının yanı sıra beni en çok korkutan tonuydu da kan kırmızısı.

Yapraklar benim yüzümden dökülüyordu.

Benim yanlış kararlarım yüzünden...

Suratıma çarpan yeşilin gördüğüm belki de güzel tonunda olan yapraktaki ismi okudum.

'Ege Duman'

İsmi okumakla beraber yaprak elimden kan gibi aktı tek farkı simsiyahtı. Etrafımdaki yapraklar mor zemin üzerinde eriyerek benim ziftten mezarımı oluşturmaya başladığında ben ilerlemem gerektiğini unutmuştum. Onlar geride kalmışken ilerlemeyi düşünemezdim.

Onlarla ölmek dururken yaşayamazdım.

Nefes nefese uyandığımda nerede olduğumu algılamakta epey zorlanmıştım. Hızla atan kalbime görürdüm ellerimi.

Sadece bir kabustu. Lakin yüreğimin derinindekileri korkusuzca yüzeye taşıyan bir kabustu. Bitkin bir şekilde ellerimi alnıma götürdüm. Başım zonkluyordu, ve ellerimi ne kadar bastırırsam bastırayım durmuyordu.

Uyurken dahi kafamın içindeki savaş susmuyordu.

Bitkin zihnime rağmen vücudum uzun bir aradan sonra gerçek bir yatakta yaptığından dolayı gayet güzel dinlenmişti. Derin bir nefes verdim. Şimdi geri uykuya dalmak imkansızdı. Yine de denemeye değerdi.

Ayak ucumdaki tarafa oturan birinin hissiyle anında doğruldum ve yumruklarımı kaldırdım. Adam ile ay ışığının aydınlattığı koğuşta göz göze geldiğimizde yumruklarını indirdim. Yaklaştığını nasıl fark etmemiştim ki? Kabus yüzünden duyularım da mı bir süreliğine kendini koruma altına almıştı? Normalde uyurken bile olsa yabancı bir yerdeyken tamamen sızmazdım. Yapamıyordum, vücudum izin vermiyordu. Geçmişimde uyurken başıma pek çok şey gelmişti. Aklıma gelen şeyle Adam'ı görmezden geldim ve yastığımı eline alıp yüzüme bastırdım. Aşırı derin bir nefes aldım. Burnuma gelen daha önce fark etmediğim hafif koku gözlerimi devirmeme neden olmuştu.

"Cidden mi? Mışıl mışıl uyumamızı niye bu kadar çok istediğini merak ettim doğrusu, sevgili Darrell." dedim fısıldayarak. Ses tonum her zamanki gibi hafif alaylıydı. Adam gülümsedi.

"Roma papatyası yağının sinirleri yatıştırdığı ve sakinleştirdiği güzel bir gerçek. Lavanta rahat bir uykuya sebep oluyor ama onun kokusu daha keskin olduğundan herkes anlardı herhalde." O fısıldamamıştı. Etrafa baktım, kimse de uyanmamıştı.

"Gel benimle." dedi Adam ve ayağa kalkıp koğuşun çıkışına yürüdü. Arkasından iç çekip örtümün altından çıktım. En azından bu akşam biraz uyusaydım yarın diğerleriyle tanışmak için daha pozitif bir modda olurdum. Postallarımı ayağıma geçirdikten sonra çıkışa yürüdüm.

Adam çıkışta nöbet tutan ere sorun olmadığını belirttikten sonra beni oradan çıkardı ve asansörlerin bulunduğu koridora yöneldik.

Asansöre bindiğimizde sessizliğimiz iyice tuhaflaşmaya başlamıştı. Onun güçlü düşüncelere rahatlıkla ulaşabildiğinden emindim artık. Kâbusum da ne tesadüftür ki algılarımın kapanmasına neden olacak kadar güçlüydü. Peki o görmüş müydü zihnimde? İzlemiş miydi? Rüyamda çok çaresiz hissetmiştim. Bilincimin gerisindeki, zamanda kaybolmuş o kadını kimsenin görmesini istemiyordum.

Adam boğazını temizledikten sonra sessizliğe ilk bitirici darbeyi vurmaya karar verdi.

"Devam etmen gerekiyor." dediğinde kalbim tekledi. Bakışlarımın onun asimetrik lakin yakışıklı yüzünü bulmasına engel olamadım.

"Neye devam etmem gerekiyor?" diye sordum cevabını bilmek istememe rağmen. Adam da benim yüzüme döndü. Gözleri yine klasik yüz hatlarımda oyalandıktan sonra yeşil gözlerimi bulmuştu.

"Rüyanı izledim. Genelde düşüncelerini kimsenin duymayacağı şekilde yatıştırmayı veya saklamayı başarabiliyorsun lakin bu fazla sesliydi. Yorumsuz kalamayacağım kadar sesli..."

Omuz silktim. Tam da bunu düşünürken konuya buradan girmesinin tesadüf olması mümkün değildi.

"Önemsiz bir şeydi." diye geçiştirme hamlem karşısında susmuştu ilk başta. Önemli olduğunu çok iyi biliyordu. Konuyu bana çevirmesine engel olmak için önce davrandım. Bakışlarımı tekrar asansörün kapısına çevirdim.

"Nereye gidiyoruz?"

"Senin için oldukça önemsiz bir yere." dedi Adam. Yüzünde oldukça sinir bozucu bir sırıtma olduğundan o kadar emindim ki. Bilerek yapıyordu. Adi herif.

"O hâlde niye gidiyoruz?"

"Çünkü görmen gerektiğine inanıyorum." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Asansörün kapısı açılmadan hemen önce Darrell ceketini çıkarıp kafamı da içine alacak şekilde üzerime kapattı. Adam'ın devasa bedenine uyumlu devasa ceket içinde kaybolmuştum resmen. Ona tuhaf bir bakış attım. O ise omuz silkti.

"Bu asansörden çıktığın andaki kameralara veya orada göreceğin insanlara müdahale etme imkânım yok." dediğinde üssün en üst katında olduğumuzu fark ettim.

Deney katındaydık yani. Mavi Birlik ile kesişim kümesi gibi bir yerdi. Yeni icat ettikleri cihazların deneme sürümünü üzerimizde yapabilmek adına buraya gönderiyorlardı ilk. Ben kabul etmiyordum kendi zamanımda, lakin benim zamanım çoktan bitmişti.

Yüzümde yalnızca gözlerim açık kalacak şekilde cekete sarındım. Mavi birlikteki manyakların radarına tekrar girmek istemiyordum. Özellikle de o manyak kadının radarına...

Asansörün kapıları açıldığında Adam beni vücuduna yakın tuttu. Girişteki askerlerin uzattığı cihaza elini okuttuktan sonra içeri girebildik. Beni böyle nasıl içeri alabildiklerine şaşırmıştım doğrusu.

"Müdahale etmeye hakkım olmasa bile istediğim kişiyi getirme iznim hâlâ var. Burası benim üssüm." dediğinde gözlerimi devirdim. Yine kafamın içinde geziyordu anlaşılan. Tekrar gözlerimi devirdim göremeyecek olmasına rağmen. Zaten sadece gözlerim görünüyordu. İnsanlar tuhaf tuhaf baksa da bana Adam'ın kolunun altında olduğum için kimse sorgulamamıştı. Katın en sonunda geniş bir kapıya geldiğimizde Adam iki elini de girişteki tarayıcılara uzatmıştı. Ardından tarayıcılar onun yüzünü okuduktan sonra içeri girebilmiştik. Kapılar kapanırken bir iki adım öne çıkıp önümdeki odayı incelemeye başladım. İnfaz odası ile işkence odasının teknoloji ile modernize edilmiş versiyonu olan bir amfiyi anımsatıyordu. Birkaç adım daha öne çıktım. Amfiden aşağıya doğru baktığımda tam ortada bir cihaz olduğunu fark ettim.

Bir insanın yerleştirebileceği saydam bir kapsül vardı. Kelepçelerin yanı sıra bir sürü makinaya ve kablolara bağlıydı. Tıbbi cihazların alıcılarına ve amfinin dönük olduğu dev, geniş ekrana baktım. Yine nasıl bir şey piyasaya atmıştı o manyaklar?

Adam yanımda dikildi ve o cihazı işaret etti.

"Bunu görmen gerekiyordu."

Kaşlarımı çattım.

"Tam olarak ne işe yarıyor?"

Adam sıkıntılı bir şekilde yandaki sandalyelerden birine çöktü.

"İstenilen her işe diyebilirim sanırım. Bilinç altında ne varsa ona istediğimiz bir simülasyon aracığılıyla gidebiliyoruz. Anılarını tekrar oynatabiliriz. Ya da ne kadar bedenini zorlayabileceğini, her türlü kapasiteni ve niyetini görebiliriz. Hatıralarını değiştirebilir miyiz henüz emin değiliz."

Yutkundum.

Yarın bizi bu makineye bağlayacaklardı.

"Hayır, bunu istesek de yapamayız." dedi Darrell kafamdakini reddederek. Ardından devam etti. "Her ne kadar kafanın derinliklerinde neler döndüğünü deli gibi merak etsem de bu cihaz A seviyesinin altındaki her enerji seviyeli insanda belli oranda mental hasar bırakıyor. Test sürecindeki her denekte farklı bir sekel var. Bu yüzden anılarla ne derecede oynayabiliyoruz, emin değiliz."

Yanağımın içini ısırıp düşüncelerimin panik ile kaymasını engelledim. Kafamın içini her an dinlediğini biliyordum. A seviyesinin altı dediğine göre Adam da bu cihaza bağlanmıştı? Ve ona bir şey olmamıştı.

"Bunu bana niye gösteriyorsun o zaman?"

"Çünkü..." diye başladı ardından kahverengi gözlerini gözlerime daha da dikerek ona tamamen odaklanıp odaklanmadığımı kontrol etti. "Eğer oraya bir kez düşersen seni oradan kurtaramam, Aksoy."

Ona hâlâ anlamayarak baktığım için gözlerini devirdi.

"Seni hayatta tutmak için söz verdim değil mi? Sözümü tutmaya çalışıyorum lakin geçmişini bir tık araştırdığım anda gözümde direkt burası canlandı."

Derin bir nefes verdim. Niye bu kadar önyargılı olmak zorundaydılar ki bana karşı? Ben...

"Sen neyin doğru olduğuna inanıyorsan onun peşindesin, değil mi?" diye sordu Adam düşüncelerimi sesli tamamlayarak. Bir yerden tanıdıktı sanki bu tanım.

"Esther'in hakkımda tuttuğu kayıtları okudun değil mi?" diye sorduğumda omuz silkti.

"Senin hakkındaki en tarafsız gözlem ona aitti. O öldükten sonra başa Ege geçti zaten." dediğinde ürperdim. Esther farklı bir kadındı. Ondan çok fazla şey öğrendiğimi inkar edemezdim. "İtaat etmeyi bilmeden emir vermeyi öğrenemezsin." de bunların temelini oluşturuyordu.

Neredeyse hep haklı çıkmıştı. Şu an saygı duyuyordum ona.

"Ege ile alıp veremediğin ne?" diye sordum zihnimi onun önünde yüzeysel tutma çabamı devam ettirerek. Gözlerini o lanet olası yeni teknoloji kapsüle çevirdi.

"Bir alıp veremediğim yok, sadece insanların ona mecbur hissetmesi hoşuma gitmiyor."

"Gözlerini kaçırmasaydın inanabilirdim. Kimsenin ona mecbur hissettiği falan yok, onu ve yaptıklarını özlüyoruz sadece." dediğimde Adam tekrar gözlerimin içine baktı.

"Sen onu özlüyorsun." Ben itiraz edemeden devam etti. "İnsanlar Alakarga'yı özlüyor. Lakin Kelebek'i daha çok özledikleri için bunun farkında bile değiller."

Elimde olmadan ona yaklaştım ve yüzüne eğildim.

"Kelebek öldü." dedim dişlerimi sıkarak.

Adam ürpermedi bile. Omuzlarımdaki ceketinin yakasını düzeltti önce, ardından parmaklarını boynuma yönlendirip işaret parmağını ve orta parmağını tam atan nabzımın üzerine koydu. Gözleri o an verdiğim nefesi takip edercesine aralık dudaklarıma kaydıktan hemen sonra yine rotasını gözlerime çizdi.

"Bana oldukça canlı görünüyor."

Gözlerimi kıstım. Gerçekten ölmüş olduğumu acaba ne zaman kavrayabileceklerdi? Bunun bir metafor olmadığını? Ben bile kavrayamıyorken onlardan anlamasını beklememe haksızlık diyebilirlerdi belki. Haklı nedenlerim olmasa diyebilirlerdi.

Sessiz kaldım ve kımıldamadım. Elini ittirmemi bekliyordu. Ama bunu yapmayacaktım. Ne yapacağını merak ediyordum. Adam'ın gözlerini boynumda tuttuğu parmaklarına kaydı. Nabzım hâlâ onun parmak ucunda atıyor, yaşam ritmimi onun hafif dokunuşuna iletiyordu. Bakışları ister istemez birazcık daha aşağı kaydığında yüzümde kendini beğenmiş bir gülümseme belirmesine engel olamamıştım. Alt dudağımı dişlerim arasına alıp doğruldum ve omzumdaki ona ait olan ceketin duruşunu düzelttim.

Darrell düşecekti. Er ya da geç...

"Bittiyse gidebilir miyiz? Yarın uzun bir kaynaşma günü olacak." dediğimde boğazını temizledi. Ceketi tekrar kafama kadar çektim. Adam ise kolunu omzuma atarak beni oradan çıkardı.

Asansöre bindiğimde tüm enerjimi zihnime yönlendirip düşüncelerimi Adam'a karşı bloke etmiştim.

Haklıydı, ben de beni biliyorsam o odaya düşecek bir halt yerdim. Bana gösterdiği için bir yanım minnettardı.

Öteki yanım ise küfrediyordu çünkü bazen bazı şeyleri yapmamam gerektiği fikri zihnime yerleştiğinde daha çok yapasım geliyordu. Ters psikoloji felsefesi çok cezbedici olabiliyordu.

Hâlâ bu yanım büyüyememişti. Ateş ile oynamayı seviyordum.

Yatakhanenin kapısına geldiğimizde içeri girmeden önce aklıma gelen soru ile Adam'a döndüm. Ona sırtımdaki ceketi uzattım.

"Beni kiminle eşleştirdin oda arkadaşı olarak? Kesin sana haber uçuracak biridir." dedim açık konuşarak. Adam omuz silkti.

"Bana haber uçuracak biri değil ama sana sahip çıkabilecek biri Carmen. İyi anlaşacağınızı var sayıyorum." dediğinde gözlerimi devirdim.

Carmen Adam'dan hoşlanan kızdı. Şaşırmış mıydım böyle olmasına? Madem Adam bu yolu seçmişti, bu yolda Carmen kimin işine yarayacaktı o sorunun cevabı tamamen benim elimdeydi.

Ya Carmen'e o yüz verecekti ya da ben o kıza cesaret verecektim. Çöpçatan gibi davranmaktan asla gocunmazdım.

Dudaklarımı büzüp içeri girmeye yeltendim. Lakin Adam kolumdan tutup beni kendisine çevirdi. Boşluğuma denk gelmişti. Çenemden tutup göz göze gelmemizi sağladığında sinirlenmiştim.

Vücudumda öfkemle beraber uyanan enerjiyi toplayıp tutmadığı sol koluma yönlendirdim. Ve onu hazırlıksız yakalayıp tam göğsünün ortasına yumruğumu çaktım. Şaşkınlıktan bir iki adım gerileyip kolumu bırakmıştı.

"Bak, ortak olabiliriz. Beni hayatta tutmaya çalışıyor olmanı taktir ediyorum lakin..." diye başladım. Devam etmek için onun durumu anlamayan bakışlarını gözlerime çevirmesini bekledim. "Ben kolundan veya çenesinden zorla tuttuğunda buna karşı gelmeyecek biri değilim. Tamam mı? Bir şey söylemek istiyorsan seslen, adam akıllı söyle. Dinlemek istemiyorsam da lütfen saygı duy." dedim. Arkamızdaki er şoka girmiş bir şekilde bizi izliyordu.

Adam da şoka girmiş, biraz da kızmıştı.

"Senin generalin olduğumun farkındasın, değil mi?" dediğinde omuz silktim.

"Generalim olman demek sana kişisel alanıma istediğin gibi dalabilme izni vermez."

Artık tamamen toparlandığından olsa gerek dibimde dikilmişti. Şu an kişisel alan mevzusu tamamen hikaye olmuştu. Aramızdaki kocaman boy farkına rağmen nefesinin yüzüme vurduğunu hissedebiliyordum.

Bu tuhaftı. Etmesi gerektiği kadar rahatsız etmiyordu beni. Onu bu kadar kızdırmış olduğumu bilmek bana keyif vermişti hatta.

"Kişisel alanlarla ciddi problemlerin var, General Darrell." dedim yarım ağız sırıtarak. Adam gözlerini devirdi. Bana yakın olmak hoşuna gidiyor olabilir miydi? Eğer durumun gidişatı böyle ise pek iyi şeyler olmazdı.

"Sadece sana Ege'yi aşmak ihanet değil diyecektim. Fakat her zamanki gibi gereğinden fazla büyük tepkiler veriyorsun." dediğinde taşaklarına tekme atmamak için zor tuttum kendimi.

"Bak, yine aşırı öfkeleniyorsun. Bu öfkeyi sana karşı kullanırlar Aksoy. Beklediğimin aksine yeterince profesyonel değilsin. Ünlü Kelebek nasıl olur da senin içinde var olur aklım almıyor." diye devam ettirdi. Yanaklarımın içini ısırdım. Ve zihnimdeki blokajı kaldırıp her profesyonel davrandığım anda kimleri ölümün dipsiz çukuruna attığımı görmesine izin verdim. Kaç kişiyi gömdüğümden haberi yoktu. Kaç kişinin ecele sırf benim planım diye erkenden kapıyı açtığını bilmiyordu. Alnımı alnına dayayıp daha sesli duymasını sağladım içimde birikmiş cesetlerin söyledikleri şarkıları.

Benim sayısız minnet dolu hatıralarımı...

Adam olaya hatalarımı bana göstermek için yıkıcı giriyordu. Beni güçlendirmek ve bağımsız kılmaktı niyeti. Evet, böyle yapması doğruydu. Tek bilmediği benim zaten hatalarımın farkında olduğum ve onlarla nefes almak zorunda kaldığımdı. Onlar var olduğu müddetçe ben aynı hataları yapmamak adına bağımsız olabilirdim.

Bir adım geri çekildim. Adam yutkunup bana farklı bir gözle baktığında kollarımla kendimi sardım. Ruhumun kabuklarını biraz aralayarak kendini göstermesi beraberinde başkalarında acıma duygusu uyandırıyordu. Bunu sevmiyordum. Onun anlayışına ihtiyacım yoktu.

"Benim içimde Kelebek'ten fazlası yatıyor, Darrell. Ben profesyonel davranmaktan yorulmuş biriyim. Öfkemin tamamını bastırıp daha doğru bir an için kullanmayı beklemekten de yeterince fayda görmedim. Benden herhangi bir beklentin varsa eğer, olmasın. Kimsenin beklentisini karşılayabilecek biri değilim." dedim. Cevap beklemeden içeri girmem gerekiyordu belki ama Adam nazik bir şekilde gülümseyince donup kalmıştım. Yüz hatlarındaki beklenmedik yumuşamayı görmek istemiyordum. Yine bir adım arkaya attığımda Adam konuştu bu kez.

"Bu yüzden üstüne gidip duruyorum işte. Sen, seni kızdırmadan asla dışarıya renk vermiyorsun. Profesyonel olmadığını söylerken yalan söyledim Aksoy. Temas sevmediğini de sorgu odasından biliyordum. Beklentilerim konusunda şu ana dek haksız çıkmadım, bu andan itibaren de haksız çıkacağımı sanmıyorum." dedikten sonra benden tepki bekledi. Tepki veremiyordum. Donakalmıştım. Duymamış gibi yapsam ve monolog hiç var olmamış gibi devam etsem çok mu korkak kalırdım? Böyle oyuna gelmiş olmayı sindirebileceğimi sanmıyordum. Hem de onun tarafından!

"Sanırım seninle bunlar hakkında oturup adam akıllı konuşmak isteyebilirim." dediğinde konuyu dağıtarak bana yardımcı olma isteğini fark etmiştim. Hala bana ulaşma çabası, güvende hissettirmeye çalışması midemde hoş olmayan bir yanmaya sebep oldu. Midem bulanıyordu.

"Ama ben konuşmak istemiyorum." deyip tepkisini dahi beklemeden içeri girdim. Kaçtım desek daha doğru olurdu. Yatağıma girerken cidden on altı yaşında ergen biri gibi surat yapıp trip attığıma inanamıyordum. Arkamdan bu koğuşa gelmemesi içimi rahatlatmadı desem yalan olurdu. Bana nasıl bunu yaptırabilmişti? İki dakika öncesine kadar dimdik duruyorken gardımı düşürmüş, acımı ona ispatlamama neden olmuştu. Sonra koşarak kaçmamı izlemişti. Kendimi vurulmuş hissediyordum. Üstelik o kurduğu paragrafın doğruluğu hakkında şüphelerim vardı.

Aptal değildim. Bana sürekli dokunup durmaya çalışmasının sebebi vücuduma direkt ten temasıyla enerjisini yaymaktı. O an ona verdiğim cevapları, tepkileri, bende uyandırdığı hisleri süzgecinden geçirip değerlendirecekti. Yalan mı söylüyordum, bir şey mi gizliyordum onu anlamaya çalışıyordu gücüyle. Lanet olasıca A1 züppesi... Buna izin verirmişim gibi!

Madem bana güvenmiyordu -ki kesinlikle güvenmemekte haklıydı- niye benim bu kadar radarına girmeme izin veriyordu? O da bu oyundan benim gibi zevk mi alıyordu? Sınırları zorlamaktan?

Şu an Darrell dışındaki her şeyi düşünmeye hazırdım. Kesin hâlâ zihnime girmek için fırsat kolluyordu. Enerjimle beraber bariyerlerimi her zaman dik tutmalıydım.

Benim düşüncelerimin güvenli toprakları geçmişimdi.

Adam, Esther'in raporlarını okuduğunu söylemişti. Hiçbir zaman onun favorisi olmamıştım. İlk başta beni sevmediğini düşünsem de bir süre sonra olayın ortak paydada buluşmak olduğunu kavramıştım. Bunu kavrayana kadar ortalığı karıştırmış mıydım?

Bence çok gereksiz işlere bulaşmamıştım.

Yediğim cezadan sonra evrak işlerini az çok çözmüştüm. Alt üst ilişkilerinde bir tık daha uyumluydum. Ayrıca eğitimlerde oldukça başarılıydım. C3 olmam biraz dezavantaj olsa da çabuk toparlıyor, farklı taktiklerle rakibimi yere sermeye gayret ediyordum. C4'e yükselmeyi ip ile çekiyordum. Sadece bir türlü kendimi yeterince zorlayamıyordum. En büyük korkum bu C3 seviyesinde takılı kalmış olmaktı. Birçok enerji seviyesine sahip insan en fazla C4'e ulaşabiliyordu. B seviyesi daha üst seviyeli kısımdı ve oraya istatistiksel olarak C seviyesindeki yirmi kişiden yalnızca biri ulaşabiliyordu.

Bu korkumu en azından insanlara yardım olarak yansıtmak istemiştim. Buradaki kameraların yerlerini tespit etmem ve ısı sensörlerinin bulunduğu yerleri ezberlemem bir haftamı almıştı o zamanlar. Beste'nin ve Aslı'nın çarşafının ayak ucundan kestiğim parçalarla da kendime eldiven dikmiştim. Bunun için birçok şey kullanabilirdim lakin onların bundan şikayet edişlerini izlemek çok zevkliydi. Eski tişörtümden, yedek yastıklardan dizlerime ve ayak uçlarıma ses çıkarmayacak şekilde tamponlar oluşturmuştum. Ceketimin içine bohça tipi cepler yerleştirmiştim. Sonra sıra geçici bir süre kamerayı istediğim gibi açıp kapatabilmeye gelmişti. İlk pratiğimi kızlarla odamızda yaptıktan sonra yemekhaneden Çağla'ya tatlı çalarken pekiştirmiştim.

Sonra planımın ikinci kısmını ayarlamıştım.

Ve nihayet depodan ihtiyacı olan insanlara paket yiyecek kaçırma kararımı uygulamaya koymuştum.

Tam üç kez gerçekleştirdiğim ufak soygunumda havalandırmadan tırmanarak çatıya çıkıyor, çatıyı izleyen kameraların yönünü hızıma göre oynatıyor kendime kör noktalar oluşturuyordum. Saatimi güneş doğduktan yarım saat sonra yani nöbet değişiminden bir saat önce olarak belirlemiştim. Tam uyuklamaya başladıkları vakitti. Paketlenmiş yiyeceklerden alabildiğim kadarını alıyor sonra çatıda çizdiğim rota üzerinden korunmanın en zayıf olduğu çit bölgesine gidiyordum.

Dağlara karşı olana.

Çatıdan atlayıp tellerin üstünden geçebileceğim bir açıklık keşfetmiştim. Yerdeki sensörleri kapatamazdım lakin onlara yakalanmamak için ufak bir teori test etmiştim ve başarmıştım. Ağaçların üstüne indiğim müddetçe sıkıntı çıkmıyordu. Eğer yere konarsam ya da düşersem...

Pekala bunu düşünmek dahi istemiyordum o zamanlar.

Tehlike benim için bir bağımlılıktı. Uğruna risk alabileceğim şeylerin cazibesine yenik düşmem de kaçınılmaz...

Fark edilmiş miydi bilmiyordum. Lakin o gece dördüncü soygunum için son derece hazırdım. Bu kez köyün kuzey batısında bir aileyi kestirmiştim gözüme. Kızları altı yaşındaydı. Bağışıklığı zayıf olduğundan hastalanmıştı. Sıhhiyeden gerekli ilacı almıştım. Onu içmesi yeterli olmayacaktı. Takviye olarak iyi bir beslenme gerekiyordu. O gece depoya giderken içimde tuhaf bir his vardı. Bunun en büyük sebebi yolda giderken normalde orada olmaması gereken üç askeri farklı yerlerde görmüş olmamdı. Hiç duyulmamıştı lakin Esther öğrenmiş olabilir miydi depoda malzeme eksikliğini? Henüz fark edilecek kadar çok çalmamıştım ki.

Depoya atlamadan önce yine kameraların baktığı yönü değiştirmiştim. Üç dakikam vardı. Hızla bulgur ve pirinç torbalarından birkaç tanesini kapmıştım. Onları bacağıma bağlandığım kaselere attıktan sonra kurutulmuş etlerden koymuştum ceketimin cebine. Tam yeni bir rafın oraya geçmek için kameralara tekrar odaklanmıştım ki deponun kapıları ardına kadar açılmıştı. İçeri uyuşturucu silahlarla giren dört askere korkuyla karışık bir şaşkınlıkla bakmıştım.

Yakalanmıştım.

Bunun olma ihtimali çok yüksekti tamam ama... Hiç cidden yakalanacağımı düşünmemiştim ellerimi kaldırmak zorunda kalana kadar. Üstümü aramışlar ve resmen depodan fırlatarak çıkarmışlardı beni. İstemsizce ilk başta titresem de kendime hatırlatıp duruyordum.

Bu benim tercihimdi. Sonuçlarına katlanmalıydım. Bir sürü şey sayıyor söylüyorlardı lakin kulağımdaki uğultu yüzünden anlamıyordum. Adamlardan biri beni ensemden tutup sürüklemeye başladığında direğimi karnına gömüp beni bırakmasını sağladım.

"Kendim yürüyebilirim!"

Bu sefer öteki adam yakamdan tuttu. Diğeri ise çelme takıp düşmemi sağladı. Bu sefer cidden sürükleyeceklerdi ki yakamdan tutan kolunu ısırdım adamın.

"Daha ne kadar sorun çıkaracaksın sen!" diye bağıran adamın ardından elinden ilk kurtulduğum adam sırtıma tekme attı. Yere düşerken, "Esther senin canına okuyacak lanet olası velet!" dediğini duymuştum.

Haklıydı, cidden okuyacaktı. İkinci bir tekme yiyecektim. Adamı görmüştüm. Yüzüme gelmesin diye kafamı yere gömmüş, kollarımla kapatmıştım.

Darbe gelmemişti.

Merakla kafamı kaldırdığım anda tepemdeki adamın yerde olduğunu gördüm.

"Neler oluyor burada!"

Bu sesi duymamla arkama bakmıştım ve uzun süre boyunca karşılaşmayı umduğum bal rengi gözleri görmüştüm.

Tarihin tekerrür etmesi benim hayatımı oluşturan temel elementlerden biriydi belki de.

Ama o an düşünebildiğim tek şey daha ne kadar boktan bir duruma düşebileceğimdi.

- Bölüm Sonu -

0.4

Yorum ve oylarınızı bekliyorum.

En son dinlediğiniz şarkı?

Bu sefer zor olsun hadi. En son izlediğiniz Youtube videosu peki?

Gelecek bölümde görüşmek üzere,

Sevgiler...

-B

Seguir leyendo

También te gustarán

483K 14.5K 51
işten eve dönerken ıssız bir ormanda duyduğu sesin peşine gitti ve bu bulunduğu yer onun hayatının değişim noktasıydı. * * * * * İLK KİTABIM OLDUĞU İ...
69.9K 4.2K 36
~Serinin ilk iki kitabını okumadan da başlayabilirsiniz. Yinede okumanız daha iyi anlamanızı sağlar.~ DOĞUM LEKESİ SERİSİ-3- Efsane yıllar sonra deva...
158K 9.1K 47
TEXTİNG ASKER KURGUSU
4.1K 394 32
Birbirlerine sahip iki kız kardeş. Çürümüş ve Yıkılmış bir dünyada, hayatta kalabilmek için mücadele ediyorlar. Yapılan bir iyilik tüm dengeleri bozu...