Kalp Kırıkları (TAMAMLANDI)

Od eesmerr12389

62.8K 3.7K 445

Didem için öyle kutsal bir kelimeydi ki ''Kardeş'' kelimesi. Onunla ilgilenen dört tane erkeği o kutsal... Viac

♥Kalp Kırıkları♥
-1. BÖLÜM-
-2.BÖLÜM-
-3.BÖLÜM-
-4.BÖLÜM-
-5.BÖLÜM-
-6.BÖLÜM-
-7.BÖLÜM-
-8.BÖLÜM-
-9.BÖLÜM-
-10.BÖLÜM-
-11.BÖLÜM-
GERİ GELDİM :))
-12.BÖLÜM-
-13.BÖLÜM-
-14.BÖLÜM-
ANKET
-15.BÖLÜM-
-16.BÖLÜM-
-18.BÖLÜM-
-19.BÖLÜM-
-20. BÖLÜM-
-21.BÖLÜM-
Kesit
-22.BÖLÜM-
-23.BÖLÜM-
-24.BÖLÜM-
-25.BÖLÜM-
-26.BÖLÜM-
-27.BÖLÜM-
-28.BÖLÜM-
-29.BÖLÜM-
-30.BÖLÜM-
-31.BÖLÜM-
-32.BÖLÜM-
-33.BÖLÜM-
-34.BÖLÜM-
-35.BÖLÜM-
-36.BÖLÜM-
-37.BÖLÜM-
-38.BÖLÜM-
-39.BÖLÜM-
-40.BÖLÜM-
-41.BÖLÜM-
-42.BÖLÜM-
-43.BÖLÜM-
-44.BÖLÜM-
-45.BÖLÜM-
FACEBOOK GRUBU
-46.BÖLÜM-
-47.BÖLÜM-
-48.BÖLÜM-
-49.BÖLÜM-
-FİNAL-
-YENİ FİKİR-
Özel Bölüm

-17.BÖLÜM-

987 60 18
Od eesmerr12389


DİDEM:


Güneş, yine gözüme tek bir gram uyku girmeyen yeni bir güne selamladı beni. Yavaşça doğruldum yataktan ve banyoya ilerledim. Beş gündür gözüme uyku girmiyordu ve ben hala yaşayabildiğime şaşırıyordum. Bu uykusuzluktan tek bir yorgunluk hissetmiyordum, sanki. Canım yanmıyordu ama hala bir hayatım olup olmadığından şüphe ediyordum. Yaşayan bir ölü mü olmuştum yoksa? O günden beri güven falan kalmamıştı bende. Uyumaya çalıştığım gecelerde boğazıma yine onun elleri dolanıyor, nefes almamı güçleştiriyordu. Korkuyordum, her an karşıma çıkacak yeniden beni nefessiz bırakacak diye. Ruhum yaşıyor gibi değildi. Güveni boşa çıkan bir kıza güvenini geri verebilirler miydi? Benim güvenim herkese karşı bitmişti çoktan.

Küveti sıcacık suyla doldurdum ve içine girdim. Sıcak su ruhuma çok iyi geliyordu, içimi sıcacık yapıyordu. Mert umurumda değildi, ne istiyorsa onu yapmalıydı. Benden uzak Allah'a yakın olsun.

Gözlerim yarı açık şekilde rahatlamaya çalışırken banyonun kapısı bir anda açıldı. İki gündür yaptığım gibi üzerimdeki kıyafetleri çıkarmaya üşendiğim için, kıyafetlerimle küvete girdiğim için sorun etmedim, yavaşça bakışlarımı kapıya çevirdiğimde Alper alışmış bir tavırla yanıma ilerledi. Kolumdan tutup kaldırdı beni, yüzünde yine duyguya ait tek bir ifade yoktu. ''Neyse ki soğuk suyun içine girmiyorsun,'' diye mırıldandığında gülmeye çalıştım. ''Canım kıymetlidir benim,''

Küvetten çıkmama yardım ettikten sonra üzerimdeki ikinci deri gibi yapışmış olan tişörtü çekip çıkardı ve askıdaki havluya sardı beni. Sesimi çıkarmadım, üç gündür alışkanlık haline getirmişti bu davranışları. Sıkıca sarmaladıktan sonra bana baktı, ''Yine mi uyumadın sen?'' diye sordu kuşkuyla. Küçük bir çocuk gibi hissediyordum onun yanında. Başımı olumsuz anlamda salladım. ''Ne kadar sürecek bu böyle,'' diye mırıldandı kendi kendine ve beni banyoda bırakarak çıktı. Üzerime kıyafet almaya gittiğini biliyordum. Bana acıdığı için üç gündür hep ilgi göstermişti. Bu ilgiye ne kadar alışmamaya çalışsam da alışıyordum galiba.

Banyoya geri döndüğünde elinde kıyafetlerim ve iç çamaşırlarım vardı, ''Giyin,'' dedikten sonra banyodan çıkmıştı. Yemeyeceğimi bildiği halde yine kahvaltı hazırlamıştı büyük ihtimal. Yemeyecektim, iştahım yoktu. Üzerimi giyindikten sonra mutfağa indim.

Tam tahmin ettiğim gibi hazırlamıştı kahvaltıyı. Ama bu sefer farklıydı. Masada Meryem Sultan'ın yaptığı, yemelere doyamadığım o zeytinli poğaçalardan, kıymalı böreklerden, çikolatalı kreplerden vardı. Ben şaşkınlıkla masaya bakarken O'nun sesiyle doldu mutfak, ''Meryem teyze göndermiş bunları, sen çok seviyormuşsun. Kahvaltımızı edelim de seni bir yere götüreceğim.'' Dediğinde başımı salladım ve masaya ilerledim.

Kahvaltıyı yaptıktan sonra üzerime bir hırka giydirdi. Kımıldayacak halim yoktu, uykusuzluğun nedenlerinden biriydi bu belki de. Ayakkabılarımızı giyeceğimiz sırada kutunun içinden ayakkabı çıkardı, aynı iki çift ayakkabı. Anlamamış, baygın bakışlarla ona baktığımda, omuz silkti, ''Çok beğendim ama çift satılıyormuş al birini sen giy,'' dedi. İtiraz etmeden giydim ayakkabıları, onu sorgulayacak durumda değildim zaten.

Evden çıktığımızda arabaya yöneldim. ''Hayır,'' diye bağırdı ardımdan, ''Arabayla değil benim Fırtınayla gideceğiz.'' Fırtına mı? Yavaşça arkamı döndüğümde güzel, siyah bir motorun yanında duruyordu. Fırtına bu olmalı diye geçirdim içimden. Aslında şartlar normal olsa çok mutlu olurdum motorla gideceğimiz için ama şartlar normal değildi, ben normal değildim. Bir şey demeden yanına ilerledim ve elime tutuşturduğu kaskı kafama geçirdim sonra da arkasına oturdum. ''Bana tutun,'' dediğinde umursamaz bir tavırla, ''Gerek yok,'' diye mırıldandım, ''Ben daha önce çok motor bindim.''

Sesini çıkarmadı ve motoru çalıştırdı. Evden çıkıncaya kadar gayet iyi kullanıyordu aslında. Caddeye çıktığımız sırada bir anda gazı kökledi. Telaşla hemen beline doladım kollarımı. Bu kadar hızlı gitmesinin sebebi neydi? ''Geri zekalı!'' diye bağırdım, duymayacağını bilsem de. ''Biraz daha hızlı sür de geberelim tamam mı?!''

''Bunun adının Fırtına olduğunu söylemiştim. Adının hakkını vermek lazım,'' diye bağırdı o da, benim duymam için. Güldüm. Ver tabi hakkını ne olacak. Rüzgar kurumamış olan saçlarımı savururken üşüdüğümü hissettim. Şimdi neden güneşlik havada hırka giydiğimi anlamıştım. Yavaşça sırtına yasladım kafamı, sırtı beni soğuktan koruyor, üşümemi engelliyordu.

Motor durunca bir an kafamı kaldırdım ve başımın döndüğünü hissettim. Birkaç dakika öylece durduktan sonra ellerimin hala Alper'in belinde olduğunu fark ettim. ''Ellerini çekersen kalkacağım,'' dediğinde hemen ellerimi çektim ve motordan indik. Geldiğimiz yerin öyle işlek bir cadde olmadığını gördüm. Daha çok orta düzeyli bir mahalle olduğunu fark ettim. Yan tarafımızda bir berber dükkanı vardı mesela, ya da karşımızda baktığımda küçük bir market vardı. Bakışlarımı etraftan çekerek Alper'e çevirdim, göz göze geldiğimizde ''Neden buraya geldik?'' diye sordum. Cevap vermeden markete doğru ilerledi ve bende mecbur olarak ilerledim. Markete girdiğimizde marketin sahibi oturduğu yerden kalktı ve Alper'le tokalaştı. ''Hoş geldiniz Alper Bey,'' dediğinde Alper tebessüm etti, ''Hoş bulduk, ben her zamanki şeylerden istiyorum.'' Dediğinde adam başını salladı ve yanımızdan ayrıldı. Ne istiyordu acaba? Her zaman ki şeyler neydi?

''Ne alacaksın ki,'' diye sordum, saf saf ona bakarak. Gülümsemeye çalıştı, ''Sana iyi gelecek şeyler.'' Dediğinde anlamadım. Bana iyi gelecek şeyler mi? içki mi alacak acaba yoksa sigara mı? Ya da çikolata falan mı, diye kafamda yüz binlerce soru işareti varken adam yeniden yanımıza geldi ve dolu dolu iki tane poşeti Alper'e uzattı. Alper yine yüzünde aynı tebessümle poşetleri aldı ve adama yüz lira uzattı. Adam tam paranın üstünü verecekken başını olumsuz anlamda salladı, ''Üstü kalsın Mehmet amca,'' dedi ve beni önüne alarak çıkışa yöneldi.

Sorularımın hiç birini takmayarak yeniden motora bindik, ''Ver poşetleri ben tutayım,'' dediğimde ''Gerek yok,'' diye mırıldandı, ''Sen kendini tut yeter,'' diyerek motoru yeniden çalıştırdı. Yine rüzgarla savaşım başlamıştı. Kafamı bu sefer Alper'in sırtına saklama gereği duymadım, saçlarımın uçmasını hissettim. Bu Fırtınayla olan yolculuğumuz sanki bana biraz olsun iyi gelmişti.

Motor yeniden durduğunda bu sefer geldiğimiz yer daha kötü durumdaydı. Yıkık dökük evler, yollardan akan pis sular, o pis sularla oynayan küçük çocuklar ve kapının önüne oturmuş birkaç yaşlı teyzeler...

Motordan indiğimiz sırada bakışlarımı Alper'e çevirdim. Ne yapmaya çalıştığını hala anlayamamıştım. ''Hey küçükler!'' diyerek çocukları yanımıza çağırdığında şaşkınlıkla ne yapmaya çalıştıklarına bakıyordum. Çocuklar onu fark edince yanımıza koşmaya başladılar. Hatta aralarından bazılarının 'Alper abii!'' diye bağırdıklarını işittim. Ağzım şaşkınlıktan yarı açılmış bir şekilde karşımızdan bize koşarak gelen onlarca çocuğa bakıyordum. Bize yaklaştıkları sırada elindeki poşetin birini bana uzattı, ''Hadi,'' dedi içten bir gülümsemeyle, ''Biraz da çocukları sevindirelim.''

O gülüşüne dayanamadım. Sanki yağmurlu havada güneş açmıştı o gülünce. Ankara'ya deniz, İzmir'e kar gelmişti o gülümsemeyle. Bana uzattığı poşetlerden birini aldım ve içine baktım. Onlarca çikolata vardı poşetlerin içinde. Çocuklar gelince Alper elindeki poşetten ikişer üçer tane dağıtmaya başladı çikolataları. Bende onun gibi uzattım çikolatalardan çocuklara. Ne kadar masumlardı, daha hayatın fiskesini yememiş, çilesini sırtlanmamış, tatlı bir o kadar da masum onlarca çocuk. O masum gülümsemelere karşı bizde gerçekten samimi bir şekilde gülümseyerek poşetlerdeki çikolataların hepsini dağıttık.

Çocuklardan bazıları çikolataları aldıktan sonra bize teşekkür etti, bazıları alıp gitti, bazılarıysa o küçük elleriyle bize sarıldılar. Hatta bir kız çocuğunu kendi çocukluğuma benzettim. Eli yüzü kum içindeydi, sarıldı bana, öptü o kumlu dudaklarıyla beni. Ağlamamak için zor tuttum kendimi. Nasıl sevilmez bu çocuk dedim kendi kendime nasıl? Hala kucağımdayken yanaklarımdaki kumları silmeye çalışınca, ''Bırak silme kalsınlar,'' dedim, gülümsemeye çalışarak. Başını olumsuz anlamda salladı, ''Olmaz abla,'' dedi, küçücük yaşta olmasına rağmen hüzünlü çıkan sesiyle, ''Sonra annen kızar,'' Gülümsedim, ''Senin annen kızıyor mu?''

Yüzü düştü bir anda, işte o zaman anladım ne yanlış bir soru sorduğumu, ''Annem yok ki abla,'' diyerek buruk bir tebessüm yolladı bana. ''Babam da istemiyor zaten beni, her gün içki masası kuruyor evimizde,'' Diyecek bir şey bulamadım. Ne denirdi ki bu durumda? Kim bilir neler atlatmıştı bu yavrucak. Çok üzüldüm bu durumuna, ağlasa ağlardım ama ağlamadı. Tuttu kendini, beş altı yaşlarında olmasına rağmen ne de güçlü bir kız diye geçirdim içimden.

Kucağımdan indi daha sonra, çikolatasının bir tanesini bana uzattı, ''sende ye,'' dediğinde tam cevap verecekken, ''sen ye onu güzelim ben ablana alırım daha sonra,'' diyerek onu arkadaşlarının yanına gönderdi Alper. Ne çok üzülmüştüm o kızın haline. Gözlerim dolu dolu olmuştu, dokunsalar ağlayacak derler ya işte tam o durumdaydım. Dokunsalar ağlardım.

''Sana da alayım mı çikolata?'' diye sorduğunda başımı olumsuz anlamda salladım. Hala çocukları izliyordum. ''Gel'' dedi motoruna doğru ilerlerken. Arkasından gittim ve tekrar motora atladık. Öğle olmuştu bile. Motordan indiğimiz sırada yine aynı mahallenin kırık dökük parkına gelmiştik. Sadece küflenmiş bir salıncak vardı parkta ve birkaç bank. Banklardan birine oturduk hala daha o kızın yüzü aklımdan gitmemişti. Neler yaşamıştı kim bilir o küçücük yaşında.

''Burası böyledir,'' diye mırıldandı, yanıma oturduğu sırada. ''En küçük şeylerle mutlu olmasını bilir bu mahalle. Çünkü büyük mutluluklar onları bulmaz, bir çikolata bile yeter o yumurcaklara mutlu olmak için...'' Bakışlarını bir yere sabitlemişti. Bende sessizce onu dinliyordum. ''Kimisinin annesi yok, kimisinin babası. Kimisinin annesi temizliğe gidiyor, kimisinin babası alkolik. Hani sen diyorsun ya çok dertliyim diye. Dertli değilsin sen Didem, takıntı haline getirme bazı şeyleri. Buradaki insanlar senin dertlerini nimet olarak görüyor biliyor musun?-''

''Ama bende annesiz büyüdüm-''

''Evet, doğru. Ama seni dünyalar kadar seven bir deden vardı değil mi? Onların öyle koruyanı, seveni bile yok. Çocuğuna bakabilmek için kötü yola düşen anneler, iş bulamadığı için intihar eden babalar, kendi öz kardeşini taciz eden abiler, annesine babasına ilaç parası bulabilmek için hırsızlık yapan çocuklar, burası öyle bir bataklık ki...'' Bakışlarını bana çevirdi. Gözleri dolmuştu, ''Dünya senin etrafında dönmüyor, tamam sende zor durumdasın, değilsin demiyorum. Canın acıyor ama alışacaksın Didem. Her acıya alıştığın gibi buna da alışacaksın. Düşünsene bu anlattıklarımdan hangisi başında, bunlardan daha kötü derdin var mı? İnsan derdine şükretmeyi bilmeli, derdi veren Allah dermanını da verir elbet. Bırak artık şu çaresizim ayaklarını. Kimse çaresiz değildir, çare Allah. Önüne bak artık, ben varım üç tane kardeşin var, Meryem Sultan var, bırak gitsin Mert.''

Haklıydı. Yine haklıydı. Her zaman ki gibi...

Bu mahallede yaşayan kişiler kadar derdim yoktu benim. Üstelik onların derdini görünce kendi dertlerimi bile unutmuştum. Ne kadar yazıktı o kız çocuğuna. Ne kadar üzülmüştüm ona. Onların dertlerinin yanında benimkiler koca bir hiç kalıyordu. Yanımda kalanlar yeterdi bana. Neden bu kadar sorun ediyordum ki. Gerek yoktu, Mert olmadan da yaşayabilirdim ben. Annesiz, babasız hatta dedemsiz bile yaşayabiliyorsam kan bağımın bile olmadığı biri için bu kadar üzülmem saçmaydı.

''Ben ilk sana iyi gelecek şeyler dediğinde sigara falan aldın diye düşünmüştüm.'' Diye mırıldandım, konuyu değiştirmek ister gibi. ''Onların çare olmadığını, sana iyi gelmediğini bil. Onlar zevk için içilen zararlı alışkanlıklar sadece. Bende içiyorum, içmiyorum değil ama üzüntülü olduğun zamanlarda o senin acını bir süre uyuşturur sadece, sabah kalktığında yine aynı acıyla uyanırsın. Bu yüzden gerek duyma öyle şeylere, empati kur yeter.'' Gülümsedim. Ne de güzel konuşuyordu öyle. Hayran olmuştum ağzından çıkan her bir kelimeye. Bir artı yönü daha eklenmişti Alper'li listeme.

Ayağa kalktım bir anda. ''Hadi,'' dedim elimi uzatarak, ''Nereye?'' diye sordu kaşlarını çatarak. ''sen hiç salıncakta sallandın mı?'' diye sordum, gülümseyerek. Sabah ki o bitmiş halimden eser kalmamıştı sanki. Umursamazca başını olumsuz anlamda salladı. ''Gel o zaman,'' dedim elini kavrayıp onu da ayağa kaldırmaya çalışarak, ''Ben salarım seni.''

Gözlerini devirdi bu dediklerime. ''Çocuk muyum kızım ben,'' diye söylendi, ''İstersen ben seni sallarım,'' Başımı olumsuz anlamda salladım. ''İtiraz yok ben seni sallayacağım, hadi!'' diyerek ayağa kaldırdım onu ve büyük çaba sarf ederek salıncağa oturttum. Yavaşça sallamaya başladım, daha sonra biraz hızlandım ve hızlanarak onu havaya kadar uçurdum. Gözlerini kapamış, anın tadını çıkarıyor gibiydi.

Bir süre sonra kollarım acımaya başlayınca sallamayı bıraktım ve o da bunu fark etmiş olacak ki bir anda salıncaktan atlamış ve yanıma gelmişti, ''Güzel salladım mı?'' diye sorduğumda başını olumlu anlamda sallayarak gülümsemiş ve yanıma gelince beni kolunun altına almıştı. ''Deden de bel fıtığı var mıydı?'' diye sordu. Bunu neden sorduğunu anlayamasam da başımı olumlu anlamda salladım. ''Neden sordun?'' Omuz silkti ve beni kolunun altından çıkardı, ''Gel,'' dedi, gülümseyerek, ''seni sırtıma alayım.'' Gülümsedim, beni sırtına almasına izin verebilirdim. Çok severdim ben birinin sırtına atlamayı. Önceden hep Mert beni sırtında gezdirirdi...

Neyse, bunu hatırlamak istemiyorum.

Hemen sırıtarak onun sırtına atladım ve beni gezdirmeye başladı. Burada nereyi gezecektik ki bu şekilde. Nereye gittiğimizi anlamasam da sırıtarak etrafa bakmaya devam ediyordum. ''Sırtın çok rahat,'' diye mırıldandığımda güldüğünü hissettim. ''Kaç kilosun sen?'' diye sordu, gülümseyerek ''yirmi mi?''

''Ha ha çok komik,'' diyerek o görmese bile dil çıkardım. ''Ne var kızım,'' diyerek söylendi. ''Senin kilo alman lazım,'' diyerek yolda ilerlemeye devam ettik. Bir süre onun sırtında gezdikten sonra beni, yemyeşil çimleri olan bir araziye getirmişti. Sırtından indim ve arazinin içine bir süre çocuk gibi koştum. Ne kadar güzel, tertemiz bir yerdi burası. Yorulduğumu hissettiğimde çardak gibi bir yere giderek bağdaş kurdum ve oturdum. ''İstanbul da böyle yerlerde mi varmış'' diyerek dudak büzdüm, ''İlginç.''

Yanıma oturdu, ''siz İstanbul'un sadece barlar sokağından haberdar olduğunuz için küçük hanım,'' diyerek itinayla bana laf sokmaya çalıştı. ''Tamam,'' dedim gülümseyerek, ''bundan sonra bana güzel yerleri gezdir, bende barlar sokağını unutayım, olur mu?'' diye sorduğumda gülümsemeye devam etti. ''Olur, sen yeter ki iste,''

''Ezgi de gelir üç kişi takılırız,'' diyerek bu sefer ben ona laf soktum. ''Ezgi ne alaka şimdi?'' diye sordu kaşlarını çatarak. ''O kızın sadece zevk olduğunu hala anlayamadın mı?'' kaşlarını kaldırdığında sinirle soludum, ''Zevk mevk anlamam ben!'' diye bağırdıktan sonra sessizce mırıldandım, ''Ben senin karınım...''

''Demek karımsın,'' diyerek başını kucağıma koydu. Duymasın diye sessiz söylemiştim halbuki ''O zaman kocan senin kucağında uyuyabilir değil mi?'' Başımı olumsuz anlamda salladım. ''Ulan, günlerdir uyumayan senmişsin gibi konuşma,''

''Nerden biliyorsun ki, belki sen uyumadın diye bende uyumamışımdır,'' diyerek umursamaz bir tavırla gözlerini kapadı. Uyumamış mıydı sahiden? Saçlarını okşamaya başladım. Ne kadar yumuşaktı, okşadıkça şampuan kokusu etrafı dolduruyordu. Biçimli kaşlarını çatmamıştı bu sefer, o dolgun dudakları aralıktı. Neden bu kadar kusursuzdu bu yüz? Neden bu kadar yakışıklıydı?

Bir anda gözlerini açmasıyla şaşkınlığım üzerimde kaldı. Kafasını kucağımdan kaldırdı ve beni de çimlerin üzerine yatırdı. Beklemediğim bir anda kocaman sarıldı bana. Sarılınca içimde sıcak bir şeylerin aktığını hissettim. Sıcacık olmuştu vücudum. Kokusu artık daha yakındı bana. Yapma be Alper, diye mırıldandım iç sesimle, bana umut verme. ''Uyuyalım...'' diye mırıldandı ve saçlarımın içine bir öpücük kondurdu, ''Bizi burada kimse rahatsız edemez.'' Diyerek gözlerini kapadı. Ben zaten onun kokusuyla sarhoş olmuştum.

***

Uzun bir bölüm yazmaya çalıştım. Umarım beğenirsiniz. Eğer beğendiyseniz en azından beğendim diye yorum bırakır mısınız? Beğenip beğenmediğinizi o kadar merak ediyorum ki. Hoşça kalın.

Bu arada ''Katran Karası Hayaller'' hikayeme de göz atarsanız sevinirim.

VOTE ve YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!!!!

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

Gökyüzü Od Morfinor

Tínedžerská beletria

1.7M 161K 81
Gök Dalaman. Yüksek anksiyete ve epilepsinin mahvettiği hayatında, yeni umutlar ve yeni deneyimlerle hiç tatmadığı bir şefkati tadacaktı. Baba şefka...
BERCESTE Od itsmegokcen

Tínedžerská beletria

5.9M 193K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
İMANBOY Od pearlyblack0816

Tínedžerská beletria

1.4M 106K 62
Okulun "playboyu" ve okulun tek kapalı kızı. Lise de başlayıp hayatlarının bir çok yerinde yollarının kesiştiği bu ikilinin yaşadığı maceraları ele...
1.6M 87.1K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...