"OBADAKİ AŞK..."

Par eslemduru15

122K 9.8K 3.1K

Karanlığın hâkim olduğu, vicdansızların avere avare gezdiği, bu dünyada ışık aramak bu biraz olanaksızdı... H... Plus

"Ben Irdın Kızıyım."
"Bu Burda Bitmedi!"
"Benim Yanımda Olur Musun?"
"Prenses Bozuntusu"
"Herhalde Kellenden Hiç Memnun Değilsin!"
"CENGAVER'CİM"
"Canımı Çok Yaktılar Baba"
"Çarşı Senin Mi Hatun."
"Babam Bana Hakkını Helal Etmedi"
"Kızım Sen Evli Misin"
"Bugünden Sonra Beni En Çok Sen Tanıyacaksın!"
"Boş Ol, Boş Ol, Boş Ol"
"Yusuf'u Rahat Bırak!"
"Irdın Artık Benim Ailem Değil!"
"Seni Seviyorum"
"Sen Daha Küçüksün"
"Hazar!"
"Keşke, Gerçek Olsaydı!"
"Ben Geldim!"
"Seninle Yeni Bir dünya Kuracağız!"
"OBADAKİ AŞK"
"Bir Ağabey Küçük Kız Gardaşı İçin Her Şeyi Yapar!"
"Ben Bir Beye Meftunum"
"Özür Dilerim Deli Kız"
"Onlar Benim Ailem!"
"Sakın Gitme Küçüğüm"
"Benim senden başka kimsem yok!"
"Biz İmkansızdık"
👉 Düğün Günü👈
"Enda Gelecek!"
"Oyun Daha Yeni Başlıyor"
"Ümit Allah'tan Ümitsizlik Şeytandandır.!"
Bir Bakmışsın Allah, hiç ummadığı Bir Anda Vermiş Kalbine Mutluluğu...

"Yarenim Beni Sakın Unutma!"

3.2K 304 117
Par eslemduru15

_____

'Evla leke fe evla.'

 "Kırdığın yerden kırılacaksın..!"

__________

(15. Bölüm)

keyifli okumalar.

...

Uzun bir sessizliğin ardından kimse konuşmadı. Öylece sessizliğin denizinde boğulup gidiyorduk. Ne ben tek kelam ediyordum ne de onlar...

 Sessiz bir merak sarmıştı çadırı, sessiz bir fısıltı, bir bakış...

Ağabeyimin gözleri üzerimde kilitli kaldığını hissetmem pekte geç olmamıştı. İmdi ağabeime bir şey anlatacak durumda değildim. Zira bu aciz kul bugün hadiden fazlasıyla yiyeceğini yedi, duyacağını duydu.

Beylerden müsaade isteyip ayrıldım. Lakin çadırdan çıkmamla, ağabeyimin sesini işitmem bir olmuştu.

"Ay parçam. Seni bugün yalnız bırakıyorum lakin sadece bugün! Zira, zira."

Dedi ve küçük bir hıçkırık, devam edeceği sözlere engel olmuştu. Arkama dönmedim, dönemedim. Bilirdim dönmemle onun o şefkatli omuzlarına esir düşüp deliler gibi ağlayacağımı, lakin imdi ikimizinde üzülmesinin faydası yok, sükunet en güzelidir.

"Zira bilirim ki; yalnızlık senin anan baban, sırlarını bilen, gecene ışık olan hüzün deryası olduğunu, öyle ki o yalnızlık benim bile yerimi doldurduğunu bilirim. Bugün yatağına gitmeyeceğini, bugün usulca başını yastığa koyup uyumayacağını, bugün güneş açıncaya dek ağlayacağını, sessizce feryat edeceğini, istemsiz isyan edeceğini de bilirim. Bugün o mektupta seni deliye çevirecek her ne yazdı bilmem, lakin şunu kafana iyice belle; ben senin ağabeyinim! Sadece bugün, lakin sadece bugün seni yalnız bırakacağım keza bilirim ki bugün senin zorlamanın faydası yok. Lakin başka bir zaman bu hallerine zinhar müsamaha göstermem haberin ola! Şunu eyce belle kafana gardaşım bu son yalnızlığın..!"

Seni temin ederim ki başka bir zaman, bunun tekrarlanmasına izin vermeyeceğim ağabey.

İnşallah sondur ağabey, keza senden çok ben isterim bu yalnızlığı son bulmasını...

...

Deliye dönmüştüm adeta, ne yapacağımı, nasıl hareket edeceğimi hiç bilmiyordum. Dahası nasıl hareket edeceğimi, hiç düşünemiyorumdum. Annesini kaybetmiş deli bir taydan hiçbir farkım yoktu.

Tek yapamam gereken; her zaman ki gibi Irdına sessizce girebilmek.

Evet, bugün benim gözlerimin içine baka baka bana yalan söylen, hançeri kalbimin en derinine saplayan, ailem dediğim, dostum dediğim, yuvam dediğim, ben Irdın kızıyım deyip, isyan edip üzerilerine tek bir kelam gelmesine müsahama göstermediğim o ailem, hepsi yalanmış! Bugün asla buraya gelmeyecektim! Asla.  

Lakin... Yoldaşımı da bu hainlerin elinde bırakamazdım.!

Evim dediğim adamı, yuvam, mutluluğum, can yoldaşım dediğim hocamı, burada asla yalnız bırakamazdım!

Belki yoldaşım hiçbir zaman uyanmayacak, belki de yarın uyanacak. Belki burada, sonsuza dek kalacak, burada bensiz...

Hayır, hayır. Asla!

Onu asla burada bırakmayacağım. O uyandığını zaman, asıl yuvamıza döneceğiz. Yeni bir dünya kuracağız onunla.

Yine kendimi Yusuf'un yanında bulmuştum. Ne vakit onsuz durdum ki imdi onu görmeden sessizce durayım.

Irdın da, Yusuf haricinde hiç kimsenin beni göremeyeceği ve asla bulamayacağı küçük, lakin koca bir yer altından, aşağı doğru ilerleyip itina ile Yusuf'un odası bulup, sessizce kapıyı açıp içeri girdim, ardından dikkatlice etrafıma baktıktan sonra, kapıyı yavaşça kapatıp kilitledim..

Bu yer altını ilk bulan ben olmuştum. Bulduğum anda sadece Yusuf'a söylemiştim. O da hiç kimseye söylemem için beni iyice tembihlemişti. İkimiz dışında hiç kimse bilmiyor... Bu yer altını inşa eden kişi ise Hakan amcanın babası Sefer amca idi. Ve işin garip yanı bu yer altını kendi oğlundan bile söyleyemeden vefat etmiş. İyi ki de söylememiş. Yer altı dediğim yer; Irdının arka avlusunda gizlenmiş, küçük bir kapının ardında gizliydi. O da hiç görünmez öyle ki bazen orada bir kapı olduğunu dahi unutuyordum, zira kapının hemen üstünde dalgalanıp çınar açmış ağaçlar onun sırrına yoldaşlık edip, gizli olan kapıyı adeta daha gizli hale getiriyordu. Öyle küçük bir kapıydı ki bir çocuğun rahatlıkla geçip, bir büyük insanın meşakkatle geçtiği bir yer altı. 

İçeri girdiğim an birdenbire o küçük kapının ardandan, devasa bir yol ve gizli kapıları görmek her ne kadar alışmış olduğum bir hal olsa da, halen ilk gün gibi ürkmem ve de korkmam aynı idi. Birden çok gizli kapı ve birden çok kilitli sırlar. Hiç merak etmedim ve de kurcalamadım lakin yoldaş için aynısını diyemeyeceğim. Zira o tam bir merakçı ve gizlenmiş sırları ortaya çıkarmaktan büyük zevk alırdı. Gizli kapıyı ona söylememle aradan kısa bir zaman sonra benim deli yoldaşım, yer altında gizlenmiş kilitli olan tüm kapıları kırıp, tüm sırları bilen tek insan olmuştu. Irdını tanıyan en iyi insan! Burada bir çok odanın, öyle ki Irdın da şu an da kafasına yastığa koyan herkesin kapsının anahtarı vardı. Zira Irdında her odanın arkasında, duvara gizlice inşa edilmiş adeta görünmez bir bir kapı daha vardı. Her odanın iki kapısı vardı lakin hiç kimse bunu fark etmemişti. Etmemeleri bittabi normaldi, zira mimarı öyle muhteşem inşa etmişti ki; eğer gizli yolu bulmasaydım ikinci kapının olduğunu bende bilmeyecektim. Yer alrı böyle bir yerdi işte.

Öyle ki çok şanslıydım, zira yoldaşın odası hemen giriş bölümde olduğu için hiç tırmanmadan kapıdan girer gibi rahatlıkla girebiliyordum.

Ve onu göründüm...

Kalbim dört nala çarpıp, koşmaya başladı.

Hayatın ne demek olduğunu bir ara unuttum, ne için yaşadığımı bile unutmuştum. Sahi ne için yaşıyorum ben? Neden o yokken ben bu kadar rahatım. Ben değişmiştim, doğru senin yanına gelmeyecek, seni unutacak kadar değişmiştim.

Gülüşünü, bakışını, sesini, boyunu, bana ninni söyleyişini, her kızdığında kafama vuruşunu, 'Yarenim' deyişini unutacak kadar değişmiştim.

Sahi son sözlerin bile unutacak kadar değişmiştim.

Yazıklar olsun benim gibi dostluğa...

"Yarenim, şu fanı dünyada herkes beni unutsun ama sen beni unutma. Yarenim, beni sakın unutma.!"

Yaşayan bir ölüydüm ben, eğer seni unutmuşsam yoldaş ben zaten ölmüşüm de haberim yok. Gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı usulca akarken, sessiz adımlarla kendimi yoldaşın kollarında buldum.

Öylece yatıyordu endamı ile. Sessizce ellerimi dudaklarıma götürdüm. Onu bu halde görmemle içimde tuttuğum yangın sessizce alevlenmeye başlamıştı. O kalem gibi çizilmiş pembe rengi dudakları solmuş, onun yerine kan donduracak solmuş ve karanlık mora bürünmüştü dudakları, gözlerinin altı mosmor, onca karanlık renge inat yüzü ay gibiydi, tüm vücudu bembeyazdı. Buz gibiydi bedeni, yüzü, elleri... 

"Yoldaş, yoldaş kalk."

Hıçkırıklarım boğamıza düğümleniyordu. Kalbim niçin bu kadar acıyor?

"Yoldaş kalk, yoldaş kaaalk. Bize hiç acımadan kıydılar yoldaş. Yoldaaaş. Hadi sana ihtiyacım var, senin da bana. Biz ancak bir olursak yıkılmayız, lakin ikimizde imdi paramparçayız. Hadi kalk Yusuf. Allah aşkın kalk. Eğer kalkmayacaksan beni de al, Resulullah aşkına beni de al.!"

Deliler gibi ağlıyor, yoldaşı yattığı yerden kaldırmaya çalışıyor ve her seferinde başarısız oluyordum. Başarısız olduğumu gördüğüm her an, daha da delirip, inatlaşıyordum. Sanki eskisi gibi inatlaşsam yorulup pes edecek ve geri dönecekmiş gibi, bana her an kızacakmış gibi.

Ses yok, çıt çıkmıyor, hareket etmiyor, öylece yatıyor... Beni duyuyor, lakin cevap veremiyor gibi.

"Biliyorum, biliyorum yoldaş beni duyuyorsun. Zira bizim gönlümüz bir değil mi, bizi bizden daha iyi kim bilebilir ki? Madem bu kadar birbirimize düşkünüz, o vakit kalk bana sahip çık! Yem etme beni kurda Kuşa.!"

En sonunda yorulup onun yanına uzanmıştım. Sahi şu anda büyümüş mü? Bana imdi haram öyle değil mi? Ondan nasıl ayrı kalabilirim ki? Bir an bunları düşünürken, kendimi biraz daha ondan uzaklaştırdım. Az öteye kaydım, bir aslan pençesi gibi önüne serpen koyu kahverengi saçlarına hayranlıkla bakıyordum. Yanağında ki ben, sanki ressam bilerek ortaya o beni inşa etmişti. Gözleri... Hiçbir erkeğe denk olmayan renkleri var, imdi nasıl biri olmuş hiç bilmiyorum.

Büyümüş müydü acaba, gerçi o daha 17 yaşındayken ona 25 yaşındaki genç gibi davranıyorlardı. Eminim çok büyümüştür dile kolay koskoca 5 yıl...

"Yoldaş. Teyzem ne dediyse hepsi çıktı. Ne için, ne için onun sözünü dinlemedim ki? Dedi bana. Gitme dedi, başka bir obaya yerleş dedi, Yusuf'u da al git dedi. Lakin ben hiç söz dinlemedin yine yoldaş. Kalbim kırılmadan, gönlüm yıkılmadan, gerçekleri görmeden, dahası bilerek görmek istedim, hiçbirine inanmak istemedim. İspat etmek istedim, can ailem bana vurmaz dedim, arkamdan iş çevirmez dedim. Bunları söyleyen beni kendi canından dahi üstün tutup koruyan, teyzem dahi olsa inanmak istemedim."

Hem ağlıyor, hem kendime hiç acımadan kızıyordum. Sahi Meryem Teyzemin son sözleri neydi?

"Dur deli kız dur, kurban olam. Beni dinle senden tek va-si-yet- im kızım: IRDIN OBASINDAN AYRIL. Orası çok tehlikeli! Her gün savaşa katılıyorsun ne zaman çadıra gelsen bir yerler-in kan içerisinde geliyorsun, artık dayanamıyorum."

Dedi ve ağzından kan akıncaya dek öksürmüştü. Hiç unutur muyum aradan her ne kadar zaman geçse de unutmam. Peki benim feryat edişim... Bir Allah duymuştu feryadımı, bir de Arş-ı ala duymuştu içimdeki yangını. 

"Lütfen, lütfen. Beni sakın bu fani dünyada yalnız bırakma lütfen Teyze. Beni bir kez daha karanlığa mahkum etme, lütfen."

"Gözüm arkada kalmasın kızım, büyük bir obaya yerleşin sen ve Ahu kızım. Ağabeyin Cengaveri bul. Sakın Ağabeyine kızma, kesin o da her yerde seni arıyordur. İmdi bunlar son sözlerim keşke, keşke öleceğimi bilseydim de sana bunları dün gece söyleyebilseydim. İmdi kulaklarını iyi aç, bir daha tekrar etmeyeceğim. Sakın ama sakın hiç kimseye güvenme! Senin yanında durduklarına bakma ay parçam, Irdın sana göre değil! Irdın seni kullanıyor! Beni dinle ay parçam, ses etme. Irdın seni hiçbir zaman istemedi, onlar hep Yusuf'u istedi, Yusuf da seni. Onlar Yusuf'suz bir hiçler, Yusuf'da sensiz... Yusuf'suz değil adım atmak, düşünmezler bile. Hakan amcan, Yusuf için gözünü kırpmadan herkesin canını alır, senin de canını alır."

"Tey-"

"Sana dur dedim."

"Ahu, Sarı, Musab, Oğuz, Irdında dostun diye bildiğin hepsi aslında hiçbiri senin dostun değil, onlar Yusuf'un dostu. Şu fani dünyada asla, ama asla, hiç kimseye güvenme. Yok eğer güvencem diyorsan da sadece iki insana güven. Biri ağabeyin ve onun yanında olan dostları olsun, diğeri seni kendi gözünden bile sakınan dostun, can yoldaşın, Yusuf olsun."

"Teyze ben Irdın kızıyım. Onlar bana asla ihanet etmezler. Canla, başla beni korurlar."

"Ah be deli kızım? Hiç akıl sır erdirmez misin? Senin gücünü kullanıyorlar. Onlar sırf Yusuf, emretti diye seni korurlar. Yusuf, gözünü açtığı an diyeceği ilk kelam ne bilir misin? 'Yarenim nerededir?' Hepsi bunu çok iyi bilirler ki eğer senin saçının teline zarar gelirse, Yusuf, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayacağını. S-s sadece. Y-Y Yusuf ve ağabeyine güven. Asla Irdına güvenme. Sen hiçbir zaman Irdına ait değildin sen- sen. Ağlama ceylan gözlüm. Ağlama. Sen ne vakit ağlasan babanla, anan çıkar karşıma. Sakın ağlama, sakın. Dediklerimi asla aklından çıkarmayasın. Yusuf, buradan ayrılmadan evvel tüm gerçekleri öğrendi ve benden müsaade istedi, bana ne dedi bilir misin ay parçam. Söyledikleri dün gibi aklımda. 'Bana izin ver teyze. Enda'yı alıp gideceğim, yeni bir dünya kuracağız onunla. Ne olur bana izin ver. Biz asla Irdın da yaşayamayız. Enda, gerçekleri görmeden onu alıp gideceğim buralardan.' Sakın bu dediklerimi unutma ay parçam. Yusuf uyandığında onu hemen Irdın'dan al, ve bir daha sakın Irdına geri dönmeyin. Yusuf tüm gerçekleri bilen tek insan...

Aynen böyle demişti yoldaş teyzem bana..."

Bir süre buz kesilmiş parmaklarına dokundum, parmakları uzamıştı. Tebessüm edip ellerini ısıtmaya çalıştım.

"Hadi kalk. Gidelim, kuralım o dünyayı. Sana Kara'nın kızı Enda olarak söz veriyorum. O dünyayı kuracağız, ister sağ ol, istersen yanında olma ama şunu bil ki o dünya kurulduğu an seni de bu cehennemden çekip alacağım. Gardaşın da yanımızda olacak."

Sessizce tekrardan baktım Yusuf'uma. Öylece usulca beni dinliyordu. Ses etmeden, teselli etmeden, bana kızmadan, vurmadan...

Bir an aklıma Ahu gelmişti. Kendime hakim olamamış daha fazla ağlamaya başladım yoldaşımın kollarında.

"Yoldaş.."

"..."

"Yoldaş.."

"..."

"Yoldaş. Ahu'da her şeyi biliyordu. O da bana ihanet etti. Zira eğer o bana ihanet etmeseydi, imdi her şeyi bana bir bir anlatırdı. Belki de imdi bu halde olmazdım, her şey daha önceden değiştirebilirdim. Lakin ona hiçbir şeyi belli etmeyeceğim, zira Robi, seni kabul ettiği an tüm sır perdelerini aralayacağım. Her şey Robi'nin bizi kabul etmesiyle başlayacak, daha sonra gecem gündüzüm onu Müslüman yapmak olacak. Kızma bana yoldaş, hissediyorum bak... Şu fani dünyada, senin gülüşün tek dengi o, bakışının dengi de o, sesi de o, sadece biraz değişik o kadar. Kelamları bilerek yanlış söylediğini de bilirim, sırf onlara daha fazla benzediğini göstermek istiyor o kadar. Her şeyi gizleyebilir sorun değil, lakin yoldaş tek gizleyemediği, saklayamadığı şey... Gözleri, gülüşü ve de en önemlisi, sana çok benzemesi be yoldaş."

Ne kadar konuştum ne kadar ağladım hiç bilgim yoktu, tek bilgim şu anda yoldaşıma son kez bakıp usulca ondan uzaklaşmamdı.

Yapamadım. Geri döndüm. Omuzlarında küçük bir kız çocuğu gibi ağladım. Ne kadar da yanlış bir davranıştı, ağabeyime sarılmam gerekti lakin ben, ben, ben... Yapamadım. Yoldaş konuşmasa bile benimle, varlığı bile büyük huzur veriyordu bana. Beni o büyüttü. Ağabeyim o oldu. Annem de o oldu babam da. Dostum da o oldu, düşmanım da. Kız gardaşım da o oldu, erkek gardaşım da. Sayabileceğim tüm sıfatlar onda mevcuttu. Hiç kimse beni hissetmez, görmez iken o gördü o tanıdı ve sevdi.. Kimse bana saygı duymaz iken, herkes onun sayesinde bana büyük saygı duydu. Herkes benle alay edip, ezerken o beni kollarımdan tutup kaldırdı. Beni en iyi şekilde eğitti, 'saygı şeref neymiş öğren ve öcünü al dedi ve kıssa karşı kıssas yap, sen de onları ez' dedi ve gerçekten de öyle yapmıştım... Sülf-i aleme beni yareni ilan etti. Canım dedi bana; eğer bana bir şey olursa hesabını Enda verecek dedi. Ona bir şey olursa o vakit de hesabını ben vereceğim dedi! Sesim oldu, nefesim oldu. En önemlisi ikizimdi o benim. 

Bir süre öyle kalmış uykuya dalmıştım. Bir kaç tıkırtı duyduğumda tez yerimden fırladım. Ben, ben nasıl uykuya dalabilirim hem de hem de yoldaşının tüm yorganını hepsini kendi üzerime örtmüşüm. Ağzım açık bir kendi deliliğime bir de üstü açık zavallı yoldaşıma baktım. Küçük bir kıkırtı firar etmişti dudaklarımdan .

"Yoldaş bak görüyor musun, sen bu haldeyken bile başına ne belalar açıyorum."

Bir süre tebessümle yoldaşı izledim ve yoldaşın kulağına fısıldayıp sessizce uzaklaştım oradan...

Bilal-i habeşir'in o muazzam ezan sesiyle uyandım. Benim için her ezan okuyan kişi Bilal-i habeşir'di, tabi ki katiyen onun dengi olamaz hiç kimse. Lakin her okunan ezan bana onu hatırlatır. Ezan bitince, ezan duasını yapıp Bilal-i habeşir'e fatiha okudum. Sahi aklıma gelmişti bir an da çok duygulandım. Dinlemiş olduğum bir sohbet de, hoca aynen şöyle söylemişti.

Bilal i Habeşi bir gün bir köşede oturmuş ağlıyordu... Resulullah (s.a.v) onu gördü ve yanına gelerek: 

'Ya Bilal seni böyle ağlatan sebep nedir?'

Diye buyurdu. Hz. Bilal: 

"Benim hiç çocuğum yok. Öldükten sonra arkamdan bir Fatiha okuyacak bir çocuğum olmadı."

 Der. Resulullah (s.a.v) bunun üzerine, 

"Sen hiç üzülme ya Bilal! Benim ümmetim ezanı her duyduklarında, senin ruhuna bir fatiha gönderecekler,

diye buyurdu...

Her ezanda Hz. Bilal'i hatırlayarak onun ruhuna bir fatiha okumayı unutmamaya gayret gösteriyorum.
Bu peygamber Efendimizin (s.a.v ) vasiyetidir. Daim hatırlamak umudu ile yaşarız inşallah..

Her ne kadar gönlüm Ahu'ya incinmiş, hiç düzeltemeyecek kadar kırgın olsa da, bunu hiçbir şekilde belli edemezdim. Zira bunu fark ettiği an beni asla rahat bırakmayacaktı. Belki de hiç olmadık bir çok şey daha öğrenecektim, lakin imdi başka şeyler dinleyip, kalbimi yoramam. Zira kalbimin imdi benden habersiz atıp, aklımın da benden habersiz hareket etmesi beni çileden çıkartması yeter de artar.

Lakin bunun peşini bırakmayacağım, Ahu'nun bana güldüğü gibi bende ona gülecektim daha ne kadar ileri gideceğini merak ediyorum.

Kızları da kaldırıp, beraber namaz kıldık, Kur'an okuyup, tespih çektik. Dışarı çıktığımda güneşin çıkmasına daha çok vardı, benimde aklıma gelen o muazzam fikirle hemen kızların yanına koştum.

İmdi kimseye surat asıp, kimsenin keyfini bozmaya gerek yoktu. Zaten, zaten ağabeyim bir an olsun aklımdan çıkmaz. Bugün onu ne yapıp edip gönlünü almam lazımdı.

Birbiriyle fısıl fısıl konuşan Azra ve Ahu benim geldiğimi görünce bir an sustular. Hayırdır inşallah, bunlar ne iş çevirir yine. Beni görüp susmaları ile kaşlarımı çatıp sinirle konuştum. Bilirim ben sizi nasıl konuşturacağımı.

"Hatunlar gelin Cengaver'cimin çadırına girip, onları uyandıralım. Bildiğim kadarıyla Yiğit ve Mert'te orada."

Dediğimde Ahu Ve Azra birbirine bakıp gülmeye başladılar. Bir an kendimi aldatılmış, yeni arkadaş gelip, eskisi satılmış gibi hissettim. Neyse gönlüm sen boş ver aldırma, bunların sonu belli, yenilerinden sıkılıp eskisine dönüş yapar.

Ağabeyimin çadıra girdiğimde bir köşeye geçip oturdum. Elime atıştırmalık bir şeyler alıp ağzıma atıp, kızların beyleri nasıl uyandıracağını izlemeye başladım.

"Yiğit Bey'im, ben geldim hayde kalkın."

"Haaa.?"

"Yiğit Bey'cim! Hayde ama namazınızı vaktinde eda edin lütfen."

"Haaa?"

"Haa, ne ya? Kalkın artık, bak kalmazsanız su dökeceğim hee."

"Haaa?"

"Yeti ama hee!"

Azra'nın, Yiğit'i uyandırma şekli beni öyle bir güldürmüştü ki. Öyle ki bir ara elimdeki ekmeği zorla burnuma vererek yiyordum, burnum da ısrarla kabul etmiyordu. Yiğit, kafasını kaldırmış lakin bir türlü gözlerini açamamıştı. Bir ara Azra'yı görünce kafasını iyicene kaldırıp, iki eliyle gözlerini ovmaya başladı.

"Haaa, estağfurullahi el azim. Sende kimsin? Üç harfli mi? Yok artık Allah'ım ya? Yine mi kabus görüyorum."

"Ne kabusu beyim, ben gerçeğim. Kanlı, canlı da."

"Allah'ım, ne olur söz, bundan böyle sabah namazına hemen kalkacağım! Bir daha Mert'i gizlice yorganını alıp sabah ona vermicem, hemen verecem hatta hiç almayacağım. Cengaver'in paralarını çalmayacağım, Ateş'in atına küfür etmeyeceğim ve ondan habersiz Hafize Teyzenin gönderdiği yemeği yemeyeceğim. Ama yeter ki bu hatunu bir daha karşıma çıkarma: AMİN. Ha bir de Ateş'in bana verdiği emirleri Cengiz'e yüklemiycem."

"Beyiiim. Siz ne ettiniz?"

Ahu ve Azra kısa bir şoktan sonra ikisi bir anda gülmekten kendilerini yerde bulmuştu. Benim de onlardan farkım yoktu tabi.

Her zaman derler büyüklerimiz de biz inanmazdık. Korkacaksan sessizlerden korkacaksın diye.

Yiğit, kafasını iyice kaldırıp ona şu anda zebani gibi bakan şahsı, Azra'yı tanımaya çalışıyordu. İlk insan görmüş gibi hayret, şaşkınlık vardı cehresinde. Buraya nasıl gelişi, ve en önemlisi bu cesaretin nereden geldiği... Haklı bende olsam böyle bakardım.

"Haaa estağfurullah el azim sen-sen gerçek misin.?"

"Evet Beyim, yalnız beni sevindiğinizi bu kadar belli etmeyin lütfen. İnsanlar yanlış anlayabilir!."

Ay kalbim Allah'ım sen affet ne olur! Ahu'ya baktığımda o'da Cengaver'cimle uğraşıyordu. Bu kızlar ne yamanmış da benim haberim yokmuş.

Lakin yine de bu şoku atlatmam biraz geç olacaktı.

"Beyim hadi kalkın. Beyim, kalkın ben geldim Ahu... Kime diyorum yahu kalkın da?"

"Ne oluyor hıı. Git başımdan yoksa kelleni alırım senin.!"

Haydaa, bu çocuk savaştan mı geliyor, yoksa kelle almaya mı gidiyor. Aynı babam aynı.

"Aaa Enda, Cengaver ne diyor kalkmam diyor?"

"Dur bak imdi ne yapacağım, hemen kalkacak. Evelallah! Sen git Mert'i uyandır."

"Tamam."

Ahu, Mert'in baş ucuna geldi lakin, gözünü bir an olsun buradan ayırmadan beni izliyordu. Hayırdır sen hatun? Çıkışta görüşelim.

"Cengaver'cim hayde kalk."

"Endaaa, sen misin.?"

Yaow kimim ağabeysi? Benim. Hemencecik tanıdı.

"Evet Cengaver'cim benim."

"Enda?"

"Efendim?"

"YOK OL.!"

"Bana, bana... Enda'sına göz aydınlığına, biriciğine. Denir mi? İmdi sen görürsün."

"Cengaver'cim kalk, kalk, kalk, çabuk. Kalk Savaş var çabuk. Ateş Bey, yalnız savaşıyor aman Yarrabim Beyimizin başına bir şey gelecek.! Hayır duruuun. Ateş Bey'im, tam arkanızda hain. Olamaaz beyimiz yaralandı. Ateş Bey'iiiim."

Evet, kendimi öyle tebrik ediyorum ki, neredeyse yaptığım yalan sayesinde ben bile kendime inanıp Ateş Bey'i gerçekten kurtaracaktım.

Bunu dememle Cengaver'cim ve Mert dışarı koştular. Yiğit de zor açtığı gözleriyle kıvıra kıvıra gidiyordu. Valla gerçekten böyle bir olay olsaydı Ateş Bey, kılıçtan ölmez bu adamın bu halini gördükçe zaten kendiliğinden kalp krizi geçirir.

Ben ve kızlar artık gülmekten önümüzü göremiyorduk. Zar zor açtığım gözlerimle Azra'ya bakıp.

"Ay Allah'ım sen affet. Azra, Ahu koşun çağırın onları? İmdi çadırlara saldırırlar."

Kızlar kahkaha ata ata beyleri çağırıp arkalarına bakmadan, bir koşuda benim arkama saklandılar. Ahh kızlar sizi kurtaracak en son insansın yanına geldiniz. Deyin hele, imdi hangi Allah'ın kulu beni bu ayunun elinden alacak.

Cengaver'cim, tüm heybetiyle benim üzerime doğru geliyordu. Kaşları çatık, yarı uyanık, yarı baygın gözlerle onca mesafeden beni en iyi şekilde ayırt edip, lime lime doğrayacağına eminim. Bana Allah mı vurmuştu da böyle bir şeytanlık yaptım.

Derler ya; son pişmanlık fayda etmez diye, vallaha da öyle. Sessizce yutkunup kızlara doğru arkamı döndüm.

"Kızlar, hakkınızı helal edin."

Acaba benden Yiğit gibi tüm hatalarımı söyleyip öyle mi şehit olsam. Ahu, sahte bir bakışla nasıl yaptıysa gözlerini doldurup bana sarıldı.

"Yaptığın fedakarlığı tüm sülf-i alem duyacak. Bizim için canını verdiğin için sana söz. Gözün arkada kalmasın senin tüm mal varlığına kendimizmiş gibi kullanacağız. Gerekirse sana ait her şeyi alacağız, hiç merak buyurma."

Hiiii aman Allah'ım, ben neler duyuyorum öyle. Yoksa tuzağa mı düştüm. Utanmazsa ağabeyine bile bakacam diyecek. Ahh ahh. Dost kötü zamandan belli olurmuş. Cengaver'cime baktığım kızgın bir boğa gibi, hiç dinlemeden, sorgulamadan üzerime doğru geliyordu. Yahu bir dinle bir sor niye, Allah için namaz kalk diye valla başka niyetim yoktu ki. Ellerimi hemen önüne siper edip yiyeceğim dayağı bekledim.

Eee ben niye yerde aşk yaşamıyorum, ya da birinin üzerine düşmedim. Gözlerimi açtığımda, tüm heybetiyle bir bey önünde durup, gür kahkahasıyla çadırı şen etmişti.

Bey arkasına dönüp, tüm tebessüm ile bana bakarken benim kalbim yerinden hiç durar mı? Yaramaz bir çocuk gibi, çok sevdiği arkadaşı uzağa gitmişte bugün onu İlk kez görüyormuşçasına çarpıyordu.

"Aaa- Ateş Bey'im. S-s- sizin ne işiniz var burada?"

Dedim, dedim lakin bu kalbim neredeysen dışarı fırlayacaktı, bir ara kalbimin sesini duyacak diye öyle bir utanmıştım ki, hemen başımı eğdim. Lakin tekrar bakmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Bu his de neyin nesi. Kendine gel! Yapma. Haram. O sana na mahrem. Ya gönlüne sahip çık, ya da aklına, zira cenneti hayal edip, cehennemi yaşama ey gönül...

"Hatun, sabahtan beri seni ve  yandaşlarını izliyorum! İlk önce hepinize kızıp kellesini alacaktım, lakin biraz sizi izleyince bu şey tuhaf hal aldı, bende kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Allah razı olsun hatun, sayenizde hiç gülmediğim kadar güldüm."

Lakin bir sorun vardı. Bey ne için bir an olsun gece karası gözlerini benim üzerimden ayırmaz. Ne için kaçacakmışım gibi bakar. Ateş Bey, gözlerimin içine bakıp öyle bir  gülmüştü ki, başım dönmüştü, gözlerimin önüne kararmış, mideme koca bir yumruk inmiş, kalkmak nedir bilmiyordu. Neden dünya etrafımda dönerken sadece bulanık gözlerle onu tek görürdüm.

İmtihan dediğin kağıt kalemle olmaz. Kul kul ile olur. Benim imtihanı sizsiniz Ateş Bey'im.

Herkes gülsün lakin siz gülmeyin... Zira bir gram aklım var, o da uçup gitmesin.

Ağzımı açtım tam konuşacakken kızlar kendilerini tutamayıp, kahkaha atmaya başladılar. Ateş Bey, arkasına dönüp alplere bakıp yanaklarında ki gamzeler isyan edinceye dek tebessüm etti.

"Alplerim. Bu hatunlara müteşekkir olun! Onlar sayesinde sizin bir kez daha sadakatinize şahit oldum."

Dedi ve gözlerini Yiğit'e dikip kaşlarını çattı.

"Kiminizin de ben ölsem en son geleceğini ve arkamdan iş çevirdiğini öğrendim."

Önce kaşlarını çattı, daha sonra arkasına dönüp dayanamayıp gülerek ayrıldı. Lakin tekrar geri gelip Yiğit'e öfkeyle baktı.

"Yiğit!"

Yiğit, esas duruşa geçip, Ateş Bey'e bakıyordu. Ne o yoksa yutkunamıyor mu?

"Namazını kılar kılmaz yanıma gel."

Dedi ve Yiğit'i sanki hiç görmemiş biri gibi baştan aşağı inceledi ve mırıldanmaya karışık bir şeyler fısıldadı.

"Bende anam niye hep az yemek gönderiyor deyip, kızıyordum zavallı kadına. Küheylan'ın seni görüp de niye çıldırdığını hiçbir zaman anlam veremiyor, zavallı hayvana seni sevmesi için güzel sözler bile söylüyordum. İmdi anladım zavallımın senden niçin bu kadar nefret ettiğini, haklıymış da... 'Yok beyim, ne bilem bu at niye beni sevmez' Allah bilir neler yapmışsın zavallı küheylan'a. Zavallı Mert, her sabah burnunu çekip çekip geliyor. Vicdansız. Ah Cengaver, zavallı Cengaver. Çadırı alt üst ettin de yine akçelerini bulamıyordun. Bilmezdin ki hain te baş ucunda."

Dedi ve ayrıldı. Yiğit, büyük bir korkuyla Cengaver'cime ve Mert'e baktı. Zavallı ikisi de hiçbir şey anlamamıştı. Bilmezler ki Yiğit'in kurbanı olduklarını.

Onlar birbirlerine bakıp ne olduğu anlamaya çalışırken, bende fırsat bu fırsat deyip, alttan alttan sıyrılıp kendi çadırıma gittim.


                                                                                             ....

"Alplerim tamam mıyız?"

Ay zor yetiştim Ateş Bey'e. Tez Yıldırım'ı alıp, Ateş Bey'e yetişmeye çalıştım. Ateş Bey ve alpleri yol  boyunca sabah yapmış olduğumuz olayı konuşuyorlardı. Ateş Bey'in, Yiğit'e arada bir kinli ve ölümcül laflarını sormasak her şey çok güzel gidiyordu. Bende arkalarında sanki hiç yokmuşcasına, sessizce onları takip ediyordun. Sonuçta üç tane na mahrem vardı.

Her ne kadar bir çok şekilden şekile girip, Cengaver'cime yaklaşıp gönlünü almaya çalışsam da, Cengaver'cim hiç oralı olmuyordu. Ateş Bey'in yanına yaklaşmadığımı bildiği için o da ondan hiç ayrılmıyordu.

Adam akıllı..

Yıldırım arada bir huysuzlanınca içime aniden düşen kor ateş beni kendime getirmişti. Hemen Yıldırım'ın üzerinde aşağı inip, dudaklarımdan küçük bir fısıltı halinde Yıldırım'ın başına başımı değdirdim.

"Sakın Yıldırım, sakın. Sakın bana kötü haber verme! Daha fazla kaldıramam."

Dedim, dedim lakin gözlerimin dolması ile hemen tekrardan Yıldırım'ın üzerine bindim. En son Yıldırım, yoldaşa bir şey olmadan önce de bu hareketi yapmıştı. Beni götürmesi gereken yere götürmemişti. Ateş Bey, bir ara arkasına dönüp bana bakmıştı, lakin tekrar Yıldırım'ın üzerine binince arkasına iyice dönüp, beni izlemeye başladı. Daha doğrusu herkes önden giderken o benim arkama geçmiş beni izliyordu. Yani yoksa niye geçsin, ben ilerlemedikçe de Ateş Bey'de ilerlemiyordu. Ağabeyim Yiğit ve Mert koyu sohbete dalmış bu alemden göçmüş beni hiç fark etmemiştiler. Ateş Bey dışında... Ve Yıldırım tekrar huysuzlandı. En nihayetinde beni fark etmiş olacaklar ki yol boyunca benimle hiç konuşmayan ağabeyim, yanma telaşla geldi. Ardından hepsi geldi.

"Enda, ne oldu?"

"Bilmiyorum, yine aynı şeyi yapıyor bana."

"Sürekli mi yapıyor?"

"Hayır. Cengaver'cim. Bu kez daha başka."

"Belki bir yerine bir şey batmış."

"Zannetmiyorum."

Yiğit, kendi atından aşağı inip, benim de inmemi söyledi. Benim inmem ile Yıldırım deliye döndü. Ve şaha kalkmaya başladı. Ateş Bey, hemen kendi atından aşağı inip beni ve Yiğit'i tutuğu gibi kendine çekti. Lakin beni çekmesiyle dengemi kaybettim ve tam yere düşecekken Ateş Bey beni tekrardan kolumdan tutup iyice kendine çekip. "iyi misin" dediğinde başımı tutup "iyim" dedim.

Cengaver'cim, talaşla yanma koşup bana sımsıkı sarıldı.

Bu neydi imdi?

Bu ayrılık hissi de neyin nesi?

"Ay parçam iyi misin?"

"İyiyim. İyi."

Dedim lakin şaşkınlığı iliklerime kadar hissediyordum. Yıldırım, Yıldırım. O gün Yoldaşıma ne olduysa imdi bugün aynısı yapardı.

Yıldırımı kimse durduramıyordu, onun yüzünden Mert'in atı da şaha kalktı.

Yıldırım, bu gidişle birilerine zarar verecekti. Yıldırım şaha kalkarken hemen onun altına geçtim. Cengaver'cim, Ateş Bey, Mert ve Yiğit deliye dönüp bana bağırıyorlardı.

"Yıldırım, Yıldırım. Benim ölmemi mi istiyorsun. Bana şu anda sen zarar veriyorsun, kimse değil! Ne hissettiğini biliyorum. Lakin bu bizim imtihanımız, bana bir şey olmayacak Allah istemediği müddetçe, sana söz veriyorum. İmdi dur yeter."

Bunu dememle Yıldırım, sakince kendini yere bıraktı ve başını eğdi.

"Aferin. İmdi sadece sabret, bize düşen, gelen her hayra ve şerre boyun eğmektir. İmtihandan anlımızın hakkıyla çıkabilmektir."

Herkes bize hayretle bakıyordu.

"Ay parçam. Sen bu ata ne yaptın?"

Yıldırım'ın, üzerine binip Cengaver'cime tebessüm ederek baktın.

"Cengaver'cim, Yıldırım her şeyi önceden hisseder. Bunun yapmasının sebebi oraya gitmemi istememesi. O yüzden bu şekilde şaha kalkarak, beni engellemeye çalışır. O benim can yoldaşımdır. Rabbimin ona vermiş olduğu büyük bir nimettir. O bize gelecek şerri önceden hisseder, ve bu şeklide denlenerek de önlemeye çalışır aslında."

Bunu dememle Ateş Bey, atının üzerine binip arkasına döndü.

"Yani diyorsun ki hatun. Beni iyice koruyun. Duydunuz alpler önceliğiniz ben değil, Enda olsun."

"Estağfurullah Ateş Bey'im, öncelik her zaman sizindir."

"Eyvallah."

Kızlık Obasına varmıştık çok şükür. Maşallah oba ne kadar da büyüktü. Tabii ki Cihanşah obası kadar değil, lakin göz kamaştırdığı mutlak. Kızlık Obasından içeri girdiğimizde tanıdık bir ses, şen kahkahasıyla bizi karşılamıştı.

Allah, Allah.

İçeri girdiğimizde Ateş Bey, yaşlı lakin sesi çok tanıdık bir amcanın elini öptü, ardından Cengaver'cim, Mert ve Yiğit. Ben ortadan öylece kalakalmıştım. Hemen kapı ağzına yakın bir yere oturmamla, kalkmam bir oldu. 

"Endaa.. Kızım senin burada ne işin var?"

Kafamı kaldırdığımda Osman amcayı görmemle öylece kalakalmıştım. Osman amca, hayretle bana bakıp duruyordu, aynı şekilde bende ona. Osman amca, iyi de bu obada kalmıyor ki?

"Osman amca? "

"Kızım benim."

"Amca senin burada ne işin var?"

Bunu dememle Osman amca gür kahkahasıyla çadırı ayağa kaldırmıştı. Cengaver'cim kaş göz hareketiyle şaşkınlığını belli ederek bana bakıyordu. Ateş Bey, Mert ve Yiğit'e aynı şekilde bakıyorlardı.

Osman amca tam konuşacakken içeri Robi girdi, içerideki herkesi bir güzel süzgeçten geçirdi. Ateş mavisi gözleri benim gözlerime gelince durdu, ve bana şaşkın bir şekilde bakmaya başladı. Bu çocuk bana hayretle bakmaya devam ediyordu, kimse de dur demiyordu. Ta ki Osman amcanın sesini duyuncaya dek.

Kalbim bir an durdu gibi. İçeri girişi, bakışı, şaşkınlığı bile aynı yoldaşımdı. Robi'ye bakarken bile bir an kendimden geçmiştim. Keşke, keşke yanımda olsaydı. Gözlerimin dolmasıyla, öfkeyle yüzümü diğer tarafa çevirmiştim.

"Hoş gelmişsin Roberto, gel buyur, yanıma otur! Oğlum kalk Roberto, oturacak buraya."

Dedi ve oğlunu hemen kaldırdı Osman amca. Lakin bu çocuk karşımda öylece dikiliyordu.

"Gerek yok, ben buraya otururum."

Dedi ve benim tam karşıma oturdu! Onun bu hareketine karşı herkes çok şaşırdı ben bile şaşırdım. Lakin şaşkınlığım bir anlık tebessüme dönüşmüştü. Aynı ağabeysi gibi inatlaşması, sahiplenmesi, inatla gözlerime bakması... Gözüm istemsizce Ateş Bey'e kaydı, ne kadar da öfkeliydi. Robi'yi yiyecek gibi bakıyordu. Hatta şu anda her an bir kafa atacakmış gibi. Sahi ne için bu kadar öfkelendi?

Osman amca, tekrar bana dönerek yüzünde ki her zaman ki gibi aynı tebessüm yayılırken ben de ona aynı tebessümle karşılık vermiştim. Ne kadar da özlemişim Osman amca mı.

"Enda'm gül kokulu kızım benim."

"Amcam ya valla bak çok özledim seni."

"Bilmem mi, o yüzden hiç gelmedin değil mi yanıma."

"Yok valla öyle değil amcam. Bir bilsen neler oldu neler."

"Hepsinden haberim vardır."

Bir anda şaşkınlıkla Osman amcama baktım. Nereden biliyor ki?

"Amca?"

"Dur hele gül yüzlüm."

Deyip bize şaşkınlıkla bakan beylere döndü.

"Bakın zaten tanıyorsunuz ama yine de tanıtayım. Şurada gördüğünüz gül yüzlü kız, benim öz kızımdan hiçbir farkı yok. Bundan beş kış evvel, büyük bir saldırı yapıldı, can dostum Aziz'in obasına. O vakit de bu gül yüzlü ve bir kaç delikanlı alp çıkıp, can dostumu beni ve obasını kurtardı. O gün bugündür bu kız her otuz güneş sonra yanımıza gelip, bizi ziyaret ederdi. Lakin pek konuşmak nasip olmuyordu. Yine de onun namını duymayan bir Allah'ın kulu yoktu. Demek Cengaver'ini buldun haa. Bende bu yüzden bilhassa seni çağırdım Cengaver oğlum. Lakin benim gül yüzlü kızım sonunda buldu seni haa. Rabbim bir daha sizi ayırmasın oğlum. Cengaver, gardaşına sahip çık! Zira şu fani dünyayı gezsen bir daha böyle bir gardaşa sahip olmazsın. Rabbim her kula bu kadar güzel, efendi, yiğit bir gardaş vermez."

"Eyvallah Osman amca. Bilirim, ben de o yüzden onu gözümden bile sakınırım ya."

Dedi ama bunu Osman amcaya bakarak değil de Robi'ye bakarak söylemişti.

Osman amcayı çok sevmemin birinci nedeni; yemekte en sevdiğim yemekler vardı. Osman amcam orta yaşlarda, çok tatlı, anlayışlı bir beydi. Osman amcam hem yemek yiyor, hem de herkesle teker teker konuşuyordu. Lakin ben yemek yerken konuşmaktan çok nefret ederim. Ateş Bey'in halini hatırını sordu. Yiğit ve Mert'e de bol bol sualler sordu. Sıra Cengaver'cime gelince;

Cengaver'cim de benim gibi önce öfkeyle başını kaldırdı, sonra yüzüne sahte bir tebessüm ekleyip, bıkkınlıkla soracağı soruyu bekledi. Ee aynı kandanız. Aynı benim ağabeyim, ben neyden nefret edersem, o da nefret ediyor. Gerçi babam da zinhar yemekte konuşmaktan nefret ederdi ya.

"Cengaver, hiç değişmemişsin! Aynısın. Ateş gibi sert cehren var, bunu daha öncede sana söylemiştim."

"Bilirim Osman amca, sağ olun. Beyime benzemek benim için büyük bir şereftir."

Bunu demesiyle ağzımda ki etle kafamı yukarı kaldırıp, Cengaver'cime baktım. O da bana göz kırpıp yemeğe gömdü kendini.

Şeref haa. 

İyiymiş.

Bir anda içeri bir kız girdi. Hanım hanımcık duruşu, omuzlarına kadar örtülü örtüsü ve örtüsünün üzerindeki kır çiçekleriyle, ihtişamı giyinişi ve yüzündeki koca tebessümü ile çok güzel bir genç kız olduğunu itiraf edebilirdim. Onun içeri girmesiyle bir çoğumuzun bakışları oraya yöneldi. Hatta dayanamamış yine ağzımdan ki etle başımı tekrar kaldırıp gelen kıza baktım. Maşallah ne kadar güzel bir hanımdı. Ona bakmamak imkansız gibi bir şeydi. Uzun boyu, yeşil gözleri, elma gibi dudaklarıyla resmen ben buradayım diye haykırıyordu. Hatun, yemekleri getirip götürüyordu, sonunda Osman amca o kızla konuştu.

"Kızım, yeter gel otur! Çok hizmet yaptın sende bizimle ye."

Kızı mıymış? Osman amca bir ara kızından bahsetmişti lakin böyle kızı olduğunu dememişti.

Nasıl biri bekliyordun, senin gibi erkeklere karışmış. Kaşı, gözü belli olmayan, kan kokan bir kız mı?

Bir an ağzımdaki etle kendime bakmamla, kendimden utanmam hiç de geç olmamıştı.

Nereden güzellik, nerede ben... Kendimizi kandırmayalım yine... Yoldaşın dediği gibi

"Sen benim kız gardaşım değil, küçük erkek gardaşımsın. Bu yüzden hiç güzel olma derdine girme küçük erkeğim."

"Bu benim kızım Gülçiçek. Siz geleceksiniz diye çok hizmet yaptı."

Gülçiçek... Anamım ismi. Canım anam.

Ateş Bey, başını kaldırıp anlık bir bakışla Gülçiçek'e bakıp, tekrar başını eğdi.

"Allah razı olsun Gülçiçek Hatun."

Nedense içimde bir burukluk oldu, ister istemez. Bilmiyorum kalbim niye böylesin. Ya senin derdin ne dostum...

Çok sinirlenmiştim ister istemez. Osman amca, yemeğe başlayın işaretini görünce bugün hayatımın en güzel şeyi bu yemek diyerek kimseyi dinlemedim ve hunharca yemeye başladım.

Lakin bir anda içime gelen utanç, beni durdurmuştu. İyi de sabahtan beri ben kimseden müsaade istemeden yemek yiyordum. Kafamı tez kaldırıp Cengaver'cime baktığım da, onun da benim gibi durduğunu gördüğüm de gülmüştüm. O da bana bakıp güldü, ardından el işaretiyle; boş ver deyip tekrar kafasını gömdü yemeğe.

Benim ağabeyim işte yaw.

Yemeğimi herkesten önce bitirmiştim. 

Sabahtan beri yediğim için olmasın.

Herkes uslu uslu yemeğini yerken ben gözü açlar gibi onları izlemeye başladım.

Karşıma bakınca Robi'nin bana baktığını gördüm. Gözlerini hiç ayırmadan konuşmaya başladı,

"Aç mısın?"

"Ne açı Robi, görmedin mi ne kadar çok yedim! Bence önündekilerini hemen bitir yoksa seninkilerini de yerim."

Bunu dememele Robi, hiç beklemediğim bir şekilde, kendi önündeki etleri benim önüme uzattı. Yaptığı bu hareket yüzünden herkes yemeği bırakmış bizi izliyordu. Cengaver'cim, Yiğit ve Mert'e baktığım da sinirle Robi'ye bakıyorlardı.

İstemeden yine gözüm Ateş Bey'e çarptı, çok farklı bakıyordu. Sanki bir şeyler anlamaya çalışır gibi. Öfke, sinir hepsi birbirine girmişti adeta.

"Yok Robi, sen beni yanlış anladın, ben onu sen ye diye söyledim valla."

"Biliyorim ama ben aç değilim sin ye."

"Valla yuk, ay yok. İstemiyorum."

Cengaver'cim, sinirle kendi önünde ki yemeği bana verdi. Ay bağırmamak için kendimi zor tutuyorum. Ama dur madem yemeği yemiyorlar, bende önce Robi'nin verdiğiyle başladım sonra  Cengaver'cimin. Robi, önce onun verdiği yemeği yediğimi görünce, yüzünde anlamsız bir tebessüm yayıldı. Cengaver'cim ise sonra hesaplaşacaz diyordu. Ee ne yapayım önce o verdi.

Yaow çok mu belli ediyordum acaba kimsesiz olduğumu, neredeyse bir ara çadırda ki herkes bana kendi yemeğini verecekti.

Yemeği bitirdiğim de kafamı kaldırdığımda. Kaldırmaz olaydım, yine çok şaşırdım yahu. Herkes yemeği bırakmış beni izliyordu.

Ne var yani, çadırda ki tüm yemeği yemişsem...

Gülçiçek'in, sesiyle direk ona döndüm Ateş Bey'e bakıp;

"Beyim isterseniz haşlanmış et biraz daha getireyim, siz seversiniz."

Siz seversiniz...

Vaaay.

Aman Allah'ım, bu hatun ne der? Ne vakit bu kadar çok Ateş Bey hakkında bilgiye sahip oldu. Ya da ne çok yan yana geldiler de biliyor? Yahu bana neee.

Ateş Bey, konuşunca direk Ateş Bey'e baktım;

"Sağ olasın Gülçiçek Hatun, doydum çok şükür."

Dedi ve güldü, ben hala Ateş Bey'e sinir ile bakarken Ateş Bey, yüzünü bana dönünce bende hemen Robi'ye baktım, bakmaz olaydım. O da bana bakıyordu hem de nasıl.

"Şiişt niye öyle bakıyorsun günah, günah. Suzi."

"Ne! Şimdi Suzi mi yaptin?"

Dedi ve gülmesi çadırı sallıyordu. Kimse anlamasın diye böyle bozuk konuşuyordu ben biliyoruum.

Herkes Robi'ye sinirle bakarken, Ateş Bey direk konuşmaya başladı.

"Ben biraz hava alayım, müsaadenizle."

"Nereye Ateş Bey'im, bende sizinle geleyim."

Bunu dememle herkes bana ters ters bakmaya başladı. Ağabeyim Cengaver'cim bile..

Ne var yani nereye diye sormuşsam?

"Endişelenme Enda Hatun, buralardayım."

Dedi ve tebessüm ederek çıktı...

Endişelenme Enda Hatun. Hoyt conım banim

Ne de güzel demişti ismimi.

Ey gecenin sahibi... Nasıl ki kudretinle geceyi gündüzle örtüyorsan; bizim de hatalarımızı, günahlarımızı rahmetinle ört... Bu aciz kul ne yaptığını farkında değildir, kalbi sürekli kayıp kayıp gider, sen o kayganlığa müsaade etme Ya Rab...

Af çok sıkıldım, hep savaş konuşuyorlar. Ateş Bey'de bir türlü gelmedi, hani yok canım meraktan değil öylesine.

Ateş Bey, içeri girmesiyle gece karası gözleri, benim gözlerime gelince çok utandım ve bir panikle.

"Ben de müsaadenizle bir hava alayım."

Dedim ve hemen çıktım dışarı.

Temiz havayı ciğerlerime hissedebildiğim kadar içime çektim. Bir köşeye geçip, kafamı duvara vurmaya başladım. Şu ana kadar içim de gizlediğim kaç varlık varsa, onlarla kavga etmeye başladım.

'Niye sen böylesin dostum? Neden, neden benden habersiz bu kadar çok atıyorsun, hani amacın ne? Açık, açık söyle! Ah dostum. Niye bu adamı düşünmeye başlıyorum. Mesela yemek düşün, yada bir gavurun başını ezdiğini. Neden, o? O, o kadar nazik yerken, ben bir vahşi gibi yiyorum? Normalde benim nazik yemem gerekirken, neden o yiyor?'

Neden o gülünce, kalbime tufanlar uçuşmaya başlıyor. Kalbim neden normal iken, aptallaşıyor.

Seni hiç anlamıyorum yüreğim. Bangır bangır bağırırsın lakin kulaklarım bir sağır gibi senin duymazlıktan gelir... Gözlerim görür iken, kör olup seni görmezden gelir.

Bu kadar atma ey yüreğim, zira olan sana olur! Senin feryadını arştan başka hiçbir gök kubbe duymaz.

Ben kafamı vurmaya devam ederken, biri elini duvara koydu ve bende başımı vurunca, haliyle o kişinin eline vurmuş oluyordum. Elini koyan kişiye bakınca olduğum yerde öylece durmuştum.

Aslında fırsat bu fırsat mıydı?

Bir köşeye geçip oturdum, ardından o da gelmişti.

"Robi, senin ne işin var burada hem sen içeri de değil miydi?

"Yok. Seni izliyordum. Neden kendine bunu yapıyorsun?"

"Boş ver, o benim kendime yapmış olduğum bir ilaç."

Güldü, aynı onun gibi... Yusuf'um gibi.. elmacık kemikleri anında ortaya çıktı.

"Bende yapsam iyileşir miyim."

Bu sefer ben güldüm.

"Bu sadece bana özgü bir ilaç"

Sustu, gözlerimin içine baktı. Derin bir nefes aldım. Ve tüm cesareti mi toplayıp yavaş yavaş hadiseyi girmeye başladım.

"İnsanın ağabeysi olması çok güzel bir duygu."

"Evet."

Bir an şaşırmıştım. Evet, demişti.

"Belki biliyorsun ben yılla-"

"Biliyorum"

Allah, Allah. Bir an ne diyeceğimi unutmuştum. Cesaretimi toplayıp, ateş mavisi gözlere gözlerimi diktim. O da bana tebessüm ederek bakıyordu.

"O vakit benim kim olduğumu, nereden geldiğimi, kimlerden geldiğimi bilirsin?"

Başını eğdi.

"Evet."

Gözlerini gözlerime kilitledi.

"Açık konuş Enda. Ne diyeceksin de."

Derin son bir nefes daha alıp baktım.

"Yusuf, senin ağabeyin bilirsin dimi."

Kaşlarını çattı, çatabildiğince. Ateş mavisi gözlerine, zifiri karanlık çöktü bir an.

"Ne diyeceksen de çabuk!"

Gözlerim dolmuştu, ilk defa. İlk defa yoldaş gittiği günde beri, ilk defa yoldaşın isminin seslice ağzıma almıştım. Robi, gözlerimin dolduğunu görünce tüm vücudunu bana çevirip gözyaşlarımı eliyle silecekken onu durdurdum.

"O. O, o?"

Deyip  gözümde akan yaşla, kalbime giren küçük bir sancı ahenk etmişti.

"O, benim her şeyim idi... Beni o büyüttü. Herkes benle alay edip kabul etmez iken. O beni bir ağabey, bir baba, bir anne, bir arkadaş, bir yoldaş gibi korudu... Kimse beni korumaz iken o beni seçti, beni sevdi, beni korudu. Gecem, gündüzüm ağabeyimi bulmaktı, sonra buldu.. lakin bana söylemeden beni bırakıp gitti... Onunla bir çok ortak noktamız vardı ilki; o da benim gibi o küçük boyuyla, küçük eliyle, kılıcı tutup gardaşını her yerde arıyordu."

Dedim ve elimin tersiyle gözyaşları mı sildim.

"Bundan beş gün evvel öğrendim ki o gardaşını bulmuş, lakin gardaşı onu kabul etmemiş. Her gece pes etmeden onunla konuşmak istemiş sonra gardaşı demiş ki; sen benim Ağabeyim değilsin! Ben o küçük bedenimle her gün senin gelmeni beklerken, çığlıklarımın sesini duymanı beklerken sen gelmedin. Bana her gün işkence ettiler lakin sen duymadın, deyip ona vurmuş. Aynı benim gibi. Yapayalnızdım beni de kandırdılar Robi..."

Aklıma eski mazinin gelmesiyle gözyaşlarımı durduramıyordum.

"18 gün, tam 18 gün boyunca bana işkence ettiler. Her gün her gece ağabey, diye bağırdım. Lakin ağabeyim sesimi duymadı. Yusuf'um duydu. Ve beni çekip aldı o cehennemden. Aslında o cehennemden beni değil, seni alması gerekti öyle değil mi Robi... Beni ağabeyim bulup alması gerekti, senin ağabeyinin de seni..."

Kafamı çevirdiğim de Robi, elinin tersiyle gözyaşlarını itti.

"Ağabeyin bundan tam dört kış evvel vuruldu ve halen baygın. N-"

"Ne dedin sen?"

Dedi ve beni kollarımdan tutup kendine çekti.

"Yoksaaa. Sen bilmiyor muydun?"

"Enda. Sen ne diyorsun?"

"Irdın obası, hiç sana haber vermedi mi?"

Kısa bir şoktan sonra, gözlerini gözlerime dikip.

"Irdın..."

Dedi ve sesi çatallaştı.

"Onun buradan gittiğini söyledi!"

"Neeğğ."

"Bana yalan mı söylediler."

"Evet, sırf sen endişelenme diye öyle demişler."

Deyip yalan söyledim. Zira eğer Irdının onun ağabeysinin ondan sakladıklarını öğrense, bu deli çocuk eminim. İlk yapacağı şey Irdını ateşe vermek. Her ne kadar onlardan nefretle etsem de bunu onlara yapmam.

"Sakin ol. Ağabeyin dört kış evvel zehirli bir okla vuruldu. Lakin imdi hekimler durumunun eskisinden daha iyi olduğunu söylüyor. Baygın, nefes alabiliyor, lakin konuşamıyor, cevap veremiyor. Sadece baygın yatıyor."

Bilirim, gönlün deli gibi ağabey, ağabey diye bağırır. Gönlünün hasret kaldığını da bilirim. Gel ne olur kabul et.

"Robi?"

"Ne var?!"

Anladım, epey kızgınsın.

"Ağabeyinin sana çok ihtiyacı var. Belki senin sesini duyduğu an, uyanacak. Belki de sen daha kapıdan girmeden seni hissedecek ve uyanacak."

"Enda. Sonra."

"Olmaz Robi. İmdi."

"Enda. Hiçbir şey bilmiyorsun."

"Anlat, kim ne dersen desin umurumda değil! Ben seni koruyup sana inanacağım. Bilirim çok günah işledin, lakin şunu da bilirim ki o günahları işlerken senin içeceğine zehir kattıklarını. Şuurunun yerinde olmadığını."

Dememle bana hayretle baktı.

"Sakın bana bunu bilmediğini söyleme. Zehrin etkisi geçtiğinde çok kötü baş ağrısı başlıyor, her şey hatırlıyorsun ve büyük bir azap çekiyorsun. Sen Müslümansın Robi! Yaptığı her kötülüğün ardından ağlayıp ızdırap çektiğini de bilirim."

Robi, bir an kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı.

Evet de, ne olur. Kabul et lütfen.

"Enda sen, sen, sen. Nerden biliyorsun?"

"Dedim ya sana senin yaptığın şeyin aynısını ben yaptım. O zehirden zorla bana da içirdiler bende katilim Robi ve bunu bilen sadece ikinci insansın. Ağabeyin dışında kimse bilmez o zehir yüzünden kaç insanın canına kıydığım mı, bilerek yapmıyordum, öldürüyordum acımazsızca doğru, lakin zehrin etkisi geçtikten sonra kan kusuyorsun en kötüsü de her şeyi biraz da olsun hatırlıyorsun. Kaç gece kabuslarla uyandım seninin haberin var mı? Ben çok kaçırıldım Robi çok... Ağabeyin dışında kimse beni tam tanımıyor, hatta oracıkta benim için canını hiçe sayan ağabeyim bile beni tam tanımıyor bu yüzden ben seni çok iyi anlıyorum. Lakin üzülme ne olur bu bizim seçeneğimiz değil Robi, bu bizim imtihanımız, onu bize rızamız dışında içirdiler ve bunu yapmaya zorladılar."

Derin bir nefes alıp Robi'ye baktım. gözlerimin içine bakıyordu, farklıydı gözlerinin içine bir ışık vardı sanki parlıyordu gözleri. 

"Senin Allah'a inandığını da biliyorum"

Kaşlarını çatıp bana baktı.

"Nereden çıkardın şimdi bunu?"

"Robi birbirimizi kandırmayalım lütfen!"

Robi, tüm vücudunu bana dönüp biraz daha yaklaştığında benden ondan uzaklaştım bu şeklide devam ettik. O bana yaklaşıyor, bende ondan uzaklaşıyordum en sonunda kaşlarımı çatıp baktığımda tebessüm edip sorgularcasına bakmaya devam etti.

"Robi, beni kaçırdığında hatırlıyorsun değil mi. Beni kaçıranlardan bir diğer delilerden biri de sensin. O gece herkes yemek yemeye gitmişti, benden baygınca yatıyordum az biraz hatırlıyorum her şeyi. Kapının önünde küçük bir çocuk ağlıyordu, sende kapıyı açıp o çocukla uzun bir konuşma yaptın ardından çocuğa büyük miktarda para verdin, diğer yandan da arkana bakıyordun sürekli birinin gelip gelmediğini kontrol ediyordun. Sonra çocuk sana dua etmeye başladı 'Allah seni başımızdan eksik etmesin Elyasa ağabey' diyordu sana. Sende 'sizden de Allah razı olsun' deyip çocuğu hemen oradan uzaklaştırmıştın. "

Robi, ağzı açık bana bakarken, gülmemek için kendimi zor tutuyordum şu anda. O kadar komik görünüyordu ki. Hemen kendini düzeltip kaşlarını çattı.

"Sana çok işkence etmişim bu da sende yan etki yapmış. Beni nasıl görmek istersen öyle görürsün. Bana da çok yaptılar ve inan bana benim gördüklerim çok daha güzel şeydi."

Deyip göz kırptığında hiçbir şey anlamamıştım ve nedense bu ima ettiği şey hiç hoşuma gitmemişti. 

Bir süre Robi'nin komik hallerini düşünce kendi kendime gülüp o komik yüzünü aklımdan çıkarmaya çalışıyordum, yaşlı teyzeler gibi ellerini ağzını götürüp şaşkınca bana bakması. Dudaklarımdan küçük bir kıkırtı kaçtığında Robi'ye çevirdim bakışlarımı. Lakin çevirmez olaydım, öyle bir bakıyordu ki yüzüme.

"Enda?"

"Efendim?"

"SENİ SEVİYORUM..!"

...

📖📖Bölüm sonu📖📖

Okuyup emeğe saygı duyan herkesten yorum bekliyor olacağım. Vakit ayırıp okuyan herkese canı gönülden çok teşekkür ederim.

Selametle kalın, sevgilerle.

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

379K 21.8K 15
Hasta bir kız , genç bir adam ve tesadüfle başlayan kos koca bir aşk . ♡♥♡ "İyileşeceksin . " "Ya bir gün uyandığımda bu hastalık tekrar ederse ne y...
6.8K 765 15
minho asik oldigu sarkici jisunga yazar. bilmedigi ise jisungun ona asik oldugudur. semesung ukeho yan ship: hyunlix semelix ukehyun
78.1K 12.7K 44
Uçurumun kenarındayken bile adım atmaktan çekinmeyen ve boğulacaklarını bildikleri halde daha derine yüzen iki kişinin hikâyesi. Kaderin türlü oyunla...
AŞIK CİNİM Par Gece....

Roman Historique

94K 3.6K 37
Nefret ettiği bir insanoğluna aşık olmuş bir cin aşık bir cini olan kız Peki sizce bu aşka ne olacak başlamadan bitecekmi yoksa büyük bir yasak a...