KOZA

By maddoctorbet

18.4K 2.4K 12.6K

"Kelebek öldü." dedim dişlerimi sıkarak. Adam ürpermedi bile. Omuzlarımdaki ceketinin yakasını düzeltti önce... More

Tanıtım
0.0: Başlangıç
Ölü Bir Kelebek
1.0: Gelecek
0.1: Geçmiş
0.2: Hayatta Kalan
3.0: İlaçlar ve Zehirler
0.3: Yıldırım
4.0: İskeletler ve Emirler
0.4: Nabız
5.0: Yeniden Çizilen Yollar
0.5: Geceden Doğan Gün
6.0: Çeyreklik
0.6: Dante ve Virgilius
Şüpheli Bir Albay
7.0: İyileşmek
0.7: Kaçınılmaz Unutuluş
8.0: Ait Hissetmeye Başlamak
0.8: Gus'ın Laboratuarı
9.0: Üçüncü Kanal
0.9: Gervasio
10.0: Görünmez Adam
0.10: Yıkım Yeşili
11.0: Mavi Lagoon
Hatalı Bir Yarbay
0.11: Kusursuz Yansımalar
12.0: Triton
0.12: Doğru Uyuşturucu
13.0: Kontrollü Vahşet (+18)
0.13: Presyum
14.0: Parmak İzi (+18)
Manipülatif Bir Kadın
0.14 : Kırılma Noktası
15.0: İstila
0.15: Hain
Sonsöz: İhanete Uğramış Bir General
TEŞEKKÜRLER
2. Kitap: ALAKARGA

2.0: Düşmüş Kelebek

520 88 519
By maddoctorbet

Selam :)

İyi okumalar!

----

Kaos.

Belli bir dozda insana iyi gelen bir ihtiyaçtı. Biraz kaos olmadan düzenin bir albenisi kalmazdı. Hayatım boyunca bela olarak tanımlanmış biri olarak kaosu o kadar iyi tanırdım ki, o an gereken düzen ile sınırlarını belirlemekte giderek daha iyi bir hale geliyordum.

Karşımda benim kim olduğumu öğrendikten sonra kafasında beni yeniden tartan Adam'ı izliyordum. Şimdi ne yapacağını merak ediyordum. İçinde nasıl bir döngüyü tetiklemiştim? Egosuna zarar mı vermiştim? Yerinden edilebilme korkusuna davetiye mi çıkarmıştım? Ya da ona inanmayanları toparlamak adına bir fırsat mı gündeme getirmiştim? Belki de patlayabilecek bir bombaydım.

Belki de hepsiydim.

Adam, kapılar açılınca nihayet gözlerini üzerimden çekip gelmeye hazırlanan yaklaşık 6 kişiye bağırdı.

"Sakın girmeyin! Her şey kontrolüm altında. Ben söyleyene kadar bir işlemde bulunmayın." dediğinde kapı tekrar kapanmış eğer kameralar ardında bizi izleyenleri saymazsak yalnız kalmıştık. Adam omuzlarını dikleştirdi ve konuşmanın başındaki patron edasına geri döndü. Ufak bir değişiklik vardı ama sanki. Dili sivri bir yağmacı gibi değil de potansiyelli biri gözüyle bakıyordu bana. Bunu biliyordum, çünkü suratındaki aşağılayıcı ifadenin çoğu gitmişti.

"Esas ismin Bet'ti, değil mi?" dedi. Fark etmez türü bir surat ifadesi yaptım.

"Kısaltması diyelim."

Yüzünde anlaşılmaz bir ifade vardı. "Öldüğün zannediliyordu. Hatta emindiler."

Bakışlarımı aramızdaki masaya çevirdim. Resmimin hemen yanına eklenen dosyada Ege'nin adı yazıyordu. Parmağım istemsizce onun üzerinde dolaştı.

"Cesedi görmeden asla emin olmamak lazım. Tabii yeterli cesaretin varsa." dedim onu takmayarak. Darrell da masaya doğru eğildi. Böylece biraz daha yakın duruyordu başlarımız.

"Nasıl hayatta kaldın?" diye sorduğunda dudağımın sağ tarafı yukarı kalktı. Dirseklerimi masaya koyup çenemi öne çıkararak elime yaslandım. Meydan okuyarak bakıyordum ona. Hissetmiş olmalıydı.

"Kaldığımı kim söyledi?" Dürüst olacaktım. O A1 seviyesinde biriydi. Düşünceleri okuduğu dedikodusu doğru olmalıydı. Ve kalkış pistinde olanları var sayarsak yalan söylediğimi kolayca sezebilirdi. Ama üzerinde düşünmediğim sürecd doğrularımın tamamını da göremezdi. Öyle umuyordum.

Görebilir miydi? Şu an zihnimde miydi? Herkesin enerjisinin yapabileceği şeyler farklıydı, Adam'ın enerjisi ise benim için çok yeniydi.

"Mental olarak kastetmiyorum." dedi. Bu biraz hakaret miydi sanki? Omuz silktim.

"Ben de öyle."

Adam'ın çenesi gerildi. "Bak eskiden çok fazla şey yapmış olabilirsin. İlham verici bir komutansın, son dakikada yüz binlerce insanı kurtarmayı pek çok kere başarmış birisin. Bunları taktir ediyorum ama şu an bana cevap vermek zorundasın." dediğinde gözlerimi devirdim.

"Hiçbir şey için zorunda değilim." Değildim de, mahkum bile olsam sessizlik hakkım vardı. Adam elime uzandığında ona sert bir bakış atarak elimi hemen çektim. Bel altı espri yapıp insanları hazırlıksız yakalamayı severdim. Söz konusu yabancı birinin bana destek veya sevgi amaçlı dokunması olduğunda ise tam tersine son derece katıydım. Ömer'in ihanetinden sonra artık bunu yapamazdım, kimseye güvenmiyordum.

"Sakın bir daha elimi tutmaya kalkma." dedim dişlerimin arasından. Adam elini geri çekti. Sabırlı olmak istiyormuş gibi havaya baktı önce. Tekrar bana döndüğünde taktik değiştirmişti.

"Beklediğim gibi biri değilsin. Kelebek'i daha farklı hayal etmiştim."

Sohbet başlatma çabasını karşılıksız bırakmalı mıydım? Düşününce şu ana kadar onu yeterince delirtmiştim. Bu yüzden iki dakika normal bir insan gibi konuşmaktan zarar gelmezdi.

"Farklıdan kastın ne demek?" diye sordum. Adam omuz silkti.

"Gördüğüm, daha doğrusu yayınlanan iki fotoğrafla da alakan yok. Bunun üst rütbelileri suikastten korumak için alınmış bir önlem olduğunu bilsem de o fotoğraftakinden çok daha genç görünüyorsun."

Omuz silktim. İki yayınlanan fotoğrafımı da biliyordum. Birinde kirden pasaktan yüzüm görünmüyordu. Savaş sonrasıydı. Ve iki bacağım da zedelendiğinden desteksiz yürüyemiyor haldeydim. Diğeri ise makyajlı ve normalden çok daha bakımlı olduğum, sürekli askerlerin dolaplarında yapıştırılı bir şekilde yakaladığım, tebrik için yapılan zirvede çekilen fotoğraftı. Tam bir 'pin-up girls' kıvamında cidden meşhur bir fotoğraftı. O gün amacım zaten yaşımdan büyük görünebilmekti. Göğüslerime yerleştirdiğimiz ek plastikler, giydiğim topuklular ve yüzüme çizilmiş kocaman kelebek sağ olsun tanınmaz hâldeydim. İkisinde de on yedi yaşlarındaydım. Diğer çekilen tüm fotoğraf ya da videolarda yüzümün çoğunu şapkam veya ceketimin yakası ile kapatmıştım. Kurallar bunu gerektiriyordu.

"Aslında o zamanlar on yedi yaşındaydım. Şu an 21 yaşındayım. Makyaj yaptığımda olduğumdan daha büyük görünüyorum." dedim yine dürüst olarak.

"21 mi?" diye sordu Adam kendine engel olamayarak. Ona masamdaki bilgilerden doğum tarihimi gösterdim. Gözleri tarihe kaydığında cevabına gülmeden edemedim.

"1 ocak yazdığı için sahte olduğunu düşünmüştüm." dediğinde onu doğruladım. 1 ocak doğum gününü hatırlamayan yetimler için seçilen toplu doğum günüydü.

"Ay ve gün yanlış ama yılı doğru. Sen kaç yaşındaydın?" diye sordum. Eh... Ucundan insan gibi tuttuğumuz tek muhabbeti bozmak istememiştim. Sesinin çok hoş bir bir tonu vardı, kendini dinletiyordu.

"26." dedi. Kaşlarımı çattım.

"Ege'den bir yaş büyüksün." O da bunun üzerine dişlerini sıktı.

"Alakarga, değil mi?"

Adının geçmesi bile onu geriyordu ha? Bunu yakalamak ilginçti. İçimde arlanmayan bir kindar vardı. Ve Adam'dan sırf Ege gibi davranmaya çalıştığı için nefret ediyordu. Onu ne kadar bastırmaya çalışırsam çalışayım susturamamıştım. Tıpkı şu an olduğu gibi... Ellerimi masanın üstünde birleştirdim ve tekrar ona doğru eğildim.

"Ona benzetilmekten nefret ediyorsun, değil mi?"

Gözleri masanın üzerindeki dosya ismini buldu.

"Benzetilmek ile gurur duyabilirim. Başarısını inkâr etmiyorum. Ama kendi yaptıklarımın onun taklidi adını almasından hoşnut olduğumu pek söyleyemem." dediğinde ben de sinirimi dışarı yansıtmıştım biraz.

"Kendi yaptıklarım derken?" diye çıkıştım.

"Aldığım zaferlerde gölgesi dahi olmamasına rağmen sırf başarılıyım diye birinin çakması olmak zorunda mıyım?" diye aynı tonda karşılık verdi bana. Dudaklarımdan dökülen alaycı kıkırtıya engel olamadım. Aldığım zaferler demişti.

"O seninle çalışan insanların alt yapısını Ege hazırlamıştı. Hâlâ onun kurduğu ve yerleştirdiği düzenin kaymağını yiyorsun. Gelmiş bir de diyorsun ki onun gölgesi dahi bu işte yok?" Adam'ın boynundaki damarlar belirginleşmişti. Gözlerinin rengi kararmış asimetrik yüz hatları keskinleşmişti. Yarım ağız sırıttım.

"Ne oldu, gerçekleri duymak hoşuna gitmedi mi general?"

Adam ilk başta gözlerini kıssa da sonra gülmeye başladı ve geriye yaslandı. Modunun hızlı değişimine bir an uyum sağlayamayarak duraksadım. Beni benim silahım ile vuruyordu ha? Normalde hoşuma giderdi bana bu kadar hızlı ayak uyduruşu ama şu an hiç uyum sağlayacak modda değildim. Ege'nin WDA düzenindeki emekleri cidden büyüktü ve bu herifin alaya alışı beni o kadar irrite etmişti ki oyun oynayabilecek kafada değildim.

"Sonuçta o burada değil, saldırıları planlayıp öncelikli taktikleri belirleyen benim. Ve evet asker yetiştirmede iyiydi. Ama yetiştirdiklerinin çoğunu savaşlarda kaybediyordu zaten." Dişlerimi gıcırdattım, bedenimin kontrolü bende değildi. Enerjim dışarı çıkıp Adam'ın aldığı nefes ile ciğerlerine inip onu içeriden patlatmak istiyordu.

"Sakın askeri kayıplara girme. İkimiz de çok iyi biliyoruz ki o verdiğimiz kayıplar olmasaydı..."

"Ne olurdu Bety? Nitelikli eleman kaybından ordu yeterince zarar gördü. Birini yetiştirebilirsin, ama onu doğru şekilde kullanmadığın sürece elinde anlam ifade eden bir şey kalmaz."

"Bet." diye düzelttim onu. İsmimin "y" harfi ile sevimlileştirilmesini sevmiyordum, bana ben gibi gelmiyordu. Sesli bir şekilde nefes verip geriye yaslandım ve sol dizimi kucağıma doğru çektim. İnsanları ne kadar doğru kullanırsan kullan koca ordudaki tek bir hain herkesin telef olmasına sebep oluyor, her şeyin kaybına yol açıyordu. Dizime sarılırken "Hiçbir şey bilmiyorsun." dedim sadece.

Eliyle bulunduğumuz sorgu odasını işaret etti.

"Anlatmak için buradasın, anlat ki bileyim." Kaşlarımı kaldırıp omuz silktim. İşkence etse dahi kendim istemeden konuşmayacaktım. Bunu o da çok iyi biliyor olmalıydı. Adam boğazını temizledi.

"Burayı ve Mavi Birlik'i soyarken amacın neydi, Koza?"

Yanağımın içini kemirdim. Cevabı çok da ilginç bir soru olmadığından cevaplayabilirdim sanırım.

"Burayı soyarken büyük ve oldukça önemli amacım eğlenmekti." diye alayla başladım önce. Adam karşımda gözlerini devirdiğinde onu sinir etmenin rahatlığıyla devam ettim. Bu kez oldukça dürüsttüm. "Tabii burada boşa gideceğini düşündüğüm mühimmatı da ihtiyacı olanlara götürdüğümü var sayarsak faydalı bir işti insanlık için. Mavi Birlik konusuna gelirsek, en ufak fikrim yok. Çünkü orayı soyan ben değildim."

"Sen değil miydin?" dedi Adam şaşırarak. Kollarımı iki yana açarak esnettim. Sonra biraz boynumun arkasını ovdum. Oda soğuktu ve üzerimde beni koruyan pek bir şey yoktu. Bu yüzden kaslarım tutulmaya başlamıştı, soğuktan sertleştiklerini hissedebiliyordum. Bu ciddi mevzulardan sıkılıyordum, Mavi Birlik'i düşünmek dahi içimi bayıyordu. Daha doğrusu beni daraltıyordu ama bunu düşünürsem Adam zihnimde başka şeyler görebilirdi. O lanet, duygudan yoksun yer WDA'dan daha çok nefret ettiğim tek yer olabilirdi.

"Evet, oldum olası sevmiyorum orayı. Kendini zeki ve üstün sanan bir avuç züppenin bilimsel deneylerini ne yapayım ben." dediğimde Adam sıkıntıyla saçlarını karıştırmaya başladı. Doğru söylediğimi hissetmiş olmalıydı.

"O halde bir değil iki Koza var." dediğinde kendi fikrimi söylemeden geri duramadım.

"Ya da fırsattan istifade mağduru oynayıp alternatif bir seçenek olan direnişi suçlamaya çalışıyorlar. Bu politik bir oyun sonuçta."

Adam başını yine iki yana salladı. Bu gidişle kafası çıkacaktı kafasızın.

"Çalınan malzemelerin kaydı var. Kendilerini böyle bir ateşe atacaklarını sanmıyorum. Üstelik onlara ait mühimmatı iki ay önce Delhi'de şifreleri kırılmaya çalışılırken yakalandılar. Direnişten olduklarını söyleyen bir ekibin elinde..."

Her şey açıkmış gibi bir surat ifadesiyle lafa atladım.

"Bana da bu yüzden inandırıcı gelmiyor zaten. Bir kere bile WDA'nın mühimmatı ortada gezmedi, ama Mavi Birlik'inki bulundu? Üstelik direnişten olduklarını öylece itiraf etti insanlar?"

Adam rahatsız bir şekilde kıpırdandı yerinde. Bakışlarını masadan ayırmamıştı konuşurken. "İtiraf etmek zorunda kaldılar. Maalesef onlarla yöntemlerimiz burada ayrılıyor. Ne yaptıklarını gördüm. İtiraf etmesi zor olsa da en gelişmiş teknoloji onlarda, iz sürmeleri daha kolay oldu."

Kollarımı tekrar kavuşturdum. Ayağımı yere ritmik bir şekilde vurmaya başladığımı fark ettiğimde bu ihtimali çoktan benimsemiştim.

"Demek ikinci bir Koza olabilir." diye mırıldandım. Kafamda baştan sona ihtimalleri gözden geçirirken hâlâ aynı fikirdeydim. Bu kişi mavi birliğe hizmet ediyor olmalıydı. Özgür Direniş'i karalamak adına...

"Sen olmadığından nasıl emin olabilirim?" diye sordu Adam aramızdaki uzamış sessizliği bozarak. Koyu kahve gözlerinin içine baktım.

"Mavi Birlik benim için kırmızı çizgi. Kapısından içeri adımımı atmam." dedim net bir şekilde. Elbette sebepsiz değildi bu kinim, yalnızca Rick ve Ege biliyordu. Onlar da artık hayatta olmadığına göre bu da mezara kadar yanımda götüreceğim şeylerden olmuştu. Adam'ın gözlerinde farklı bir ışıltı belirdi. Bir açığımı yakalamış gibi sevindiğini fark ettiğimde şaşırmıştım.

"Özel bir sebebi olduğu belli. Normalde duygularına dokunmayan konularda insanlarla oynamaya bayılıyorsun. Ama Alakarga gibi derin konularda yırtıcılaşıyorsun. Bakışların bile değişiyor. Bu Mavi Birlik meselesinin altında da bir şey var, ve ben onu çözeceğim Bety." dediğinde düşünmeden,

"Bet." diye düzelttim onu yine. İsmimin sevimlileştirilmesinden cidden hoşlanmazdım. Yırtıcı kişiliğimle uymuyordu. "Bulursan beni de haberdar et general. Bu arada üşümeye başladım. Sorgulaman bittiyse bir battaniye verip beni koğuşuma gönderebilir misin? Hoş... Neyi sorguladığını da tam anlamadım."

Adam yarım ağız sırıttı. Anlaşılan konuyu değiştirme taktiğimdeki laubalilik hoşuna gitmeye başlamıştı.

"Bence gayet iyi biliyorsun Kelebek." Bunun üzerine arkama yaslanıp gelişi güzel bedenimi işaret ettim.

"Eh... Bunun dışında?"

Adam gözlerini devirdi. "Bel altı vurmaktan ne zaman vazgeçeceksin? Bende işe yaramıyor o."

Sessizce alayla mırıldandım. Yalnızca onun duyabileceği bir şekilde. "Beden dilin de öyle diyordu zaten."

Adam'ın yanakları mı kızarmıştı sanki? Öfke mi utanç mı çok kestiremesem de onu çok bunaltmadan sesimi yükselttim.

"Açık konuş, General Darrell."

Adam önce yanaklarının içini ısırdı. Ardından önce gözlerimden başlamak üzere tüm yüzümü baştan inceledi. Konuşmaya başladığında artık rahatsız hissetmeye başlamıştım dikkatli bakışlarının altında.

"Bana emir verme." dedi ilk önce. Devem ederken sesi bir tık daha yumuşaktı. "Seni zamanında herkes gibi çok taktir ediyordum. Zor durumlarda çözüm üretmek konusunda ciddi bir yeteneğin var. Pek çok kişinin gözünde kahramansın, insanları kendi istediğin yoldan götürebiliyorsun. Kim için veya ne için çalıştığın şu anda umurumda değil. Senin gibi bir lideri karşımda, hapishanemde veya şu an olduğu gibi amacı boş bir sorgu odasında görmektense yanımda görmeyi tercih ederim." dediğinde bu kez içime oturan hafif acı vardı. Kalbime oturan o şeyi dile getirmek zorunda hissettim.

"Kahraman gözüyle bana baktıkları doğru. Hatta gereksiz alçak gönüllülüğe girmeyeceğim, bulunduğumuz yakın çağda ona en yakın duruşa sahip olduğum inkâr edilemez." Adam buradan nereye varacağımı merak ediyordu. Onu fazla bekletmedim. "Ama ne düşünürsen düşün, lider olan ben değildim. Hiçbirinde. Kahramanlık ve liderliğin ayrı ayrı şeyler olduğunu biliyor olmalısın."

Adam bu cümlem üzerine daha güçlü bir sesle devam etti. Ses tonundaki değişme bana oltaya düşmüşüm hissi vermiş, rahatsız etmişti.

"O halde sen kahraman olmaya devam et, liderliği ben halledebilirim. Birbirimizi tamamlayabiliriz. Ama eğer istersen rakip olarak birbirimizi boş yere yorup yıpratabiliriz de. Seçim senin."

İç çekip duvara baktım. Daha ne yapacağımdan tam emin değildim sanırım. Bu liderlik mevzusunda Adam gibi bir tamamen yeni bir tipe itaat etmek bana tersti. Lakin bu basamak da önceliklerim arasında olmalıydı çünkü temelden başlamazsam yükseklerdeki hedefime ulaşamazdım.

"Düşüneceğim." dedim sadece. Adam karar senin dercesine ellerini bana uzattı.

"Hücrende bol bol vaktin olacak. Yine de seni idamdan kurtarmamı istiyorsan biraz acele etmeni tavsiye ederim." dedi. Gülümsedim. Bu yırtacağım kaçıncı idam cezasıydı saymamıştım.

Adam kameraya bir hareket yaptıktan sonra kapı açıldı. İçeriye giren ve beni buraya getiren sakallı çocuk ile beraber gülümsemem genişledi. Hemen Adam'a döndüm.

"Cidden teklifini düşüneceğim Darrell ama bunu yapmam gerekiyor." dedikten sonra ona göz kırpıp ayağa kalktım. Bana uzattığı kelepçelere bileğimi uzattım. Ve o takmaya yeltenir yeltenmez ellerimi hızlı bir şekilde boynuna götürüp dizlerimi karnının üstüne hızla ittim. O aldığı darbenin şokuyla yere düşerken ben üstte kalmıştım. Dizlerimle yukarı kayıp, boynuna sağ baldırımı sertçe bastıracak şekilde pozisyon aldım. İçimde dolanan enerjiyi hissettim. Altımdaki gerzek acıyla inlerken arkadan gelmekte olan iki askeri tek kolumu arkaya atarak enerjimle geri püskürttüm.

Tüm bunlar olurken Adam beni hiçbir şekilde müdahale etmemişti. Sandalyesinde oturmuş, rahat bir postürde bizi izliyordu.

Eh... Bana şimdiden bazı şeyler adına izin vermesini güzel bir başlangıç olarak sayabilirdim sanırım.

"Adın neydi senin?" diye sordum sakallıya. İlk başta cevap vermeyecek gibi olsa da içimdeki enerjiyi bacağıma yönlendirip onu biraz daha boğdum. En sonunda kesik kesik "Corniel." dediğini duyduğumda hızla ayağa kalktım.

"Bir sonraki sefere insanlara nazik davranmayı unutma, Corniel." dedim koridordaki ufak meydan okumamı hatırlatarak. Arkamı döndüğümde beklemediğim bir şekilde Adam ile yüz yüze gelmiştim, ifadesinden ne düşündüğünü asla belli etmiyordu. Mimikleri tam bir kara kutuydu.

"Kişisel olarak algılama, sen bunu yaptığına göre ben de bunu yapmak zorundayım." dedi ve daha önce hiç hissetmediğim büyüklükte bir güçle beni sorgu odasının aynadan duvarına fırlattı. Parçalarlarla beraber yere düşerken nefesimin çekildiğini, soluduğum hava ile boğulduğumu hissettim. Yaşadığım şokla anlık olarak bedenim üzerinde kontrolü kaybetmiş onun enerjisine boyun eğmiştim. Kafamda 'A1' uyarıları çalarken Adam yanıma eğildi. Fısıldarken adeta benimle dalga geçiyordu.

"Bu arada bedeninde özellikle çekici bir şey yok. Ama dudakların ve meydan okuyan bakışların konusuna gelirsek... Bu hakkını vermem lazım sanırım." dedi. Son duyduğum şeyler bunlar olmuştu. Ağrıyan ve yanan bedenimdeki her zerre ile Adam'dan nefret etmiştim. Elini başımın üstüne koyduğunda karşı koymadım. Enerjisinin toksin yeşili gözümün önünü boyadığında da direnmedim. Gözlerimin kapanması ile beraber bilincimi kaybettim.

○●○

Gözlerimi açtığımda hücremdeydim. Ağzımda o tuhaf toksin yeşilinin bıraktığı tat vardı. 'Soktuğumun generali...' diye düşünmeden edemedim. Enerji sahibi biri tarafından etkisiz hale getirilmekten nefret ediyordum. Çünkü zihninizde ister istemez onun enerjisinden birkaç rahatsız edici kırıntı kalıyordu ve enerji tanıdık değilse şu an olduğu gibi midemi bulandıyor, kusma isteği getirtiyordu. Doğrulduğumda üzerimdeki battaniyeyi fark ettim. Gelişigüzel sarılmıştı etrafıma. Oturduğum şilte de değiştirilmişti sanırım. Çünkü eskisinin kokusunu fark etmemem imkansız olurdu. Demek çok sevgili General beni dikkate almıştı. Hücreye kıyafet de bırakılmış mıydı acaba? Malum, şu an çıplak sayılırdım.

Kapının oradaki katlanmış paketi gördüm ama kalkmaya son derede üşendiğimi fark ettiğimden yerimden kımıldamadım. Başımı geriye yasladığımda sorgu odasını düşünüyordum. Ne olacağı ve ne isteyeceği çok da sürpriz değildi aslında. Olan onca şeyden sonra kabul edeceğimi düşünüyor olmam sıkıntıydı sadece.

Yediremiyordum kendime. Tekrar o yönetim kurulundan emir almayı yediremiyordum. Tüm arkadaşlarımın ölüm emrini veren o pezevenk başkana hizmet edecek olma fikri beni kudurtuyordu.

Değecek miydi? Şimdiden itibaren yapmayı planladığım her şeye değecek miydi?

Tekrar WDA'ya girsem mi girmesem mi diye bir yol ayrımına girmiştim ha? Trajikomikti. Kendimi tekrar şilteye bırakıp battaniyeme sarıldım. Daha önce niye işe bulaşmıştım ki sanki. Daha en baştan girmemem gerektiğini bildiğim bir yere girmiş, yükselmiş ve inanmıştım.

O beni inandırmıştı.

Yetimhanede Ege'nin beni yakaladığı gece ne olursa olsun çatıya çıkmamam gerektiğini hissediyordum. Ona güvenemezdim. Tanımıyordum ki. Yine de önümdeki iki seçenekten daha az zararlı çıkma ihtimalim olan bu gibi gelmişti. Biraz da tırsmıştım açıkçası. Belki ben yukarı çıkmazsam beni enerjisi olduğunu söylemedi diye daha kötü şekilde cezalandırabilirlerdi.

Bu yüzden çatıya çıkıp onun silüetini gördüğümde kalbim korkuyla dolsa bunu ona belli etmemiştim. Yalnız görünüyordu. Ve gökyüzüne bakıyordu. Bal rengi gözleri beni bulduğunda ona yaklaşan adımlarım durmuştu, bana samimi bir şekilde gülümsemişti.

"Merak etme. Tuzak falan yok. Buraya gel, düşersen seni yakalamak için vaktim olur." dediğinde yüzümü buruşturmuştum.

"Düşmem ki ben. Asıl sen kendine dikkat et!" diye çemkirmiştim. Ama bunu dememle bir sonraki adımımı fevrilikle yanlış atmış, dengemi kaybetmiştim. Tam çığlık atacaktım ki havada durduğumu fark etmiş, gözlerimi bal gözlü çocuğa çevirmiştim. Yüzünde bilmiş bir sırıtma vardı. Elini bana doğru uzatmıştı. Yani enerjisi ile beni tutmuştu öyle mi? Hem de eleksiyosunu dahi çıkarmadan? Gözlerim şaşkınlıkla açılırken Ege beni alaya almıştı.

"Düşmezsin ki sen! Ben de kendi kendime dikkat edeyim en iyisi." dediğinde yutkundum. Ayaklarım tekrar kiremit zemin ile buluştuğunda bu sefer cidden dikkatli bir şekilde yanına yürümüştüm. Aramızda iki karış bırakacak bir şekilde yanına oturduğumda kollarımı kavuşturup pijamalarımın ince oluşuna sövmüştüm biraz. Geceleri çatı biraz fazla soğuk oluyordu. Ege bunu anlamış olacak ki üzerindeki ordunun ceketini çıkarıp omuzlarıma atmaya çalışmıştı. Elimi onun bileğine atıp durdurmuştum.

"İstemiyorum." demiştim ciddi bir şekilde. Ege gözlerini devirmişti.

"Üşüyorsun bücür, görebiliyorum." Bunu duyduğumda daha açık olmaya karar vermiştim, bana karşı iyi olmasını istemiyordum. Ne olacaksa olacaktı artık.

"Üzerinde WDA amblemi olan herhangi bir şeyi istemiyorum." dediğimde Ege'nin eli bir an donakalmıştı. Sonra bakışları yumuşamıştı. Ceketi kucağına koyup üzerindeki kazağı çıkardığında anlam veremeden ona bakmıştım. Kazağı ben itiraz edemeden etrafıma sararken "Bunun üzerinde amblem falan yok." demişti.

Ne diyeceğimi bilmeyerek ona bakıyordum. Atletle kalmıştı. Tabii hemen sonra ceketini üstüne giymişti ama yine üşüyecekti. Hareketleri bana fazla anlamsız geliyordu. Dayanamayıp sormuştum.

"Neden beni buraya çağırdın?"

Ege çatıya ilk çıkışımda olduğu gibi gökyüzüne dönmüştü ve bir süre yanıt vermemişti. Ben de dudaklarımı gerginlikle kemirmeye başlamıştım. Nihayet konuştuğunda yine anlam verememiştim bu çocuğa.

"Yıldızlara baksana. Hepsinin bir konumu ve yeri var. Sence de biraz fazla mükemmel bir manzara değil mi?" dediğinde şöyle bir baktım. Güzeldi tamam ama... Güzelliği bana bir anlam ifade etmiyordu.

"Eh..." diye söze başladım. "Yeryüzündeki ölümler ve Bestialardan daha iyi bir manzara."

Bana yandan bir bakış attığını hissetmiştim. "Bu kadar karamsar olmak için biraz küçük değil misin?"

Bilmem, öyle miydim? Öyle olsam bile diğer pek çok şey için de küçüktüm ama başıma gelmişti.

"Neden buradayım?" diye tekrar etmiştim onu duymazdan gelerek. Tekrar ona döndüğümde o hâlâ gülümsüyordu. Niye bu kadar gülümsüyordu ki? Gülünecek bir şey mi vardı?

O ise elini havaya kaldırmıştı. Hipnoz olmuş bir şekilde başım elini takip etmişti. Gökyüzünü parmağı ile işaret edip benim de oraya odaklanmamı sağlamıştı. Ve hiç beklemediğim hayatımı değiştirecek olan cümleyi kurmuştu.

"Şimdi senin yeryüzünde parlayabilmen için yıldızlar arasındaki yerini bulacağız."

-Bölüm Sonu-

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi belirtmeyi ve oy vermeyp unutmayın lütfen.

Geçmiş mi daha çok hoşunuza gidiyor, gelecek mi? Veeee...

En son dinlediğiniz şarkı hangisiydi?

Sevgiler ve saygılar

Gelecek bölümde görüşmek üzere 🧚🏻‍♀️

-B

Continue Reading

You'll Also Like

5.5K 1.1K 14
Mezopotamya ve Akdeniz arasında, bir çok medeniyetin doğup büyüdüğü, tarihi İpek Yolu'da dahil çok önemli yolların kavşağında bulunan eski ve mistik...
362K 21.7K 35
"Cehennem benim kendi varlığım."
161K 9.3K 47
TEXTİNG ASKER KURGUSU
81.2K 2.8K 20
Avukatın mafya müvekkeli ile zorlu yaşamı