ZEHİR (1)

By neslihan_gdk

14.4M 336K 79.9K

Eski adı DEĞİŞEN HAYATIM olan, 2014'te yazılmış kitap. *** "Alt... More

AÇIKLAMA
GEÇMİŞTEN...
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36.BÖLÜM
37.BÖLÜM
38.BÖLÜM
39.BÖLÜM
40.BÖLÜM
41.BÖLÜM
42.BÖLÜM
43.BÖLÜM
44.BÖLÜM
45.BÖLÜM
46.BÖLÜM
47.BÖLÜM
48.BÖLÜM
49.BÖLÜM
50.BÖLÜM
51.BÖLÜM
52.BÖLÜM
53.BÖLÜM
54.BÖLÜM
55.BÖLÜM
FİNAL
2. Kitap, Veda ve Diğer Şeyler

28. BÖLÜM

240K 5.7K 997
By neslihan_gdk

28. BÖLÜM

Ayaz'ın öfkesinin sebebi de öfkesini çıkaracağı kişi de olmak istemezdim. Yüzüme bakan mavi gözlerinde birisi çoktan öfkeden etrafı dağıtmış ve önüne çıkan her şeyi yakıp yıkmıştı sanki. Arayan kişi Anıl ise canına susamış olmalıydı; değilse de kesinlikle Anıl'dan nefret eden biriydi.

Kabin yavaş yavaş aşağı inerken, "Ne gibi?" diye sordum zaman kazanmaya çalışarak. Bana zarar vermezdi ama dönme dolabı kırar belki diye korkuyordum. Öfkelendiğinde gözü dönüyordu; öfke nöbetleri kriz seviyesinde oluyordu.

Burnundan soluyup kabinin camına yumruk attı ve kabin adeta zangırdadı; oturduğumuz yere korkuyla tutundum. "Gamze!" diye bağırdı sonra. "Beni delirtme! Anıl piçi beni arayıp senin sevgilin olduğunu söyleme cesaretini kendinde nasıl buldu söyle bana!?"

Anıl gerçekten sorunlu bir çocuktu artık bundan emindim. Şu acı çekmeyi seven tiplerden falandı muhtemelen. Yaptığı hiçbir harekette mantık olmadığı gibi Ayaz'ı arayıp dün yaptıklarını kendi ağzı ile anlatmış olmasında da yoktu.

"Nereden bileyim," diye homurdandım ağzımın içinde. Bu Ayaz'ı daha da öfkelendirdi ve ayak ucumuza düşen battaniyeyi alıp karşımızdaki koltuğa fırlattı.

"Anlat!" diye kükreyince oturduğum koltukta ondan uzaklaştım. Kabin bitiş noktasına yaklaşırken Ayaz yumruğunu sıkıp ayağa kalktı ve görevli adama eliyle işaret etti.

Dönme dolap nihayet durduğunda görevli bizim için kapıyı açtı; Ayaz uzanıp bileğimden sertçe tutarak beni ayağa kaldırdı ve dışarı çekiştirdi. Ne kadar sert tuttuğunun farkında olmayacak kadar sinirliydi.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum arkasında koştururken. Bileğimde tüm parmaklarının izinin uzun bir süre çıkmayacağından emindim.

Lunaparktan kaçar gibi çıkarken değil bana cevap vermek arkasına dönüp bakmadı bile. Birkaç kez daha seslendim ama arabasının yanına gelene kadar yine duymazdan geldi beni. En sonunda dayanamayıp bağırdım ben de.

"Nereye gidiyoruz dedim!?"

Bileğimi bırakıp arabanın kapısını açtı ve öfkeden kızarmış gözlerini bana yöneltti. "Bin," dedi sadece.

Ben de ona dik dik bakarken Ayaz'ın telefonuna bir mesaj geldi. Gözleri hâlâ gözlerimdeyken cebinden telefonunu çıkarttı sert hareketlerle. Mesaja bakmak için telefonuna gözlerini çevirdiğinde kaşları çatıldı meraklı bir bakışla. Sonra telefonu bana çevirdi.

"Bu sana mı ait?" diye sordu; delirmek için bir şeylerden emin olmak ister gibi.

Fotoğraf Anıl'dan gelmişti; bileğinde siyah bir toka vardı. Benim tokam. Dün masamdan alıp cebine koyduğunda böyle bir şey yapacağını düşünememiştim. Aslında Ayaz'a tokanın bana ait olmadığını söyleyecektim ama bakışlarım beni ele verdi ve ben daha cevap veremeden Ayaz telefonunu çekti.

"Arabaya bin," dedi bir kez daha. Yüzündeki tüm kaslar gerilmişti. "O piçi o toka ile boğarak geberteceğim!"

"Ayaz..."

"Arabaya bin!" diye bağırdığında neredeyse ağlayacaktım. Göz yaşlarımı içimde tutabilmek için kendimi sıkıp dudaklarımı birbirine bastırdım ve arabaya bindim. Öfkesinin fırtınasına direnemedim.

Ben biner binmez arabanın kapısını sertçe çarparak kapattı; yanıma gelip arabayı çalıştırırken telaşlıydı ama bu telaş ellerini titretmiyordu, aksine içindeki öfke ona yardım ediyor gibiydi. Araba hareket ederken tekerlekler bir an oldukları yerde hızla döndüler ve güçlü motor sesine tiz bir ses ile eşlik ettiler. Ayaz'ın öfkesine eşlik eden benim içimdeki çığlıklar gibi.

Arabayı o kadar hızlı kullanıyordu ki sırtım koltuğa yapışmıştı; içimde yükselmeye başlayan panik ve korku ile emniyet kemerime sarıldım iki elimle. Camdan dışarı baktığımda yanından geçtiğimiz her şey bir hayalet gibi bulanık görünüyordu. Arabaların arasından hızla makas atarak ilerlemeye başlayınca daha fazla dayanamadım çünkü her an bir arabaya çarpacak gibiydik.

"Yavaşla!" dedim. Sesim kontrolsüz bir şekilde yüksek ve titrek çıktı. "Korkuyorum Ayaz yavaşla!"

Yandan bana ters bir bakış attıktan sonra arabanın hızını daha da arttırdı. Bana olan öfkesini böyle çıkaracaktı demek! Kusacak gibi hissediyordum ama bir kez daha yavaşla dememeye karar verdim çünkü ters etki yaratıyordu.

Ben sakin kalmaya odaklanmak için gözlerimi kapattığımda Ayaz küfür edip direksiyona vurdu sertçe. Gözlerimi açıp yola baktığımda biraz ileride trafik polisi olduğunu gördüm. O kadar mutlu oldum ki bizi içeri falan atsalar çok rahatlardım; ama tabii ki böyle bir şey olması mümkün değildi.

Polisler bize el işaretleri ile kenara çekmemizi işaret ediyorlardı; Ayaz yine küfür ederek arabayı yavaşlattı ve kenara çekti. Trafik polisi arabaya şöyle bir baktıktan sonra Ayaz'ın tarafına yürüyüp camı tıklattı.

Ayaz camı indirdiğinde trafik polisi ikimize gözlerini kısarak baktıktan sonra, "Ehliyetinizi görebilir miyim?" diye sordu. Ayaz yaşına göre küçük gösteren bir tip değildi, buna rağmen polisin bakışlarında bir şüphe vardı. Belki de benim küçük göstermemden kaynaklanıyordu.

Ayaz hızlı bir şekilde ehliyetini yanında başka bir belge ile birlikte trafik polisine uzattı. Adam Ayaz'ın ehliyetine bakarken Ayaz da parmağı ile sabırsızca direksiyonun üstünde ritim tutmaya başladı.

"Çok hızlı gidiyordunuz," dedi polis imalı bir şekilde. "Hayırdır bir yere mi yetişeceksiniz?"

"Evet," dedi Ayaz hemen; içindeki öfkeyi her an bu masum adama kusacakmış gibi bakarak. "O yüzden ne yapacaksanız biraz hızlı yapın!"

Polisin söylemek istediği başka şeyler varmış da içinde tutuyormuş gibi kısa bir an Ayaz'ın yüzüne baktıktan sonra ceza yazıp elindeki defterden yırttı ve kağıdı Ayaz'a uzattı. "Dikkatli sür," demeyi de ihmal etmedi.

Ayaz ceza kağıdını alır almaz tekrar gaza bastı ve elindeki kağıdı da rastgele arabanın içine attı. Arabanın içi mi fazla ısınmıştı yoksa ben gerginlikten mi sıcaklamıştım bilmiyorum ama Ayaz'ın ceketini çıkardım biraz debelenerek.

Bana yine gözünün kenarıyla baktı kontrol eder gibi ama bir şey söylemedi. Ben sinirlendiğimde sinirlendiğim kişiye bağıra çağıra neden kızgın olduğumu söylemek isterdim. Ayaz ise sessizleşiyordu.

Okulun bahçesine girdiğimizde arabayı park alanına götürmek yerine bahçenin ortasında rastgele bir yerde durdurdu. Yaptığı ani fren yüzünden ufak bir sarsıntı yaşarken Ayaz el frenini yerinden sökecekmiş gibi çekip hemen arabadan indi.

Telaşlandığım için elim ayağım adeta birbirine dolandı; emniyet kemerim ile boğuşup kapıyı ikinci denememde açtıktan sonra koşarak Ayaz'ın arkasından binaya girdim. O ise merdivenleri çıkmaya başlamıştı bile.

"Ayaz!" diye seslendim sesimi olabildiğince kısık tutmaya çalışarak. "Herkes derste şu an nereye gidiyorsun?"

Kulaklarını etrafındaki tüm seslere tıkamış ve sadece avına odaklanmış vahşi bir hayvan misali Anıl'ın sınıfına doğru yürümeye devam etti. Teneffüs saatine kaç dakika vardı şu an bakamıyordum ama sanırım bunu öğrenmeme gerek olmayacaktı. Çünkü Ayaz, Anıl'ın sınıfının önünde durup bir an bile tereddüt etmeden kapıyı açtı ve sınıfa daldı. Onu durdurmaya teşebbüs edemedim bile.

Sınıfın kapısının kenarından görünmemeye özen göstererek içeri baktım. Derse giren hocayı tanımıyordum, bizim dersimize girmiyordu. Hafif toplu, saçlarına ufaktan veda etmiş orta yaşlı bir adamdı.

"Ne yapıyorsun evladım?" dedi hoca şaşkınlıkla. "Sınıfa böyle girilir mi?"

Normalde bir öğrenci dersi bu şekilde bölse en anlayışlı hoca bile böyle yumuşak bir tepki vermezdi. Muhtemelen Ayaz'ın tam olarak kim olduğunu biliyordu bu hoca da. Yani sadece öğrenci Ayaz'ı değil, okulun sahibi olan Ayaz Meydan'ı da tanıyordu.

Ayaz ise hocayı hiç umursamadan sınıfın ortasında dikilip sınıfta gözlerini gezdiriyordu. Onunla birlikte ben de sınıfa baktım ve gözlerimiz aynı anda Anıl'ı buldu. Pencere kenarı en arka sırada, sıraya iyice yayılmış bir halde oturuyordu. Ayaz ona doğru yürüyünce Anıl da sırasında toplanıp sırtını dikleştirdi. Bu anı bekliyormuş gibiydi tavırları.

Ayaz, Anıl'ın yakasına yapışıp ayağa kaldırmaya çalışınca Anıl Ayaz'ın elini sertçe itip, "Çek lan elini! " diye söylendi. Dersteki hoca tahtada bir şeyler söyleyip kavga çıkmasını önlemeye çalışırken, sınıftan birkaç kız da elleriyle beni gösterip kendi aralarında bir şeyler konuştular.

"Yürü! " dedi Ayaz Anıl'ı tekrar ayağa kaldırmaya çalışıp bu kez amacına ulaşırken. "Telefonda yaptığın artistliği bir de yüzüme yap!"

Anıl omzunu silkip, Ayaz'ın elini düşürdü ve ikisi birlikte kapıya doğru yürüdüler. Tam hocanın önünden geçeceklerinde hoca önlerini kesti. "Dersten bu şekilde öğrenci çıkaramazsın," dedi Ayaz'a. "Derdiniz her neyse okul saatinin bitmesini bekleyin!"

Ayaz öğretmenin yüzüne çene kemiklerini sıkarak baktıktan sonra, "Yolumdan çekilin," dedi kibarca. Ancak gözleri hocaya öyle bir bakıyordu ki ikinci bir uyarı yapmayacağım der gibiydi. Bazen sakinlik öfkeden daha korkutucu görünebiliyordu.

Öğretmen birkaç saniye Ayaz'ın yüzüne baktıktan sonra dudaklarını birbirine bastırıp Ayaz ve Anıl'ın yolunu tekrar açtı. Onlar sınıftan çıkıp, kapıyı da arkalarından kapatırlarken iki çocuk - Anıl'ın arkadaşları olduğunu düşünüyorum- yerlerinden kalktılar ama hocanın sert tepkisi ile tekrar yerlerine oturmak zorunda kaldılar.

Bir insan kendinden nefret ederken aynı zamanda nasıl bu kadar özgüven sahibi olabilirdi ki? Annesini öldürdüğü için kendinden ölümüne nefret ederken, babasının önüne sunduğu 'dünya senin etrafında dönüyor' düşüncesi ile küçük dağları o yaratmış gibi davranıyordu.

"Ne istiyorsun müptela? " dedi Anıl sanki dalga geçer gibi rahat bir tavırla.

Ayaz tepkisiz bir yüz ile Anıl'ın karşısına dikilip, "Bileğini göster," dedi. Sesindeki fırtına öncesi sessizliği duyabiliyordum.

Anıl'ın dudağı küçümseyici bir tavırla kıvrıldı ve tokamı taktığı bileğini havaya kaldırıp Ayaz'a gösterdi. Ayaz Anıl'ın bileğine sanki öylesine bakıp sonra çekip gidecekmiş gibi dümdüz bir bakış attıktan sonra bir anda çocuğun bileğini tuttu ve kıracak gibi çevirip Anıl'ı dizlerinin üstüne çöktürdü.

Anıl'ın acı dolu bağırma sesleri yüzünden tüm sınıfların kapıları açıldı ve hem öğrenciler hem de hocalar koridora çıktılar. Ben ise çaresizce duvara doğru çekilip birilerinin Ayaz'ı durdurması için içimden yalvarmaya başladım.

Ayaz Anıl'ın kulağına doğru eğilip, "Senin gelmişini geçmişini sikerim!" diye tısladı sessizce. "Bağırmayı kes ve telefonda söylediklerini tekrar söyle şimdi!"

Anıl Ayaz'ın önünde dizlerinin üstüne çökmüş halde acı çekerken Ayaz Anıl'ın bileğini biraz daha çevirdi geriye doğru. Anıl yüksek sesle haykırdı.

Dersimize giren ama adını bilmediğim Kimya öğretmeni, "Ayaz bırak çocuğu!" diyerek bir umutla Ayaz'ı sakinleştirmeye çalıştı. Hocaların duruma müdahale etmeye çalışması ve öğrencilerin olaya dahil olması Ayaz'ı daha da ateşledi.

"Girin sınıflarınıza!" diye şiddetle bağırdı. Sesi Anıl'ın çığlıklarına karıştı. Kimseyi umursamadan Anıl'ın bileğini kırmaya kafaya koymuş gibi Anıl'ı koridorda bağırtırken kalabalığın arkasından Derya hocanın sesi duyuldu.

"Ne oluyor burada!?"  Kalabalığı yarıp bizim olduğumuz yere gelince kadının gözleri irileşti ama alışkın olduğu için mi yoksa olayın içinde Ayaz ve Anıl olması şaşırtıcı olmadığı için mi bilmem başka bir tepki vermedi.

"Ayaz hemen Anıl'ı bırak," dedi sert ve emredici bie tonda. "Hemen!"

"Siz karışmayın," dedi Ayaz Derya hocaya ama diğer hocalara davrandığı gibi sert ve keskin değildi ses tonu.

"Üçünüz," dedi Derya hoca beni, Ayaz'ı ve Anıl'ı işaret edip. Sakinliğine ve kendinden emin haline hayran olmamak elde değildi ama benim de olayın içinde olduğumu hemen anlaması biraz üzücüydü. "Hemen odama. Orada konuşacağız. Arkadaşlar siz de derslerinize devam edebilirsiniz."

Ayaz, diğer öğretmenlere karşı her ne kadar saygısız ve sorumsuz davranıyor olsa da tuhaf bir şekilde Derya hocanın sözünden çıkmamaya gayret ediyordu. Anıl'ın bileğini sırtına doğru büküp sonra iterek Anıl'ı serbest bıraktı.

Derya hocanın odasında, yine bozulmaz bir takım gibi aynı üçlü olarak dikiliyorduk.

Derya hoca üçümüze birden bakıp başını yana çevirerek delirmiş gibi güldü. "Niye kavga ettiğinizi inan hiç ama hiç merak etmiyorum, " dedikten sonra gözlerini Ayaz'a çevirdi. "Senin bu tavırlarından da bıktım artık Ayaz. Babanı arayacağım ve senin özgürlüğüne artık bir kısıtlama yapmasını isteyeceğim. "

Ayaz ruhsuz bir şekilde güldü. "Arayın tabii."

Derya hoca okulun telefonunu alıp bir ajandaya bakarak Ayaz'ın babasının yani Tuncay Meydan'ın numaralarını tuşladı. Birkaç saniye sonra "İyi günler Tuncay Bey ile görüşebilir miyim?" dedi. Kısa bir beklemenin ardından, "Oğlunun okul müdürü Derya Yıldız. Ayaz hakkında çok önemli ve acil bir konuda kendisi ile görüşmemiz gerekiyor... Tabii bekliyorum."

Derya hoca karşı tarafı beklerken tek tek üçümüze de baktı alnını ovuşturarak. Nihayet Ayaz'ın babası telefona gelince, "İyi günler Tuncay Bey," dedi. "Ayaz hakkında-"

Tuncay Meydan, Derya hocaya her ne söyledi ise Derya hocanın yüzü düştü. Dönüp, bir anlam bulmaya çalışarak Ayaz'a baktım. Dudaklarında bir gülümseme ile başını iki yana salladı; o gülümsemedeki hissi biliyordum. Yeni yeni öğrendiğim bir histi bu benimde. Terk edilmişlik, yok sayılma, umursanmama, görmezden gelinme, önemsiz hissetme...

"Peki Tuncay Bey," dedi Derya hoca dişlerini sıkarak. "Size de iyi günler. "

Telefonu kapatıp kısa bir süre masasından gözlerini ayırmadan durduktan sonra öksürüp tekrar dikkatini bize verdi. "Baban seni şımartmaya devam edecek gibi görünüyor." dedi Ayaz'a.

"Şımartmak mı? " dedi Ayaz kaşlarını çatarak. Sonra alayla güldü. "Şımartmak? Peki... Her neyse, hâlâ benim sözlerim geçerli sayıldığına göre," dedi ve Anıl'ı işaret etti. "Onu okuldan atıyorum. "

Anıl birden panikledi. "Öyle bir şey yapamaz? " dedi ama daha çok Derya hocaya yapıp yapamayacağını soruyor gibiydi.

"Anıl'ın bir yıllık sözleşmesi yapıldı ve parası peşin olarak ödendi," diye açıklamaya başladı Derya hoca. "Eğer Anıl'ı okuldan atmak istiyorsan mahkemelerle uğraşmak zorunda kalacaksın. Hâlâ onu okuldan atmak istiyor musun?"

Ayaz Derya hocanın haklı olduğunu bildiği için sinirlenirken Anıl Derya hocanın sözlerinin verdiği rahatlıkla, "Peki Ayaz'ın bir ceza alması gerekmiyor mu?" diye sordu. "Neredeyse kolumu kıracaktı!"

"Ama kırmadı," dedim sessizce Anıl'ı susturmak için dişlerimin arasından.

"Henüz," dedi Ayaz da diğer yanımdan.

"Yaptığınız olayın cezasına gelince," dedi Derya hoca hepimizi duymazdan gelip. Sonra uygun bir ceza düşünür gibi odasının penceresinden dışarı baktı. "Okulun bahçesini güzelce temizleyeceksiniz. Sakın yeni bir kavga çıkarmaya çalışmayın. Pencereden sizi izliyor olacağım."

İki yanımdan Ayaz ve Anıl birbirlerine baktılar. Ayaz'ın gözlerinde sönmemiş bir ateşin kıvılcımı vardı.


*

Zehir'i ilk kez mi okuyorsunuz yoksa önceden okuyanlardan mısınız merak ettim? Eski okurlardansanız ilk ne zaman okumuştunuz? Buraya cevap yazarsanız mutlu olurum. 🤍










'

Continue Reading

You'll Also Like

125K 13.5K 18
- Özür dilerim. Sizi bu şekilde korkutmak istememiştim ama anlatmamı istediniz. • Sen anlattığın şeylerin normal bir süreç mi olduğunu düşünüyorsun...
9.4M 302K 89
~Dengesiz Herif & Asi Rapunzel~ Kaderden kaçamazsın, istemediğin kadar ister, nefret ettiğin kadar seversin.Farklılıklar çıkmaz sokak olur, sonuna ba...
201K 18.5K 58
"Sanırım bu gece sana biraz daha fazla zarar vermezsem iyi olacak." Sıkamadığı elime bir süre bakakaldıktan sonra, çaresizlikle kendi ellerini iki y...
660K 44.2K 43
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...