Eylül

By siyahkuu

17K 599 340

New York'un tüm ışıkları penceremin altında süzülüyordu. Topuklularımı çıkarmadan yatağıma atladım. "Sanırım... More

Birinci Bölüm
İkinci bölüm
Üçüncü Bölüm
Dördüncü Bölüm
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
Röportaj
On Beşinci Bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm
Yirminci Bölüm
Yirmi Birinci Bölüm
Yirmi İkinci Bölüm
Yirmi Üçüncü Bölüm
Yirmi Dördüncü Bölüm
Yirmi Beşinci Bölüm
Yirmi Altıncı Bölüm
Yirmi Yedinci Bölüm
Yirmi Sekizinci Bölüm
Yirmi Dokuzuncu Bölüm
Otuz Birinci Bölüm (Final)
Teşekkürler
Yeni Yıl
Otuz İkinci Bölüm
Otuz Üçüncü Bölüm
Otuz Beşinci Bölüm
Otuz Dördüncü Bölüm

Otuzuncu Bölüm

240 11 5
By siyahkuu

Eski bir felsefi söze göre, anneler tabiat icabı taraf tutarlardı. Bunu okulda ilk duyduğumda ne kadar mantıksız ve anlamsız olduğunu düşünmüştüm. Neyin, kimin tarafını tutacaklardı ki? Anneler böyle şeyler için uğraşırlar mıydı? Fakat bu öylesine söylenmiş bir söz değildi, anlamıştım. Anneler, her zaman iyiliğin tarafındalardı. İyilik ise evlatlarıydı.

Mert'in dağılmış yüzünü ve kana bulanmış gömleğini gördüğümde aklım ilk önce Afra'ya kaymıştı. Acaba bu zorbalar babasını bu hale getirirlerken küçük kalbi hissetmiş miydi? Çünkü öyle bir haldeydi ki ağlamamak için çok zorlanıyordum. Daha sonra ise yüreğimin yanışını hissetmiştim. Alevlerin kalbimi nasıl sarmaladığını, rüzgarın ateşi kalbimden alıp tüm bedenime nasıl savurduğunu her zerrem duymuştu.

Marcus, tek elini dostane bir tavırla ona gitmem için uzattığında bileklerimi sıkan adam geriye çekildi ve bana küçük bir özgürlük verdi. Gözlerimi suratını ifadesiz tutmaya çalışan Mert'ten alamıyordum. Jack'i ve Nick'i de önemsemek istiyordum fakat imkansızdı. Dağılmış görüntüsü ruhumu omuzlarından tutup sarsıyordu. "Yapma," dedi Marcus da Mert'e bakarak. Sadece benimle konuşuyordu. "Onu biraz hırpaladık, hepsi bu. Böylesine iyi bir kalbe sahip olma." Elini ona ulaşmam için daha da uzattı. "Bu herif seni hiç haketmiyor."

Ona haklılık payı vermediğimi söylemezdim fakat konu bu değildi. Başındaki silaha rağmen gidip onu kurtarmak istiyordum. O üç silahın kimin üzerinde patlayacağını kestiremesem de gidip ellerini çözmek ve Mert'in yaralarını sarmak istiyordum. Karşımdaki bu görüntü beni mahvediyordu, onu ilk kez böylesine yaralı görüyordum. "Yanıma gel, Eylül. Dediklerimi yapmazsan baştan sona o silahları patlatırım. Belki sıralama değişir ve ortadan başlarız. Sevgili kocandan, ne dersin? Buraya gel."

Marcus, aklımın içinde dönenleri okuyormuş gibiydi. Önce ona döndüm, sonra tekrar Mert'e. Yorgunluğuna rağmen kaşları kesin bir emir için kalktı ve başını Marcus'a uymamam için salladı. Ortağından beni korumak istiyordu. "Tetiği çek." Marcus'un emrini duyduğumda ise zemine çivilenen ayaklarım hiçbir şeyi düşünmeden hareketlendi. Kendimi Marcus'un yanında bulduğumda Mert, ağzındaki beze rağmen bağırmaya çalışıyordu. Ortağı bu çaresizliği gülerek cevapladı.

"Burada neler oluyor?" Ruhumu sarmalayan şok etkisini bırakıp uzaklaşırken sonunda konuşabilmiştim. Marcus ona ilerlediğim yolun yarısında daha beni yavaşça tutup kendine yasladı. Yani sırtım onun göğsüne değiyordu, kolunu da karnıma dolamıştı. Bu berbat bir samimiyetti. "Burada neler olduğunu bize kim açıklasa? Hmm, Şerif Nick! Bence iyi bir seçim olurdu, hepsinin ağızlarını açın."

Adamlar Marcus'u duydukları gibi tek bir anda itaat ettiler. Jack'in ağzındaki bez açıldığında dudağının patlak olduğunu farkettim. Onu uzun zamandır görmediğim için şuan garip hissediyordum. Ona duyduğum saf aşkı hemen yanındaki sinirli adam ile öldürmüştüm. Karnıma dolan şey de kelebekler veya tatlı duygular değildi zaten. İngiltere'den buraya kadar gelmiş olması beni korkutuyordu. İşin ciddiyetinin farkına varmamı sağlıyordu.

"Ona elini sürmeye devam edersen seni sikerim lan, çek elini üzerinden!" Karnımdaki el daha da sıkılaşınca Mert, ağzı açıldıktan sonra kükremeye başladı. İster istemez tırnaklarımı Marcus'un eline geçirmiştim. "Şş, sakin ol güzelim. Bize hiçbir şey yapamaz." Marcus, burnunu saçlarıma sürtüp geri çekti. "Eylül'ü biraz aydınlatmayacak mısınız, beyler?"

"Masum birini kendi pisliğine alet ederek ne halt olduğunu gösterdin. Artık pes etmelisin." Jack, Marcus'un yüzündeki korkutucu gülümsemeye rağmen asabiydi. "Pisliğime mi? Ya sizin yaptığınız pislikler? Bugün Eylül'e her şeyi anlatacaksınız." Mert'in çenesi Marcus'un tehditleri sayesinde daha da kasıldı. Yüzündeki saf sinir ne kadar çaresiz olduğunu kanıtlar nitelikteydi. "Kendi ağzınızla yaptığınız pislikleri söyleyeceksiniz."

"Yoksa ne olur lan?" Mert, bağırmak yerine sakin kaldı. Aklımı kaçırmama gerçek anlamda ramak kalmıştı. Silahlar ve karşımda gördüğüm dağılmış suratlar içime koyu renkli bir korkuyu salmaya yetiyordu. Korktuğum şey itiraf etmelerini istediği gerçeklerde olabilirdi, bilemiyordum. "Yoksa Eylül'e bu kadar iyi davranmayabilirim. Kişisel algılama, canım." Marcus, son hitabının üzerine bastığında tüylerim ürpermişti.

Bu tablo gözlerimi kapadığımda asla aklıma gelmeyecek türden bir şeydi. Mert ve Marcus, ben gittiğimden bu yana gayet iyi bir arkadaşlık kurmuşlardı. Hepsini geçip tek noktaya odaklandığımda ise, Marcus kötü bir adam olamayacak kadar kibardı. O İngiliz aksanı, kumrala kaçan kısa kıvırcık saçları, iyi giyimi, hoş yüzü... Tüm bunların altında eli silahlı bir adamın barındığına kim inanırdı? Karşısına Nick'i, Jack'i ve Mert'i dikmesi kesinlikle şaşılacak bir durumdu.

"Onun saçının tek bir teline dahi zarar gelirse kendini ölmüş bil, piç kurusu." Mert, bu tehditin ardından ağzında küçük bir küfür daha homurdanmıştı. Kalbinden yüzüne doğru yapışan öfkeyi yabancılara karşı takındığı o soğuk maske kamufle ediyordu. Sanırım suratına en çok vurulan oydu. Kaşı, dudağı ve çenesi küçük patlaklarla doluydu. Kanlar akışını biraz kesmişti ama beyaz gömleğinin yakaları kırmızı lekelere bürünmüştü bile. Görüntü canımı bu kadar yaktığı için bakışlarımı ister istemez yere diktim.

"Eylül'ü bu kadar önemsediğini her zaman biliyordum, Mert. Dert etme." Marcus, tuhaf bir şekilde bu sözleri Jacke'e bakarak söylemişti. Belimden karnıma dolanan kolu bir yere gitmemem için iyice sıkılaşırken konuşmaya devam etti. "Sen ne düşünüyorsun, Anderson? Karından boşanıp buraya gelmenin asıl sebebi ne olabilir? Benim farklı tahminlerim var." Sonra bana dönüp gülümsedi. "Acaba yakın arkadaşının ve eski sevgilinin biten evlilikleri olabilir mi? Ah, biliyorum oğlum. Sende Eylül'ü deli gibi önemsiyorsun, onun için yapamayacağın şey yok. Değil mi, Eylül?"

Ben duyduklarımın etkisiyle sarsılırken Marcus tekrar Mert'e dönmüştü. "Neden yüzün beyazladı, Mert? Yoksa eşinin aklını Jack ile karıştırdığım için endişelendin mi?" Dişlerini Mert'e gösterirken aklımı karıştırma konusunda haklı olduğunu düşündüm. Ama tek bir farkla. Konu Jack değildi, asla olamazdı. Jack Anderson benim gençlik aşkım gibi bir şeydi. Onun için kalbimde eskiden bir ateş yanmıştı ve Mert, o ateşin bir kova dolusu suyuydu. Aklımın karışmasına sebep olan şey Marcus'un hayatımdaki bu iki adam ile ne işi olduğuydu.

Kimse bilmezken Jack'in eski sevgilim olduğunu nereden bildiği ve Angela ile boşandıklarını neden ondan duyuyor oluşumdu. Tanrım, dur bir dakika. "Ne? Boşanıyor musunuz?" Marcus tepkime gülerek karşılık verdi fakat Mert aynı ruh halinde değildi. "Sana ne Eylül!" Dişlerinin arasından tısladı.

Yapmak istediği şeyi görebiliyordum, bizi kıskandığı falan yoktu. Yani üzerinden binlerce olay ve insan geçmiş, içi ihanetlerle dolu eski bir aşkı ne diye kıskanabilirdi? Sadece beni tüm bu olaylardan olabildiğince uzak tutmak istiyordu. Konuşmamamı, uzaklaşmamı ve tepkisiz kalmamı bekliyordu.

Ya da tamamen yanılıyordum, tek yaptığı kıskanmaktı.

"Hepsi sizin bu iflah olmaz uçkurunuz yüzünden oldu! Buradaki herkes adalete hesap verecek. Kimse kolay kurtulamayacak." Başından beri sessiz kalan Nick, sonunda suskunluğunu bozarak tehditler savurdu. O da en az diğerleri kadar hırpalanmıştı. Sol kaşından yanağına kadar inen ince bir çizik ve kanayan kırmızı sıvı vardı. Bu kalıcı izin ne ile yapıldığını düşündükçe kusacak gibi oluyordum.

Mert ile Jack'in neden burada olduğunu anlayamıyordum fakat Nick'in varlığı onlarınkinden çok daha tuhaftı. Hangi şerif dizlerinin üzerine çökmüş ve elleri bağlı bir vaziyette olurdu ki? Ya kafasına dayalı olan silaha ne demeliydi?

"Sen sussana lan! Hepsi asıl senin yüzünden oldu." Nick'e bağıran kişi Jack'ti. Marcus'un ona doğrulttuğu soruya değinmemişti bile. Tek yaptığı çaresiz halde onunla aynı durumda olan birine sataşmaktı. "Kesin sesinizi!" Bu sefer Mert yükseldi. Tanrım, birbirlerine gireceklerdi.

"Ah, bunu izlemek o kadar keyifli ki! Evet, kesinlikle bunu yapın. Çocuklar gibi kavga edin, çok zevkli." Marcus, kahkahalarını kulaklarımda çınlatırken benimle aynı fikirdeydi. Sadece ben bunun zevkli olduğunu falan düşünmüyordum. Öfkesinden ne yapacağını şaşıran ama yanındakileri yüksek sesle sakinleştiren Mert, sinir ve korkuyla kaplı olan Jack ve çaresiz, yaralı Nick. Bu berbat bir tabloydu. "Sen nasıl bir nankörsün lan? Seninle işimi, paramı paylaştım. Yediğin kaba pisledin. Sen nesin lan!"

Mert, tüm gücüyle depoyu inletirken başındaki silah onu susturmak istercesine iyice saçına saplandı. Görüntü yerimden sıçramama sebep olmuştu. Patlayacağını düşündükçe gözyaşları boğazımdan gözlerime tırmanıyordu. Kurşun başına saplanırsa ona veda etme şansım bile kalmazdı. Benim içimde taşıdığım korkuya rağmen onun gözlerinde hiçbir şey görmüyordum. Sadece öfke vardı, hepsi bu.

"Görüyor musun, Nick? Bir de ihanetten bahsediyor. Aslında ihaneti en iyi bilen sensin, dostum. Mesleğine nasıl ihanet ettin, şerefini nasıl sattın anlat hadi." Marcus'un da artık sinirlendiğini karnımdaki kolu sayesinde tanıklık edebiliyordum. Kasları iyice gerilince istemeden acıyla inledim. "Hadi!" Beni bir an bile umursamadan Nick'e doğru kükredi.

"Kameraya falan mı alıyorsun? Ben şerefimi kirletecek hiçbir şey yapmadım, söyle adamlarına bunu da kaydetsinler!" Artık kendimi çok güçsüz hissediyordum. Aralarında ne olmuştu ya da benimle ne bağlantıları vardı önemsemiyordum. Özgür kalmak, onları buradan çıkartmak ve Marcus'tan olabildiğince ailemi uzak tutmak istiyordum. Herhangi bir atakta kimseye karşı koyamazdım. Buradaki adamların hepsi benden binlerce kat daha güçlüydüler ve tanrım, onların ayaklarında santim uzunluğunda topuklular yoktu.

İçimde barınan, kapılarını sonuna kadar aralayan korku gözlerime yansımıştı ve onları irileştiriyordu. Yorgunca etrafa bakındığımda ise Mert'i gördüm. İfadesiz bir suratla gözlerini suratıma dikmişti. Bana fazlasıyla kızgın olduğunu kalbimin en derin köşesinde dahi hissediyordum. Konuşulanlar umurunda bile değildi. Buraya geldiğim, kendimi tehlikeye attığım için öfkesinin bir kısmı benide içine hapsediyordu. Fakat şimdi tam gözlerine baktığımda gördüğüm şey farklıydı.

Yüzünde sinir ve öfke karışımı bir duygu olduğunu ama kendini ifadesiz tuttuğunu görebiliyordunuz. Oradan gözlerinin tam içine ulaştığımda ise bakışlarındaki soğuk kanlılığın sebebini anlamam mümkündü. Bana güven vermek istiyordu, başıma o burada olduğu sürece hiçbir şey gelmeyeceğini göstermeye çalışıyordu. Bu silahlı adamlar ne kadar güçlü olurlarsa olsun beni her halükarda korurdu. Bunun güvencesini varlığıyla bile verebiliyordu.

"Biliyor musun?" Marcus, Mert ile aramızdaki sessiz bağı çözmek istercesine kolunu sıkılaştırdı. Çok yakınımda olduğu için yüzümü ona çeviremiyordum. "Bu şerefsiz var ya," parmağıyla Nick'i gösterdiği için oraya dönmeyi tercih ettim. "Çok büyük bir rüşvet aldı. Kimden olduğunu tahmin edebilir misin? Neden olduğunu tahmin etmek ister misin?"

İçimden bir ses bu olayın kesinlikle benim başıma patlayacağını söylüyordu. "Bizden ne istiyorsun, Marcus?" Korktuğumu belli etmeyecektim. O yüzden dişlerimi sıkıp konuşmuştum. Sesim mırıldanırcasına çıktığı için sözlerimi onların duyabileceğini sanmıyordum fakat Mert, lafımın daha yarısında atlamıştı. "Konuşma şununla Eylül! Seni bu işe dahil etmesine izin verme, akıllı ol!" Marcus, onu duymazdan geldi. En yakın arkadaşına kesinlikle diş bilemişti.

"Kocanın servetinin ufak bir çapını istiyorum, hepsi bu. Ah, nasıl da unuttum! Açtığın boşanma davası ile sende bunu istiyordun, değil mi? Merak etme, hayatım. Mert hapse girdiğinde ikimizde büyük kazanacağız."

İlk kez Mert'e ihanet ediyormuşum gibi hissetmiştim. O suratıma yavru köpek bakışlarını gönderirken kalbimin acımaması gibi bir ihtimal yoktu. Açtığım dava aklıma geldiğinde, haklı olsamda yanaklarım kızardı. "Ben kimsenin servetini istemiyorum, benim tek istediğim senin pençenden kurtulmak pislik herif." Marcus'un oyununa dahil olmadığım ve dik durduğum için kendimi daha iyi hissetmiştim. Mert'in de çenesi biraz dikleşince yalnız olmadığımı anladım. Gurur duyuyor olmalıydı.

"Tamam, bu oyun sıkıcı olmaya başladı." Marcus, kolunun baskısını biraz hafifletip geri çekildi ama hâlâ ona yaslıydım. Tek bir hamle ile belinden bir şey çıkarttı ve sol şakağıma bastırdı. Tanrım. Bu bir silahtı. "Kişisel algılama, güzelim." İçinde yatan o psikopat herif, gülümsemesini tekrar suratına yerleştirmişti. Korkudan titrerken nabzımda hızlanıyordu. Küçüklüğümden beri baş belam olan şu şok dalgası tekrar benliğimi kaplamıştı. En ufak bir tepki vermekte bile güç geliyordu.

"Hadi, en başa dönelim. Size birkaç soru soracağım ve her yanlışta Eylül bir kurşun yiyecek. Eğer katılmadığınızı görürsem," silahın ucuyla önce şakağımı sonra yanağımı okşadı. Silah tekrar alnıma yakın bir yerde durduğunda konuşmaya devam etti. Ah, bunun başıma geldiğine inanamıyordum. "Bu güzel kadının kafasını patlatırım. İtirazı olan? Aynen öyle..."

"Seni polise teslim etmeyeceğim lan, seni polisten önce ben bitireceğim. Hapse girmek için yalvaracaksın!" Mert, onu tutan ve başına tıpkı benimki gibi silah doğrultan adamı zorlamıştı. Elinden kurtulması mümkün olmayacak bir tipti. Marcus ise onu kaale almadan gülüyordu.

"Emilie'nin seni zorladığı bir şeyler oldu mu hiç, Eylül? Bir iş, bir insan... Ya da bir ödül töreni mi desem?" Anılar aklıma süzüldüğü gibi başımı iki yana salladım. Nick'in burada olması ve bu konunun açılması kesinlikle korkularımı ikiye katlamıştı. Bianchi Ödül Töreninde yaptıklarımız kan dondurucu cinstendi. O gece ilk ve tek suçumu işlemiştim. Ve hemen ardından da sadece ben tutuklanmıştım... "Hadi ama Eylül. Burada biz bizeyiz. Herkes belgeleri senin yaktığını biliyor. Değil mi çocuklar?"

"Kesinlikle."

Bunu söyleyen kişi elbette beni o gece tutuklayan ve gözleriyle taciz eden Nick olmuştu. Şaşırtıcı bir durum değildi fakat bir sebepten ötürü aynı safta olduğumuzu sanmıştım. İçinde beslediği kine dair yansıma, gözlerinde can bulunca gerçeği buldum.

Gerçek bir toprağın altında kazılı falan değildi. Tam önümde, Nick'in gözlerindeydi. O kimsenin tarafından değildi, Jack'in ona rahatlıkla bağırmasının nedeni bu da olabilirdi.

Adam hepimizden nefret ediyordu.

"Senin mesleğini bitireceğim lan." Mert, yaptığım şeyi tek lafıyla kabul eden Nick'e hiçbir şeyi umursamadan böyle bir tehdit savurdu. Kameraya alındığı ya da önemli birilerinin bizi izlediği ihtimali ile ilgilenmiyordu.

Aralarında atışsalar da benim takıldığım konu farklıydı. Tutuklanmamdan hemen sonra Jack evlenmişti ve Mert beni kaçırır gibi bir dünya turuna çıkartmıştı. Günlerin güzelliği sayesinde geride bıraktıklarımıza, Emilie'ye, o gece dişiliğimle oyaladığım ve beni şikayet eden korumaya hiç önem vermemiştim. Doğruyu söylemek gerekirse bir kez olsun aklıma gelmemişlerdi.

Fakat şimdi gerçekler gün yüzüne çıkıyordu ve aklıma davetsiz birkaç fikir süzülmüştü. Zaten Mert'in beni şehirden uzaklaştırmaktaki amacı da bu değil miydi?

"Ben de sizin hayatınızı bitireceğim! Hiçbiriniz insan içine çıkamayacaksınız! Yaşadığınız o zengin-" Marcus, sağ şakağımda asılı bıraktığı silahı çekip karşıya doğrulttu ve tetiğe basıp Nick'in susmasını sağladı. O bacağını sıyıran kurşun yüzünden güçlü bir feryat kopartırken ben de çığlığımı durduramamıştım. Korktuğumu gören Mert ve Jack, bembeyaz suratlarla bana döndüler. Marcus'da güvende olduğumu belli etmek için beni iyice kendine çekti.

"Eylül, sorun yok. Bana bak. Bana bak!" Mert, ona odaklanmam için olduğu yerde tepiniyordu ama gözlerim yeri kaplayan kana takılı kalmıştı. "Bir kez daha çeneni açarsan, kurşun senin kalbini bulur Mert Borak." Mert'in tepinmesi devam edince Marcus fikrini değiştirdi. Az önce patlayan ve ucu hâlâ sıcak olan silahı bir kez daha sağ şakağıma dayadı. "Ya da başka birinin kafasında patlar ama bu zaten senin kalbine her türlü dokunur." Ve Mert, olduğu yere bir kedi gibi sindi.

"Artık her şeyi itiraf edin çocuklar. İtiraf edin, vicdanınızı rahatlatın ve cebimi doldurun." Marcus'un yaptığı plan daha önceden, pusuya yatarak ayarladığı bir şey miydi bilemiyordum. Tek bildiğim ne kadar dahice olduğuydu.

Bildiğim kadarıyla ortak olmadan önce birkaç madde imzalıyordunuz ve o maddeler bazen ortaklarınızı öldürücü derecede bir psikopata çevirebiliyordu. Başıma sıcak namluyu dayayan Marcus'da o ortaklara dahildi.

Bir nedenden dolayı uzun soluklu bir hapis hayatına mahkûm edilirseniz ortağınız işlerinizin büyük bir kısmını yönetebiliyordu. Bu yüzden Mert, hapse girerse Marcus onun kasa şifrelerinden banka hesaplarına kadar her şeyi ele geçirebiliyordu. Dediğim gibi, bu herkes için dahiyane bir fikirdi. Fakat bana korkutucu, tüyler ürperitici bir şey olarak geliyordu. Yine de merak ettiğim başka bir konu daha vardı.

Mert'in o güvendiği dostu, Natalie... O abisinin bulaştığı bu işin hangi parçasında yer alıyordu?

"Kimse hiçbir şeyi dillendirmeyecek, Marcus. Boşuna çabalıyorsun." Uzun süredir sessizliğini koruyan Jack, derin düşüncelerimi böldü. Marcus, tıksırır gibi gülmüştü. "Öyle mi dersin, Bay Anderson? Yani bu şerife Mert'in rüşvet verdiğini söylemeyeceksiniz. Ah, çok özür dilerim! Eylül'ün bu şekilde duymasını istemezdiniz değil mi? Zaten ondan dünyanın dört bir tarafını seyahat etmediniz mi, Mert Borak?" Aman Tanrım.

"Ne?!" Bağırırken buldum kendimi. Nick'in kaybettiği kanlardan gözümü çekip, içine hapsolduğum şoku bir kenara bırakmış ve kafamı uzatmıştım. "Bu herifi dinleme, Eylül. Sakın dinleme." Beni sakinleştirmeye çalışan kişi elbette Mert'ti. Başındaki silaha rağmen çabalıyordu.

"Neden ona rüşvet verdin?" Hayal kırıklığı, şaşkınlık... Tüm duygular aklımı kaçırmama sebep olacaktı.

"Söylesene Mert, neden şerife rüşvet verdin? Neyi gizlemek istedin? Yoksa, Eylül'ün o gece güzelliğini kullanıp baştan çıkardığı korumayı kimin öldürdüğünü bulamasınlar diye mi rüşvet verdin?" Marcus, Mert'e bunca soruyu doğrulturken üçü birden susuyordu. Ama Marcus onlara susmamalarını, en küçük kaçışta yaralanacağımı söylemişti. Benim canım bu kadar mı önemsizdi?

Söylediklerini hatırlayan tek kişi olmadığımı belli eder gibi Marcus, silahı çekti ve beline geri koydu. İçim rahatlamamıştı. Aksine, daha büyük bir darbe gelecekmiş gibi hissediyordum. "Siz bilirsiniz, çocuklar." Ve beklenen o darbe, diz kapaklarımın arkasında can bularak yere düşmemi sağladı.

Mert'in ve Jack'in bana seslendiğini duymuştum. Fakat yere düşer düşmez karnıma geçirilen sert tekme gözümü karartmıştı. Dizlerimin üzerinde, ellerim pürüzlü zemini avuçluyordu. Kamburum çıkmış vaziyetteydim. Yine de direniyordum. Ağzımdan sıçrayan kırmızı sıvıya rağmen güçlü duruyordum.

"Sakladığınız her şeyi hemen, şimdi anlatın! Kendi ağzınızla ona anlatın!" Tepemdeki Marcus, karşımda öylece durup hiçbir şey yapamayan bu adamlara kükrüyordu. "Bu iş bir bitsin, bak bu bu iş bir bitsin... Ölümün benim elimden olacak lan!"

Marcus, Mert'e daha sakin bir ton ile yaklaştı. Doğrulmaya çalıştığımda ayağıyla elimin üzerine bilerek basmıştı. "Buradan kurtulabilmeyi nasıl planlıyorsunuz? Bu işin bir sonu yok, Borak. Gerekirse hepinizi teker teker öldüreceğim." Ayağıyla elime daha büyük bir baskı uyguladı. Parmaklarım kırılacakmış gibiydi. Acı etimde milyonlara katlanıyordu fakat sessiz kalmayı başarıyordum. Ya da bir ses çıkarmak için kendimi yeterince güçlü görmüyordum.

Mert, bizi buradan bir şekilde kurtarırdı. Biliyordum. "Sende kimseyi öldürecek yürek yok." Dişlerinin arasından tısladı. Onu tehdit ederek benim canımı yaktığını kesinlikle düşünemiyordu.

"Bende yok ama sende var değil mi?" Mert'in sözlerininin işe yaradığını düşündüğüm sırada Marcus ayağını çekip gerilemişti fakat bu sözcükleri de etmişti.

Tam karnımdaki acıyı umursamamaya çalışıp ayaklanacaktım ki sızım hareketlenince daha da katlanılmaz bir hal aldı. Fakat durmamın sebebi acım değil, duyduğum sesti. Silah bir kez daha patlamıştı.

"Hayır!"

Tüm gücümle bağırıp ellerimi kulaklarıma kapattım. Nick, Marcus'un ona doğrulttuğu silah patlayınca geriye düşmüştü. Başından vurulurken kanlar etrafa sıçradı. Bu manzaraya bakmak imkansızdı. Ben filmlerin kasap sahnelerinde bile gözlerini yuman o korkak kızdım. Bağırarak ağlamamak, sinir krizi geçirmemek elimde değildi.

Herkes susup beni dinlemeye başlamıştı. Birbirlerine küfürler savurup bağıran tüm bu adamlar Nick'in vuruluşunu önemsemiyordu. Sanki böyle bir şeyin olmasını başından beri bekliyorlardı. Şahit olduğum şeyler için, gözümün önünde bir adam öldüğü için ağlayarak sinir krizi geçiriyordum ve kimse ne diyeceğini bilemiyordu. Hepsi tepkime odaklıydı.

"Eylül," bir kişi dışında. "Eylül, toparlan." Jack, yaşanılan her şeyin üzerine bir çizgi çekmiş gibi dostane bir tavırla bana seslendi. Kulaklarımı kapattığımdan sesi bir uğuldamaya benzemişti. Belki de aklımı yitiriyordum.

"Ambulans çağır!" Sonunda yerden destek alarak doğruldum ve Marcus'un ceketinin yakalarına yapıştım. Bana bakmıyordu bile, kendimi bir böcek gibi hissetmeme neden oluyordu. Mert'e bakıp çenesini dikleştirdi ve derin bir nefes aldı. "Ambulans çağır, dedim sana! Allah kahretsin! Onu başından vur-"

Cümlem, çeneme çarpan silahın tersiyle yarıda kesildi. Ağzımdan kan sıçrarken dengemi sağlayamamıştım. Biri çoktan ölen üç adamın önüne yanlamasına düşmüştüm. Dudağımdan süzülen kan, Marcus'un beklemediğim bu tepkisi ve düşerken çarptığım için hissettiğim acının tümü ruhumda toplanınca yeni bir şok travması beni kucaklamıştı.

"Bu herife verdiğiniz rüşvetin sebebini kendi ağzınızla Eylül'e anlatacaksınız. En değer verdiğiniz insana, tek ortak noktanıza her pisliğinizi bir bir anlatacaksınız. Yoksa sizin canınızı onunla yakarım. Başlayın!" Marcus, elindeki silahı bana doğrultarak bu cümleleri etmişti. Benim aklımsa bana ne olacağında değildi. Nick, bilinçsiz halde ve kanlar içinde yatıyordu.

Bu, berbattı.

Marcus'a ufacık bir tepki bile vermemişlerdi. Ona istediğini vermek için neyi bekliyorlardı? Eğer ölmemi istiyorlarsa bunu kabullenmekten başka çarem yoktu. Çünkü daha bu herifin karşısında ayakta duramıyordum, ona kafa tutmamı beklemek gülünçtü.

"Hiçbir halt yapamazsın." Mert'in kendinden çok emin bir sesle karşılık verdiğini duydum. Saçlarımı önümden çekip ona döndüm. Marcus'a meydan okumak istediğini gözlerinde görünce hata yaptığımı farkettim. Suratımdaki yaralar ne durumdaydı bilmiyordum, bildiğim tek şey suratımı görünce dikkati dağılarak donup kalan Mert'ti.

"Bu iki şerefsizin başını iyi tutun, gözlerini bile kaçırmalarına izin vermeyin." Emir verildiği gibi adamların ikisi de tek tek Mert'in ve Jack'in saçlarına yapıştılar. Bir elleri çenelerinde bir elleri saçlarındaydı. Tanrıdan dilediğim tek şey canımın çok yanmamasıydı.

"Hayır! Allah kahretsin!" Karnıma güçlü bir tekme yediğimde Mert'in bağırışını duydum. Tekmelerin ardı arkası kesilmezken bilincimi kaybetmeye yakındım. Bir kedi gibi kıvrılmıştım çünkü hareket etmem imkansız haldeydi. Doğrulmaya her çalıştığımda yeni bir tekme yiyordum. Bu yüzden bilinçsizce pes etmiştim.

Beni kurtaracak şey Mert ve Jack'in ağzındaydı, her ne saklıyorlarsa onu gizlemeye yeminliydiler. Ucunda hayatım olsa bile vazgeçmiyorlardı. "Dur! Dur anlatacağım dur!" Garipti ama ilk koyveren Jack olmuştu. "Hayır!" Bu sefer Mert bağırdı ama bu ne bana ne de katilimeydi. "Ölümünü mü izleyeceğiz lan?! Ölmesini mi istiyorsun?!" Jack, üsteledi.

Ben zeminde bir pelte halini alırken Marcus durmuş onları dinliyordu. Bakışlarını bir yere kaçmamam için bana dikmişti ama endişesi saçmalıktan ibaretti. Hiçbir zerremi hissetmiyorken ondan nasıl kaçabilirdim? İkiside tekrar sustuğunda karnıma sağlam bir tekme daha geçirdi. "Eylül, karşı koy! Karşı koysana!" Mert, beni kurtarmak için başka bir yol daha seçerek yapıcı konuşmayı tercih etti. Fakat bu yolun ucunda çıkmaz sokaktan başka bir şey yoktu.

Karnıma bir tekme daha yediğimde midemden yukarıya tırmanan sıcak kırmızı sıvı beni boğmak üzereydi. Halsizce öksürük krizine tutulmuştum, yanaklarım bile kızarmıştı. Silahla yüzüme vurduğunda gelen kan dudağım patladığı içindi. Bu yeni sıvı, iç organlarımın iflas bayrağını çektiğinin habercisiydi. Birazdan bilincimi kaybedeceğimi biliyordum. Marcus, bir anemi hastası ile savaşıyordu.

Bundan dört ay önce bile daha şanslıydım. Afra'nın doğumu için böyle sözler edeceğim aklıma gelmezdi fakat, şanslıydım. O zaman bacaklarımın arasından süzülen kanlara rağmen umudum vardı. Birilerinin beni kurtaracağına dair, Mert'in elimden tutup bizi aydınlığa taşıyacağına dair içimde büyük umutlar vardı. Fakat şuan umut, çölde okyanus aramaktan farksızdı.

"Ben yaptım!" Mert, artık pes ettiğini ilan edercesine bağırdı. "Allah kahretsin! Ben yaptım, tamam mı? Ben öldürdüm! Hapsi boylayacaktın Eylül. O güvenliği öldürdüm, Nick'e rüşvet verdim. Allah kahretsin, bırak artık Marcus! Bırak!"

Ve Marcus, artık işinin bittiğini belli etmek istercesine vurmayı durdurdu. Ayakkabısının ucuyla beni ittirdi ve yerde sırtüstü düştüm. "Şerefsiz!" Mert, tüm gücüyle bağırırken cümlelere odaklanmak için çabalıyordum. Birini öldürmüştü. Az önce tıpkı Marcus'un yaptığı gibi insanlık dışı bir şekilde birini öldürmüştü. Kocam, kızımın babası, hayatımın aşkı, her zaman 'Kurtarıcı' olan Mert Borak.... Eline bir silah alıp birini öldürmüştü.

Hapse girmek, acı çekmek veyahut bunun gibi dünyevi işler birinin canına kıyıldığında anlamsız geliyordu. Ben buraya ilk geldiğimden ve Mert'in dağılmış halini gördüğümden beri onun öldürülmemesini dilemiştim. Başındaki silah patlarsa Afra'ya ileride ne hesap vereceğimi düşünmüştüm. Arkadaşlarının anneleri, babalarıyla tanışma hikayelerini anlatırlarken ben çocuğuma ne anlatacaktım? Babasının nasıl gözümün önünde vurulduğunu mu?

Peki ya o gece tanıştığım güvenliğin ailesi ne yapmıştı? Çevrelerine ne anlatıyorlardı?

Sırtüstü olduğum için boğazımdan akmaya çalışan kan olduğu yerde durmuş ve beni tıkamıştı. Yerde sadece morarıyordum, çırpınmak için gücüm bile yoktu. Marcus'tan beni çevirmesi için yardım dilemem gerekse de bana bakmadığı bir gerçekti. "Tıkanıyor!"

İlk farkeden Jack'ti. Tanrıya şükürler olsun ki biri beni de görebilmişti. "Çevir onu, çevir! Boğuluyor!"

Marcus, Jack'in ani tepkileri sayesinde yitirdiği insanlığın küçük bir parçasını bedenine geri topladı ve onlara sırtını dönerek üzerime eğildi. Kişisel algılamamam konusunda gerçekçi olduğunu tam olarak şuan anlıyordum. Onun içindeki öfke tamamen bu iki adamaydı. Ben sadece yemdim, onları bir araya getirip her şeyi açığa çıkaracak tek yem.

Marcus, beni yan çevirdiğinde öksürük krizim daha da büyümüştü. "Nefes almaya çalış, canım. Öksürmeye çalış." O yaptığı hatayı düzeltmeye çalışırken önümü kapladığı yerin boşluğundan Mert ve Jack'i görmüştüm. Jack, adamlar onları biraz daha rahat bıraktıkları için başını salladı ve Mert'e bilmediğim bir işaret verdi. İçimden bir ses Marcus'u biraz daha oyalamam gerektiğini söylüyordu.

Bu yüzden tek yapabildiğim şeyi yapıp çırpınmaya devam ettim. "Astım krizi falan mı geçiriyorsun? Kahretsin, hiç anlamam ki!" Saçımı okşadığı sırada bunları söyledi.

Öksürüklerimi abartmak istiyordum fakat en küçük hareket bile karnıma koca bir acı güllesi indiriyordu. Ben tam buna daha fazla nasıl devam edebileceğimi düşünürken Jack, ayaklandı ve elleri çözülmüş halde arkasındaki adamın boşluğuna bir darbe indirdi. Ayaklanırken Mert'e de kendi ellerini çözmesi için küçük bir cam kesiği fırlatmıştı.

Umut, karlı havaların ardından doğan kış güneşi gibiydi. Jack ve Mert etraftaki adamların hepsine kafa tutuyorlardı. Fakat hesaba katmadıkları bir şey daha vardı. Kış güneşine aldanmak mümkün değildi. Marcus, başımda bekliyordu.

Hızla ayaklandığında az önceki insaniyetini çoktan kaybettiğini göstermek ister gibi güçsüz bedenimi de peşinden sürükledi. Beni tek kolumdan kabaca tuttu ve yukarıya çekti. Belindeki silahı delirmişçesine arıyordu.

"Bunu mu arıyorsun, Marcus?"

Deponun arka taraflarından bize doğru yaklaşan topuk sesleri ve cılız ton Marcus'u dumura uğrattı. Aslında şaşıran sadece o değildi. Herkes o tarafa dönerken ben sadece katilime tutunmaya çalışıyordum. Ayakta durmanın hiç bu kadar güç hale geldiğini hatırlamıyordum.

"Natalie?" Dönmeme gerek kalmadan Marcus'ın hayal kırıklığıyla dolu ses tonu gerçeği gözlerimin önüne serdi. Ayrıca Mert'in de şükrettiğini duyar gibiydim.

"Bırak kızı, hemen şimdi bırak onu! Ambulansı ve polisi çağırdım bile." Natalie, açıklamasını yaparken hepsi tek bir ağızdan itiraz etmişti. "Sen ne yaptın gerizekalı?!" Jack, içimde tuttuğum duygulara tercüman oldu.

Fakat siren sesleri duyulduğunda Mert bunu önemsememişti bile. "Kaçmalıyız." Etkisiz hale getirdikleri adamların silahlarına uzandı. Birini beline takarken diğerini Jack'e attı ve Jack onu ustaca havada kaptı.

"Arka tarafta büyük bir kapı var." Marcus, hâlâ burada olduğunu belli etmek istercesine hareketlenmişti. Mert'de onun varlığını farkedince gözü bana takıldı ve Marcus'tan daha farklı bir tepki verdi. "Sen nereye geldiğini sanıyorsun lan?" Adama kollarının arasında benim olduğumu bile bile kafa attı.

Aslında önemsemesini beklemiyordum. Gözünün önünde iki büklüm olup dayak yediğimde son ana kadar beklemiş, diretmişti. Onun yüzüne baktığımda artık görebildiğim tek bir şey vardı. Elleri kana bulanmış, ego dolu bir katil. Mert Borak, artık hayatımda sadece buydu. Onun gibi birine ne baba ne de hayat arkadaşı rolü yakışmıyordu.

Marcus, yere düşerken benide yanına çekmek istemişti. Ama düşündüğümün aksine Mert, beni sıkıca sarmalayıp göğsüne bastırdı. "Güzelim." Dudaklarını saçlarıma yasladığında ne sirenleri ne de karnımdaki acıyı umursamadan onu ittirdim.

"Bana asla dokunma!" İliklerine kadar hissettiği şaşkınlık yüzüne de yansıdı. Onu nefes aldığım süre boyunca bir kez olsun affetmeyecektim. Acı çekişimi izlediği için gösterdiğim bir tepki değildi, o bunu daha önce de yapmıştı. Karnımda bebeğini taşırken beni defalarca aldatmış, ihanet edip yalnız bırakmış, nasıl acı çektiğimi sessizce izlemişti.

Birini gözünü kırpmadan öldürdüğü ya da öldürttüğü için bu haldeydim. "O adamı nasıl öldürdün?" Karnıma saplanan keskin acı yüzünden bağıramıyordum bile. Ellerimi karnımın etrafına bastırıp iki büklüm olsamda karşı koymaya devam ettim. "Senin daha kaç aylık bir çocuğun var! Nasıl birinin canına kastettin?" Acı yüzünden ağlıyordum. "Benim için birinin canına nasıl- Ah!"

Sanki bağırdıkça dayak yemeye devam ediyordum. Tekmelenmeler katbekat artarak karnımı uyuşturuyordu. "Eylül, sırası değil. Hadi." Kolumdan nazikçe çekiştiren Jack'ti. Çünkü Mert, susmakla meşguldü. Karşımda öylece dikilmiş beni elinden hiçbir şey gelmeden izliyordu. Yumruklarını sıktığı halde sakin kalmasının sebebi benim kararlılığımdı, adım gibi biliyordum.

Güçsüz meydan okumamı yarıda kesip Jack'e uymak zorunda kalmıştım. Yolun yarısında daha tökezleyince hiç tereddüt etmeden beni kolayca kucakladı. Havalanınca acım sanki mümkünmüş gibi daha da artmıştı. Bu yüzden ister istemez kollarımı ona doladım ve yüzümü boynunun girintisine sakladım. "Geçecek, sen güçlü bir kızsın. Dayan." Pencereye yaklaşırken beni yatıştırmaya çalışıyordu.

Bilincimi açık tutmak için durumun tuhaflığına tutundum. Aylar sonra Jack'in kucağında taşınıyordum ve gördüğüm kadarıyla Mert hiçbir şey yapamıyordu. Aslında tablo eski günlere dönmüşüz gibi dursada en ufak bir alakamız olmadığı kesin bir gerçekti.

Artık o gençlik ateşimiz çoktan sönmüştü. Hepimiz çocukları olan, olgun insanlardık. Jack'in beni kucaklaması insanlığından ve dostluğundandı. Bunu hiç kimse inkar edemezdi.

Marcus'un dediği o büyük kapıdan geçtiğimizde bizi bir araba bekliyordu. Şoförsüz, siyah bir Mercedes'ti. Natalie, cebinden kumandayı çıkartıp arabayı açtığında şoför koltuğuna geçti. Jack'te beni arka koltuğa bırakıp Natalie'nin yanına, öne binmişti.

Yolda ilerlerken kimse tek kelime etmiyordu. Bu biraz işime geliyordu çünkü halsizliğim ve hissettiğim acı yüzünden ruhum oldukça bitikti, bu yüzden de gözlerimi kapatmıştım. Natalie, benim evim yerine Mert'in evine sürerken ses bile çıkartmamıştım. Kaburgamın çatladığını falan düşünüyordum, bu sızının başka bir açıklaması olamazdı. Fakat sessizliğim çektiğim acıdan kaynaklı değildi.

Hemen yanımda oturan, gözlerini yola dikmiş ve karanlık bir şeyler düşünen Mert Borak tüm kelimelerimi yok ediyordu. Onu tanıdığım günden bu yana yaptıkları, bana verdiği zarar, insanlara verdiği zarar... Onun kesinlikle tehlikeli biri olduğuna inanıyordum.

Araba durduğunda gözlerimi açmak için uğraşmadım bile. Konuşulanlar ve sesler bir uğultudan ibaretti. Tüm anları hissederek yaşıyordum. Kapımın açıldığını duyduktan sonra havalandım ve rüzgar tenime çarptı. Beni taşıyan kişinin kim olduğunu burnuma çarpan o tatlı sert kokudan anlamak mümkündü. Mert'in bana elini sürmesini ne kadar istemiyor olsamda bu kadar halsizken bırakmasını istemek, imkansızdı.

"Anahtar şurada, kapıyı aç dostum."

Biraz durakladıktan sonra Jack bu emre itaat etti ve evin kapısının açılma sesini duydum. Asansörün iniş sesi kulağıma gelince ise kendi evimde olmadığımızı anladım. "Mert," itiraz etmek için mırıldandım. "Şş," dedi kollarını sıkılaştırarak. Saçlarıma burnunu dayamıştı. "Jacob evinizde nöbet tutuyor, Afra ve Maria orada. Seni hiçbir yere bırakmam." Sonra asansör çınladı ve kabine geçtik.

Öylesine bitik, öylesine harabeydim ki o kucaktan inmek bile istemiyordum. Fakat karşı koymam gerektiğini iyi biliyordum. Bir katilin kollarında tatlı tatlı uyuyamazdım. Acı çekişimi izleyip hırsından hiç ödün vermeyen biri beni sarmalayamazdı. Bu en başta kişiliğime bir hakaretti.

Fakat gözlerimi açıp yere inmek için hareket ettiğimde ise başarabildiğim tek şey çırpınmak olmuştu. "Direnme," dedi yüzünü yüzüme yaklaştırarak. Gözlerimi uzun süre sonra ilk kez açtığım için kırpıştırıyordum. "Seni hiçbir yere bırakmayacağım." Yüzümün her yanını bakışları ile taradıktan sonra, aynaya döndü.

Jack ise bu olanlara hiçbir yorum yapmadan suskunluğunu koruyordu. Onunla dostça oturup konuşmak, ailesinin neden bu hale geldiğini sormak, kızını görmek isterdim aslında. Fakat içinde bulunduğumuz zamanın şartları öylesine yanlıştı ki... Tek yapabildiğim taşındığım kucağa öylece sığınıp sessiz kalmak oluyordu. Ruhumun yaraları beni darmadağın ediyordu.

Asansör durduğunu belli edercesine çınladığında Mert, kabinden benimle birlikte çıktı. "Bırak artık," bir kez daha çırpındım fakat bir faydası olmamıştı. Beni taşıyan kollar taş gibiydi, sanki bir daha bırakmamaya yemin etmişlerdi. Merdivenlere yürürken ardımızda bıraktığı arkadaşına beni hiç umursamadan seslendi. "Jack, keyfine bak dostum. Ben bu baş belası ile ilgileneceğim."

Jack, onaylayıcı bir ses çıkardıktan sonra banyonun kapısı açıldı. İçeri girdiğimizde şaşkın bakışlarla Mert'i izliyordum. Bu, beni kapağı kapalı klozetin üstüne oturturken bile değişmemişti. Kollarının eksikliğini bedenim anında hissetti ama o çok uzağa gitmedi. Ceketini çıkartıp zemine attı ve dizlerinin üzerine, hemen önüme çöktü. Topuklu sandaletlerimi çıkartıyordu.

"Seni hastaneye götürmeyi deli gibi diliyorum ama şuan gitmek pek akıllıca değil. Suratına biraz pansuman yapacağım, sonra bir doktor çağıracağım ve her şey düzelecek. Ağrın var mı, güzelim?"

Ona kaburgamı, karnımı, düşerken zedelediğim ve Marcus'un üzerine bastığı elimi göstermek istemiyordum. Ağrı orada değildi. "Var," dedim mırıldanarak. Kaşları anında yukarıya kalkarak yüreğinin hassasiyetini belli etti. "Bak, burası." İşaret parmağımı kalbimin üzerine bastırdım.

Tedirginliğinin kırılarak ağır bir hüzne dönüştü. Duygularını artık saklamıyordu çünkü burada tek bir yabancı bile yoktu. O soğuk maske deponun kenarına, herhangi bir yerine atılmıştı. Yüzdeki her ifade içinde bulunduklarının bir yansımasıydı, bunu çok iyi biliyordum.

Yorum yapmak yerine başını yere eğerek ayaklandı ve lavabonun hemen üzerindeki dolaptan ilk yardım malzemelerini çıkarttı. Pamuğu ve ilaç şişelerini tek elinde tutarken küvetide dolduruyordu. "Bluzunu sıyır." Önüme tekrar çöktüğünde isteğini keskin bir dille ifade etti. Ben de öyle yapacağım için hareket bile etmedim.

"Yüzüme neden bakamıyorsun?" Suçlayıcı ses tonumun elbette onu rahatlatacağı falan yoktu. Suratını suratıma çevirmesini istiyordum çünkü yüzleşmemiz gereken, kaçtığı gerçekler vardı. Tüm yaşananları, öldürdüğü o adamı şimdiye dek arkasına bakmadan tek kalemde silmişti. Kanlı elleriyle kızımın küçük bedenine dokunmuştu. "Eylül," dedi dirayetsizliği sesine yansırken. "Savaşacak gücüm yok. Çıkart şunu."

"Yüzüme bakamıyorsun çünkü orada göreceğin şeylerden korkuyorsun." Sabretmekten yorulduğunu belli edercesine elindekileri bıraktı ve üzerimdeki beyaz büstiyere uzandı. "Bir insanın canına nasıl kıydın? Öldürürken gözünü kırptın mı bari? Senden tiksi-"

"Eylül!"

Banyonun duvarlarına keskin bağırışı çarptığında yerimden sıçradım. Üzerimdeki büstiyeri çıkartıp hedefine ulaşmıştı ama bu umurunda değildi. Dediğim gibi, hiçbir hissini saklamadan doğrudan suratına ulaştırıyordu. Ve ben gözlerindeki öfkeyi, siniri görebiliyordum. Yorgunluğa bulanmış kızgınlığı ile tam karşımdaydı.

"Senin için yaptım! Seni sevdiğim için, sana deli gibi aşık olduğum için yaptım. Hiçbir şeyden haberin yokken konuşmak ne kolay!" Beni suçladığı için bacaklarımda dinlendirdiği ellerini ittirdim. Olduğum yerde kendine daha çok çekerek karşı koymuştu. "Ne zaman gözüne gireceğim söylesene? Kafama bir silah dayayıp sıktığım zaman mı? Söyle!"

"Neden sonu hep ölüm oluyor?" Kulaklarıma inanamıyordum. Karşımda insaniyetini kaybeden bu adam, benim evlendiğim o saf kalpli kurtarıcım olamazdı. "Benim için yapabildiğin şey buysa yapma! Senin duygularının aşkla bir ilgisi yok. Mert, sen delirmişsin. Hastalık bu! Senin için bir saplantıyım ve geri kalan insanların canının hiçbir önemi yok!"

"Yok!" Bana katılarak bağırdı. Ne yazıkki o güçlü kadın imajımdan eser yoktu, gözlerinde gördüğüm sinir harbi ve yaptığı onca şey korkmama neden oluyordu. "Senin hayatına kasteden hiçbir insanı yaşatmayacağım! Karnını bu hale getiren o piçin sonu olacağım. Yüzüne bu hasarı veren Marcus'u kendi ellerimle köpeklere yem edeceğim. Benden kork ya da korkma, bana inan ya da inanma! Bunu yapacağıma kızımın üzerine yemin ederim."

Yapacaktı da, biliyordum. Ne söylersem söyleyeyim, ne kadar karşı koymaya çalışırsam çalışayım asla öfkesine direnemezdim. Gecenin bir köründe ya da sabaha karşı gidip Marcus'u sessizce bitirecekti. Ya da adamlarına söylerdi ve onun için bu pis işi hallederlerdi.

Bundan tam bir sene önce gelinlik provasından sıkılıp Mert'in çalışma odasına sabahlığımla dalışım aklıma gelmişti. Çekmecelerden birinde bir silah ve gizli bir dosya görmüştüm. Şimdi her şey yapboz parçaları gibi hafızama oturup şekilleniyor, yaşananları algılamamda kolaylık sağlıyordu. "Çekmecende sakladığın dosya ve silah bu olayla mı ilgiliydi?" Sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuşum gibi sakince sordum.

Dizlerinin üzerinde daha rahat bir pozisyon aldı. Suratında yeni bir tepki belirdiği için bende hayret etmiştim. Şaşkınlık, öfkesini ve sinirini tamamen geriye çekip ön sıralarda yer alıyordu. "Sen çekmecemi mi karıştırdın?" Gözlerimi kapatıp sabır diledim. Her zaman asıl konu yerine farklı noktalara takılıyordu. "Öyleydi."

Benim için bu yeterli olmuştu. Olduğum yerde kıpırdandım. "Bana telefonunu ver." Yapacağım şey oldukça basitti. Polisi arayıp bu işi bitirecektim. Kimin yanacağı, kime ne olacağı hiç umurumda değildi. Ölen o güvenliğin ve Nick'in ahı benim üzerimde kaldıkça kendimi hırpalama isteği ile doluyordum. "Polisi arayacağım." Telefonunu uzattığı gibi geri çekti. Almak için çabaladığımda telefonu başının üzerine kaldırdı.

"Sen çıldırdın mı Eylül? Bu işin sonu sadece sana, bana dokunmaz! Emilie'yi hiç mi düşünmüyorsun?" Telefonuna uzanmak için ayaklandığımda o da aynı şeyi yaptı. Topuklularımı çıkarttığı için ondan bir kez daha nefret ettim. "Ver şunu Mert! Emilie'nin canı cehenneme! Hepsi onun yüzünden oldu!"

"Jack duyacak!" Uyarısına rağmen o da bağırıyordu. "Duysun!" Telefonu da artık önemsediğim yoktu. Hissettiğim tüm o ağrı ve halsizlik birden uçup gitmişti. İhtiyacım olan şeyin ne olduğunu artık biliyordum. İçimde tuttuğum şeyleri yüzüne çarpıttıkça kendimi çok daha iyi hissediyordum. Elbette, kötünün iyisiydi.

Emilie ile tam yeni birkaç hakaret daha savuracağım sırada telefonu banyonun bir köşesine fırlattı ve beni baldırlarımdan tutup yüzü koyun omuzuna yatırdı. "Bırak, Mert!" Yaptığı ani hareketin canımı ne kadar yakabileceğini hiç düşünmüyordu. Geniş omzu karnıma baskı uyguladıkça tekmeler defalarca kez geri dönüyor, yaralarımda hayat buluyordu.

Uyguladığı baskı beni çoktan dolan ılık küvetin içine bıraktığında son buldu. "Senden nefret ediyorum! Pis zorba!" Dinlemiyordu bile. Tek yaptığı bacaklarımdaki ıslak kalem eteği çekiştirip çıkartmak olmuştu. Ve bir de, duş başlığını üzerime doğrultmak.

Ona karşı koymaya çalışınca gömleği de ister istemez ıslanmıştı. Beyaz kumaş tenine yapıştı ve üzerinde kuruyan kırmızı leke akarak bulaştı. Tanrım, bu gerçekten korkutucu bir görüntüydü.

Direnişim korkum sayesinde son buldu. Ürkekliğimi farketmesi çok geç olmamıştı. Duş başlığını yerine geri koyarken gömleğine ya da herhangi bir şeye küfürler mırıldanıyordu. Küfür, Mert'in sinirli anlarında çokça başvurduğu bir takıntıydı. Elbette adam öldürmesine tercih ederdim. Bu en azından birilerinin hayatına mal olmuyordu.

Duş başlığı üzerime çağlarken geri çekildi ve işe gömleğini çıkartarak başladı. Gömlek fayansın üzerindeki yerini alınca pantolonuna sıra geldi. "Benden uzak dur." İçimdekileri sesime tam anlamıyla yansıtamamıştım. Duyulduğunda gerçekten ısrarcı kelimelerdi fakat ses tonum vücuduna bakınca pekte kararlı olmadığımı belli ediyordu. Sorun vücudunun düzgünlüğü falan değildi.

Gömleğine bulaşan koyu kanın yüzünden akan yaraların eseri olduğunu düşünmüştüm. Fakat bu kesinlikle koca bir yanılgıdan ibaretti. Sol göğsünde, karnında, karnının aşağılarında, belinde... Teninin büyük bir kısmı yaralar ile doluydu ve görüntü kalbimin teklemesine neden oluyordu. "Mert."

Ben adını şaşkınlıkla fısıldarken o pantolonundan ve ayakkabılarından çoktan kurtulmuştu. Boxer kısmında tereddüt ettiğinde küvete girmesi için ellerimi uzattım. Yüzündeki soğuk ifade kırılmadı ama geri de çekilmedi. Yarı çıplak bir halde yanıma, küvete girdi.

Aşağıdaki Jack'in, Mert'in öldürdüğü güvenliğin, yaşanan bunca şeyin gölgesi bir anlığına üzerimizden çekilip gitmişti. "Canın yanıyor mu?" Küvetin diğer ucuna sırtını yaslarken sordum. Açık yaraları ılık suya tutmak ne kadar cani olabileceğinin göstergesiydi. Gözlerini yüzüme dikerek başını salladı. "Yanıyor," acısını dile getirirken küvetin içinde hareketlendim. Yolun yarısında daha beni üzerine çekti.

"Burası."

Tıpkı benim yaptığım gibi işaret parmağını kalbinin üzerine, sol göğsüne bastırmıştı. Parmağı uzun yaralardan birine değdi ama önemsemedi bile. Çektiği fiziksel ve duygusal acılar birbiriyle örtüşünce, hissettiği acıyı ben de ruhumda tadıyordum. "Çok mu vurdular?" Yaraların kaynağını ürkek sesimle irdeledim. Ellerini kalçamın iki yanında sabitleyerek başını duvara yasladı.

Sorumu suskunlukla geçiştireceğini belli eder gibi yutkundu. Darbe aldığını, etrafındaki o korkunç kalın duvarların nasıl yıkıldığını anlatmaktan kaçıyordu. Fakat ne kadar saklarsa saklasın, gerçek vücudunda beliriyordu. Yaraları onun sessizliğinin aksine olan her şeyi birbir anlatmakla yükümlüydü.

Uzun süre suskunluğunu bozmayınca dayanamadım ve küvetin iki yanında asılı bıraktığım ellerimi Mert'in omuzlarına koydum. Yakın temasımla irkilince gözlerini diktiği tavandan koptu. Sonunda bana dönebilmişti. "Beni korkutuyorsun."

Bunu zaten çoktan bildiğini belli eder gibi ağız kenarıyla gülümsedi. Sonra dudaklarını indirdi ve hiç beklemediğim şekilde benimkilere bastırdı. Şaşkınlıktan gözlerimi bile kapatamamıştım. Kalbimin sesi kulaklarımda atınca göz kapaklarım yumuldu ve ellerim boynuna dolandı. Hareketsiz bıraktığı dudakları karşılığım sayesinde kıpırdandı.

Öpüşü diğerlerinden çok daha anlamlı geliyordu. Kalbim açtığı yaralara gebeydi, söylediklerine ve tutumuna kırgındı. Ama ona duyduğum bitmek bilmeyen o aptal sevgi, kafasını uzatıp beni öpmesine izin veriyordu. Deli gibi ihtiyacım vardı. Deli gibi ihtiyacı vardı. Biliyordum.

Dilini ağzımın içinde hissedince tenim tenine daha sıkı yapıştı. Oturduğum yerden biraz doğruldum ve üzerine eğildim. Boğazından keskin bir inilti koparak ellerine yön verdi, parmakları kalçalarımın her ayrıntısını zevkle sıkıyordu. Tattığım o açlık duygusu karnımda hissettiğim ağrıyı da yok sayıp yerle bir ediyordu.

Duygularım ona karşı aylarca ördüğüm o kalın beton duvarları, öldürdüğü adam yüzünden beslediğim nefreti yıkıp geçmişti. Bir ağrıyı geçirememesi zaten gülünç olurdu. Ama bu kadar kolay pes edeceğim asla aklıma gelmezdi. İşte Mert Borak'ın üzerimdeki etkisi buydu. Beni benden almayı başarıyor ama asla yerine geri koymuyordu.

Parmakları sırtımdaki saçları aralayıp kopçama uzandığı sıra banyonun kapısı tıklatıldı. Evde yalnızca Jack'in olduğunu hatırladığımda korkuyla sıçradım ve yüzümü Mert'in boynunun girintisine sakladım. Sanki bunu yapınca görünmez olacaktım. "Şş," dedi yatıştırmak istercesine.

"Mert, hemen gelmen gerekiyor. Çok acil." Jack, boğuk bir ton ile içeriye seslenince ister istemez Mert'in kucağından indim ve küvetin diğer tarafına sindim. O da bıkkın bir ifadeyle küvetten çıkıp beline bir havlu sardı. "Eğer gerçekten önemli değilse..." Mırıldandığı sırada kaşlarımı çattım.

"Duyacak." Gözlerini devirip ilerledi. Kapıyı açmadan önce bana son bir defa bakmıştı. "Sakın bu kılıkla çıkma." Kapıyı aralık bıraktı ve arkadaşının yanına ilerledi.

Bu adam gerçekten bana aklımı kaçırtıyordu.

Kapıyı aralık bıraktığı için konuşulanları duymam mümkündü. Eğer beni ilgilendirseydi benide çağırırdı, biliyordum. Ama dürtülerimi bir türlü durduramıyordum, bu yüzden tepemde çağlayan suyu kapatarak iyice dikkat kesildim.

"Kevin aradı." Jack'in ağlamaklı sesi nedense içimi okşamıştı. Bir şeylerin ters gittiği başından beri belliydi.

"Ne olmuş?" Bu sefer Mert'i duydum.

"Annem..." dedi Jack bitik bir sesle. Yerimde daha da doğrulmak zorunda kaldım. "Emilie'ye bir şey mi olmuş?" Mert'in ses tonu içimdeki kıpırtıları yansıtıyordu.

"Annem, evinde ölü bulunmuş."


Continue Reading

You'll Also Like

22.3M 903K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
760K 28.8K 91
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
1.7M 54.7K 39
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
2.1M 100K 43
Abisinin arkadaşına yaptığı sosyal medya akımından sonra hayatı değişeceğini kim bile bilirdi ki? ○●□■ Siz : Seni bir arkadaş bir dos...