MAHKUM

بواسطة gokceustundagg

35.5K 3.6K 980

Yüzmeyi bilmediği halde ondan yüzmesini isteyen, beş yaşında bir çocuk olmasına rağmen ondan kendisini dövmes... المزيد

BÖLÜM 1-HER ŞEYDEN ÖNCE
BÖLÜM 2 BARMEN
BÖLÜM 3- ATEŞ
BÖLÜM 4-GÜVEN
BÖLÜM 5- ŞEFFAF ODA
BÖLÜM 6- GEZEGEN
BÖLÜM 7- ÖLÜM
BÖLÜM 8- UYDU
BÖLÜM 9- HELMES
BÖLÜM 10- GEZİ
BÖLÜM 11- OKUL
BÖLÜM 12- İTİRAF
BÖLÜM 13- BEYAZ KUMRU
BÖLÜM 14- TOPLANTI
BÖLÜM 16- GİRDAP BAYRAMI
BÖLÜM 17- DÖNÜŞ
BÖLÜM 18- HESAP
BÖLÜM 19- DOSTLUK
BÖLÜM 20- ZARF
BÖLÜM 21- DİL
BÖLÜM 22- TEPE
BÖLÜM 23- KAYIP
Bölüm 24 BENİM
Bölüm 25 YEMEK
Bölüm 26 ÖPÜŞMENİN ANLAMI
Bölüm 27 ARANAN
Bölüm 28 BULUTLAR
Bölüm 29 MÜZİK
Bölüm 30 YARGI
Bölüm 31 B PLANI
Bölüm 32 YILBAŞI
Bölüm 33 EBEDİ
Bölüm 34 BÜYÜ
Bölüm 35 KÖPRÜ
Bölüm 36 SARAY
Bölüm 37 İHANET
Bölüm 38 İDAM
Bölüm 39 "BABA"
Bölüm 40 CAM KIRIKLARI
Bölüm 41 YÜZLEŞME
Bölüm 42 YAS
Bölüm 43 KARAR
Bölüm 44 FEDA
Bölüm 45 İSYAN
Bölüm 46 EV
Bölüm 47 EFSANE
Bölüm 48 DÜĞÜN
Bölüm 49 BEBEK
Bölüm 50 DAVET
Bölüm 51 FIRSAT
Bölüm 52 KISKANÇLIK
Bölüm 53 AİLE
Bölüm 54 KANIT
Bölüm 55 İHANET
Bölüm 56 TOKAT
Bölüm 57 DUA
Bölüm 58 KURBAN
Bölüm 59 İHBAR
Bölüm 60 MUCİZE
Bölüm 61 GEÇİT
Bölüm 62 HAZIRLIK
Bölüm 63 İSTASYON
Bölüm 64 SUÇLU
Bölüm 65 ORMAN
Bölüm 66 İŞKENCE
Bölüm 67 ÇİMEN
Bölüm 68 RUH CELLADI
Bölüm 69 LABİRENT
Bölüm 70 ŞİMŞEK
Bölüm 71 GEÇMİŞ
Bölüm 72 KAÇAK
Bölüm 73 VEDA
Bölüm 74 TAKİP
Bölüm 75 TANIDIK
Bölüm 76 KAĞIT
Bölüm 77 KAVUŞMA
Bölüm 78 BABİ
Bölüm 79 SİYAH DENİZ
Bölüm 80 HELMES İLE CARLOX
Bölüm 81 YALNIZ
FİNAL
MAHKUMLA İLGİLİ ÖNEMLİ !!!!!!

BÖLÜM 15-AŞK

490 49 23
بواسطة gokceustundagg


Üçüncü kata ilk defa çıkıyordum. Bildiğim kadarıyla lavabo dışında burada Oero, Carlox, Almatch, Helmes' in hem yatak odası hem de çalışma odası vardı.

Onun dışında diğer tüm kapılar kilitliydi.

Helmes'in çalışma odasının önüne gelince durdum. Kapıya baktım. İki kanatlı büyük bir kapısı vardı ve üzerinde ne anlama geldiğini bilmediğim şifrelere benzeyen yazılar vardı. Kapıya işlenmiş harflere dokundum. Arapça yazılara benziyordu. Kapı kulpları ise aslan başlarına benziyordu.

Helmes'in çalışma odasının kapısında ne yazdığını gerçekten bilmek isterdim. Ah, tabii birde kilitli kapıların ardında ne olduğunu.

Sonra gözüm yanında ki kapıya kaydı. Almatch'in odası da burası olmalıydı. Helmes' in çalışma odasının kapısının yanında onun ki oldukça sönük kalıyordu.

Helmes'le bu konuyu konuşmaya hazır olmadığımı biliyordum. Sonra tekrar Almatch'in kapısına baktım. Balga'yı acımasızca öldürmesinin yanına kalmasına izin veremezdim. Bu gezegende adalet var mıydı ya da cezalar ne şekilde işliyordu bilmiyordum. Tek bildiğim şey vardı o da Almatch'ın etrafta özgürce gezmesinin haksızlık olduğu. Elimi kapının kulpuna koyunca öylece durdum. Gerçekten birinin ölümüne neden olacak bir şey mi yapacaktım şimdi?

Bu beni kötü mü yapardı yoksa sadece adalet için savaşan bir masum mu? Sonra aklıma Almacth'in, Balga'dan bahsedilirken gülmesi gelince kulpu daha da sıkı tuttum ve dişlerimi şiddetle sıktım. Evet, bunu yapacaktım.

Tek bir hareketle kapıyı açınca karşımda ki koskocaman duvara asılmış resmi görüp bir süre şaşkınca orada dikilip durdum.

Bu resim beni neden böyle etkiledi, bir fikrim yoktu. Ama sanki bir şey beni ona çekiyordu. Arkamda açık kalan kapıyı umursamadan yavaş adımlarla beni kendine çeken resme boyun eğdim. Resme yaklaştıkça ayrıntılarda kendini gösterdi.

Sarı gözler, beyaz bir ten... Elimin istemsiz olarak kalktığını fark edince bende şaşırdım. Resme dokununca resmin biraz pürüzlü olduğunu fark ettim. Bir katilin günlüğünü okuyormuşum gibi rahatsız hissettim kendimi. Ya da resme hapsedilmiş bir kadın çığlığıydı beni yiyip yutan.

Sarı gözler beni görüyordu sanki. Beyaz ten birazdan tüm saflığı ve masumluğu vakumlayıp sadece karanlığı bize teslim edecekmiş gibi hissediyordum.

Güzel olduğu kadar çirkindi. Çıplaklığını saçlarıyla kapatan sadece bir göz oyunuydu sanki. Ve bir anda resmin tam yanına saplanan metal bana bu gecenin ikinci çığlığını attırmaktan geri kalmadı.

"Gelmişsin."

Bıçağı zor da olsa yerinden çıkarıp ona döndüm.

"Buna bir son ver artık, Almatch," dedim ona alttan sert bir bakış atarak. Beni alayla baştan ayağa süzdü ve yavaş yavaş bana yaklaşmaya başladı.

"Kaçmak için hala vaktin var."

İnatla başımı daha da kaldırdım. "Senden korkmuyorum, Almatch."

Aramızda iki adım kalınca yine aynı alaylı bakışlarıyla bıçağı elimden çekip aldı. "O zaman gerçekten bir aptalsın."

"İstediğini düşünebilirsin, umurumda değil."

Kahkahaya benzer bir ses çıkarıp elinde ki bıçakla odanın bir ucuna gitti. Merakla onun ne yapacağını izlemeye başladım. Sağ duvarı boydan boya kaplayan sürgülü dolabı tek bir hareketle açınca şaşkınlıktan sadece dudaklarımı aralayabildim.

İçi tamamen saplanmış bıçakla doluydu ve işin fenası hepsi de numaralandırılmıştı. Duvara sapladığı bıçağı 55 numaraya yerleştirdi. Bana döndüğünde şaşkın yüzüme bakıp konuştu. "Sence o fotoğrafa zarar verir miyim?"

Daha sonra başımı onun baktığı yere çevirdim ve ilk defa koca binaları gören bir çocuk gibi duvara masum ve şaşkın bakışlar attım. Fotoğrafın asıldığı duvar, yani kapının karşısında ki duvar bembeyazdı. Sadece o fotoğraf asılıydı ve geri kalan her yer ama neredeyse her yer bıçak darbeleriyle doluydu. Koca duvarda fotoğraf hariç her yerden intikam alınmıştı sanki.

Ona dönerek konuşmaya çalıştım. "Bu..."

Daha ben cümle kurmayı beceremeden Almatch dolabın sürgülerini çekip kapadı. Bana baktığında kendine maske taktığını fark ettim. Acısını gizlemeye çalıştığını biliyordum ve açıkçası oldukça da başarılıydı bu konuda.

Hemen tekerlekli mavi bir sandalyeyi köşeden çekip ortaya koydu. Koltuğu başıyla işaret ederek, "otur," dedi rahat bir tavırla. Sonra diğer duvarın köşesini boydan boya kaplayan bar köşesine gitti.

"Ne içersin?"

Sorusunu duymazlıktan geldim. "Söylesene bana, kıyafetlerin nerede?" diye sordum her köşeye dikkatle bakarak.

Yine gülermiş gibi bir ses çıkardı. "Bir üst katta kıyafet odamız var. Oero'nunkilerinin çuvala benzemesi dışında geri kalanlar olarak genelde aynı beden kıyafetleri kullanırız," dedi barda bir şeylerle uğraşarak.

"Dışarıda herkes böylesine işlemeli ve geniş giysiler giyerken, siz neden siyah ve dar giyiyorsunuz?"

Birden elime kan kıvamında kırmızı bir içecek tutuşturdu. Sonra şaşkın bakışıma bakıp güldü. Elinde ki içkisiyle başka bir sandalye çekip tam karşıma oturdu. Bacaklarını iyice açarak sandalyenin ön kısımlarına kaydı. Ve bardağı bir kutlamadaymışız gibi havaya kaldırdı.

"Okula daha başlamadan ilk tarihi dersini veriyorum, Rose Marry Gorgy. Hazır ol," dedi ve sonra tekrar bana bakıp güldü ve bakışlarını tavana çevirdi. "Her şey sizde de olduğu gibi iki kişiyle başladı."

"Adem'le Havva'dan mı bahsediyorsun?" diye sordum merakla.

Başını bana bakmadan salladı. Oysa ki ben bunu tamamen efsane olarak kabul etmiştim. Sonra koltuğunda doğrulup bana yaklaştı. "İki kişiydiniz önce. Sonra insanlar çoğaldı. Peki sonra ne oldu?"

"Kargaşa, savaş, açlık..."

Her dediğime başını olumsuz anlamda salladı. "Dıtdıııtt. Yanlış cevap."

Öfkeyle karşı çıktım. "Hayır, hepsi doğru. Kalabalık hep bunları doğurdu."

Onunda yüzü benim gibi ciddileşti birden. "Kalabalığın sonucunu sormuyorum, Rose. Çoğalmanın sonucunu soruyorum," dedi sertçe sonra da tek kelimeyle cevap verdi. "Milletler oluştu. Irklar meydana geldi."

Haksızlığa uğramış gibi garipçe güldüm. "Ama bu çok basit."

Bir kaşını kaldırarak, "ne sandın," dercesine baktı. Burnumdan nefes aldım hiddetle.

"Yani?" dedim sonunda.

"Önce iki insan vardı. Bir kadın, bir erkek. Sizinki gibi. İnanılmayacak gibidir ama o ilk insanların soyu hala devam etmekte. Buna Geana soyu deriz. Geana ırkıdır, bu."

"Peki diğerlerine ne oldu?"

Yapmacık bir tavırla gülümsedi. "Karma oldu," dedi. Sonra da içkisini sandalyesinin yanında yere koydu.

"Geana soyu sadece birbirleriyle evlenirken, bir kısım başka gelenlerle bir yuva kurdu."

"Başka gelenler derken?"

Söylemekle söylememek arasında kalmış gibi yüzüme baktı öylece. Sonra da şüpheyle, "bu evrende tek olduğumuzu düşünmüyorsun değil mi?" diye sordu.

"Bana göre siz bir uzaylısınız, Almatch," deyince ikimizde güldük. Ah, şu an Almatch'e ısınmak için doğru zaman değildi.

Bir anda ciddileşti. "Demek istediğim bu değildi, Rose. Başka bir boyut."

Gözlerim iri iri açıldı. "Sen... ne demek istiyorsun?"

"Sadece enerjiden yaratılanlardan bahsediyorum. Bazı Geanalar onlarla çiftleşti ve cadılar ve bunların sonucu olan büyüler bu şekilde meydana geldi."

Şaşkınlıkla ona bakakaldım. "Yani Silvayta'nın soyu mu?"

"Evet" anlamında başını salladı. "Hatta bunlardan sizin gezegeninizde de var."

Dünya'mda büyü işiyle uğraşanları düşündüm.

"Büyük ihtimalle şu an söyleyeceğim şey okulunda ki tarih dersinde öğreneceğin bir bilgi olacak, Rose. Bizim gezegenimizin tarihine göre 35.cenk zamanında cadılardan bir kısmı kaçak bir şekilde sizin gezegeninize geldiler. Yani salyangoz deliğiyle. O zamanlar bu olaylar yeni çıkmıştı. Cadılar sürekli türüyorlardı ve sahip oldukları büyülerle onları öldürmek neredeyse imkansız denecek kadar zordu. Ama bir yere kapatıp zulüm edilebiliyordu."

"Ama neden?" dedim öfkeyle. "Sonuçta onlarında canı var, bu yaptığınız..."

"Sakın," dedi Almatch elini kaldırıp. "Sakın onları bize savunma Rose. Bu gezegenin kralı olabilmek için yapmayacakları şey yoktu. Bir çok Geana'nın canına kıydılar. Çünkü asıl korkmaları gereken onlardı. Ve asıl tahtı hak eden de Geanalardı."

"Peki ya şimdi?" diye sordum. "Tahtta kim var?"

Büyük bir kahkaha attı. "Bir cadı," dedi kafasını iki yana sallayarak. Sonra da eğilip yerden içkisini alıp tek bir hareketle kafasına dikti. "Gaji'yi asla Dünya ile kıyaslama Rose. Burası Dünya'ya göre çok ama çok küçük. Yıllar önce ki o önemli Hafagi savaşında gezegen ikiye bölündü. Bir kısım yani güney kutbu cadılara kaldı, kuzey kutbu da bize," dedi bardağa öfkeyle bakarak. Onun öfkesi beni de korkutuyordu.

"Krallıkta orada. Babadan oğula geçen bir sistemleri var. Burayı da yönetmek için bazı elçilerini buraya gönderdiler. Anlayacağın, onlar da cadı. İş nedeniyle aileleriyle buraya yerleştiler. Onun dışında diğerlerinin gelmesi yasak. Silvayta ve Urgaka ise Helmes'in özel izniyle burada."

Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Helmes, Silvayta'ya gerçekten değer veriyordu. Aralarında nasıl bir bağ vardı, merak ediyordum.

"Peki ya diğer ırklar?" diye sordum. "Başka ırklar da yok mu?"

Sanki bu önemsiz bir ayrıntıymış gibi baktı bana. "Bir de dışarıda gördüklerin var işte. Masum halk," dedi son iki kelimeyi gülermiş gibi söylerken bir an onlar gibi olmak istediğini düşündüm. "Büyük bir patlama sonucu gezegenimize deney yapılmak için alınan insanlar. Tabii, bu çok uzun bir zaman önce oldu. Yani yaklaşık on nesil önceleri."

"Ve siz bunları yaşayarak gördünüz," dedim şüpheyle.

"Bu bambaşka bir konu," dedi içini çekerek. Ve bardağını alıp bara gitti. "İçkine dokunmadın," dedi kendine bir şeyler hazırlarken.

"Canım istemiyor," dedim bardağıma bakıp. Duyduklarım beni çok etkilemişti. Hiçbir zaman böyle derin konuların peşine düşmemiştim ama şimdi hiçbir şeyin görüldüğü gibi olmadığını da görüyordum. İşin en acı kısmı ise bizim dünyamıza kadar sıçramıştı bu konu. Kendi Dünya'mda cadıların olduğuna hala inanamıyordum.

Kan kırmızı içkisini alıp karşıma oturdu Almatch. "Ve son ırk. Bizim dilimizde Yarikalar olarak geçer. Ama gerçek anlamı, tembellerdir. Aralarında yemek yemeye kalkmayıp ölen bile var. Bunların hiçbir doğallığı yok tabii. Sadece cadıların yarattığı bir ırk. Ama nasıl yarattıklarını bizde bilmiyoruz henüz," dedi ve sonra hayran hayran tabloya baktı. "Porselen gibi ciltleri vardır. Pamuk kadar beyazdır tenleri ve genelde sarı renginde gözleri arzuyla parlar."

Ben de onun gibi tabloya baktım. "O, değil mi?" diye sorunca bana baktı.

"Beyaz Kumru'dan söz ediyorum," dedim. "Tabloda ki beyaz kumru ve o da Yarikalardan."

Dalgınca gülümseyerek bardağının içinde ki içkisine baktı. "Evet, o beyaz kumru. Ama bildiğin yarikalardan değil," dedi ve başını kaldırıp doğrudan bana baktı. "Babası gerçek bir savaşçıydı ve bir yarikaya aşık oldu. Bunun ne demek olduğunu bilemezsin. Yani bir savaşçının tembel ırktan birine aşık olmasını. Sanırım bu bir ilkti. Yemek yapmayı bırak yemeye bile üşenen bir karısı vardı," dedi gülerek. "Sonra kızları Palina doğdu. Yani beyaz kumru."

"Tabi sen, Helmes ve diğerleri tüm bu olanlar sırasında vardınız," dedim yine soru sorar gibi.

Suçlu gibi başını salladı. "Sakın yaşımıza takılma Rose yoksa bunu düşünürken delirirsin," deyince daha da merak ettim ama bir şey demedim.

İçkisinden birkaç yudum aldı arka arkaya. "Tabii o sırada ben, Helmes, Carlox, Oero kralın sarayında yaşıyorduk ve hepimizin tek merak ettiği şey vardı. Bir savaşçıyla tembel bir ırktan olan kadının çocuklarının nasıl olacağıydı. Palina, Helmes ve Carlox'un ebe olan annesi Evelyn tarafından dünyaya getirildi. Görünümü tamamen annesiydi ama savaşçı kanını babasından almıştı. O kadar hareketli bir bebekti ki Evelyn, bu kadar hareketli bebeği taşıyan annesinin artık bunu kaldıramayacağını söylüyordu."

"Nasıl kurtuldu?"

"Kurtulmadı, öldü," dedi acımasızca. "Vezirin kızı olarak sarayda büyüyen şımarık bir kız çocuğu oldu, Palina. Helmes, Oero, Carlox ve ben hep onunla ilgilenirdik. Babası bize onu emanet etmekten asla çekinmezdi. Nereden bilebilirdi ki aralarından birinin ona aşık olacağını," dedi bana göz kırparak. Onun bu hareketine güldüm. Sonra devam etti. "Babası hepimizle yakın arkadaştı ama özellikle de benimle. Kafa yapılarımız daha çok uyardı. O da benim gibi krala yağ çekmekten asla çekinmezdi," dedi gülümseyerek.

"Palina büyüyüp tamamen genç bir kız olunca babasından savaş eğitimleri aldı. Beni hala diğerleri gibi arkadaş olarak görüyordu, saraydan gelip geçen herkesi yatağa atmayı da ihmal etmiyordu."

"Gerçekten yaptı mı bunu?" diye sordum şaşkınlıkla. Bir kızın gururunu bu şekilde yere atmasına oldum olası hayret ederdim.

"Evet," dedi neredeyse elinde ki bardağı parçalayacakmış gibi.

"Peki ya babası bunları bilmiyor muydu?"

"Adamın, kızını savaşa hazırlamaktan ve krala yağ çekmek dışında yaptığı hiçbir şey yoktu ki," dedi sinirle. "Artık eski dostluğumuzda kalmamıştı. Yıllar önce karısını diriltmek için yaptığı her plan boşa çıkınca bir iki amaç dışında hayata küstü. Bizde üzerine gitmedik," dedi ve tekrar gözlerini bana dikti. "Aşık oldum, Rose. Anlıyor musun bu hissi?"

Aklıma Helmes de gelse bir şey demedim. "Yaşamadan anlayabileceğim bir şey değil bu."

Birkaç kere arka arkaya başını salladı. "Çok doğru," dedi bardağını bana doğru sallayarak. "Yaşamadan bilemezsin. Başıma gelmeden önce bunun tüm evrenin en saçma şeyi olduğunu düşünürdüm. Göz yanılması gibi aşk da his yanılmasıydı. Tüm görülerini yok eden saçma bir hastalıktı işte."

Ne kadar da benim gibi düşünürmüş, diye geçti içimden. Devam etti.

"Yatağıma aldığım hiçbir kız hayatıma girmemişti. O da girmez sanıyordum. Ama neden çekiniyordum öyleyse? Onun gözüne girmek için her şeyi yapar oldum."

"Girdin mi peki?"

"Evet," dedi acı acı gülerek. "Oero'nun doğum günüydü. Büyük bir partiydi. Gerçek bir saray kutlamasıydı. Kralın izni olmadan içtiğimiz alkollerden sonra bir rüya gibi yakınlaştık Palina ile. Turuncu ışık altında terastaydık. Tek hatırladığım, Palina'nın terasta dans edip kahkahalarla krala küfür ettiğiydi. Ben ise onu hiç görüp tanımadığım anneme benzeterek izlerdim. O ise ona attığım hayran bakışlarıma bakıp kıkırdardı. Sonra kulağıma fısıldadı. 'Keşke yatağını ısıtsam, Almatch,' dedi. 'İster misin?' diye sordu. Ben cevap vermeyince hayranlık dolu bakışlarıma tekrar baktı ve güldü. Dudaklarıma kondurduğu öpücükten sonrasını hatırlamıyorum." Tekrar bana baktı. Nefes almadan onu dinliyordum.

"Gözlerimi yatağında açtım. Sonra ki sabahta. Bir sonra ki sabahta. Tüm geceler ve diğer tüm zamanlarda da," dedi gözlerini bir noktaya dikerek.

"Peki sonra?"

Tekrardan tabloya baktı. "İçtiğimiz tüm alkoller, tüm sevişmeler aslında tek bir amaç içindi." Bu sefer elinde sıktığı bardağı kırmıştı. Elinden akan kanı görünce yerimden kalktım telaşla.

"Almacth elin kanıyor," dedim panikle.

Gözlerinin dolduğunu hissetmem beni daha da şaşkına uğratmıştı. "Beni köstebek olarak kullandı. Babasının pis işlerini için," dedi titreyerek. Onun yanına gitmeye cesaret edince eline dokundum.

"Tamam ama önce elinle ilgilenelim olur mu?"

Beni o kadar sert itti ki duvarın dibine düştüm. "Tek ailemi, onları sattım onun için. Nereden bilebilirdim ki?" dedi bana bakarak. Sanki tüm bunlardan ben sorumluydum.

Ne demek istediğini anlamıştım. "Helmes ve diğerlerinin seni gerçekten affettiğine eminim Almatch. Palina'ya onlardan bahsederken kullanacağını nereden bilebilirdin ki?"

"Bilemezdim," dedi kendisiyle konuşuyormuşçasına. "Hala sarayda bir hayat sürüyor ve benim ne halde olduğum onun umurunda değil." Elini tekrardan sertçe sıktı. Avucunda kalan cam parçalarından intikam almak istiyordu sanki. Yere yağmur damlası gibi tek tek düşen kana gözlerimi diktim. Bu manzaraya bakarken içim parçalanıyordu. Almatch benim için evinden içeriye güneş huzmesini bile sokmayacak kalın, kadife bir perdeydi. Oysa güneş zaten hep o evdeymiş. Bazı şeyler gerçekten görüldüğü gibi değil.

Ani bir kararla elbisemin etek kısmının ucundan bir parçayı yırtmaya çalıştım. Eteğin kumaşı kaliteliydi. Yırtarken oldukça zorlandım. Almatch bana dalgınca bakarken, "ne yapıyorsun?" diye sordu.

Ona cevap vermeden elbisenin ucunu kopardım. Yırtılması için tüm gücümü kullandığım için tahminimden daha hızlı oldu ve elbisenin büyük bir kısmı elimde kaldı. Elimde ki yeşil elbise parçasına ve çoğu açıkta kalmış bacaklarıma bakakaldım.

Almatch rahatsız olmuşçasına bana bir bakış attı. "Ne yaptığın konusunda bir fikrin var mı, merak ediyorum," dedi. Ardından da başını çevirdi. Almatch gibi bir insandan beklenmeyecek bir hareketti bu.

Ona aldırmadan yerden kalkıp içine cam batmış elini, elime aldım. İtiraz etmeye kalksa da onu dinlemeden eline batmış cam parçalarını tek tek çıkarmaya çalıştım. Canı acısa da pek belli etmiyordu. Bir yandan da konuşuyordum.

"Bana minnettar olman lazım. Unutma, beni çadıra hapsettiğin gün öyle bir tokat atmıştın ki neredeyse kamp alanının bir ucuna uçmuştum."

"Ama hak etmiştin."

Hiç düşünmeden kendi alkol bardağıma uzanıp Almatch'in eline döktüm. Almatch haykırırken ona yandan bir bakış attım. "Mikropların ölmesi için."

"Neden intikam almaya çalıştığını düşünüyorum peki?" diye sordu inleyerek.

Elimde ki elbise parçasıyla avucunu sarmaya başladım. "Çünkü suçlu olduğunu sende biliyorsun. Hiç kimse tokadı hak etmez, Almatch. Sen bile. Sonuçta hayvan değiliz, insanız. Ve insanlar konuşarak anlaşır."

"Sen insan değilsin. Sadece Dünya'lı olanlara takılan bir isimdir, bu."

Elbise parçasını düğüm yaparken ona baktım şaşkınlıkla. "Sakın bana cadı olduğumu söyleme."

Acıyla karışık bir kahkaha attı. "Pek sayılmaz," dedi. "Babanın annesi bir cadıydı. Babası ise savaşta ölmüş bir Geana. Ama tüm bunlar önemsiz bir ayrıntı, Rose. Önemli olan annenin kim olduğu ve bunu Helmes, Carlox ve Oero dışında kimse bilmiyor. Açıkçası senin var olduğuna inanmadığımız için Karin'le bunu merak bile etmemiştik. Ama şimdi merak ediyorum," sonra tekrar bana baktı. "Sen gerçek bir melezsin, Rose. Tek bildiğim, bu. Annenin herkesten çok farklı biri olduğu. Kesinlikle bizim gibi görünen biri değil. Belki yarı insan yarı hayvan belki de sadece bir nesne." Sonra kahkaha attı. "Belki de bir ağaç. Kim bilir? Sonuç olarak kendi türünde bir ilksin ve nasıl bir güce sahip olduğunu bende merak ediyorum."

Elini bırakıp düşünceli bir şekilde başımı salladım.

"Rose," dedi acıyla inleyerek. Ona baktım.

"Senden son bir şey isteyebilirim?"

"Söyle," dedim tereddütle.

"Senden beni yatağa taşımanı istesem çok mu olurum?"

Yorgunca gülümsedim. "Benim iki katımdan fazlasın ama denerim."

Ayağa kalkmaya çalıştı. "Bir koluma girsen yeter."

Bir koluna girdim ve yalpalanarak tam Palina'nın tablosunun önüne koyulmuş yatağa yatırdım onu. Ayakları yataktan fırlıyordu. Ben onun botlarını çıkarırken o da bir yandan konuşuyordu.

"Bu evde iki tablo asılıdır, Rose. Biri Palina'nın diğeri Zildana'nın."

Zildana'nın... Fiona'nın hastalığını taşıyan kız. Helmes'in doktorluğu bırakmasına neden olan kızdı, bu.

"Onu merak ediyorum," dedim botlarını yatağının ucuna koyarken.

"Aynı onun gözlerine sahipsin," deyince ona şaşkınlıkla baktım.

"O tablo nerede şimdi?"

"Kim bilir," dedi sarhoşça gülerek. "Büyük ihtimalle Helmes'in kilitlediği odaların birindedir. Aşk, bu Rose. Aşk. Bilemezsin. Eminim, Helmes'in aşkı yaşama biçimi benimkinden farklıdır. O tam bir dindar. Aşkı gizli yaşar. Çıkarken kapıyı kapa, olur mu?"

"Tamam," dedim boğazıma oturmuş ağrıyla. Kapıya yönelirken aklımdan bin bir türlü düşünce geçiyordu.

 Büyük annem tarafından evlatlık alınmıştım. Artık bunu biliyordum ama bu hiçbir şeyi değiştirmezdi. Onu hala çok seviyordum. Ama buna rağmen gerçekten bir cadı olan büyük annemi çok merak ediyordum.

Odadan çıkarken Almatch'e iyi geceler demek için döndüm ama yataktan başını kaldırmıştı ve beyaz kumruyla bakışıyordu. Onu sevgilisiyle yalnız bırakarak odasından çıktım.

Kapıyı kapatma sesim başka bir sesle karışınca refleks olarak başımı kaldırdım. Helmes de aynı anda çalışma odasının kapısını açmıştı. Dip dibeydik. Yırtılmış kıyafetimi baştan son süzüyordu Helmes. Gözlerinde inanılmazlık vardı sanki. Tekrar yüzüme bakmadan çıktığım odanın kapısına baktı.

"Almatch'in odasına mı gittin?" diye sorarken hala bana bakmıyordu. Sanki gerçek mi diye kapıyı kontrol ediyordu.

"Evet," dedim omuz silkerek. Sonra da kollarımı bağladım. Sonunda bana bakıyordu. Bakışları yine bana hiçbir şey anlatmıyordu. Tek bildiğim, içinde güçlü şeylerin var olduğuydu. Belki öfke.

"Biraz sohbet ettik."

"Rozz," dedi bu sefer diğerlerinden daha çok uzatarak. "Almacth her zaman mantıklı konuşmaz. O, dinlemek için doğru kişi değil."

Tekrar bir omzumu silktim. "Tam tersi. Çok güzel şeyler anlattı. Mesela ırkları anlattı."

Tekrar elbiseme baktı. Başını iki yana salladı. Garip bakışları hala üzerimdeyken devam etti. "Mesela Zildana'yı anlattı," dedim tatlı tatlı gülümseyerek.

Bu sefer beyaz olan yüzü daha da beyazlaştı sanki. Öyle bir "Rozz," dedi ki tekrardan ağlamamı isteyen o yumru boğazıma oturdu. Sanki açıklama yapmak istiyordu.

"Neden yaptın? Bunu neden yaptın? Bu halde?" Ah, sanırım yırtılmış elbisem ona yanlış şeyler düşündürtüyordu ama bende düzeltme gereği duymuyordum.

Herhalde erkekler evrenin her yerinde aynıydı. Ahlak anlayışları kendi içlerinde o kadar farklı boyutlara ulaşıyordu ki, eğer bir kadınla bir erkek geceyi birlikte geçirmişse bunun onlar için tek nedeni olabilirdi.

Ona daha da yaklaştım. Parmağımı sallayarak, "sen ne yapacağımı karışamazsın, anladın mı?" dedim.

"Senin düşmanın değilim. Kendine gel," dedi sertçe. "Sadece bugün konuşulanları duyunca," dedi ve kaldı öyle. Sanki bu manzaradan sonra bu konuşmayı açmak onun gururunu incitiyordu.

"Ne sandın?"

"Fiona ile duydum seni," dedi.

"Ne duydun?" diye inatla devam ettim.

"Ne duyduğumu biliyorsun," dedi sanki suç işlemişim gibi.

"Bilmiyorum, konuş," dedim.

Sinirlenmeye başlıyor gibiydi. Gözlerini bir an kırpıştırdı ve nefes almaya çalışırcasına ağzını açtı.

"Söylesene hadi," diye inatla devam ettim.

Bana öyle bir baktı ki geri adım atmak zorunda kaldım. "Ne duyduğumu biliyorsun," diye öyle bağırdı ki daha da geriye gitmek zorunda kaldım. "Ve inandım!" diye üzerime gelmeye devam edince geriye doğru birkaç adım attım. "Aptalım ki inandım ! Amacın ne?"

Sırtımın duvara yapışmasına rağmen devam ettim. "Evet, aptalsın ki inandın!" diye bağırdım bende. "Aptalsın ki inandın!"

"Kesinlikle!" dedi iki kolunu da açarak. Sinirden yüzü kıpkırmızı olmuştu.

Artık ikimizde avaz avaz bağırıyorduk. Ama kimse odasından çıkıp bize bakmaya cesaret edemiyordu sanki.

"Sorun etmesene Helmes, bugün sen yarın bir başkasıdır belki!"

Bu sefer bana tokat atacağına emindim. O kadar sert baktı ki... İri eliyle boynumu tuttu. "Evet ama şunu unutma ben bugün olmadım. Yarın da olmam. Sakın bekleme böyle bir şey.  Bir daha da ismimi orada burada anmadan önce düşün, iki kere düşün, beş kere düşün, yüz kere düşün. "

"Merak etme, o kadar vaktimi almazsın."

Elini çekti boğazımdan. Gerçekten yanlış mı yapıyordum? Bana öyle bir bakıyordu ki... Sanki hayal kırıklığına uğramış gibiydi ama hala Zildana'nın fotoğrafını gizli kapıların ardında saklıyordu. Ona nasıl güvenirdim?

Öfkeyle baktı bana. "İyi geçitler, Rozzz," dedi arkasını dönüp giderek. Sanırım yatak odası üst kattaydı. Tüm bu olanlar içime sinmediği için arkasından bağırdım.

"İyi geçitler, değil. İyi geceler. Önce konuşmasını öğren!" Ama beni umursamadan cevapsız bırakarak yürüdü. Bu benim kudurmam için yeterliydi. Tekrar bağırdım. "Hey! Sana diyorum! Konuşma sorunlusu, ismim Rozzz, değil Rose. Önce bunu öğren."

Cevap vermeden merdivenlerden çıktı. Tekrar bağırdım. "Sana diyorum, Helmes ya da ne karın ağrısıysan! Sen nasıl bana cevap vermeden gidersin! Kimsin sen! Karşında senin kim var biliyor musun? Rose Marry Gorgy'im ben ! Hey, duyuyor musun beni?"

Tek duyduğum şey kapanan kapı sesi oldu ve gözlerim karanlığa daldı.

Sanırım ilk aşk acısını ve ilk pişmanlığımı yaşıyordum.

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

85K 7.5K 29
Not: Sayılar ön yargınız olmasın. Her şey eski bir kitapçıda yaşanan küçük bir tesadüfle başladı. Ve geleneksellikle modernliğin yüzyıllardır mücadel...
632K 74K 62
Psikolog olan Hande kendine zarar veren bir genç ile tanışır. Psikolojik sorunları olan genç, Hande'yi çok etkiler. Hande, Türkiye'nin dört bir yanı...
Yılan Yuvası بواسطة S. Mare

الخيال (فانتازيا)

128K 15.4K 33
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
Kaçış بواسطة MaysaBerran

الخيال (فانتازيا)

192K 15.8K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...