MAHKUM

By gokceustundagg

35.4K 3.6K 980

Yüzmeyi bilmediği halde ondan yüzmesini isteyen, beş yaşında bir çocuk olmasına rağmen ondan kendisini dövmes... More

BÖLÜM 1-HER ŞEYDEN ÖNCE
BÖLÜM 2 BARMEN
BÖLÜM 3- ATEŞ
BÖLÜM 4-GÜVEN
BÖLÜM 5- ŞEFFAF ODA
BÖLÜM 6- GEZEGEN
BÖLÜM 7- ÖLÜM
BÖLÜM 8- UYDU
BÖLÜM 9- HELMES
BÖLÜM 10- GEZİ
BÖLÜM 11- OKUL
BÖLÜM 12- İTİRAF
BÖLÜM 13- BEYAZ KUMRU
BÖLÜM 14- TOPLANTI
BÖLÜM 15-AŞK
BÖLÜM 17- DÖNÜŞ
BÖLÜM 18- HESAP
BÖLÜM 19- DOSTLUK
BÖLÜM 20- ZARF
BÖLÜM 21- DİL
BÖLÜM 22- TEPE
BÖLÜM 23- KAYIP
Bölüm 24 BENİM
Bölüm 25 YEMEK
Bölüm 26 ÖPÜŞMENİN ANLAMI
Bölüm 27 ARANAN
Bölüm 28 BULUTLAR
Bölüm 29 MÜZİK
Bölüm 30 YARGI
Bölüm 31 B PLANI
Bölüm 32 YILBAŞI
Bölüm 33 EBEDİ
Bölüm 34 BÜYÜ
Bölüm 35 KÖPRÜ
Bölüm 36 SARAY
Bölüm 37 İHANET
Bölüm 38 İDAM
Bölüm 39 "BABA"
Bölüm 40 CAM KIRIKLARI
Bölüm 41 YÜZLEŞME
Bölüm 42 YAS
Bölüm 43 KARAR
Bölüm 44 FEDA
Bölüm 45 İSYAN
Bölüm 46 EV
Bölüm 47 EFSANE
Bölüm 48 DÜĞÜN
Bölüm 49 BEBEK
Bölüm 50 DAVET
Bölüm 51 FIRSAT
Bölüm 52 KISKANÇLIK
Bölüm 53 AİLE
Bölüm 54 KANIT
Bölüm 55 İHANET
Bölüm 56 TOKAT
Bölüm 57 DUA
Bölüm 58 KURBAN
Bölüm 59 İHBAR
Bölüm 60 MUCİZE
Bölüm 61 GEÇİT
Bölüm 62 HAZIRLIK
Bölüm 63 İSTASYON
Bölüm 64 SUÇLU
Bölüm 65 ORMAN
Bölüm 66 İŞKENCE
Bölüm 67 ÇİMEN
Bölüm 68 RUH CELLADI
Bölüm 69 LABİRENT
Bölüm 70 ŞİMŞEK
Bölüm 71 GEÇMİŞ
Bölüm 72 KAÇAK
Bölüm 73 VEDA
Bölüm 74 TAKİP
Bölüm 75 TANIDIK
Bölüm 76 KAĞIT
Bölüm 77 KAVUŞMA
Bölüm 78 BABİ
Bölüm 79 SİYAH DENİZ
Bölüm 80 HELMES İLE CARLOX
Bölüm 81 YALNIZ
FİNAL
MAHKUMLA İLGİLİ ÖNEMLİ !!!!!!

BÖLÜM 16- GİRDAP BAYRAMI

716 48 41
By gokceustundagg


Zaman kavramını yitirmiştim adeta. Ne zamandır burada mahkumum bilmiyordum. Açıkçası öğrenme isteğinde de pek değildim. Hayatımdan çalınmış gün sayısını öğrendiğimde en iyi ihtimalle bayılacaktım.

Tek bildiğim şey, hayatımdan çalınanlardı. Mesela beş yaşındayken babamın benden koparılmasından sonra kendimi spora adamıştım ve buraya geldiğimden beri hayatıma bir daha spor girmemişti.

Bunun eksikliği gün geçtikçe yüreğime oturuyor ve bir süre sonra hayatımdan büyük bir kayıp vermişim gibi yüreğimin tam ortasına çörekleniyordu.

Almatch'le yaptığımız o konuşma ve Helmes'le tartışmamız üzerinden tamı tamına iki hafta geçmişti. O günden sonra Helmes'i bir daha görememiştim. Fiona, Helmes'i merak ettiğim için benim adıma Oero'nun ağzını aramıştı. Önemli bir işi halletmek için Dongestak'a yani cadıların ülkesi güney kutbuna gittiğini öğrenmiştim. Normalde iki kutup arasında geçişler yasaktı ama Helmes ve bu evde ki diğer insanların özel izni vardı. Ne de olsa hepsi 27.Helmes'in mülkiyetinde yaşıyorlardı ve onun soyundan geliyorlardı. Kral ve elçiler bile onlara karşı son derece saygılıydılar. Oero, Helmes'in başkasının yapması gereken bir iş için o kadar yol gitmesini saçma bulduğunu da söylemişti Fiona'ya ama Oero bilmese de Fiona ile her şeyin farkındaydık.

Bahçede karın hareketi için eğilip kalkarken bunları düşünüyordum. Diğerleri gibi çok kafa yormama gerek yoktu. Ben gerçeği biliyordum ve aklıma gelen bu gerçek yüzümü ekşitmeme neden oluyordu. Helmes benden kaçıyordu. Onu fena halde kızdırmıştım ama gururumdan da geri dönmeye niyetim yoktu.

Bir erkeğin bir kız için mesleğinden vazgeçmesi söz konusuydu. Almatch'in, Helmes'in, Zildana'nın tablosunu özenle sakladığını söylemesine gerek bile yoktu. Bir erkek, bir kadın için işinden vazgeçebiliyorsa bu her şeyi açıklardı zaten. Yirmi iki yıllık hayatım boyunca öğrendiğim bir şey varsa, o da yaralı bir erkekten kaçmak gerektiğiydi.

İlk aşklarını unutamayan erkekler ve yaralarını sarmak için hemşireliğe soyunan kadınlar. Ve ortaya sonu hüsranla biten bir aşk çıkıyordu. Uzun süreden beri spor yapmamaktan hantallaşan bedenimi Gaji gezegenin yumuşak çimlerine bıraktım. Sırtı üstü uzanırken bana yabancı olan gökyüzüne bakarken acı gerçeğin zehrini sindirmeye çalıştım. Tüm bunlar hiçbir şeyi değiştirmiyordu.

Ben hala kimseye duymadığım o aşkı Helmes'e karşı beslemeye devam ediyordum. Acıyla yutkundum. Onu bulmak için çok geç kalmıştım hemde çok. Muhtemelen ben daha doğmadan önce o ilk ve en büyük aşkıyla karşılaşmıştı bile. Hiddetle elimin altında ki çimleri sıktım. Bu resmen adaletsizlikti. Üstelik isyan edeceğim bir Tanrı'm da yoktu.

"Sonunda bundan korkuyordum işte."

Başımı sesin geldiği tarafa çevirdim. Carlox şeffaf kapının eşiğine dayanmış bana bakıyordu. Harika bir gülümsemesi ve müthiş bir yakışıklılığı vardı ve kahretsin ki bana Helmes'i hatırlatıyordu, sanki unutmuşum gibi.

"Uyandığından beri spor yapıyorsun ve bende senin bayılmadan korkuyordum," dedi yanıma gelip elini uzatırken. Ona bakarken yorgunca gülümsedim ve yardım elini kabul ederek ona tutunup yerden kalktım.

"Beni dikizlediğini bilmiyordum."

"Dikizlemek demeyelim de gözlerini alamamak, diyelim şuna," dedi yine o mükemmel gülümsemesiyle. Ona bakarken içim eziliyordu. Keşke kime aşık olacağımız bizim elimizde olsaydı.

"Sen çok iyisin Carlox."

"O da nereden çıktı?" diye sordu garip bir bakışla. Daha ben cevap veremeden konuştu. "Ama neyse sevindim yine de. Bu beni hain barmenlikten terfi ettiriyor sanırım."

Her şeyden önce sen, Helmes'in kardeşisin. Senden nasıl nefret edebilirim ki?

Düşündüğüm düşünceyle ben bile kendimden ürkmüştüm. Bu iş artık korkunç bir boyuta geliyordu. Sağlığım açısından Helmes'i ne kadar az düşünürsem o kadar iyiydi. Kafamı dağıtmak adına Carlox'un elinde ki siyah kağıdı başımla işaret ederek, "o nedir?" diye sordum.

Carlox şaşkınlıkla, "ne nedir?" diye sordu. Ona baktım. Gözleri vücudumu hayranlıkla tarıyordu. Ondan cevap beklediğimi fark edince yakalanmanın etkisiyle kırmızı kesti. Sonra şaşkınlıkla kağıda baktı. "Ah, bu mu?" diye kekeledi.

Sabırlı olmaya çalışarak elimi belime koydum. Sonra heyecanla bana baktı. "Aslında bunun için gelmiştim ben. Bu akşam ki kutlamayı haber vermek için."

"Ne kutlaması?" diye sordum daha o ne olduğunu anlamadan elinde ki kağıdı çekerek. Simsiyah bir kağıttı ve üzerinde ki yazılar bile zor anlaşılıyordu. Halkın yöresel dili olan Hadi diliyle bir şeyler yazıyordu altında da ingilizcesi vardı.

Girdap Bayramı.

Elimde olmadan kahkahamı tutamadım ve kendimi kaybedercesine gülmeye başlayınca elimle ağzımı kapattım. Carlox ise rahatsız olmanın aksine yüzüme büyülenmiş gibi bakıyordu. "Ne oldu?" diye sorarken o da benim gibi gülmeye başladı.

Sonunda kendimi tutmaya çalıştım. "Af edersin, sinirlerim bozuldu galiba," dedim başımı çevirip elimle ağzımı kapamaya çalışarak. Carlox keyifle, "önemli değil," diyordu. Tekrar ona baktığımda gülme krizinin üstesinden gelmiştim.

"Bu bizim şükran günü gibi bir şey mi?" diye sordum sesimi düz tutabilince.

"Aslına bakarsan dini bir gün olmanın dışında resmi bir bayram. Girdap Bayramında kimse çalışmaz. Her zaman okulların açılmasına yakın olduğu için okulları çağrıştırır herkese. Bunun dışında, cadıların hepsinin şartsız koşulsun inandığı dinleri Altbuşka ve burada ki yerel halkın dini, Duyusa'nın da dini bayramıdır."

"Ama bu ikisi farklı bir din? Nasıl olur da iki farklı dinin bayramları ortak olabilir ki?"

"Aslında bakarsan bu sandığından da karmaşık Rose," dedi Carlox ellerini ön ceplerine sokarak. "Duyusa, ilk dinlerdendir. Altbuşka sonradan, cadıların meydana geldiği zamanlarda ortaya çıktı."

"Almatch bana cadıların nasıl meydana geldiğini anlatmıştı," dedim.

Hiç şaşırmadı. Sakince başını salladı. "O zaman büyülerin onların hayatlarına nasıl egemen olduğunu da bilirsin. İşte Altbuşka bu şekilde oluştu. Duyusa dininin gölgesine sığındı ve onların pasajlarının bir kısmını kendi yaşam biçimlerince şekillendirdiler. Ve birlikte yaşayan cadıların refahı için büyüleri öğrenme yaşına ve kullanım biçimlerine el attılar ama kutsal kitaplarında Girdap Bayramlarını anlatan o yedi sayfalık kısma asla dokunmadılar."

"Bu ne demek oluyor?" diye sordum siyah renk olan kutlama davetine bakarak.

"Girdap Bayramı siyahı temsil eder, Rose. O gün tüm kötülük ve olumsuzluklardan kurtulunabileceğine inanılır. Herkes baştan sona siyaha bürünür ve normalde gece dışarı çıkmayı sevmeyen bu kadar insan tüm gün sokaklarda sabahlar. Kendilerini soğuk göl sularına atarlar, dini tapınakları Jağı'nın duvarlarını öpüp ağlarlar, çılgınca dua ederler ve sabaha kadar midelerine tek giren şey ballı şerbet olur."

Yüz ifademi fark edince Carlox samimiyetle gülmeye başladı. Dostça omzumu okşadı. "Emin ol görüldüğü kadar korkunç değildir."

Elimde ki kağıdı işaret ederek, "siz bu saçma şeye inanmıyorsunuz değil mi?" diye sordum.

"Hayır çünkü bunların hepsi tek bir dinden türedi. Gerçek kutsal kitapta bunlar asla olmaz. Yani bizim kitabımızda. Biz Geana'yız, Rose. Her neyse geleceksin değil mi? Günlerdir dışarı çıkmadın."

"Geanalar yani sarayı ve tahtı hak edenler değil mi?"

"Oradan havalı mı görünüyor bilmiyorum Rose ama bizler hakkı yenen bir ırkız. Evet, tüm gezegen bize saygılı davranıyor. Kralla çoğu kez mektuplaşıyoruz, devlet büyükleri önemli kararlarda bize danışıyorlar ve bize yaşadığımız yerde güzel imkanlar sağlıyorlar ama çoğu zaman bunların hepsinin hakkımızı almak için ayağa kalkmamamız için yapılmış olduğunu düşünüyorum."

"Helmes ne diyor peki tüm bunlara?"

Helmes'i sormamdan dolayı Carlox rahatsız bir tavırla yerinde kıpırdandı ya da bilmiyorum, belki ben kafamda çok kuruyorumdur. "Evdeki herkesin genel düşüncesi bu zaten," dedi bu önemsiz bir ayrıntıymış gibi. "Her neyse gelecek misin? Mutlaka gelmelisin, ayağını yerden keseceğime söz veriyorum."

Kağıda kaçamak bir bakış attım. "Bu çok korkunca benziyor, Carlox," dedim ve tekrar onun yüzüne bakarken haince gülümsedim. "Yani geleceğim."

"Harika," dedi ellerini çırparak.

"Hey? Nereye gidiliyor?"

Carlox'la aynı anda başımızı sesin geldiği tarafa çevirdik. Oero ve Fiona dışarıdan geliyorlardı. Bu gerçekten size saçma gelebilir ama burası Dünya'nın çok gerisinde olan bir gezegendi. Carlox'la okula kaydıma giderken gördüğüm çeşmeyi bizim evdekilerde kullanıyor. Oero belli zamanlarda eve su getirmek için çeşmeye kadar gidiyor ve bulaşıklarda bidonda ki suyun bir kısmıyla elde yıkanıyor.

Burada neredeyse hiçbir teknolojik alet yok. Ne televizyon ne çamaşır makinesi. Her şeyi geçtim cep telefonu bile yok ! Skandal. Ama Almatch'den öğrendiğim kadarıyla Helmes ve diğer yöneticiler teknolojiye karşı olduğundan düzen bu şekildeymiş. Tarihe bakarsak Gaji, Dünya'dan daha yaşlı bir gezegen. Aslında Dünya'ya göre en iyi teknolojiye buranın sahip olması gerekiyordu ama onlar zaten Dünya'da ki hiçbir düzeni beğenmiyorlar bundan dolayı kendi gezegenlerini korumak adına ilkelliği belli bir yere kadar tutuyorlar. Ama evin gizli kapılarının ardında teknoloji olduğunu biliyorum. Almatch'in dediğine göre Helmes'in özel araştırmalarını yapmak için ona sağlanan bir imtiyazmış bu. Oero ve bir iki yönetici dışında Helmes o odaya kimsenin girmesine izin vermiyormuş. Oero'nun da ağzından sır almak zor. Ama o saklı kapıların ardında ne olduğunu gerçekten merak ediyorum.

Almatch, orada var olmamızın sebebinin ve evrenin en gizli sırlarının yer aldığını tahmin ediyor. Artık bende öyle düşünüyorum.

Helmes bunları deşifre edecek bir insan değil ama bu bilgileri herkesten saklayarak da ne hedeflediğini bilemiyorum. İsterse o bilgileri kullanıp bu gezegene hatta tüm evrene hükmedebilir ama belki de istediği bu değil. Tek bildiğim bir şey varsa o da tepkisiz bedenin sahibi buğulu gözlerin gerçek bir sır taşıdığı ve yükünün ağır olduğu. Olgunluğu, sakinliği ve ciddiyeti de buradan geliyor zaten. Belki bu kadar bilgiye sahip olmasaydı hayattan biraz olsun zevk almaya çalışırdı. Gerçekten hayatında bir kez olsun içten gülmüş müydü? Duygularını kendisinin bile bulamayacağını yere gömmüş. Tüm insanlığın, samanyolunun, galaksilerin, evrenin yükünü taşıyan bir adam var karşımda ve kahretsin ki ben onu kızdırdım.

Fiona'nın sesiyle kendime geldim. "Hey ne kutlaması? Biri ne olduğunu açıklayacak mı artık?"

Üzülerek Fiona'ya baktım. "Dışarıda olan bir kutlama," deyince sıkıntıyla yanaklarını şişirdi ve kendini en yakın koltuğa attı. Oero suları mutfağa taşırken ben de Fiona'nın yanına oturdum.

"İstersen gitmem."

"Saçmalama," dedi başında ki kızıl peruğu çıkartırken, "zaten benim yüzümden günlerdir evde esir kaldın."

Carlox'la aramızda çaresiz bir bakışma geçti. Fiona'nın dışarı çıkıp göz önünde olması onun için tamamen tehlike arz ediyordu. Çünkü bu gezegende Fiona'dan başka sarışın yoktu ve onda ki garipliği gören halk paniğe kapılacağını için ev halkı olarak ne yazık ki böyle bir karar almak zorunda kalmıştık. Ayrıca gezegenin kralı ve kuzey kutbunun elçilerinin Dünya'dan iki kişinin Gaji'ye geldiğinden haberi yoktu. Bu bilgi onlardan saklanıyordu. Duyulursa, düşünmesi bile acı verse de Fiona'yı ya incelemek için hastaneye kapatıp üzerinde işkencelerle dolu incelemeler yaparlar ya da lanetli olduğunu düşünerek öldürürlerdi. Benim geldiğim yer bilinirse eğer evdekilerin teorisine göre gezegenin geleceği adına gücümden faydalanmak için ömür boyu yanlarında hapsederlerdi.

Bundan dolayı Fiona dışarı çıkamazdı. Eğer çok bunalırsa kızıl bir peruk takıp başını eğerek yanında biriyle kısa mesafeleri yürüyüp geri dönüyordu.

Oero mutfaktan çıkarken konuştu. "Hey bakın, ne diyorum? Siz ikiniz dışarı çıkıp kafanızı dilediğiniz gibi dağıtabilirsiniz, bizde Fiona ile Girdap Bayram'ının özel yemeği olan Lebiha'yı yapmayı deneriz."

Hevesle Fiona'ya baktım. Yüzünde kocaman bir gülümsemenin oluştuğunu görünce rahat bir nefes aldım. Böylece dışarıdayken aklım Fiona'da kalmayacaktı. Açık konuşmak gerekirse bu iki hafta boyunca Fiona dışarıya çıkamadığı için bende evde esir olmuş durumdaydım. Bu kutlama bana da iyi gelecekti.

Biraz sonra Oero'nun hazırladığı kahvaltıya oturduk. Mutfak Oero'dan sorulurdu ve çırağı ilan ettiği Fiona dışında geri kalanımızın mutfağa girmeye pek izni yoktu.

Kahvaltı her zaman ki gibi yine harika görüyordu. Karpuzlu reçel, fıstıklı marmelat, balıklı krep ve kızgın yağda kızartılmış tombul sosisler vardı. Tam sofraya geçmeden patates kızartmaları da masaya konunca midem kalktı. Bu konuda ki hassasiyetimi en iyi Fiona bildiği için tabağı hemen önümden çekip sofranın bir ucuna koydu.

Almatch de kahvaltıya inince ona akşam ki kutlamadan bahsettim. Bu iki hafta boyunca Almatch'le her gün dertleşir olmuştuk. Ben ona Rafael'i o ise bana Palina'yı anlatıyordu. Ve neyse ki Karin bir daha karşıma çıkmadığı için şu an Palina için tehlike yoktu. Zaten çıksa da sarayda olduğunu söylemezdim.

Almatch girdap bayramını duyunca bir anda ekmeğine marmelat sürmeyi bıraktı.

"Girdap Bayramı bu gece mi başlıyor? " Yüzünde şaşkınlıktan başka bir duygu okunmuyordu.

Carlox lafa girdi. "Evet, dostum, 13.ayın ilk haftasındayız. Yakında 8.zole dönemi bitiyor, 9.zole dönemi başlıyor."

"O kadar oldu demek," dedi tabağına dalgınca bakarak. Oero, onu teselli etmek istercesine sırtını sıvazlayınca Fiona ile kaşlarımız çatıldı.

Almatch masaya boş boş bakarak, "neyse ne... ben uykumu alamadım sanırım. Odama çıkıp biraz daha uzansam iyi olacak," dedi ve hiçbirimizin yüzüne bakmadan, "afiyet olsun," diyerek kaçarcasına yukarı çıkan merdivenlere yöneldi. Alaycı Almatch'den eser yoktu. Arkasından bakakaldım öylece. Masaya bakarak Almatch'in gittiği yönü işaret ederek sordum.

"O neydi şimdi öyle?"

Carlox içini çekerek, "aşk acısı," dedi. Sonra tabağına sosis koyarken umursamaz bir tavırla devam etti. "Palina'nın Almatch'i tam olarak kaybettiği gün ama bizimde saraydan kurtulduğumuz gün. Almatch istediği kadar yas tutabilir ama bugünün benim için ayrı bir önemi var. Saraydan kurtuluşumuzu hiçbir şey gölgeleyemez."

"Bu sence de çok bencilce bir düşünce değil mi?" diye sertçe çıkıştım. Bunu Almatch'i korumak için yapmıyordum. Bu gerçekten çok çirkin bir davranıştı. Fiona gerginlik çıkacak korkusuyla olsa gerek elinde ki çatalı hemen bıraktı.

Carlox ondan hiç beklemeyeceğim bir şekilde sertçe bana döndü. "Neler yaşadığımızı bilmiyorsun, o saray ve o duvarlar... Hepsi senelerce annemle babamın ölümünü hatırlatmak dışında bir şey yapmadılar. Ayağına zincir vurulmadan, esir olduğunu bilmeden yaşamak nasıl bir şey bilemezsin. En fenası da ailenin gözünün..."

"Yeter!" Oero azarlarcasına Carlox'a bakıyordu. Gözlerinde bir an onu uyaran bir bakış geçti. "Daha fazla eski konuları deşmenin bir anlamı yok, Carlox," sonra da bakışlarını Carlox'dan bana çevirdi. "Herkes özgür," dedi bana hitaben konuşarak. Şaşkınlıkla başımı kaldırarak ona baktım. Oero normalde asla bana sert davranmazdı. Zaten ben e ona saygısızlık yapmazdım. Onu gerçekten abimmiş gibi seviyordum. "İsteyen gününü yas tutarak kutlar isteyense kutlama yaparak."

Beni uyarırken ne kadar çok sözlerini özenle seçerek konuşsa da bu noktaya gelmek beni gerçekten kırmıştı. Oero'yu seviyordum. Sanırım yüz ifademden kırıldığımı anlamıştı. Gülümseyince yüzünün yarısı kaplayan sakalları da oynadı ve hemen yerinden kalkıp yanıma geldi.

"Darılma ama bak. Ağabeyin olarak seni uyarmaya hiç mi hakkım yok," dedi koca kolunu omzuma atarak beni kendine çekip. Baba sevgisine o kadar hasrettim ki Oero'nun bu küçük hareketinde bile gözlerim dolar gibi oldu. Fiona başını yana eğerek ikimize de sevgi dolu bakışlar atarken bende Oero'nun kocaman göbeğine sarıldım ve başımı oraya koydum. Rafael bana şu ana kadar hiç sarılmamış da olsa sanki daha önce sarılmış gibi içimde bir anda büyük bir özlem oluştu. O kadar büyük bir özlemdi ki buna ben bile şaşırmıştım.

Hem huzurlu hemde korkunç gibi görünen bu eve alışmıştım artık. Öyle ki kendimi bildim bileli burada yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Kabul edelim ya da etmeyelim bizde artık evdekilerle aile gibi olmuştuk. Bir tek Helmes kendini soyutluyordu. Kafamı Oero'nun koca göbeğine koyarken özlemle şeffaf camlardan dışarı baktım.

İki hafta olmuştu... İki hafta.

Artık dön, Helmes.

***

Kahvaltıdan sonra ben odamda ki banyoda duş alırken Fiona da dolabımın karşısına geçip siyah olan her şeyi özenle yerinden çıkarıp yatağıma sermişti. En sonunda ince siyah kilotlu bir çorapla etekleri pileli olan diz üstü siyah bir elbise seçtik. İşin aslı elbisenin kolları dirseklerime kadar iniyordu. Normal şartlarda asla giyeceğim şeyler değildi ama Helmes dolabıma fazla siyah kıyafet koymamıştı. Aynaya bakarken içimi çekerek ellerimi düz karnımda gezdirdim. Fiona arkamdan bana bakınca aynada göz göze geldik.

"Emin ol, daha kötülerini görmüştüm," dedi beni teselli etmek istercesine. Ona dönerken gözlerimi devirdim.

"Çok sağ ol. Şu an gerçekten içimi rahatlattın."

Karşıma geçip omuzlarımdan tutarak sarstı beni. "Heyy," dedi ancak bir çocuktan çıkacak kadar ince bir sesle. "Biraz olsun kutlamanın keyfini çıkaramaz mısın?"

"Helmes benim yüzümden evine gelmiyor Fiona," derken sesime yapışan acı neredeyse tüm havaya karıştı.

Fiona bana doğru eğilerek, "gelecek," dedi üzerine basa basa. "Zaten onun burada yaptığı çalışmalar olduğunu sen söylemiştin. Onları bırakıp tamamen gidemez."

Ümitsizlikle odamın camına baktım. Büyülü gezegen, büyülü kent... O buralardaydı. Beni buraya getiren Helmes'in emriydi, bana tamamen sırt çeviremezdi değil mi? Bu çok saçmaydı. Onu ne kadar tanıyordum ki? Neden böyleydim?

Sanki gözümü açtığımdan beri yanımdaymış gibi o yokken de kendimi kimsesiz hissediyordum. Onu özlüyordum. Yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. Muhtemelen bunları şimdi ona anlatsam onunla dalga geçtiğimi düşünürdü. Ona o kadar kaba ve kırıcı davranmıştım ki onun gözünde ondan hoşlanma ihtimalim yok denecek kadar az olduğuna eminim.

Fiona'nın eli yanağımı okşayınca kendime geldim. Bana gülümsüyordu, canım arkadaşım. "Gelecek," dedi yine. "Ve sen de kendini affettireceksin. Sonra ne olacak biliyor musun?"

"Ne olacak?" diye sordum güzel bir şey duymayı umarak.

"Rafael'i de alıp Dünya'mıza döneceğiz," sonra da iki kolunu kocaman açtı. "İşte sana mutlu son."

"Mutlu son," dedim bakışlarımı kaçırıp makyaj masasına yönelerek. Fiona'ya benim mutlu sonumun bu olmadığını anlatamazdım. Makyaj masasına oturup aynaya attığım donuk bakışlarla saçlarımı tararken Fiona da bana koyu bir makyaj yapmak için Helmes'in aldırdığı makyaj malzemelerini karıştırıyordu. Ona baktım üzüntüyle. Benim için makyaj malzemelerini ayırırken ruhuma saplanan ok daha da derinlere kaydı.

Onunda başını belaya sokmuştum. Dile getirmese de Dünya'yı ve Jack'i özlediğine emindim. Şu an gitme ihtimalimiz olduğunu söylesem bir an bile yerinde durmazdı ama benim Rafael'e kavuşmam için benimle kalıyordu. Normalde tüm gezegen tarafından gizlenerek bir eve kapanmak kimsenin hayali olamazdı elbet. Ama benim için ağzını açmayıp tüm bunlara katlanıyordu. Saçımı tararken tekrar aynaya baktım.

Rafael'i, babamı bulmak istiyordum, evet. Onunda beni aradığına adım Rose olduğu kadar emindim. Emin olduğum bir başka şey ise, onu bulacağımdı. Beş yaşımdayken karanlık gölgeler arasından bir anda yok olan o adam benim babamdı. Şimdi ona tekrar kavuşmak beni mutlu edecek olsa da benim için mutlu son bu değildi. Burayı terk edip Helmes'i ömür boyu görmeme ihtimali bana çok korkunç geliyordu. İkisine birden sahip olmak istemem çok mu bencilceydi acaba?

Fiona bana makyaj yapmaya başladı. Neşeyle Maroon 5'ten şarkı mırıldanarak siyah bir far sürüyordu göz kapağıma. Bir an şarkı dinlemeyi ne kadar özlediğimi fark ettim. Sıradan şeyler yapmayı mesela. Vine çekmeyi ya da gece dışarı çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmayı.

Fiona makyajımı bitirince aynaya baktım. Dudaklarımda siyah ruj vardı. Gözlerimin makyajı koyuydu. Yeşil gözlerim bile belli olmuyordu. Tamamen gotik bir kız olmuştum işte.

Gülerek, "sana inanamıyorum Fiona," dedim.

Gelip çenemden tutarak başımı kaldırdı ve bal rengi gözlerini gözlerime dikerek sertçe konuştu. "Bana bak, bu makyaja o kadar emek harcadım. Suratını asman için değil. Güleceksin tamam mı?"

Yapmacık bir tavırla gülümsedim. "Tamam anne."

"En azından çabalıyorsun," dedi bir kaşını kaldırıp.

Kapı vurulunca Fiona hemen odamın kapısını açtı. Gelen Carlox'du ve itiraf etmem gerekirse siyah takımı içerisinde çok yakışıklı görünüyordu. Saçlarını arkaya taramasından dolayı gri gözleri meydan okurcasına ön plana çıkmıştı. Bana bilmiş bir tavırla göz kırpınca elimde olmadan güldüm. Fiona cansız bir nesneymişim gibi beni kolumdan tutarak Carlox'un önüne getirdi.

"Arkadaşımın gecenin sonunda mutlu olarak eve gelmesini istiyorum, Carlox. Bol bol dans etmeli ve bu saçma bayramın her adetini uygulayarak bana ilginç anılarla geri gelmesini istiyorum."

Carlox gülerek, "başka bir isteğin var mı?" diye sordu. Keyfi yerindeydi.

Fiona işaret parmağını alt dudağına vurarak düşünüyormuş gibi yaptı. "Hımmm," sonra bir an da gözleri büyüdü. "Ah, evet. Az kalsın unutuyordum. Eğer tekrar öpüşmeyi denemek isterseniz siyah rujun tamamen silinmemesine özen gösterin."

Hayretle yerimden sıçrayıp Fiona'nın kalçasına cimcik attım. Carlox ne yapacağını şaşırmış bir tavırla bakışlarını kaçırırken, "ona mı anlattın?" diye sordu. Ama bu soruda sadece şaşkınlık vardı.

Fiona iki elini beline koyarak azarlarcasına Carlox'la konuştu. "Hey, ben onun en yakın arkadaşıyım. Hayatında ki her detayı bilmek hakkım."

Gergin bir şekilde makyaj masasının üzerinde ki siyah kol çantasını elime aldım. "Her neyse önemsiz bir ayrıntıydı zaten," dedim çantayı koluma asarken. Carlox'un gözlerinde belli belirsiz hayal kırıklığı görürken Fiona da üzgün bir tavırla ona bakıyordu. Bunu söylerken amacım Carlox'u kırmak değildi. Sadece olayın başka yerlere çekilmesinden korkmuştum. Ama yine de Carlox bana iyilik yapıp bu konuyu deşmedi ve merdivenlerin başında kolunu uzattı. Onun anlayışına gülümsedim ve koluna girdim. Kol kola merdivenlerden indik.

Evin önüne çıktığımızda etrafta at arabası falan yoktu.

"Yürümeyeceğiz değil mi?" diye sordum merakla.

Carlox'a döndüğümde bilmiş bir tavırla gülümsüyordu. "Ne var?" diye sordum merakla. Gözünü yüzümden ayırmadan elini siyah ceketinin iç cebine attı ve küçük bir tuşlu kumanda çıkardı.

Büyüleyici gülümsemesiyle, "hoşuna gideceğini düşündüm," dedi ve kumandayı havaya kaldırarak tuşa bastı. Daha ne olduğunu anlayamadan arka kısmımdan gelen sert rüzgar neredeyse yere düşmeme neden oluyordu. Bir iki adımda Carlox'un yanına vardım panikle. Sanki ona sarılacağımdan eminmiş gibi kendinden emin bir tavırla bir koluyla belimi sardı. Yüzlerimiz birbirine yakınken halinden memnun bir tavırla gülümsüyordu. Gözleri dudaklarımdayken dudaklarını yaladı. Ve gözünü dudaklarımdan ayırmadan bir tuşa daha bastı ve önüme inen dev araç başımı Carlox'dan önüme çevirmeme neden oldu.

Mükemmel! Bu uçan arabaydı.

"Carlox... bu... bu ama harika!" dedim mutlulukla kekelerken. Carlox ise şaşkın halime gülüyordu. Arabaya yaklaşmak için hareket etmeye çalışsam da yere çakılmış gibiydim. Carlox yüzüme büyülü bir şekilde bakarken konuştum. "Şey, Carlox, izin verirsen arabaya bakacağım."

"Ne arabası?" diye sordu sanki rüyada gibi yüzüme bakarken. Sıkıntıyla ofladım ve Carlox'u çenesinden tutarak kafasını arabaya çevirdim.

"Senin getirdiğin araba, Carlox," dedim sabırlı olmaya çalışarak.

Carlox bir anda kendine geldi ve sonunda elini belimden çekti. "Pardon," dedi.

Beni bırakınca hemen arabanın yanına koştum. Bu gezegende böyle bir şey görmek harikaydı. Elim arabanın metalimsi kısmına değdi. Bir an kendi arabamı özledim. Dünya'ya bu kadar hasret olduğumu bilmiyordum.

Bir anda Carlox'un eli belimi sarılınca irkildim. Saçlarımı aralarken nefesi kulağıma çarptı. Ve fısıldadı.

"Sana ayaklarını yerden keseceğimi söylemiştim değil mi?"

Yüzünü görmesem de gülümsediğini hissediyordum. Sıcak nefesi araladığı saçlarımdan boynuma kadar erişiyordu. Bir süre sonra nefes almayı unuttuğumu fark ettim. Sanki karnıma taş bağlanmıştı. Neredeyse tüm vücudum taş gibi kaskatıydı ve çok istesem de bir adım uzaklaşamayacak gibiydim. Fakat eğer beni öpmeye kalkışırsa dirseğimi midesine indireceğime dair kendime söz verdim.

"Carlox," dedim benim bile duymakta zorlandığım kadar kısık bir sesle. Ah, gerçekten neden korkuyordum ki bu kadar? Onun hakkından gelebilirdim. Bana dokunamazdı. Buna hakkı yok !

Belimi saran eli yumruk olunca karnımın üzerinde bir baskı oluştu. "Lanet olsun," dediğini duydum sonunda. Nasıl yani, bir de bana kızıyor muydu?

"Her güzel anı mahvetmek gibi bir hobin mi var Rose?" dediğini duydum. Sanki sabırlı davranmak için kendini zorluyordu.

"Güzel anı nasıl nitelendirdiğine göre değişir. Benim için bu değil. Şimdi çek ellerini üzerimden," dedim tıslar gibi.

Beni bile şaşırtan bir hızla ellerini vücudumdan çekti. Ona döndüğümde iki kolunu da teslim olurcasına havaya kaldırmıştı.

"Tamam, patron."

Öfkeyle ona parmağımı salladım. "Bu anı asla unutma Carlox. Şu an söyleyeceğim şeyi de. Eğer bana bir daha dokunmaya kalkarsan gözüne yumruk yersin. Ve sakın bunu kız yumruğu diye de küçümseme," dedim ve bir an durdum. "Ben iki sene boyunca kick boks yapmış bir insanım."

Öylece gözlerini açıp bana baktı. Ortamda tuhaf bir sessizlik oldu. Kaşlarım çatıldı.

"Ne var?" diye sormak zorunda kaldım sessizliği bozmak adına.

Bir anda gülmeye başladı fakat kendini tutmaya çalıştığı için yüzü kıpkırmızı olmuştu. Bu bana Helmes'in utanmasını hatırlattı.

Ciddiyetimi anlaması adına kaşlarımı çatarak, "sana diyorum, beni ciddiye al yoksa kötü olur," dedim sertçe.

Carlox zor da olsa yutkundu ve kendine gelmek adına başını havaya kaldırıp kollarını iki yana açarak nefes almaya çalıştı. Tekrar bana baktığında bir kaşıyla elbisemi işaret etti muzipçe. "Bu halde mi?"

Başımı eğip elbiseme baktım. Resmen yasta olan bir ponpon kıza benziyordum. Ona tekrar baktığımda kahkahayı patlattı. Elimde olmadan bu sefer bende güldüm. Bu ne kadar benimde sinirlerimi bozsa da.

Ciddi olmaya çalışarak, "yine de bu sözlerimin ciddiyetini değiştirmiyor," dedim.

Arabaya doğru giderek, "eh hoşuna gitmediğini söyleyemezsin ya," dedi ve kırmızı arabanın kapısını bana açtı. Eğilip reverans yaparak, "önden buyurun asabi prenses," dedi. Arabaya binerken ona dil çıkardım. Sanki ona öpücük atmışım gibi gülümseyip sürücü koltuğuna geçti. Oturur oturmaz gölgesi üzerime düştü çünkü üzerime eğilmeye başladı. Duygularım devreden çıktı ve tokadım sertçe yanağına indi. Artık fazla oluyordu. Bana canı sıkıldıkça dokunacak bir erkek ne Dünya 'da ne Gaji'de ne de bambaşka bir gezegende olabilirdi.

Carlox yüzüne indirdiğim tokatla gözlerini sertçe yumdu. İlk defa onun öfkelendiğini görüyordum. Hayır, tabii ki de özür dilemeyecektim.

Gözlerini tekrar açtığında -vay canına- gri gözlerinden resmen alev çıkıyordu. Sabırlı olmaya çalışırcasına önce dudaklarını birbirine bastırdı ve sonra da yüzüme bakarak, "sadece kemerini bağlayacaktım Rose, "dedi tamamen temkinli bir sesle.

Hala gergince koltuğa yapışmış bir haldeyken, "öyle mi?" deyip kalakaldım. Nereden bilebilirdim ki?

Kocaman gülümseyip gözlerimi kırpıştırdım. "Ah, öyle mi? Kusura bakma bünyemde 6.hisle çalışan bir organizma yok."

Gözlerini devirdi. "Hala üste çıkmaya çalışıyorsun," diyerek kendini koltuğuna attı. Gerçekten morali bozulmuş gibiydi. Dudaklarımı emdim. Özür dilemek ya da bunu gerektiren hiçbir ortam bana göre değildi. Böyle şeylerde hiç olmadığı kadar zorlanırdım. Ona çekinerek baktım.

"Bak... affedersin, tamam mı? Bende gerginim," dedim. Bu sefer bana yandan bakarken yumuşamış gibiydi ama bir yandan da şaşkınlık vardı bakışlarında. Fakat hemen arkasından söylediğim laf ortamın azalan gerginliğini hemen geri getirdi. "Sende bana hak ver. Her baş başa kaldığımızda beni ellemeye çalışmandan bıkmışımdır belki olamaz mı?"

Bana o kadar sert baktı ki aklım hemen iki hafta öncesine, Helmes'in beni dövecekmiş gibi attığı o bakış geldi aklıma. Yine de yerime sinmemek için dik durdum.

"Ben sapık değilim, Rose," dedi boğuk bir sesle.

"Bu yaptıklarını da normal göstermez ama," dedim bir anne gibi ona onaylamaz bakışlar atarak. Ellerinin arasında ki gümüş direksiyonu sıktı. Ya da o her neyse.

Sessizlik esnasında kemerimi takmakla uğraştım ama bir türlü beceremedim. Carlox sonunda oflayarak önüme eğildi. "Tamam bana bırak," dedi. Bana dokunmamaya özen göstererek kemeri bağlarken, "sanki seni bardan değil de, manastırdan kaçırmış olduğum rahibe gibi davranıyorsun," dedi.

"Dokunmaya karşı değilim," dedim ona öfkeyle. "Sadece aşık olacak kadar tanıdığım bir erkeğe dokunurum ve ona da ancak öyle izin veririm," dedim bir kaşımı kaldırıp.

Beni umursamadan arabanın direksiyon kısmına eğildi. Direksiyonun hemen altında bir takım tuşlar vardı. Ben hala konuşmaya devam ederken o da tuşlarla uğraşıyordu. Onları kurcalarken sıkıntılı bir sesle, "bitti mi?" diye sordu.

"Beni kolay kolay susturamazsın," dedim ona meydan okurcasına bakarak.

Başını tuşlardan kaldırıp arkasına yaslanırken gözleri üzerimdeydi. "Herkesin illa ki bir kapatma tuşu vardır," dedi benim gibi iddialı bir bakış atarak.

"Sen öyle san," dedim bir omzumu silkip.

Carlox bana bilmiş bir bakış attı ve direksiyona tutunup bir tuşa basmasıyla araba sallandı. Kaşlarımı çatarak etrafa baktım. Yerden fazla yükselmiş sayılmazdık. Salıncakta bile sallanırken daha yükseğe çıkardım ben ama tabii iş arabada olunca durum farklı oluyordu. Bir anda iki taraftan gelen metalimsi ses gözlerimi arka arkaya birkaç kez kırpmama neden oldu. Sağ ve sol taraflarda bir kuşun uçmaya hazırlanırken kanatlarını açması gibi arabanın da iki metalimsi kolu devreye girmişti. O zaman gerçekten uçmak üzere olduğumuzu anladım işte. Önce öne arkaya yalpalandık. Uçağa defalarca binmiş bir insan olsam da bu apayrı bir şeydi. Koltuğa tutundum sıkıca.

Göz ucuyla Carlox'a baktım. Sırıtıyordu. Ne yapacağımı sanıyordu yani? Korkup ona sarılacağımı mı? Elimden geldiği kadar tedirginliğimi belli etmedim ve derin bir nefes aldım. Bundan daha iyisini yapabilirdim.

Ve daha da yükseğe çıktık. Direksiyonun yanında ki kaldıracın yukarı kalktığını görünce aracın bu sefer otomatik güçle yukarı çıktığını fark ettim. Olamaz. Ev gittikçe altımızda kalıyordu. Bu iş gittikçe korkunçlaşıyordu ama yine de tuhaf bir şekilde bu adrenalinden zevk alıyordum. Önce evin üst katlarına ardından da çatı katına geldik.

"Vay canına," diyebildim sadece. Kalbim sanki bu heyecana dayanamayacaktı. Dudaklarımın kuruduğunu hissediyordum. Birden yüksekten kendimi boşluğa attığımı gördüğüm rüyaları hatırladım. O zamanda böyle görkemli bir yerdeydim. Başımı havaya kaldırdım ve sarı ışığını süzen uyduya bakakaldım. Hem korkunç hem de harikaydı. Gecenin karanlığında altın gibi parlıyordu. Etrafında ki bulutlar dağılmıştı. Her biri gökyüzünün belli kısımlarında küçük gruplar halinde duruyordu. Bir ressamın tablosundan çıkmış gibi gerçek olamayacak kadar güzeldi.

Heyecanla tekrar başımı eve çevirdiğimde gözlerim büyüdü. Evet, artık ev aşağımızda kalmıştı.

Buradan ev harika görünüyordu. Kasvetli değildi asla ama farklıydı. Büyülü bir havası vardı. Soluk duvar rengine, gri çatısına rağmen asildi. Sanki ev değildi de bir saraydı.

Ah, sanki bu manzarayla kalbim duracaktı. Ağzım açık kalmıştı. Hemde mecazi anlamda da değil.

"Bak senin de bir tuşun varmış değil mi," dedi Carlox bana çapkınca göz kırparak. Hemen ardından da kaldıracı indirdi ve direksiyonu kırıp bir tuşa basmasıyla ileriye doğru fırladık.

"Sen öyle san," dedim iki kolumu da kaldırırken. Ve keyifle çığlığımı bastım.

Carlox bana bakarken hem şaşkındı hemde gülüyordu. Ben ise saçlarım rüzgarla dağılırken karşımda ki karanlığı görmeye çalışıyordum. Binalar, sokaklar, insanlar altımdaydı ve ben - ben uçuyordum !

Yüzümü kapalı cama resmen dayayarak aşağıyı görmeye çalışıyordum. Tek görebildiğim karartıydı. Herkes gerçekten siyah giyinmiş olmalıydı. Kalabalıkların çığlıkları ve tezahüratları bizim arabamıza kadar geliyordu. Yol aldıkça sesler daha da arttı. Sanırım meydana yaklaşıyorduk. Yaklaştıkça bizim gibi uçan arabalarda yanımızdan geçmeye başladı. Birçok insan arabalarına siyah havlular asmıştı.

Ben ise etrafa büyüleniş bir şekilde bakıyordum. Uçmak mükemmel de olsa aşağıya inip o kalabalığa karışmaya da arzu duyuyordum. İnsanlara, kalabalığa, kargaşaya o kadar çok özlem duyuyordum ki.

"Ne zaman iniş yapacağız?" diye sordum hala gözlerimi camdan çevirmeyerek.

"Uygun bir alan bakıyorum," dedi dalgınca.

Ona baktım. Aşağıya bakıyordu. Kemerimin izin verdiği kadar ona yaklaştım ve baktığı yere bakmaya çalıştım.

"Ama aşağısı çok kalabalık. Nasıl park edeceksin ki?"

Bana baktı dikkatlice. "Sana bir görev. Aşağıda 'S' harfli yanan bir tabela görürsen bana haber ver. O park alanı oluyor."

"S, ne alaka?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

"Bu yerel halkın ortak dili Unfto'da park alanına surjka deniyor."

"Anladım," dedim içimi çekerek ve kendi alanıma kaydım. Bir yandan da yanan tabelayı arıyordum kalabalıkta. Gözlerimi kıstım. Havada hafif hafif hareketlerle ilerlerken, "buldum," diye bağırdım. Carlox bir anda yerinden sıçradı. Elimde olmadan kahkaha attım.

"Korkma şapşal. Park alanını buldum."

Bozulmuş gibi dursa da bir şey demedi. Yanıma yaklaşınca park alanını işaret ettim ve Carlox da bir takım tuşlara bastı. Direksiyonun yanında ki küçük kare ekranda demin Carlox'a gösterdiğim park alanı gözüküyordu. Ekranda park levhasının üzerinde kırmızı bir halka belirdi.

"Şimdi ne oluyor?" diye sordum.

"Araç iniş koordinatlarını belirliyor. Kalkışlar ve inişler otomatiktir," dedi tekdüze bir sesle. Ve otomatik kadın sesi devreye girdi ve seksi bir şekilde konuştu.

"Koordinat, f tipi park alanında belirlendi. İnişe hazır olun," sesinden sonra "tak" sesi duyuldu. Kaldıraç kendiliğinden indi. Ve araba yine korkunç bir şekilde sallandı ama bu sefer başta ki kadar korkmadım.

"İnişe son 5 saniye. Dört. Üç. İki. Bir," demesiyle aşağıya doğru uçarcasına kaydık. Bu sefer gerçekten sona geldiğimi hissettim. Korkuyla çığlık atarak dizlerime kapandığım esnada Carlox'un "korkma," ya da buna benzer bir şeyler dediğini duyar gibi oldum. Fakat ne dediğini anlayacak ne de uygulayacak durumdaydım çünkü şu anda arabası uçuruma yuvarlanan birinden farkım yoktu. Nasıl sakin olabilirdim?

Ağzıma resmen safranın geldiğini hissetmiştim. Midem alt üst olmuştu. Ayrıca ani basınç değişikliğinden olsa gerek kulaklarım hem zonkluyor hemde beynim uyuşuyordu. Ve yavaşladık. Fakat kalbim hala kulaklarımda atıyor gibiydi.

Carlox'un sesini duyar gibi oldum. Adımı söylüyordu. Sesinden hafif bir şaşkınlık seziyordum. Ve birden eli sırtıma değince irkilerek yerimden sıçradım. Başımı kaldırdığımda stresten ter içinde kalmıştım. Biri önüme düşen saçlarımı geriye attığını fark ettim. Bu Carlox olmalıydı.

Ağzımı ne kadar açarsam açayım nefes alamıyordum sanki. İki elimle kendimi yelledim. "Çok kötüyüm," dedim öğürür gibi.

Carlox'un sakin sesini duydum. "Tamam, geçti," diyordu belime dökülen saçlarımı okşayarak.

Gözlerim sımsıkı kapalıydı hala. Burnumdan nefes alıp ağzımdan vermeye başladım. "Ne kadar daha havada asılı kalacağız?"

"Rose.. İniş yaptık."

"Ne," dedim şaşkınlıkla gözlerimi açarak. Ve direk karşımıza asker gibi dikilmiş bir adamla karşılaştım.

"Efendim park paranızı şimdi mi ödeyeceksiniz yoksa dönüşte mi?"

***

"Sana gerçekten inanamıyorum Rose. Daha cesur bir kız olduğunu düşünürdüm."

Bir hışımla ona döndüm. "Acaba ilk defa uçan arabaya bindiğimin farkında mısın? Ayrıca inişin çıkışa göre bu kadar hızlı olduğunu bana söyleme zahmetinde bulunsaydın eğer belki de yere çakıldığımızı düşünmezdim ha, ne dersin?"

Carlox birden belimden tutarak beni kenara çekti. Birine çarpıyordum yine. Burası o kadar kalabalıktı ki iğne atsan yere düşmezdi. Her yer siyahlara bürünmüş insan doluydu. Ayrıca bir çok kişi günün anlamına uyması adına siyah peruk taktıkları için dikkat de çekmiyordum.

Carlox ellerini cebine koyup yanımda yürümeye başladı. "Her neyse tartışmanın anlamı yok. Ne yapmak istersin söyle bakalım."

"Buraları en iyi sen bilirsin. Sen söyle," dedim.

Birden durunca bende durdum. Gözleri parlayınca aklına bir şey geldiğini anladım.

"Ne oldu?" diye sordum.

"Sen hiç ateş suyu içmemiştin değil mi?" diye sordu heyecanla.

Yüzümü ekşiterek, "o ne be," dedim.

"Gel benimle," diyerek kolumdan tutup çekiştirdi beni. 28. Helmes'in heykelinin tam karşısında bir tezgah vardı. Önünde de uzun bir sıra. Ümitsizlikle sıraya baktım.

"Unut bunu Carlox. Tüm gecemi o sırada öldürmeye hiç niyetim yok."

Bana muzip bir bakış attı. "Sana o sıraya gireceğimizi kim söyledi," dedi ve sıranın yanından yürüdü gitti. Arkasından koştum. "O da ne demek, dur."

Yetiştiğimde Carlox sıranın en başında ki kişinin yanındaydı. "İki tane ateş suyu alabilir miyiz?"

Hemen Carlox'un koluna girip fısıldadım. "Bu yaptığın çok ayıp Carlox. Lütfen yapma. Bak gerçekten ateş suyu falan istemiyorum."

Adam işine bakarken ön sırada ki çocuk kenara çekildi. "Buyurun Bay Carlox."

Sıra veren çocuğa garip bir şekilde bakarken Carlox'un kolunu tutan elim düştü. Bay Carlox mu? Adam iki bardağı da Carlox'a uzattı. Bende Carlox'un isteğiyle ellerinin dolu olmasından dolayı onun cebinden parayı alıp hesabı ben ödedim. Tezgahtan ayrılırken bir bardağı bana uzattı. Şeffaf küçük bir bardaktı. Dibinde yanan ateş alev alevdi. Evet, bildiğimiz alev. İnanılması ne kadar güç olsa da ateşle su bir aradaydı.

"Bu nasıl olabilir?" diye sordum bardağa bakarak.

"Bizde ki elementler sizdekinden daha farklı, diyelim. Ateşle su her bir araya geldiğinde birbirlerine meydan okumazlar," dedi ve durdu. Onun baktığı yere baktım. Uydunun altın ışığı altında parıl parıl parlayan 28.Helmes heykeli duruyordu karşımızda. İnsanlar heykelin çevresinde ki su havuzundan uzanabildiği kadarıyla heykele dokunuyorlardı. Hatta ağlayan bile vardı.

"Seni tanıdıkları için sana yer verdiler değil mi?" diye sordum.

Heykelden gözünü ayırmayarak, "evet," dedi.

Başımı bende heykele çevirdim. "Öyle bir babanız olduğu için şanslısınız."

"Evet," dedi hiç düşünmeden başını sallayıp. "Cadıların aksine burada ki yerel halk hem Oero'nun babası Gümarsang'a hem de benim babama saygı duyarlar."

Almatch'in babasından bahsetmemişti ki Almatch, Helmes ve Carlox'la amca çocukları olduğunu söylemişti bana. Nedense onunda babasının önemli bir insan olması gerektiğini düşünmüştüm. Sonuçta 28.Helmes'in kardeşiydi.

Carlox birden ateşli sudan bir yudum içti. Ona tuhafça baktım. "Tadı nasıl?"

Bardağımı işaret ederek, "içsene," dedi.

Bardağa dudak bükerek baktım.

Carlox, "arabayı anlarım ama bunu da içmezsen cesur olmadığını düşüneceğim," dedi.

Ona sert bir bakış attım. "Beni nasıl ikna edeceğini biliyorsun," deyince güldü. İsteksiz de olsa bardağı dudaklarıma yaklaştırdım. Garipti ama dudaklarıma herhangi bir sıcaklık gelmemişti. Arkamdan esen sert rüzgar üşümeme neden oldu. İçimin ürpermesi bana garip bir zevk veriyordu. Soğuğu ve üşümeyi seviyordum. Titrerken bardağın içinde ki ateşe daha dikkatli baktım.

"Bu çok saçma," dedim yandan bir gülüş atarak. Sorgularcasına bir kaşını kaldırınca bardağı dudaklarımın arasında şaha kalkan at gibi kaldırdım. En fazla ne olabilirdi ki? Yanmazdım değil mi? Ağzıma gelen su ılıktı. Ilık su her zaman midemi bulandırırdı. Suyu dudaklarımdan çektim. Boğazımda bir yol takip edip inen ılık su bir süre sonra ağzımda ekşimsi bir tat bırakmıştı. Ve ateş hala yanıyordu. Bardağı ağzımdan çekip, bardağa garip bakışlar attım.

Carlox gözlerini kısmış beni inceliyordu. Ona memnuniyetsiz bir bakış attım. "Çok gereksiz bir şey bu bence," deyince güldü.

"Tamamını iç bakalım," dedi sırıtarak. Omzumu silktim ve bardağı kafama diktim. Ateşten geriye kalan tüm su boğazıma kadar aktı. Bardağı yavaş yavaş ağzımdan çekerken midem kalktı. Önce kül tadı geldi ağzıma ardından da dilim uyuştu. Kalbim nedensiz yere hızlıca atmaya başlayınca Carlox'a baktım. Bakışlarıma bakıp gülmeye başladı ve küçük bardağı elimden aldı. 28.Helmes'in heykelinin çevresini saran suya ikimizin de bardağını soktu. Bardağın dibinde ki alevler sönerken "cızz" diye bir ses kulakları doldurdu ve suyun içinden dumanlar çıkmaya başladı. Carlox'un yaptığı hareketlere boş boş bakarken yanıma gelince ona bir şey söyleyecek gibi bakmaya devam ettim. Neden böyle davranıyordum açıkçası benimde fikrim yoktu. Carlox ne olduğunu anlamaya çalışırken gözlerinin eğlenceyle parıldadığını fark ettim.

Artık dudaklarım yanmaya başlamıştı. Şiştiklerini de hissediyordum. Ayrıca kaşınıyorlardı. Sanki acı biber yemişim gibi. Carlox bana, "iyi misin?" diye sordu ama sorusu kulağıma aynen şöyle geliyordu.

"İyyyihi misihin?" Ve bu soru bile kulağıma ağır çekimde geldi.

Dudaklarımı hafifçe aralayıp onun yüzüne bakmaya devam ettim. Artık kaşlarının çatıldığını fark ettim. Sanırım benim için telaşlanmaya başlıyordu. Kafasını iki yana telaşla sallarken bende tam bir şey demek için ağzımı açmıştım ki 28.Helmes'in heykelinin etrafında dua edenler dair ateşli su için kuyruk olanlara kadar herkesin bana bakmasına sebep olacak kadar yüksek sesle geğirdim.

Carlox'un kaşları hayretle havaya kalktı. Açıkçası bende şu ana kadar hiç bu kadar şiddetlisiyle karşılaşmamıştım. Tam bana ne olduğunu sormak için tekrardan "Carlox," diyordum ki, "Car" dediğim kısımda neredeyse etrafta patlama şüphesi uyandıracak bir şekilde üç kere art arda geğirmeye başladım. Ah, olamaz! Hayatımda hiç olmadığım kadar rezil oluyordum şuanda. Artık o kadar çok arka arkaya gelmeye başlamıştı ki midemin ağrımaya ve boğazımın da tahriş olmaya başladığını fark ettim. Carlox şaşkınlıktan bir şey yapamıyordu sanki. Gri gözleri hayretle açılmış bana bakıyordu sadece. Ben ise gözlerimle ona yalvarıyordum resmen.

"Bir şey yap," diyordum içimden. Geğirmekten konuşamıyordum. Artık insanlar gülmek dışında tepki vermemeye başlamışlardı fakat bir süre sonra onlarda rahatsız olup uzaklaşmaya başlayınca kendimi daha da kötü hissetmeye başladım. Artık Carlox benim daha fazla rezil olmamı önleyip beni o ortamdan çekmediği için ona bağırmak istiyordum. Kendimi zorlayıp konuşmaya çalıştım.

"Ba-" Geğirince kelimem yarım kaldı. "Yar..." burada da maalesef aynı sebepten mustaribim. Sonunda kendime gelip, "aptal," diye bağırdım. Neyse ki kelimem bölünmedi. Carlox sanki ona tokat atmışım gibi silkelendi. Diğer insanlar bana baktığı için yüzümü iki elimle kapıyordum. Lanet olsun. Ne oluyordu bana? Bir daha ki de en az öncekileri kadar şiddetli olunca ellerimi yüzümden çekmek zorunda kaldım çünkü ellerime ağzımdan akan kan bulaşmıştı. Dehşetle titreyen ellerime baktım. Telaşla nefes almaya başladım. Carlox bir anda beni kolumdan tutup o ortamdan çekip tam 28.Helmes heykelinin karşısında ki boş sokağa soktu beni. Burası oldukça karanlıktı.

Yorgunca başımı Carlox'un omzuna koyarken o da bir eliyle belimi sarmıştı. Artık geğirmiyordum. Tek olan şey, bir dakika aralıklarla ağzımdan gelen kandı. Açıkçası bu durumda konuşmaya bile korkuyordum. Neyse ki Carlox da benimle konuşmaya çalışmıyordu. Bu sokak bomboştu. Beni cansız bir nesneymişim gibi rahatça sokak arasında ki kaldırıma bıraktı. Burada ne aydınlatma vardı ne de uydudan yansıyan ışık. Zifiri karanlık, desem yeriydi. Ayaklarımı ileriye doğru uzatmaya çalıştım.

Carlox açıkta kalmış çıplak dizlerime elini koydu. İki dizimde Carlox'un elleri sayesinde sımsıcaktı. "Daha iyi misin?" Artık dediklerini çok net anlıyordum. Konuşmak için ağzımı açtığım esnada hıçkırıkla ağzımdan yine kan geldi. Sanırım bu cevap yeterliydi. Tekrardan konuşmayı denedim ve bu sefer başardım.

"Bana yardım et," dedim en az bir ölünün ki kadar durgun bir sesle. Carlox telaşla kafamı dayadığım duvara yetişti ve önüme düşen saçlarımı geriye itti.

"Dayan, Rose. Yalvarırım. Şimdi yardım çağıracağım."

Ona sadece başımı sallayabildim. Gözlerim kapanmak üzereydi. Yerinden kalkıp ellerini pantolonuna sildi. Acaba kanım mı bulaşmıştı? Yanıma yaklaşınca aslında o duvarda bir telefon olduğunu fark ettim. Bizde ki gibi ankesörlü telefonlara benzese de göz kapaklarımın arasından Carlox'un eline aldığı ahizeden telefonun eski olduğunu fark ettim. Telaşla bir takım numaraları tuşlamaya başlarken benim ise gözlerim kapanmaya başlamıştı ama konuşulanları hala duyuyordum.

"Alo. Almatch, ben Carlox. Hemen Urgaka'yı alıp Yhoadk sokağına gelmen lazım," dedi ve bir an sessizlik oldu. Sonra öfkeyle devam etti Carlox. "Tabii ki senin Girdap Bayram'ında dışarı çıkmadığını biliyorum ama ölmek üzere olan birine yardım etmek istersin değil mi?"

Ölmek üzere olan?

"Rose," dedi Carlox. Yoksa ağlıyor muydu? Sadece, "bekliyorum," dedi ve telefonu kapadı. Ayak sesinden yanıma geldiğini anladım. Yine saçlarımı yanıma attı. Sanırım saçlarımla oynamayı seviyordu. Sonra sıcak elinin yanağıma değdiğini hissedince içimde değişik bir rahatlama oldu. Sanki bilmediğim bir gezegende değil de evimdeydim. Büyükannemin evindeydim ve başımı onun dizlerine koymuştum.

"Neden öyle dedin?"

Yanağımı okşayan eli bir an durdu. "Ne?" diyebildi sadece.

"Neden ölmek üzere olduğumu söyledin?" Sonra gözlerimi zor da olsa araladım. "Ölmeyeceğim ki."

"Sevinirim," diye gülümsedi. Elim havaya kalktı ve onun göz altına dokundum yavaşça. Islaktı.

"Ağlamışsın," dedim.

"Korktum," dedi gülümsemeye çalışarak.

Başımı havaya kaldırdım. Uydu görünmüyordu bu dar sokaktan ama yıldızlar oradaydı hala. Dünya'dan kırk milyon ışık yılı uzağa gidebildiysem imkansız diye de bir şey yoktu o zaman. "Şimdi ölmeyeceğim, Carlox. Bir amacım var."

"Biliyorum," dedi elimi tutarak. "O kadar inatçısın ki ölüm meleğiyle bile tartışabilirsin," dedi gülümsemek için kendini zorlayarak.

Ona sadece yorgunca gülümseyebildim. Daha fazla konuşacak takatim yoktu. Artık direnmeyi bırakmayı seçtim ve göz kapaklarımın ağırlığı altında kendimi özgür bırakmamla gözlerime perde çekildi.



"Ne zamandır baygın?"

"Ben... ben bilmiyorum. Beş dakika da olabilir yarım saatte."

Daha farklı bir ses duydum. "Beni arayalı sadece beş dakika oldu Carlox!"

"Tamam, üzerime gelmeyin! Şu an adımı bile sorsanız cevap verecek durumda değilim," dedi Carlox'un olduğunu anladığım ses.

Biri kolumu kaldırdı. Sanırım nabzımı kontrol ediyordu. Bu Urgaka olmalıydı.

"Nabzı normal. Muhtemelen şu an bizi duyuyor olmalı."

Evet duyuyordum fakat cevap veremiyordum. Bu o kadar sinir bozucuydu ki.

"Neden baygın peki?" diye soran Carlox'un sesini işittim.

"Neden olabilir sence?" diye bağırdı daha önce duyduğum öbür ses. "Ona ateş suyu verdin. Bu doğduğundan beri Dünya'da ki besinleri alan biri için ne kadar ağır farkında mısın? Onun içinde ki alkol burada ki çoğu kişi için ağır geliyorken hem de."

"Onun sürekli ne kadar güçlü olduğundan bahsedip durdunuz Almatch. Bunu kaldıramayacağını nereden bilebilirdim? Elinde olsa doğanın gücünü bile eline alacağını söyleyen sen değil miydin? Böyle biri ateş suyu içince nasıl bu hale gelebilir ki?" Carlox'un sesinden hala ağlamaya devam ettiğini anlayabiliyordum.

"Tartışmanız anlamsız," dedi Urgaka'nın olduğunu anladığım ses. "Silvayta doğada hep bir denge olduğundan bahsederdi. Bu bana öğrettiği ilk ders. Her zaman karşıt kutuplar birbirini çeker. Aynı kutuplar ise iter. Bir dişi ile bir erkek gibi. Zaten tam tersi olursa yani bir erkekle bir erkek birbirine çekilirse bu da doğanın dışı bir hareket olur. Bir ateşe ateş vermen anlamsız. Bu duruma göre Rose'a da bir element veremezsin. Vücut bunu kabul etmez ve tuhaf tepkiler vermeye başlar. Çünkü onda bir şimşeğin gücü var." Sonra derin bir nefes aldığını fark ettim. "Ama Tanrı'lara şükürler olsun ki bu büyük bir sorun teşkil etmiyor şu anda. Kendini vücuttan atması doğal bir durum. Bu da her şeyin yolunda gittiğini gösterir. Şimdi ona yapacağım iğneyle kendine gelecektir."

Urgaka'nın olduğunu düşündüğüm el bileğimi sardı. Kolumun iç kısmına sürülen ıslak pamuk zaten soğuk olan havada daha da üşümeme neden oldu. Daha sonra iğnenin derimin altında damarımı aradığını fark ettim. Önce ince ince bir sızı ardından bir uyuşma meydana geldi. Garip ama ardından bir rahatlama hissettim. Ellerim buz keserken gözlerimi araladım. Midem inanılmaz bulanıyordu. Baygın baygın etrafa bakarken Urgaka gülümseyerek elimi tuttu. Carlox telaşlı duruyordu hala. Almatch ise iki elini beline koymuş bir şekilde Carlox'a kinle bakıyordu. Daha sonra yapmacık bir tavırla gülerek, "ağlamaya devam etsene, neden sustun?" dedi Carlox'a.

Urgaka yerden doktor çantasını eline alarak kalktı ve diğer elini Almatch'in omzuna koydu. "Bunun bir anlamı yok, dostum. Rose şu an iyi. Bu günü mahvetmeyin."

Almatch'in gözleri bana kaydı. Beni baştan ayağa süzerken bir şey arıyor gibiydi. Kaşlarım çatıldı. Almatch zorlanır gibi derin bir nefes alarak Urgaka'ya döndü. Kafasıyla beni işaret ederek, "neden onun için kaygılanacakmışım ki?" deyince dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Almatch'in bencil ve vurdumduymaz olduğunu söylerdim ama o ilk zamanlardaydı. Şu iki hafta boyunca sadece onun yaralı tarafını görmüştüm. Geçmişte yaptıklarını tabii ki unutmam imkansızdı ama en azından artık onu anlıyordum. Özellikle bana Palina'yı anlatıp dertleştiği geceler. Şimdi anlıyordum ki gerçekten yanılıyordum. Arkamda ki duvardan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Carlox'un beni fark etmesiyle yanıma gelmesi bir oldu. Koluma girdi. Birden başım dönünce bir elimle başımı tuttum.

Urgaka'ya baktım. "Benimle ilgilendiğin için teşekkür ederim Urgaka daha iyiyim. Sen gidebilirsin. Ben daha buradayım."

Urgaka, "Rose, bence..."

Onun lafını kestim. "Durumumun kötü olmadığını söylediğini duydum Urgaka. Lütfen, izin ver. Bir daha Girdap Bayram'ını görüp göremeyeceğimi bile bilmiyorum. Burada kalmak istiyorum."

Urgaka bir süre yüzüme kararsız bir şekilde baktıktan sonra başını salladı. "Pekala ama şunu söylemem gerekiyor. Ateşli su hala vücudundan atılmadı. Ben sadece tepki vermesini durdurdum. Büyük ihtimalle sabaha doğru kusma nöbetleri geçirebilirsin."

Beni dikkatlice izleyen Almatch'e aldırmadan bir omzumu silktim. "Sorun yok. Zaten o zamana kadar eve dönmüş oluruz."

Urgaka, Carlox'a bakınca, Carlox hızlıca başını salladı. "Yanından ayrılmayacağım."

"Peki o zaman," dedi Urgaka iç çekerek. "Biz gidelim," diyerek önden yürüdü. Almatch arkasından gitmeyerek bana baktı. Sanki kararsız kalmış gibiydi. Başımı çevirince Carlox bu hareketimden memnun olmuş gibi kolumu daha da sıktı.

"Almatch!"

Almatch, Urgaka'ya baktı. "Sen evine dön, Urgaka," dedi ve sonra Carlox'a azarlarcasına bakarak, "ben bir süre daha buralarda dursam iyi olacak," dedi. Urgaka önünden geçen atçıdan at kiralarken bende Almatch'i görmemezlikten gelerek Carlox'la konuştum.

"Hadi şu sokaktan çıkalım, Carlox. İçim daraldı."

Carlox'la kol kola Almatch'in önünden yürüyüp gittik ama Almatch'in arkamdan gelmeye devam ettiğini fark ettim. Bize yetişince yanımızdan yürümeye başladı.

Etrafımda ki siyaha boyanmış kalabalığa baktım. Uydunun altın ışığı altında büyülü görünüyorlardı. Meydanlarda şans oyunu oynayanlar, ağızlarından ateş çıkaranlar, ateş suyu içip kendini kaybederek oynayan kızlar, yollarda ballı şerbet dağıtanlar, günün anlam ve önemini anlatarak konuşma yapan din adamlarının arasından adım atmaya çalışıyorduk. Burada birine çarpmadan yürümek mucize olurdu resmen.

Neredeyse on beş dakika boyunca süren yürüyüşümüzde ki sessizliği Almatch böldü.

"Yanlış kişiye güveniyorsun, Rose."

Carlox cevap vermeden ben atıldım. "Lütfen Almatch. Tartışma çıksın istemiyorum, tamam mı? Sana kırgın falan da değilim. Sonuçta hiçbiriniz benim bakıcım değilsiniz." Bu son cümlede Carlox'a da baktım. "Kaldı ki, bir bakıcıya da ihtiyacım yok zaten. O an tek ihtiyacım olan kişi bir doktordu. Ve geldi. Bu kadar. Ve şimdi izin verirseniz tartışma olmadan bir gün geçirmek istiyorum," diyerek Carlox'un kolundan çıkıp bir adım önde yürümeye başladım. Carlox'un," kız haklı," dediğini duydum.

Almatch ona cevap vermeyerek birine çarpa çarpa yanıma geldi. "Kızgın olduğum zaman ağzımdan ne çıktığını bazen kontrol edemiyorum Rose ama inan ki..."

"Yapma Almatch," diye lafını kestim. "Özür dilemeyeceksin değil mi? Gerçekten bu komik olurdu," dedim kollarımı bağlayarak.

"Neden böyle söylüyorsun?" diye sordu sinirli bir tavırla. Yürümeyi bırakarak tamamen ona döndüm. "Belki de seni gerçekten anlamaya çalışan tek insandım, Almatch. Bir an arkadaş olacağımıza inandım gerçekten biliyor musun? Hem de kampta bana yaptığın onca işkenceye rağmen."

Sanki bu suratına atılmış bir tokat gibi durdu. Bembeyaz olmuş yüzü karanlığın içinden korkunç görünüyordu. O sırada Carlox da yanıma gelmişti. Tek dileğim onun bu duruma karışmamasıydı.

Almatch de konuştu.

"Biliyor musun? Ben de ilk defa bir kıza cinsel bir duygu beslemeden sadece arkadaşlık amaçlı yaklaşıyorum, Rose."

Nedense bu cümle beni duygulandırmıştı. "Gerçekten mi?" diye sordum hayretle. "Yani.. sen şu ana kadar..."

"Evet," dedi iki kolunu da açarak. "Hiçbir kızla dostluk kurmadım."

Şaşkınlıkla ona bakakaldım. Carlox ise sinir bozucu bir şekilde beni kolumdan tutup çekmeye çalışıyordu.

"Hayatta ki tek dostuma zarar geleceğinden korktuğum için belki sert tepki vermiş olabilirim," dedi Carlox'a dik dik bakarak.

"Hayatta tek dostunun olması zaten senin nasıl sorunlu olduğunu gösteriyor."

Artık tamamen Carlox'a döndüm. "Lanet olsun, Carlox. Şurada dramatik bir sahne yaşamamıza izin verir misin artık?"

Almatch'i yerel halk gibi orta parmağıyla işaret ederek, "O, Almatch, Rose farkında mısın?"

Almatch önümde eğilerek Carlox' baktı. "Hey, bir saniye. Senin benimle sorunun ne artık söyler misin?"

Carlox tam cevap verdiği esnada iki elimi de kaldırdım. Gözlerimi yumup açarak, "tamam, artık yeter. Tartışmayı kesin. Siz kuzensiniz," dedim sırayla ikisine de bakarak. Bu gerçeği hatırlamaktan rahatsız olmuş bir şekilde birbirlerine baktılar. Onları umursamayarak konuşmaya devam ettim.

"Bugün sizin planınız ne, bilmiyorum ama ben eğlenmeyi planlıyorum. Ve eğer bunu bozacaksanız benden ayrılın," diyerek yavaş adımlarla yürümeye başladım. Tam arkamdan bana doğru gelen dört ayak sesini fark edince kendi kendime gülümsedim.

Güzel, eğlence başlasın.

Önce ağzından alevler çıkartan adamların etrafında ki kalabalığa karıştık. Yerel halkın Unfto dilinde yaptığı tezahüratları bende tekrarlamaya çalıştım. Onlar gibi söylediği kelimeleri bağırdım fakat o kadar hızlı konuşuyorlardı ki, onların dilinde ki kelimeleri doğru bir şekilde telaffuz etmemin imkanı yoktu ama olsun böylesi daha da keyifli oluyordu. Carlox ve Almatch bana bakarak gülerlerken ben ise bir rock konserindeymişim gibi saçlarımı sağa sola dağıtarak bağırıyordum.

Artık ağzından alev çıkartan adam elinde ki çubuğu bırakıp bana bakmaya başlamıştı ardından da iki orta parmağıyla beni işaret ederek Unfto'ca bir şeyler söyledi ve onunla birlikte herkes güldü. Carlox ve Almatch'e baktım. Onlar da gülüyorlardı. Demek ki kötü bir şey dememişti. Zaten hemen hemen herkes siyah peruk taktığı için bende öyle yapmışım gibi dikkat çekmiyordum. Bugün ucube değildim, onlardandım.

Almatch adama gülerek bir şey söyleyince adam da devam etti ve bu sefer ateşi havada salladı. Neredeyse ateşler üzerimize doğru gelince çığlık atarak korkuyla geriye sıçradım. Carlox tam ben düşeceğim sırada beni sırtımdan tutarak, "o gerçek ateş değil. Yapma," diye kulağıma fısıldadı gülerek.

Almatch yerinden ayrılıp yanımıza gelince yine Carlox'un yüzü asıldı.

"Suroko gölünü görmek ister misin Rose?"

Carlox, "burada eğleniyordu işte. Göl de nereden çıktı?" diye terslendi.

Ona döndüm bir hışımla. "İzin verirsen kendi kararımı kendim vermek isterim, Carlox," dedim. Bir şey demeden Almatch'e öfkeyle baktı sadece. Sabırlı olmaya çalışarak gözlerimi yumdum. Almatch konuştu.

"Genelde saat on ikiyi vurmasına yakın herkes dilek çemberleriyle suya atlar."

"Bu muhteşem," dedim gözlerimi iri iri açarak.

"Hayır, değil. Islanacağız," diye mızmızlandı Carlox. Bazen kimin kız olduğundan emin olamıyordum.

Ona döndüm sabırla. "Islanmaktan bir şey olmaz Carlox. Dağılmazsın ya," deyince Almatch güldü. O gülünce bende güldüm. Carlox ikimize de ters ters bakarak önden yürüdü. Bozulmuştu.

Biz de arkasından yürüdük.

"Neden böyle davranıyor anlamıyorum. Bugün fazladan gıcık," diye söylendim.

Almatch kulağıma eğilerek bir şarkı gibi mırıldandı. "Çünkü sana aşık."

"Almatch," dedim Carlox duydu mu diye onun olduğu tarafa telaşla bakarak.

Almatch ise rahatça konuşmaya devam ediyordu. "Hadi ama Rose, bana anlamadığını söyleyemezsin değil mi?"

"İlk günden beri saklama gereği duymadı ki zaten," dedim asık suratla. Almatch yüzüme bakıp güldü. Sonra da önüne bakarak yürümeye devam etti. Ben ise ayaklarıma bakarak yürüyordum. Kollarımla belimi sarmıştım.

"Onu üzmek istemiyorum," dedim sonunda. Cevap gelmediğinde başımı kaldırdım. Yüzüme dikkatlice bakıyordu.

"Ne," dedim rahatsız olarak başımı çevirip.

Aklına bir düşünce gelmiş olmalı ki gülerek başını çevirip salladı. "Helmes olmaya çalışıyor," deyince neredeyse tökezleyecektim ama kendimi zorlayarak yürümeye devam ettim. Almatch'in yüzüne bakmamaya özen gösterdim. Sanki ona baksam aklımdan geçenleri anlayacaktı.

"Bence tüm evrenin en şansız kişisi olabilir, Carlox. 28.Helmes gibi bir kahramanın oğlu olarak dünyaya gelmek ve 1 dakika fark yüzünden o unvanı kaybetmek. Ve üstüne üstlük," dedi bana dikkatle bakarak. Hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ettim, "gözü ilk unvanı kapmış adamda olan bir kıza göz dikmek," deyince duvara çarpmışım gibi durdum.

Başımı yavaşça kaldırdım. Önüme düşen siyah saçlarımın arasından yüzümün bembeyaz göründüğüne emindim.

"Sen... ne diyorsun?" diyebildim sadece.

Başını yana eğerek konuştu, "hadi ama Rose. İnkar etmeyeceksin değil mi? Helmes'den..."

"Sakın," dedim neredeyse bağırarak. Şaşkınlıkla bana bakakaldı. "Cümleni tamamlama, sakın," dedim öfkeyle. "Öyle bir şey yok. Hiçbir zamanda olmayacak."

Histerik bir kahkaha atarak başını çevirdi başka yöne. Sonra tekrar bana baktığında gözlerinde emin parıltılar vardı. "Sizi duydum, Rose. İnkar edemezsin."

"Nasıl? Ne zaman duydun?" dedim masum rolü oynamaya çalışarak.

Bu sefer yüzünü tamamen ciddiyet bürümüştü. "Sana Palina'yı anlattığım gece," dedi. "Kapımın önünde tartıştınız. Helmes ondan hoşlandığını söylediğini duymuş," deyince yer neredeyse ayağımın altından kayıp gidiyordu. O zaman Helmes'in onun odasından yırtık bir elbiseyle çıktığımı bildiğini de biliyordu. Neredeyse boynuma kadar kızardım. Tek kendimi değil, Almatch'i de bu duruma sokmuştum. Tüm konuşulanları duyduysa eğer...

"Bak bu bir hataydı tamam mı," dedim onun yüzüne bakmamaya dikkat ederek. "Helmes'i kırmadan reddetmek için seni öne sürmek zorundaydım."

"Kırmadan mı?" dedi kahkaha atarak.

"Onu üzmek istemedim," dedim bu sefer gözlerinin içine bakarak.

"Neyse ne, Rose. Eğer beni gerçekten dostun olarak görüyorsan sadece seni uyarmak istedim. Helmes bir kadına değer verecek kadar özverili olamaz asla. Onun kilitli kapıları, kilitli kapıların ardında da esrarengiz deneyleri, evrenin sırları var. Zaten bunu sana anlattım," dedi yavaşça. Ben ise sessizce onu dinliyordum. "Sana bir kere bile gülümsediğini gördün mü?"

"Bunun konumuzla ne alakası var?"

Gülümsedi. "Emin ol, konumuzun aslı bu. Sana bir kere bile gülümsemedi. Sakın ola ki, aptallığa kapılma diye söylüyorum bunu."

İyice ona yaklaştım. "Bana gülümsemedi çünkü ben bunun için çaba sarf etmedim."

Bu sefer gerçekten içten bir kahkaha attı. "Emin ol Rose, tüm bunları senin gaza gelmen için söylemiyorum ama ne kadar çabalarsan çabala bunu yapamazsın zaten."

"Sen öyle san," dedim bir kaşımı kaldırıp.

Beni baştan ayağa süzdü. "Ups, sanırım elinde erkekler için silahı bulunan çok ama çok seksi bir kızla arkadaşım. Acaba ona sırnaşsam mı?"

"Benimle dalga geçme, Almatch. Ben ciddiyim. Ben istersem olur bu iş. Beni reddedemez."

Almatch gözlerini devirdi.

Fiona ve büyük annem hariç herkes benim kendimi beğenmiş olduğumu düşünürdü. Buna Fiona'nın babası Jack de dahil. Böyle düşünmeleri aslında hoşuma giderdi. Kaldı ki, haklılardı da. Çünkü gerçekten de isteyip de başaramayacağım hiçbir şey olmadığını düşünürdüm. Belki de tüm kendini beğenmişlerin ortak sonudur, bu. Helmes gibi biri karşına çıkar ve faka basarsın. Ya da tam tersi kaderine karşı çıkarsın.

Sanırım ikincisi, bendim.

Hızla yürüyerek Almatch'e yetiştim. Şu an Carlox bizle oldukça mesafeyi açmış görünüyordu. Konuşmadan yürüdük. Yol esnasında düşünüp durdum. Bir çok açıdan Almatch haklıydı. Benim iyiliğimi düşündüğünü biliyordum. En azından öyle düşünmeye çalışıyorum. Ne olursa olsun iki hafta bir insana güvenmek için oldukça kısa bir süre. Hele ki bu insan size zamanında tecavüze kalkışıp arından tokat atıp karşınızda da bir insanın kafasını koparmışsa. Her neyse.

İnanması güç olsa da birçok açıdan Almatch'e benzediğim söylenebilirdi. Kendini beğenmişin tekiydi ve belki de beni bu yüzden uyarıyordu. İstediği her kızı elde eden Almatch günün birinde Palina adında bir kıza aşık olur ve puf! Duvara toslar.

Ben bu hikayede Almatch oluyorsam eğer Helmes de Palina oluyordu. Ah, kesinlikle bu hikayeyi tersine çevirmem gerekiyordu. Bir an yola bakmak için başımı kaldırdığımda önümüzden yürüyen Carlox'u göremedim.

"Almatch," dedim bir an yerimde durarak. "Carlox yok."

Koluma girdi. "Telaş yapma. Senin için dilek çemberi almaya gitmiş olmalı. Göle yaklaştık," deyince tuzlu suyun kokusunu fark ettim. Gözlerimi kapatıp kokuyu içime çekmeye çalıştım.

"Almatch, bu harika."

Almatch güldü. "Gören de geldiğin gezegende deniz yok sanacak," dedi. Birden Carlox karşımda belirince sıçradım. Elinde parıl parıl parlayan şeffaf bir şey vardı. "Dilek çemberi," dedi kocaman gülümseyerek.

"Teşekkür ederim," dedim sapından tutmaya başlayarak. Dilek çemberine uzun uzun bakmak imkansızdı. İnsanın gözünü alıyordu. Kavanoz camının üzeri simlerle süslenmiş at desenleriyle kaplıydı.

Onlara döndüm. "E, şimdi ne yapıyoruz? Göle atlıyor muyuz?" deyince ikisi de güldü.

Almatch, "önce dileğini yazman lazım," diyerek beni gölün dibine kurulmuş standa götürdü. Çok kalabalıktı ama Almatch ve Carlox tanındığı için herkes bana yer verdi. Kızların ise öldürücü bakışları altında kalmıştım. Standa geçtim ve önüme koyulan kare şeklinde ki beyaz kağıda dileğimi yazmamı istediler benden.

Rafael'i bulmak.

Kağıdı katlayıp dişlerini bile siyaha bulamış genç görevliye dileğimi verdim hemen ardından da telaşla Almatch'e döndüm. "Okumaz değil mi?"

Almatch gözlerini devirdi. "Hayır, Rose. Buraya gün içinde kaç kişi geliyor. Görevliler bile dilekleri çembere yerleştirmekten bıkmışlardır," dedi. Başımı salladım. Sonra gözlerini kısarak bana baktı. "Ah ama pardon sen ulu Rose'dun değil mi? O kadar önemli bir insansın ki eminim bu kadar insan senin dileğini öğrenmek için burada toplanmıştır."

"Çok komiksin," dedim burnumu kırıştırarak. Sonra da hala trip atmakta olan Carlox'a döndüm. "Hey, sen neden dilek çemberi almıyorsun?"

Omuz silkti. "Her sene yapınca insanın artık yapası gelmiyor."

"Beni yalnız bırakmayacaksınız değil mi?" Sonra hemen Almatch'e döndüm. İtiraz etmeye hazır ellerini kaldırdı. "Aklından bile geçirme," diye uyardım onu.

O sırada genç çocuk dilek çemberinin içine yerleştirilmiş dileğimi getirdi.

Carlox ve Almatch de sonunda yaptığım psikolojik baskıya dayanamadılar ve dilek çemberi alıp içine dileklerini yazdırdılar. Göle doğru yürürken Almatch elinde ki çemberi salladı.

"Bana gerçekten bunu yaptırdığına inanamıyorum, Rose."

Gülerek göz kırptım ona. "Sen benimle takılmaya devam et, gör bak daha başına neler gelecek," dedim.

Bana yine küçümseyici bir bakış attı. "Kimin daha baskın karakter olduğunu unutma sakın."

Bir kaşımı kaldırdım. "Üzerimde bile deneme Almatch," dedim ona sinsi bir gülüş atarak. Güçlü bir kahkaha patlattı.

"Hey, siz ikiniz şu sıkıcı sohbetinize ara verecek misiniz yoksa geri mi dönelim?"

"Neden biraz olsun eğlenmeyi denemiyorsun Carlox?" diye sordum artık sıkılarak.

"Çünkü ikinizde son derece sıkıcısınız."

Almatch yine kulağıma eğilerek şarkı sözleri gibi aynı melodiyle fısıldadı. "Sana, dedim. Sana aşık."

Bu sefer hiç düşünmeden dirseğimi Almatch'in midesine indirdim ama hiçbir acı belirtisi göstermedi. Ona şaşkınlıkla bakınca kendini beğenmiş bir bakış attı. Sanırım Geana'lar sandığımdan da güçlüydü. Çünkü Dünya'da birçok erkeği boks turnuvasında yere sermiş bir kızdım. Kaldı ki Almatch'e vurarak dirseğimi de acıtmıştım.

Bunu bile beceremiyorsam, benim olağan üstü gücüm neredeydi o zaman?

Carlox durunca bizde durduk. Göle gelmiştik.

Dudaklarımdan sadece iki kelime döküldü. "Vay canına."

Suya giren herkesin dilek çemberi uçuyordu. Suda ki tüm arkadaş grupları müziksiz ortamda dans ediyorlardı. Deve güreşleri yapıyorlar ya da birbirlerine su sıçratıyorlardı. Uydunun parlak ışığı buraya vurmadığı için su karanlıktı. Bizim gibi birçok kişi gölün etrafında olmasına rağmen kimse kolay kolay göle girmeyi göze alamıyor gibiydi. Bir de göl yerden oldukça aşağıda duruyordu ve işin en kötü yanı ise oraya inecek merdiven falan yoktu. Yani gireceksek eğer tek çare suya atlamaktı. Ve göle atlayan herkesin söylediği şey suyun soğuk olduğuydu. Normalde yaz kış demeden soğuk suyla duş alırdım ve kışın bile denize girmekten çekinmezdim ama Almatch'in dediğine göre bu soğukluk bizim Dünya standartlımızdan farklıymış. Ama yine de atlayacaktım. Donsam bile bu deneyimi yaşayamadan geri dönemezdim.

Göl kenarının diğer alanına kırmızı şerit çekilmişti ve görevliler dışında birilerinin girmesi yasaktı. Birçok görevli önlerinde bulunan tanımlayamadığım bir takım mekanizmalarda orada duruyorlardı ama ne yaptıkları konusunda bir fikrim yoktu. Sadece atlayacak kişilerin dilek çemberlerini kendilerine teslim etmelerini istiyorlardı.

En sonunda orada ki görevlilerden biri içinde bulunduğumuz kalabalığa geldi ve arkalara bakarak bağırdı.

"Evet arkadaşlar, atlayacak olan atlasın. On ikiye az kaldı. Birazdan şerit çekilecek, atlayış olmayacak."

Kalabalık içinde mırıltılar yükseldi. Ben ise heyecanla göle bakıyordum. Atlayıp da pişman olan ve geri çıkamayan o kadar insan vardı ki ama buna rağmen dilek çemberlerimizi görevliye teslim etmiştik.

"İstersen dönebiliriz, Rose. Zorunda değilsin."

Tabii ki bunu diyen, Carlox'du. Hemen ardından da Almatch'in beni kızdırmak için attığı alaycı bakışlarla karşılaştım ve Carlox'a dönüp kararlı bir şekilde, "hayır, atlayacağım," dedim. Carlox önce yüzümü inceledi ardından da baktığım yere baktı ve Almatch'e kızdı.

"Almatch, kız çekiniyor."

"Hayır," dedim hemen. "Atlayacağım, Carlox. Bunun Almatch'le alakası yok. Yapabilirim." Carlox'un bakışları hiç de bana inanmak istiyor gibi değildi ve bakışları bu işten vazgeçmemi söylüyordu. Sonra tekrar öfkeyle Almatch'e baktı ama Almath suçsuz gibi iki elini kaldırdı. "Bak, ben bir şey demedim," dedi ve ardından hiç düşünmeden üstünü parçalarcasına çıkardı. Tişört kafasından çıkarken kahverengi gür saçları da her yana dağılmıştı. Kalabalıkta ki birçok kızın Almatch'in vücuduna hayranlıkla baktığını fark ettim. Tabii 28.Helmes'in soyundan gelen bu iki yakışıklıyla takıldığım için bana da beni öldürme isteğiyle baktıkları bir gerçekti.

Almatch sırtını göle dönmüştü. Arkasını dönmeden geri geri yürüdü ve ters takla atarak suya daldı. Suya sertçe dalmasıyla suda ki tüm kalabalık çığlık atarak geriye sıçradı. Almatch sudan çıkmayınca başta ben ve Carlox telaşla suya bakmaya başladık. Sanki herkes dilini yutmuş gibiydi. Öyle bir sessizlik oldu ki, sanki yere taş atsam sessizlik tarafından dışlanacak ve bana geri dönecekti. Şerit arkasında ki görevlilere baktım. Onların bile ifadesiz yüzlerinde telaş hakim olmuştu. Biri tam öne doğru adım atmıştı ki Almatch'in başı sudan çıktı.

Saçlarından su, damla damla ıslak vücuduna damlarken ağzını fok balığı gibi açıp yüzünde oluşan o zevkle nefes almaya çalıştı. Sonra da bir çığlık atıp, "su harika," dedi kafasını iki yana sallayıp saçlarını savurarak.

Carlox'la birbirimize rahatlamış olarak baktık. Tam Carlox bana bir şey demek üzereydi ki bu sefer görevli sinirli bir tonda konuştu. "Son beş dakika arkadaşlar. Atlayan atlasın, geri kalan alanı boşaltsın. Şerit çekilecek."

Arkada yine fısıldaşma oldu. Carlox'un bakışlarının benim yüzümde olduğunun farkındaydım. "Bunu yapabilirim," diye mırıldandım suyu dalgınca izleyerek. Sanki orada sadece Carlox'la ben vardım.

"Evet yapabilirsin ama zorunda değilsin," deyince ona baktım ve gülümsedim. Elimi uzattım.

"Aynı anda. Hazır mısın?"

"Rose bak..."

Elini tuttum. "Carlox,"dedim ve üzerine basa basa, "lütfen," diye devam ettim.

Tutuşmuş ellerimize baktı. Elleri terlemişti ve avucumun içinde bile titriyordu. Gözlerini ellerimizden ayırmadan, "üçten geriye sayalım o zaman," deyince, "tamam," dedim neşeyle.

Aynı anda, "üç, iki," dedik ve birbirimize bakıp gülümsedik ve "bir," derken koşmaya başladık. Suya atlarken istemsiz olarak dizlerimizi karnımıza çekmiştik. Boşta kalan elimle burnumu kapamıştım.

Suya daldığımı anlayamadan soğuğu hissetmiştim. Sanki biri vücuduma bıçak saplıyormuş gibi soğuk da her yanıma batıyordu. Su derindi ve battıkça batıyorduk. Ne zaman sonunun geleceğini bilmediğim bir tünele girmiştim sanki. Carlox'un elimi daha da sıkı tuttuğunu fark ettim.

Siyah saçlarım, suyun bir parçası gibi isyan edercesine yükselirken bende ayaklarımı oynatıyordum. Etrafa baktım. Her yerde kaya ve yosun vardı. Bir tane bile balık ya da herhangi bir canlı görememiştik.

Carlox'a baktım. Ağzını açıyordu. Baloncuklar suda yükselirken bir tek kulağıma uğultuya benzer sesler geliyordu. Bu durumda benimle konuşmaya mı çalışıyordu yani? Elimi "anlamadım," dercesine salladım. O da orta parmağını kaldırıp yukarıyı işaret etti ve ben daha ne olduğunu anlamadan beni de kendisiyle birlikte sürükleyerek yukarı çıkardı.

Suyun yüzeyine çıkmamızla benimde dudaklarımın Almatch'in ki gibi nefese muhtaç olarak açıldığını fark ettim. Şerit çekilmişti ve herkes bize bakıyordu. Şimdi göldeydim ve insanlar bizden oldukça yüksek görünüyordu.

"Bu harika," dedim kendi kendime gülümseyerek. Hala üşüyordum ve çenem titriyordu ama umurumda bile değildi. Kafamı göğe kaldırdım. İki uyduya da baktım.

"Baksana Carlox, ne kadar büyülü," dedim ağzım kulaklarımda. Cevap gelmedi. Hala hayran bakışları yüzüme odaklanmıştı.

"Ne var?" dedim bundan rahatsız olmuşçasına. Bir insanın bana böyle bakmasına alışık değildim.

Hayran bakışlarıyla omuz silkti. "Hiç," dedi. "Tüm yaptığın siyah makyaj yüzüne bulaşmış."

"Ne?" dedim feryadı basarak. "Şaka mı bu?"

"Ama çok güzelsin," dedi transa geçmiş gibi. Onu umursamayarak, "olamaz ya," diye söylendim yüzümü gölün suyuyla yıkamaya çalışarak. O ise bu halime gülüyordu. Yüzümü rahat yıkamam için saçlarımı geriye attı okşayarak.

"Hey siz, buraya gelsenize," dedi Almatch bize ileriden bağırarak.

Ben bir yandan suda batmamaya çalışırken bir yandan da yüzümü yıkıyordum. Almatch," peki o zaman ben gelirim," dedi dalarak. Çığlık atarak ileri yüzmeye çalıştım ama geç kalmıştım. Bir el ayak bileğimi sardı ve tek bir hareketle beni kendine geçti.

"Gel bakalım buraya," dedi Almatch beni kendine çekerek. Ben ise bağırarak tekmelerimi savuruyordum ama bunu yaptıkça eteğim açılıyordu. Aslında Carlox'la daldığım zamanda eteğim tamamen yukarı çıkmıştı fakat o da dalarken bacaklarıma bakmadığını ummaktan başka çarem yoktu.

"Bırak beni Almatch," diye bağırsam da beni koltuk altlarımdan tutarak kahkahalarla havada sallıyordu.

"Ben bir ineyim şuradan Almatch, bir ineyim..." diye tehdit savurdukça gülüyordu. İşin kötüsü Carlox da ona katılmıştı. Sonra aralarında sessiz bir bakışma geçtiğini fark ettim ve aynı anda biri beni kollarımdan diğeri de ayaklarımdan tutup havada sallamaya başladılar. Artık o kadar bağırıyordum ki etrafımızdakiler bile gülerek bize bakıyorlardı.

"Sizi öldüreceğim!" dedim ellerinde çırpınarak. Beni soğuk suyun diplerine atmalarıyla dibe batmaya başladım. Ellerimle havalanan eteğimi kapatmaya çalışıyordum çünkü arkamdan birinin daha suya daldığını fark ettim.

Suya dalıp bana doğru gelen Carlox'u gördüm. Sanırım daha dibe batmadan beni almaya gelmişti. Bana kollarını uzatarak gelirken öfkeyle kendimi geri çektim ama tabii ki beni dinlemedi ve elimden tutup yüzeye çıkardı. Yüzeye çıkmamla bağırmam bir oldu.

"Ya siz manyak mısınız? Kafayı mı yediniz?"

Carlox donmuş bir şekilde bana bakarken Almatch ise abarttığımı söyler gibi bakışlar atıyordu. "Çıkacağım ben," dedim çatallaşmış sesimle.

Carlox beni sakinleştirecek bir tavırla sakince konuştu. "Ama şimdi çıkamazsın. Daha dilek fenerleri patlamadı."

"Nasıl yani?" dememle bir patlama sesi duydum. Korkuyla suda sıçrayınca Carlox kolumdan tutup beni kendine çekti ve belime sarılarak havayı işaret etti.

Şimdi o mekanizmaların ne işe yaradığını anlamıştım. Görevlilere verdiğimiz dilek çemberleri mekanizmalarla havada tutulurken bir anda patlatılmıştı ve herkesin dileği yağmur gibi kağıt parçaları halinde suya iniyordu. Benim, Carlox'un, Almatch'in ve diğer herkesin dileği yağmur gibi göle düşüyordu şimdi. Burnumu çektim.

Carlox yine kulağıma fısıldadı. "Umarım dileğin gerçek olur, Rose."

Ona cevap vermeden öfkeyle etrafa baktım. Dudaklarımı yaladım. "Çıkmak istiyorum ben," dedim.

Almatch," çocukluk yapma Rose," deyince ona baktım sertçe.

"Asıl çocukluk beni suya atmanız," dedim neredeyse bağırarak. Bunu söylerken artık göz yaşlarımı tutamayacak hale gelmiştim. "Beni şu ana kadar..." dedim ve durdum. "Beni şu ana kadar suya atan tek kişi Rafael'di. Ve bir daha bunu yapacakta o idi. Siz ona ihanet etmeme neden oldunuz," deyince Almatch'in surat ifadesi değişti. Gözünü benden ayırmayarak, "onu sudan çıkar Carlox," dedi.

"Bunu bana söylemene gerek yok," diyen Carlox iki koluyla beni sardı ve betona tutunarak önce kendini sonra da beni çekti. Sudan çıktığımda önce hıçkırdım ardından da midem bulandı. Sanırım ateşli su tepki vermeye başlamıştı. Midemi tuttum iki büklüm.

Carlox hemen sırtımı okşadı. "İyi misin?"

Başımı iki yana sallayabildim sadece. Tam kolumu tutacağı sıra kolumu çektim.

"Rose lütfen..." dedi. Bir şey demeden yürümeye devam ettim. "Bilmiyordum tamam mı?" diye bağırdı arkamdan. Adımlarım birbirine karışırken, "bilmediğini biliyordum," dedim sadece. Ve tabii ki abarttığımın da farkındaydım. Neyim vardı benim? Regl dönemime az kalmıştı sanırım.

"Sorun ne o zaman?" dedi yanıma gelerek. Ben ise durmandan yürümeye devam ediyordum.

"Sorun dileğimde bile Rafael'den bahsetmem," dedim ruhsuz gibi. "Şimdi anlarsın belki önemini."

Sessizce yanımda yürümeye devam ederken bense mide bulantımı görmezden gelerek burnumu çekiyordum. Konuştu. "Dilekte adı geçen o kişi senin  için ne kadar önemliyse sende benim için o kadar önemlisin, bunu bil."

Adımlarım durdu. O da durdu. Ona döndüm yavaşça. "Yapma, Carlox," dedim sadece. Bana acıyla bakarken, "boşuna hayal kurma. Benle sen..." dedim ve yorgunca gülümsedim. "İmkansız gibi bir şey," dedim ve ardından üşüyen vücudumu kollarımla sardım. Ve o olmadan yürümeye başladım.

"Kardeşime aşıksın değil mi?" deyince olduğum yerde durdum. Ona baktım şaşkınlıkla.

"Ne?" dedim bir tek. Nasıl inkar edeceğimi bilmiyordum. Sanki bu hayatımda duyduğum en komik şeymiş gibi kendimi gülmeye zorladım. "Aklını mı kaçırdın sen? Tabii ki, hayır."

Acı acı gülümserken bir yandan da bana sinirlendiğini hissettim. "Yapma Rose," dedi başını sallayarak. "Yalan bile söyleyemiyorsun," dedi. Başımı yere değdim ve düşünceli bir tavırla, "bu neyi değiştirir ki?" dedim

"Bekle beni," deyince ona baktım.

"Carlox, beni dinlemiyor musun, olmaz diyorum çünkü..."

"Hayır," diye lafımı kesti. "Burada bekle demek istedim. Çantanı almamışsın. Stantta unuttun sanırım. Alıp gelirim hemen. Sonra eve gideriz," deyince kafam karışık bir şekilde başımı salladım.

Carlox'un kalabalık içinde koşarcasına ilerleyişine baktım. Benim yerimde birçok kız onun aşkına karşılık verirdi ama ben bunu yapamazdım. Helmes olmasaydı, belki. Ama bir kere Helmes'i görmüştüm. Benim için onun yanında kimsenin şansı olamazdı.

Tekrardan midem kasıldı. Midemi tuttum. Hayır, kusamazdım. Şu an burada, bu kalabalıkta olmaz. Bu sefer tekrar bir üşüme geldi. Elbisem sırılsıklamdı ve havada hiç sıcak değildi. Etrafa bakındım. İleride Carlox'un arabasını gördüm. Zaten üzerinde de 28.Helmes damgası vardı. Hemen arabaya koştum. Kapının kilitli olmadığını fark edince resmen sevinçten ağlayacaktım. Arka kapıyı açıp hemen oturdum ve koltuk örtüsünü titreyen vücuduma serdim.

Carlox gelene kadar biraz olsun uyusam harika olurdu doğrusu. Gözlerimi kapadım ve bir süre sonra uyku beni ele geçirdi. Midem çalkalanırken biri tarafından dürtüldüğümü hissettim. Bir gözümü açtım.

Midemin tam iflas bayrağını çektiği fark ettiğimde her şey için çok geçti artık. Çünkü Helmes karşımda örtümü açmış şaşkınca bana bakıyordu ve bir fıskiyeden fırlarcasına kendine yol çizen kusmuğum ise yüzüne doğru yola alıyordu.

Ya zaman duracaktı ya da ben acilen bir yeri yarıp içine girecektim.

Continue Reading

You'll Also Like

3.4K 525 32
Kayran beş yaşındayken Sarp ile arkadaş olur. Sarp diger cocuklardan farklıdır; hayali bir arkadaştır o. Ailesinin götürdüğü psikolog da, ebeveynleri...
30.9K 399 23
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...
632K 74K 62
Psikolog olan Hande kendine zarar veren bir genç ile tanışır. Psikolojik sorunları olan genç, Hande'yi çok etkiler. Hande, Türkiye'nin dört bir yanı...
4.8K 1.8K 39
Şu beden bütünlüğün içindeki, kalp denilen et parçasında sıkışıp kalmış ruhumuza ne çok duygu sığdırırız. Korku, öfke, sevgi, merhamet, acımasızlık...