KOZA

By maddoctorbet

18.4K 2.4K 12.6K

"Kelebek öldü." dedim dişlerimi sıkarak. Adam ürpermedi bile. Omuzlarımdaki ceketinin yakasını düzeltti önce... More

Tanıtım
0.0: Başlangıç
Ölü Bir Kelebek
1.0: Gelecek
0.1: Geçmiş
2.0: Düşmüş Kelebek
3.0: İlaçlar ve Zehirler
0.3: Yıldırım
4.0: İskeletler ve Emirler
0.4: Nabız
5.0: Yeniden Çizilen Yollar
0.5: Geceden Doğan Gün
6.0: Çeyreklik
0.6: Dante ve Virgilius
Şüpheli Bir Albay
7.0: İyileşmek
0.7: Kaçınılmaz Unutuluş
8.0: Ait Hissetmeye Başlamak
0.8: Gus'ın Laboratuarı
9.0: Üçüncü Kanal
0.9: Gervasio
10.0: Görünmez Adam
0.10: Yıkım Yeşili
11.0: Mavi Lagoon
Hatalı Bir Yarbay
0.11: Kusursuz Yansımalar
12.0: Triton
0.12: Doğru Uyuşturucu
13.0: Kontrollü Vahşet (+18)
0.13: Presyum
14.0: Parmak İzi (+18)
Manipülatif Bir Kadın
0.14 : Kırılma Noktası
15.0: İstila
0.15: Hain
Sonsöz: İhanete Uğramış Bir General
TEŞEKKÜRLER
2. Kitap: ALAKARGA

0.2: Hayatta Kalan

476 86 345
By maddoctorbet

Selam :)

Leman-__- doğum günün kutlu olsun 💜Hayallerinin her daim gerçek olması dileğiyle mutlu yıllar🎈

İyi okumalar!

----

Yıldızlar arasındaki yerim mi?

Gökyüzünde, yani o büyük düzen dediği yerde...

Hayaliyle bile ürpermiştim. Etkilenmiştim de. Lakin gerçek dünyaya dönmem çok da uzun sürmemişti. Ben yetim kendi halinde bir çocuktum. Bunu kendimi acındırmak için söylemiyordum. Gerçek buydu. Dünya kocamandı. Bestialar her yerdeydi. Kötü insanlar da öyle... Ve benim arkamı kollayacak tek bir kişi bile yoktu. Kimsem yoktu.

WDA yüzünden yoktu.

Ege'ye çevirmiştim gözlerimi hemen. Biraz da sinirlenmiştim o zamanlar. Sonuçta beni güzel hayallerle kandırıp sonra gerçek dünyaya salıverecekti. Tıpkı her gece kendime yaptığım gibi... Acımasızca inandırmaya çalışacaktı.

"Sen ne zannediyorsun beni? Aptal mı?" diye çıkışmıştım ona. Bal rengi gözleri şaşkınlıkla açılmıştı çünkü onu beklemediği yerden vurmuştum.

"Ne?"

"Ne dediğimi duydun işte! Aptal değilim ben. Yıldızların arasındaki yerimmiş... Yıldızların yanında bir toz zerresi bile olmadığımı biliyorum. Babamla hep..." derken duraksamıştım. Gözlerim dolmuştu. Neden böyle oldu ki diye düşünmüştüm. Ben o günlerden beri ağlamamıştım, gözyaşı dökemiyordum. Gözlerimi kırpıştırarak yaşları dağıtmıştım. Ama Ege bunu fark etmişti.

"Babanla hep?"

Cevap verirsem sesim çatlar mıydı? Riske atmamıştım o an. Sadece başımı anlatmayacağım anlamında iki yana sallamıştım. Yüzünde buruk bir gülümseme belirmişti. Niye hep anlayışla gülümsüyordu bana? Ege WDA'dandı. Anlayış onun kişilik sözlüğünde yer almamalıydı. Anlayamazdı neler yaşadığımı. O zamanlar öyle düşünüyordum.

"Bak ufaklık... Sana Bet desem olur mu?" diye başlamıştı. Omuz silkmiştim. Benim için fark etmezdi. "Ne yaşadın bilmiyorum. Ama bunun seni bir on yaş büyüttüğünü görebiliyorum. Kimseye anlattın mı daha önce?"

Sesimin beni ele vermesinden korkarak başımı hayır anlamında sallamıştım. Ege de gözlerimin içine daha rahat bakabilmek adına yüzüme düşen saçları geriye doğru itmişti.

"Bet, şu an anlatacağın her şeyi yargılamadan dinleyeceğim ve bunlardan bir daha bahsetmeyeceğiz. Kimseye. Bir kez olsun kalbindeki yükü tek başına taşıma, yardım edeyim. Ne dersin ufaklık?"

Kalbimdeki yükü cidden görebiliyor muydu? Yoksa bunlar sadece ona güvenmem için bir oyun muydu? O an umurumda olmamıştı. Birine güvenme kararı almak saliselik bir işti, çoğu zaman nedene ihtiyaç duymuyordunuz. Çünkü bir nokta geliyordu, kendinize dahi yetemiyordunuz. İçinde bulunduğunuz ana ayak uydurup bir kez olsun yaslanabileceğiniz bir duvar buluyordunuz. Üzerinize yıkılma riskini göze alarak... Ben de kendimi o ana kaptırıp bir kez olsun içimdeki dinmeyen öfkeyi benden başka biri hissetsin istemiştim. Ben en ufak bir alakamın olmadığı pek çok olay yüzünden ateşe verilmiştim. Yalnızca bir kere olsun biri daha bu yanmayı hissetsin istemiştim. Gözümü çatıdaki gece karanlığında koyu, kül rengi görünen kiremitlere dikmiştim konuşmaya başladığımda.

"Babamla teleskopla yıldızlara bakardık. Her pazar. Bestiaları izleme odasının boş olduğu tek saat olan on ve on bir arasında. Kaçak girerdik binaya. Ufku izleyen merceği yıldızlara çevirirdi. Ne biliyorsa anlatırdı. Çoğu zaman kendi kendine bir hikaye uydururdu. Hikaye uydurmakta çok iyiydi." Ege ile aramızda bıraktığım o iki karışın artık olmadığını, başımı arkaya atmaya çalıştığım an onun göğsü ile karşılaştığımda anlamıştım. Bu his... Tuhaftı. Onun tepkisine de bakmak istiyordum ama kül gibi görünen kiremitleri izlemeye devam etmek daha güvenli hissettirmişti. Bu duygulara anlam veremeyince devam etmiştim.

"Babam WDA'dan istifa etmiş bir askerdi. Rütbeliymiş sanırım zamanında ama o kısımları pek anlatmazdı. Enerji seviyesi B1'di. Beraber kimsenin görmeyeceği yerlerde zihinsel antrenmanlar yapardık. En çok çizgi roman filmlerini severdi. Bir de siyah beyaz klasikleri... Televizyon karşısında uyuyakalırdı. Kötü bir aşçıydı ama gün geçtikçe daha iyiye gidiyordu." dedikten sonra kısa bir anlığına durmuştum. Durmak zorundaydım çünkü nefesim boğazımda kalmıştı, ilerlemiyordu. Anılarım hayatımda hiçbir yere sığdıramadığım kocaman boşluğu bedenime yüklüyordu. Ege duraksamamdan fırsat bularak soru sormuştu.

"Annen peki?"

Omuz silkmiştim.

"Onu tanımadım hiç. Babam da ben sormadığım sürece ondan bahsetmezdi. Zeki bir kadın olduğunu söylerdi nasıl biri olduğunu sorduğumda, bir de çok güzel olduğunu... Gözlerimi ve burnumu ondan almışım. İkimiz de ekşi ve tatlı şeyleri daha çok seviyormuşuz. Annemi ne zaman sorsam hayatıma yeni bir şeyler eklerdi. Mesela ilk eklediği şey bir kediydi. Sokak kedisiydi. Bu yüzden yemek verdikten bir hafta sonra kaçıp gitmiş ve bir daha gelmemişti. Sonra kuş ile şansımızı denedik. Arada yemini suyunu unutsak da geçinip gitmiştik. Bize iyi katlanıyordu Zencefil."

"Zencefil mi?" Diye gülerek sormuştu Ege. Ben de gülmüş ve açıklamıştım. Bunlar anı defterimdeki parlak çizimlerdi, çok güzellerdi.

"Eh... O an diğer seçeneklerimiz patates ve kerevizdi. Televizyonda duyduğumuz ilk üç yiyecek isminden birini seçeceğimize söz vermiştik." Ege biraz daha konuyu açmamı istercesine soru sormaya devam etmişti.

"Annenin yokluğunu hissediyordun yani?"

Kaşlarımı çatmıştım. Bu soruyu kesinlikle sevmiyordum.

"Yokluğundan ziyade sanırım varlığını hiç bilemeyecek olmak beni daha çok etkiliyordu. Eğer hissediyorum dersem babama haksızlık olurdu. Çünkü o ne zaman yalnız hissetsem anlardı. Geceleri bunun için ağladığımda hissederdi ve hemen gelir kocaman sarılırdı bana. Varlığını hissettiğim an her şeyi yenebilirmişim gibi olurdu. Üzüldüğümde, kızdığımda, mutlu olduğumda, ilk kez kendi enerjim ile kalemimi uzun süre havada tuttuğumda, ona kendi başıma omlet yaptığımda kocaman kucağı oradaydı. Koştuğum yerin hep var olacağına inanıyordum. Çünkü beni sardığı sıcacık kolları her şey için yeterliydi." demiş ve burnumu çekmiştim. Soğuktan akıyor olmalıydı burnum. Çünkü ağlamıyordum. Niye ağlayacaktım ki? En mutlu zamanlarımdı onlar. Onlardan bahsederken yuvamda hissediyordum kendimi.

Ege ne diyeceğini bilemiyor olmalıydı. Devam etmemi istediğini biliyordum. Ben de devam etmek istesem de önce her şey başlamadan önceki sabahı tekrar kafamda yaşamaya ihtiyaç duymuştum ister istemez. Babam tavadaki yumurtayı yakacaktı az kalsın. Gazete okurken unutmuştu. Ben de onun dikkatini çekmek adına tavayı enerjimle kaldırmaya çalışmış lakin kontrol edemediğimden olsa gerek olduğu gibi tavana yapıştırmıştım. Ama cidden o an amacım o tavayı güvenli bir şekilde masaya ulaştırmaktı. Onun yerine tavanda güzel bir yağlı yumurta izi kalmış, sıcak tava da babamın ayağına düşmüştü. Ben ise durumun vahimiyetini kavradığım anda odama koşmuştum ama gülmeden de duramıyordum. Babam seke seke peşinden gelmiş en sonunda dayanamayıp ayağımın altındaki basmak üzere olduğum halıyı enerjisiyle çekerek olduğum yerde yere yapışmamı sağlamıştı beni. Ben de vicdana gelsin diye yerde canım acımış numarası yapmıştım ama yememişti. Beni sırtına attığı gibi odama götürmüş ve yatırıp delice gıdıklamaya başlamıştı. Tam yastığıma uzanıp onun kafasına geçirmiştim ki yankılanan siren sesiyle ikimiz de durmuş, donakalmıştık. Bu siren sesinin ne anlama geldiğini dünyadaki herkes çok iyi bilirdi.

"Kopyalama gemisi şehrinin yakınına ansızın iniş yaptığında ne olur biliyor musun?" diye sormuştum Ege'ye. Konuşmaya başladığımdan beri ilk kez yüzüne bakmıştım. Cevap vermese de bal rengi gözlerinin hüzünle titrediğine yemin edebilirdim.

"Bilirsin, yaşarken şehri saran o kocaman duvarların arkasında güvende olduğunu hissedersin. Sonuçta o duvarlar bizi korumak için yapıldı. Değil mi? O gün bir tane bile kuş görmemiştim. Hiçbir yerde. Zencefil bile kafesinin dibine konmuş, kafasını etrafına sardığımız tülden yukarı kaldırmamıştı. Herkes sessizdi ilk bir iki saat, ama ardından marketlere koşmaya deli gibi erzak depolamaya başlamışlardı. Sonuçta her saniye bir savaş hali bekliyorduk. WDA'nın ordu uçakları siren çaldıktan 3 saat sonra kendilerine ayrılan alana iniş yapmıştı. Ve ortamdaki panik halini bastırmışlardı. Biliyor musun, o an cidden insanın göğsü bir umut ile kanatlanıyor. Mutlu bir şekilde babamın boynuna atladığımı hatırlıyorum. Sonuçta gelmişlerdi değil mi? Savaşacaklardı Bestialarla. Bizi koruyacakladı. Ama babam benim kadar mutlu değildi. İlk başta onun gerginliğine anlam veremesem de üç gün sonra neden böyle davrandığını anlamıştım. Gelen WDA uçakları, geldikleri gibi gitmişlerdi. Bizi kaderimiz ile baş başa bırakmışlardı." dedikten sonra derin bir nefes aldım. Ve Ege ile aramıza tıpkı o an uçakların gidişini izlediğimde kalbimde oluşan boşluk gibi bir ara bıraktım. Kül rengi kiremitlere diktim gözümü tekrar. Neden daha güvenli hissettirdiklerini anlamıştım. Çünkü o günden beri hayatım Bestiaların arkasında bıraktıkları küllerin arasında geçiyordu. Gecenin karanlığında cidden her şey o kadar boştu ki. Bu kocaman boşlukta yıldızlar bana aralarında yer açacaktı ha? Küle dönmüş yaşamıma? Ege boğazını temizledi.

"Bet ben..."

"O gece saldırmadılar." diye kestim sözünü konuşmasına izin vermeden. "Şehri terk etmeye hazırlananlar şehrin duvarına yani güç duvarına doğru yürüdüklerinde çıkışa izin verilmediği gerçeği ile karşı karşıya kaldılar. O gece korkmamızı istemişti Regembestia. Başarmıştı da. Korkmuştum. Çok korkmuştum." dedim titreyerek. Titremem soğuk yüzündendi halbuki. "Bizi koruyacağına inandığım duvarlar, Bestialara hediye gibi sunan bir paketten farksızdı. O gece babam bana açıklamıştı. WDA kaynak sıkıntısına girdiği zaman Regembestia ile anlaşma yapıyordu. O meşhur eleksiyoların yapıldığı metallerin kaynağı dünya değildi sonuçta. Ve neredeyse yeni olan tüm cihazlarda onlara ait olan elementler, bileşikler ham madde olarak alınmıştı. Anlayacağın WDA korumaya yeminli olduğu insanlığı pazarlıkla elden çıkarıyordu. Babam da bu yüzden istifa etmişti." dedim. Bundan sonra da bana WDA'yı savunacak değildi ya. "Ertesi sabah önce sıhhi ve askeri binaları bombaladılar havadan. Sonra şehre girdiler." dedim. Daha fazla anlatmak ve ayrıntıya girmek istemiyordum. O güne ait her şey korkunçtu. Sonraki güne ve sonraki güne de öyle.

Ege bana sarılmaya kalktığında kollarını itmiştim. O ise bunun karşısında pes etmeyip direkt yüz yüze gelebileceğimiz bir şekilde eğilmişti ve gözlerimin içine bakmıştı.

"Çok üzgünüm Bet, gerçekten çok üzgünüm. Keşke her şeyi değiştirebilseydim." demişti. Bu beni sakinleştirmemiş aksine yaşananları bana tekrar hissettirmişti. Nefret ve hayatta kalma iç güdüsü ile bastırdıklarımı...

"Beni WDA'ya bulaştırma yeter." demiştim sakince gözlerimi ondan kaçırarak. Ege sakinliğimi anlayamıyordu muhtemelen. Bu yüzden tekrar soru sormuştu.

"Nasıl hayatta kaldın?"

Omuz silkmiştim.

"Babam bana hayatta kal dedi. Ne olursa olsun hayatta kalmak adına mücadele etmemi söyledi. Eğer yapamasaydım boşuna ölmüş olurdu." demiştim. Ege tam "Yani..." diye başlıyordu ki beni iyice rahat bırakması adına hikayemin son parçalarını da ortaya döküp tamamlamıştım hikayemi.

"Evimize üç tane Bestia girdiğinde babam elinde eleksiyosu ile bekliyordu. O hep mızrak formunda kullanırdı. Ben ise korkuyla odama koşmuştum. O esnada zaten öyle büyük bir yıkım oluyordu ki her şey ve her yer gürültüydü. Çığlıklar ve yerdeki toz pembe kilimim var yalnızca hatırladığım. Bir de dua ediyordum sürekli. Babam için... Onun bana tekrardan sarılabilmesi için. Ta ki odamı dışarıdan ayıran duvar kırılıp içeriye başka bir Bestia girene kadar. O an bir şey yapamamış yalnızca korku ile ona bakakalmıştım. Hiç gerçek Bestia gördün mü? Saldırıya hazır bir Bestia?"

Ege başını evet anlamında sallasa da anlatmak istemiştim.

"O kadar kocamandı ki. Kaç tane metalik solungacı var sayamamıştım bile. Öldüğümü düşünüyordum. Tam solungacını bana indiriyordu ki babam beni enerjisi ile uzağa fırlatmış araya atlamıştı. Bestianın babamın eleksiyosunu tutan kolunu nasıl kopardığı gördüm. Ve babamın kolu tam önüme düşerken onun gözlerindeki korkuya şahit oldum. Ardından metal solungacını babamın göğsünden içeri daldırışını, babam kan kusarken öteki solungacını da karnına geçirip ardından babamın parçalarını tam önüme fırlatışını izledim." demiştim donuk bir şekilde. Kalanını anlatmak için onun bal rengi gözlerinin içine bakmıştım. Hissetsin istiyordum. Çünkü her gece uyuduğumda orada buluyordum kendimi.

Canavarın altında... Bu hayatta en çok sevdiği kişinin cesedinin hemen önünde...

Her gece içimdeki kin ve öfke artıyordu. Ve artık bu duygular bana tek başıma taşıyamayacağım kadar ağır geliyordu.

"Biliyor musun Bestia bana döndüğü anda tek düşünebildiğim babamın bana attığı o son bakıştı. Kendisi için değil benim için korkuyordu. Biliyordum. Beni seviyordu, belki de benim onu sevdiğimden daha çok hem de. Bu içimde bir şeyi tetiklemişti. O an onun için yapabileceğim tek şeyi yaptım. Bestia bana uzanırken hala açık olan mızrak şeklindeki eleksiyoyu babamın elinin üzerinden kavradım. İç güdüsel olarak direkt o canavarın üstüne atlayıp onun babama yaptığı gibi mızrağı tam göğsünün ortasına geçirdim. Ardından o pis cesedin üzerime düşmesine izin verdim. Başka Bestialar da üzerime gelmesin diye onun altında ölü taklidi yaptım. Şehir boşalana ve çığlıklar tamamen susana kadar... Bir yandan da deli gibi ağlıyordum tabii. Nasıl ağlamazdım? Her şeyimi kaybetmiştim. Olabilecek en kötü şekilde hem de. Çığlıklar eşliğinde, karşımda babamın ölü vücuduna bakarak kaç saat geçti bilmiyordum. Ama ertesi güne kadar orada kaldım. Vücudum iyice uyuşur gibi olduğunda arada hareket ediyordum."

Ege ile hâlâ göz gözeydik. Genişçe gülümsemiştim.

"Bunları da değiştirebilmek isterdin eminim. Ama ne var biliyor musun? Değiştiremezsin." demiştim. "İçimdeki öfkeyi ve kini değiştiremezsin. Buna uygun bir yer bulamazsın. Ne gökyüzünde ne de yeryüzünde. Ben orada o canavarın altında ezdim her şeyi." İçimdeki öfke bu yüzden dinmiyordu. Ben bunları hak etmemiştim. Kimse bunları hak etmezdi. Ama böyle bir dünyada yaşıyorduk ve hepimiz bir şekilde ölümle baş ediyorduk. Ölüme karşı, ölümle birlikte ve ölene dek... Bu döngü kırılmıyordu, kırılmayacaktı.

Ege bir süre hiçbir şey söylememişti. Öyle gözlerimizi birbirimizden kaçırmadan beklemiştik. Açıklaması zor olsa da Ege'nin verdiği farklı bir his vardı. Ona her şeyi anlatmamın sebebi de buydu aslında. Gün batımı gibi bir histi. Kulağa saçma geliyordu her şeyden habersizken lakin, ışığı içime sızıyordu. Ben o ışığın varlığına bir anlam yüklemeye çalışırken beni kollarıyla sarmış tamamen göğsüne çekmişti. Bu kez engelleyemediğim için huzursuz hissetmiş, onu itmeye çalışmıştım.

"Bıraksana beni ya!" Debelenmelerimi görmezden gelmişti.

"Ben seni dinledim. Şimdi sen de beni biraz dinler misin?"

Debelenmeyi kestim. Cidden bu ilgili tavırları sıkmaya başlamıştı. Bunun altındaki sebep ona inanmaya korkuyor olmamdı. Beni hayallerde bulutlara uçurup sonra bir çamur dolu bir çukura fırlatabilirdi. Savunmasız bir şekilde ona sarılmıştım ben de. Üşüyordum. Hava çok soğuktu ve o sıcacıktı.

Gün batımı gibi.

"İçindeki kini değiştiremem ya da öfkeni azaltamam, evet. Ama onları doğru bir noktaya yönlendirmene yardımcı olabilirim." diyerek başladı. Bundan sonra kurduğu her cümle geleceğimde seçeceğim yolu gösterecekti.

"Senin bu anlattıkların ister inan ister inanma benim WDA'ya olan hevesimi arttırdı. Amacımı sağlamlaştırdı. Eğer pes edip bırakırsam kimse senin ve senin gibiler için savaşmayacak. Değişme şansı olmayacak. Ben... Senin başına gelenleri değiştiremem. Babanın ölümünü değiştiremem. Fakat yeterince çalışırsam ileride bunların tekrar yaşanmasını önleyebilirim."

Cümleleri o kadar güzeldi ki, ses tonu bu güçlü düşünceleri zihninize yumuşacık bir pamuk gibi tek tek dokunduruyordu. Korktuğum başıma geliyordu. Ona inanmaya başlıyordum. Bu korkunun verdiği savunma ihtiyacı ile ona karşı çıkmıştım.

"Tek senin istemenle ve düşüncelerinle değişebilir mi zannediyorsun? Babam bu yüzden başaramadı. Yalnız başına yapamazsın."

"Bu yüzden WDA'ya katılmalısın." dediğinde kaskatı kesilmiştim. "Yani bana katılmalısın. Sen katılırsan yalnız olmam bu yolda, değil mi?" diye düzelttiğinde kalbim teklemişti.

"Ama..." diye başlamıştım ki kolları arasında beni sıkarak susturdu.

"Bak Betül, bundan sonra ama diye başlayan bir cümle duymak istemiyorum senden. Şunu bil, yalnız değilsin. Hiçbir düşüncende veya yenilginde. Bir yerlerde senin gibi düşünen ve yalnız olduğu için savaşmaktan vaz geçen insanlar var. Eğer bir kişi bu yolun önünü açarsa tereddütsüzce bu yolu takip edecek insanlar tanıyorum. Ama önemli olan önce kendin bunun için çabalaman. Sana kızma demiyorum, öfkelenme de demiyorum. Diyorum ki öfken ile Bestiaları kavurup bir sürü masumu kurtarmak gibi bir seçenek varken tüm bu yaşadığın travmayı içinde tutarak kendi umutlarını ateşe verme."

Diyecek ya da düşünecek bir şey bırakmamıştı bana. Sanki o yetimhaneye getirildiğim günden beri bunları duymayı bekliyordum. İçimde kaynayan tüm duygular Ege'nin kurduğu cümlelerle taşmak istiyordu. Kollarını yavaşça üzerimden çektiğinde sonra biraz boşlukta kalmıştım. Kollarımı kendime sararken Ege saçlarımı tekrar yüzümden çekmiş, bal rengi gözlerini yeşil gözlerime kilitlemişti.

"Ve unutma, hayatın görünen yanı senden bir şeyleri alıp götürmesidir. Keşfedilmemiş yanı ise aldığı şeyler kadar bir şeyler de getirebilecek olmasıdır." Baş parmaklarını şefkat ile yanaklarımda gezdirdiğinde gözlerim dolmuştu. "Kocaman ve sıcacık bir kucak yalnızca geçmişinde değil. Hangi yolu seçersen seç, ister savaş ister savaşma hayat sana kesinlikle bunu getirecek. Yuva hissini tekrar yaşayacaksın."

Bunu dedikten sonra bir süre onun yüzünü izlemiştim. Zihnime kazıyordum ona ait ayrıntıları. Gözlerim iyice ağırlaştığında fark etmesin diye onları kapatmıştım. O ise saçlarımın üzerine belli belirsiz dudaklarını bastırıp ayağa kalkmıştı. Onun boşluğu ile üşüdüğümü hissettiğimde aslında varlığının kalbimde bir yer edinmeye başladığını fark etmiştim. Lakin en başta düşündüğüm soruyu hâlâ cevaplamamıştı.

"Niye ben?" diye seslendim arkasından.

Bana döndüğünde yüzünde muzip bir ifade vardı. İlk başta cevap vermeyecek zannetmiştim hatta.

"Çünkü sende gün doğumunu hissettim." dediğinde kalbim kasılmış, nefesim kesilmişti. Benim ona olan alık bakışımı gördüğünde göz kırpıp "Belki bir gün sana açıklarım." demişti.

Sonra beni düşüncelerimle beraber yalnız başıma bırakmıştı. O gece tüm düşünebildiğim seçeneklerimdi. İlk kez geleceğimde bu kadar uzun bir yol görebilmek beni etkilemişti. Başımı yıldızlara kaldırmıştım tekrar. Bana bu yolu açan çocuk ile beraber her zamankinden daha parlaktılar.

Bir ışık vardı önümde. Küllerin ve sisin ardında bal rengi gözlerin aydınlattığı bir yol...

O gece yatağıma indiğimde bu çocuğun ve verdiği gün batımı hissinin sıcaklığını düşünüyordum. Mücadele etmekten korktuğumu fark ettiğimde ise içimde savaşan görüntüler nihayet bulanıklık oluşturmayı bırakmıştı. Korkarak bir yere varamazdım. Ege... O korkmuyordu. Ve benim için bir yol açıyordu. Bu yolu takip etmek istediğimi anladığımda ise WDA'dan gelmiş uçak dönüş adına kalkmak üzereydi. Koşarak yetimhaneden çıktığımda beni durdurmaya çalışan öğretmen ve müdürlerin elinden kurtulmuştum. Arkamdan bağırdıklarında da dinlememiştim. Tam beni belimden yakaladıklarında generale seslenmiştim ama general dönüp bakmamıştı bile. Ege şöyle bir arkasına dönmüştü ama bir şey yapmamıştı. Kaşlarını kaldırdığında dişlerimi sıkmıştım. Kendim başarmamı istiyordu. O an aklıma gelen ilk şeyi yapıp elimi uzatmış ve Ege'nin kafasındaki şapkaya odaklanmıştım. Şapka yerinden fırlayıp generalin suratına çarptığında herkes önce donakalmış sonra bulunduğum yere bakmışlardı. General kaşlarını çattığında belimden tutan görevli beni kaderimle baş başa kalmam adına yere bırakmıştı. General elini yana uzattığında ona yine o dünkü cihazı uzatmışlardı. Korkmadan ona yaklaşmıştım. Cihazı kafama tuttuğunda yankılanan 'D1' sesiyle beraber general gülümsemişti.

O gün hayatım tamamen değişmişti.

O zamanlar adını bilmediğim enerji seviyemi ölçen cihaz olan eleksiyometre ile beraber WDA'ya alınmaya hak kazanmıştım.

Şimdi önümdeki yoldan niye kaçıyordum ki o zaman? Ege'nin dediği gibiydi. Mücadele etmeye devam etmem gerekiyordu. Üstelik bu kez kumarım daha da büyüktü.

Hayat benden Ege'mi de götürmüştü.

Dürüst olmam gerekirse ne getireceği artık zerre umurumda değildi. Sadece öfkemle yakıp kavurmak istiyordum. Ve bunu yaparken tıpkı eskiden öğrendiğim gibi doğru yoldan yapmak istiyordum.

Bana bırakılan giysileri giydiğimde Adam Darrell için şatafatlı bir çağırma töreni planlıyordum. Saat kaçtı ki acaba? Yemek saati yakın mıydı? Olsa iyi olurdu. Yine de ne olur ne olmaz şimdiden elimi karnıma götürüp ovuşturmaya başlamıştım. Yüzümü hasta gibi buruşturmuş vaziyette tutup kendi kendime şiltede bir o yana bir bu yana dönüp durdum. Elinde yemek tepsisi ile yaklaşan gardiyanları gördüğümde vakti geldiği için sırıtmak istesem de bu dürtümü bastırdım. Vakti gelmişti.

Darrell başına büyük bela almıştı. Uslu duramazdım ki ben.

Normalde kapıdaki bölmeden içeri bırakırlardı yemeği ancak benim bir süredir kıvrandığımı kameralardan görmüş olmalılar ki kapıyı açtılar.

Ne kadar iyi niyetliydiler.

Gardiyanlardan biri içeri girdiğinde ayağa kalktım yavaşça, o tepsiyi yere bırakırken benim kıvranan halimi gördü ancak yaklaşsa mı emin olamamıştı. Ben de bir anda iki büklüm olarak öğürmeye başladım. Hücrelerde gastroenterit salgını çok fazla olurdu. Özellikle enerjiyi baskılayan şu hücre tipleri vagal sinir üzerinde oluşturduğu stres yüzünden mide ve bağırsakları mahvederdi. Gardiyan bıkkın bir şekilde bana yaklaştı. Tam saçlarımdan tutup beni doğrultmaya yeltenmişti ki bir anda dizimi onun karnına geçirdim. Sonra o savunmaya geçemeden ona iyice yaklaşıp saçından tutup ikimizi birden arkamızdaki şilteye devirdim. Diğer kapıda bekleyen içeri girip silahını kaldırmıştı ancak ateş ederse hangimize geleceğinden emin olamadığından bir şey yapamamıştı.

Yetişememişti.

Bacaklarımı arkasından sarmış ve bana yemek getiren gardiyanı önüme kalkan olarak almıştım. Ellerimi omzunda ve saçlarında sabitlemiştim.

Tek bir hamleyle boynunu kırmam bir saniyemi alırdı. Silahını bana kaldırmış olan askere diktim gözlerimi.

"Adam Darrell ile konuşmam lazım. Ya o buraya gelir ya da ben arkadaşının boynunu kırarım."

Çocuğun kaskından yüzünün çoğunu göremiyordum lakin gerginliğini olduğum yerden sezebiliyordum. Ne yapacağını kestiremiyordu madem, olayı bir tık daha kızıştırmalıydım.

"Ya da istersen sen ateş etmeyi dene, o süre içerisinde arkadaşını öldürebiliyor muyum görelim? Ne dersin? Deneyelim mi?" diye meydan okuduğumda çocuk silahını indirmeden diğer eliyle kulağına uzandı. Telsiz kodunu parmak iziyle girerken gülümsedim.

Geçen sefer bir mahkum olarak Adam'ın yanına götürülmüştüm. Eğer sevgili General bir anlaşma yapmak istiyorsa bu sefer o benim ayağıma gelecekti.

-Bölüm Sonu-

0.2

Yorum ve oylarınızı bekliyorum.

En son izlediğiniz film/dizi bölümü hangisiydi?

En son dinlediğiniz şarkı? :)

Sevgiler

-B

Continue Reading

You'll Also Like

178 80 11
Bu dünyayı görmek yerine ölmeyi tercih ettim. Dünyamızdaki bütün kirli meziyetleri hicvediyorum. Bu kitaptan nefret ediyorum fakat bir o kadar da iht...
YANSIMA By Gizme

Science Fiction

8.7K 575 32
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...
802K 32.5K 38
"Sen ..." dedi adam boğazındaki acı tortuyu bastırmaya çalışarak; "Sen benim en karanlık odalarıma girip, hiç sevilmemiş saçlarıma dokundun." Sigaras...
848K 53.7K 48
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...