ANDROMEDA

By Sultanakr

11.9K 16.3K 8.6K

[WattpadRomance TR Okuma Listesinde] Zihnimde akmakta olan bir kum saatinin sesini duyuyordum. İnce, dar kısı... More

ANDROMEDA
1. BÖLÜM: "SEÇİM"
2. BÖLÜM: "DAVET"
3. BÖLÜM: "ŞEYTAN'IN SIRRI"
4. BÖLÜM: "AIDONEUS"
5. BÖLÜM: "ZEUS'UN ZAAFI"
6. BÖLÜM: "HERA"
7. BÖLÜM: "GEÇMİŞ"
8. BÖLÜM: "OYUN"
9. BÖLÜM: "MAHŞER"
10. BÖLÜM: "KAOS"
11. BÖLÜM: "KRİZ"
12. BÖLÜM: "ÖLÜ RUHLAR SENARYOSU"
13. BÖLÜM: "GEÇMİŞİN SİLUETİ"
14. BÖLÜM: "KIRMIZI"
15. BÖLÜM: "PERSEPHONE"
16. BÖLÜM: "DOĞUM GÜNÜ"
17. BÖLÜM: "HEDİYE"
18. BÖLÜM: "SINIR"
19. BÖLÜM: "YILAN"
20. BÖLÜM: "ACININ EBEDİ RUHU"
ANDROMEDA
OUROBOROS
21. BÖLÜM: "SORU"
22. BÖLÜM: "KARANLIK"
23. BÖLÜM: "BEDEL"
24. BÖLÜM:"LACRİMOSA"
25. BÖLÜM: "EROS'UN OKU"
26. BÖLÜM: "MEZARLIK"
27.BÖLÜM: "KAOSUN BAŞLANGICI"
28. BÖLÜM: "VİCDAN MAHKEMESİ"
29. BÖLÜM: "NEMESİS'İN LANETİ"
30. BÖLÜM: "CEHENNEM BALOSU"
31. BÖLÜM:"KHAOS VE EREBOS"
32. BÖLÜM: "YANGIN"
33. BÖLÜM: "YIKIM"
34. BÖLÜM: "ELSION (YERALTI CENNETİ)"
35. BÖLÜM: "ÖLÜM MELEĞİ"
36. BÖLÜM: "RUH"
PANDORA
BİRİNCİ PART
İKİNCİ PART
37. BÖLÜM: "ESARET"
38. BÖLÜM: "GİRİFT"
39. BÖLÜM: "GERÇEKLİK"
40. BÖLÜM: "HİÇLİK"
41. BÖLÜM: "DÖNÜM NOKTASI"
42. BÖLÜM:"ARAF"
43. BÖLÜM: "TEHDİT"
44. BÖLÜM: "MASUMİYET"
45. BÖLÜM: "EVLİLİK"
46. BÖLÜM TANITIMI
47. BÖLÜM: AN
48. BÖLÜM: SAKLAMBAÇ
49. BÖLÜM: KÜL
50.BÖLÜM: YARIM

46. BÖLÜM: AY TUTULMASI

12 1 0
By Sultanakr

31 Temmuz 2023

Cosmos, Hazy

Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar. 💃

🎲

Eflâl Hancıoğlu, Ağzından

Soğuk, bir kadının soyadında gizliydi.

"Her ölüm, elbet bir insanı diğerinden ayıracaktır." diye bir ses yükseldi, yüreğimin yandığı yerin en derininden. Canımı yaka yaka geçti ruhumun koridorlarından. Bedenimin dört yanına acımasızca süzüldü. Yanağımdaki yaş bile soğutamadı içimi.

"Ruhuna El-Fatiha." dedi, imam. Bedenimi yasladığım ağaçtan sırtımı ayırdım ve ellerimi gökyüzüne çevirdim. Birbirine yapışık dudaklarım sabit kalırken ruhumdaki küllerle okuduklarımı yazdım. Bakışlarım, beni görmeyen insanların üzerinde takılı kaldı.

Gökyüzünden avucuma düşen kar tanecikleri soğuk değildi. Yavaşça parmaklarımı katladım ve ellerimi ceplerime soktum. Mezarlıktan ayrılan insanlara görünmemek adına sırtımı ayırdığım ağacın arkasına gizlendim. Gözyaşlarım, yanağımdaki ıslaklığı kurutmamak adına kendini yenilerken artık hiç kimsenin kalmadığını fark etmiştim.

Yalnızlık, ona yakışmamıştı.

Etrafıma son kez bakıp karşımdaki mezara doğru ilerlemeye başladım. Ayağımdaki postallar yerde tutunmuş karın üzerinde kaba bir ses bırakıyordu. Her bir adımda ona daha fazla yaklaşıyordum. İçimde yanan ateşe rağmen titreyen bedenimi hissedebiliyordum.

Oğuzhan Özgür Hancıoğlu.

Önünde durmamı sağlayan mezarlıktaki isim buydu. Yavaşça yere çöktüm ve sağ elimi cebimden çıkartıp üzerini kaplayan beyaz örtüyü hafifçe kenara doğru sıyırdım. Parmaklarımın temas ettiği toprak, soğukluğu içime işlermişçesine kanımı donduruyordu. Derin bir nefes aldım ve bakışlarımı hemen yanındaki mezarlığa çevirdim.

Nemli toprağın üzerini kaplayan taze çiçeklerin kokusu çoktan burnuma sızmıştı. Ellerimi birbirine sürterek ayağa kalktım. Bakışlarımı mermerin üzerinde asılı kalan isimden ayırıp gökyüzüne çevirdim.

Beden ölünce ruh kalırsa geriye,

Ruh ölünce ne kalır ileride...

Ben Eflâl. Bugün, ölen bir ruhun gözlerimin önünde toprağın altına gömülmesine şahit oldum. Geriye kalmış sönük ve buz gibi bir beden ile intikam hırsı için yaşayacağıma ant içerim.

538 Gün Önce

Her canlı, doğduğu andan itibaren ona biçilmiş kader ile yaşamaya başlar. Ne olacağını bilemez ama yaptığı her seçim, belki de değiştirdiğini sandığı anları oluşturur.

Soğuk bir kış gününde, bana verdikleri ismin anlamını taşıdığımı bundan yıllar önce gözüme çarparak öğretmişlerdi. İnsanın içini cız eden duygu soyadıma yansımış ve beni derinden etkilemeyi başarmıştı. Hayatım boyunca bunun bu şekilde devam edeceğini sanırken birden keskinlik sona ermişti.

Ben, Eflâl Hancıoğlu olmuştum.

Bana herhangi bir anda 'Evleneceksin.' deselerdi pek fazla umursamazdım ama yaklaşık yarım saat önce parmağıma alelacele takılmış bir yüzük taşıyordum. Sonumu nasıl değiştireceğinin farkındaydım ama buna değeceğini hissedebiliyordum. Tüm engellere rağmen Özgür ile bu yolu yürüyecektim.

"Bu ne demek oluyor Oğuzhan!" diye bir ses yükseldi, Timuçin Hancıoğlu'ndan. Aynı soyadı taşıdığım bir aile üyesinin bu habere sevinmeyeceğini zaten tahmin edebiliyorduk.

Üzerinde mıhlanmış bakışlarım yeniden Özgür'ü bulduğunda dedesine baktı.

"Eflâl artık benim eşim ve adıma ait olan bütün mal varlığımı onun üzerine geçirme kararı aldım."

Özgür'ün dilinden dökülen sözcükler birer cam kırığı gibi zihnimde batıyordu. Canımı acıtmayan ve kanatmayan bu metinler ileride yerinden sökülüp kanamasına yol açacaktı. Dudaklarımın kenarları acıyan ruhuma rağmen yukarıya doğru kıvrıldığında sağ elimin tırnaklarını avucuma batırdım.

Parmak uçlarımda hissettiğim sıcak sıvının son olmayacağının farkındaydım.

Özgür'ün bakışları yavaşça elimde gezinirken gözlerindeki mutlu ifade yerini farklı bir kişiliğe bırakmıştı. Başını hafifçe eğdi ve kürsüden inerek dedesine doğru ilerlemeye başladı.

"Tebrik etmeyecek misin?" diye sordu, karşısındakinin umursamayacağını bile bile. Timuçin Hancıoğlu çenesiyle beni gösterdi ve dudaklarına sahte bir gülümseme yerleştirdi.

"Karını da al git."

Özgür yumruk yaptığım ele uzandığında avcumun içindeki sıvının ona bulaştığını fark ettim. Bir hışımla olduğumuz yerden ayrılırken aramızdaki sessizlik ürkmeme neden oluyordu. Avuçlarımın içine sinmiş kanın kokusu benliğimin ıssız derinliklerine bulandı. Ağır ve hızlı adımlarla aracın önüne varıp durakladığımızda Özgür ellerimizin ayrılmasını sağladı. Bakışlarım kırmızı renge kayarken Özgür'ün parmaklarıyla sarmalandı.

"Bunun olacağını ve ileride bizi nelerin beklediğini ikimizde çok iyi biliyoruz Eflal fakat senden tek bir isteğim var. Ne olursa olsun güçlü olacağına bana söz ver."

Birbirine yapışmış dudaklarım güçlükle ayrıldı ve ruhumdan geçen sözlere aykırı davrandı. "Söz veriyorum."

Özgür, duyduğu sihirli sözcüklerden sonra yaralanmasına sebep olduğum elimin parmak boğumlarını dudaklarını yaklaştırdı ve derin bir öpücük kondurdu. Yaptığı hareket karnımda belli belirsiz bir karıncalanmanın oluşmasını sağlarken gözlerimin kapanmasına izin verdim.

"Çok yazık olacak." dedi, Lâl.

Ruhumdaki sesi zihnimin en orta yerinde yankılanmaya başladı. Varlığı, artık yokluğundaki zaman kadar canımı acıtmaya başlamıştı. Zamansız serzenişleri bütün zihnimi işgal ediyor ve yürüdüğüm yolun bana zarar verdiğini göstermeye çalışıyordu.

"Mekâna geçmek ister misin?" diye sordu, Özgür. Göz kapaklarım hafifçe aralanırken kafamı belli belirsiz salladım. Ön koltuğa oturup başımı cama çevirdiğimde derin bir nefes aldım. Çıktığım bu yolda yalnız değildim ve başımıza ne gelirse aynı kalbe değeceğinden emindim.

Bedenimde sahip olduğum bir yorgunluk vardı ama ruhumdaki paha biçilemezdi. Ruhumun yorgunluğu zihnime yansımış ve oradaki bütün düzenin alt üst olmasına neden olmuştu. Acının varlığı bir yerlerden kendini nedensizce gösterirken gözlerimi kapatıp derin bir nefes daha aldım.

Ruh acıdan besleniyorsa sevgi kime muhtaçtır?

"Her bir düşüncenin elbet bir bedeli vardır." dedi, ruhumdaki kız çocuğu. Bakışlarımı üzerinde gezdirirken önce ellerini ellerimin arasına aldım. Çizilmiş avuç içlerinin her bir noktasına dudaklarımı sürttüm. Avuçlarını tenimden ayırdığında harelerim kanayan dizlerine çevrildi. Yere çömelip bu seferde dudaklarımı dizlerine bastırdım.

"Kabuk bağlamış her yaranın, geçmeyen bir izi vardır." dedi, acımasızca. Haklıydı.

Bencilce davranışlarımın bedelini ödemeye mecburmuş gibi hissediyordum. Dudaklarımın arasından çıkan her bir harfin ağırlığı altında ezilmeye mahkûm kalmış bir çocuğun büyük serzenişi, ruhumun darmadağın olmasına neden oluyordu.

"Benim sonum olacaksın."

Küçük kızın dudaklarından çıkan son cümle buydu.

Bakışlarım duran aracın penceresinden dışarıya sallandığında bedelimin günahıyla karşı karşıya kalmıştım. Kan kırmızısıyla bana gülümseyen Andromeda yazısı bütün zihnimin algısıyla oynamış ve beni kendine ait kılmak için elinden geleni yapmıştı. Başardığı bu hissin suçluları olarak Özgür ile arabadan inip ona doğru ilerlemeye başladık. El ele çıktığımız bu yere yeniden aynı şekilde giriş yaptık.

Uzun ince koridorda yanıp sönen mavi spot ışığı, sanki hâlâ bir yerlerde geleceğimizin olduğunu kanıtlamak istiyordu. Özgür boncukları kenara ayırdı ve beni içeriye aldı. Elimi hiç bırakmadan tam karşısına geçirdiğinde gözleri harelerimde dolandı.

"Evine yeniden hoş geldin Andromeda."

Özgür'ün kurduğu cümle ile kalbim varlığını belli edercesine çarpmaya başladığında dudaklarımdaki gülümsemeye engel olamamıştım. Önümden geçip sandalyeyi geriye doğru çekti ve bakışlarını bana döndürdü. Gözlerim gözlerinde hiç ayrılmadan sandalyeye ilerledim. Sandalyeye kurulduktan sonra kendisi de tam karşıma geçip oturdu.

Parmak uçlarım kendiliğinden parmağımdaki yüzüğe bağlanırken bakışlarım Özgür'ün üzerinde sabit kalmıştı. Yüzük olan elini ceketinin cebine sokup saniyeler sonra çıkarttı. Parmak uçlarındaki ayrıntıyla parmağımdaki yüzükle oynamayı bıraktım ve gerçekle yüzleşmek için bekledim.

"Seninle oyun oynamak istiyorum." diye söylendi, Özgür.

Dudaklarımda buruk bir tebessüm canlanırken derin bir nefes aldım.

"Bu son olmayacak, Zeus."

Özgür, kurduğum cümle ile elindeki zarları önüme bıraktı ve arkasına yaslandı.

"Adının hakkını vermelisin."

Masanın üzerindeki zarları elimde tutsak etmeye başladığımda sivri uçları avuç içimdeki yaraların sızlamasına neden olmuştu. Özgürlüğüne kavuşturmaya karar verdiğim zarlar yuvarlanarak masada yerlerini aldıktan sonra gelen dört rakamı yeniden bir geçmişin kapılarını aralamıştı.

"Adının hakkını vermelisin derken bunu kastetmemiştim, Andromeda. Ayrıca her seferinde bunu yapmayı nasıl başarabiliyorsun?" dedi sitemli bir şekilde, Özgür.

Ağırca omzumu silktiğimde derin bir nefes verdi.

"Dört el bir ceza verme hakkına sahipsin, Andromeda."

Özgür'ün cümlesinden sonra derin bir nefes aldım ve ellerimi birbirine kenetleyip çenemin altına yerleştirdim.

"Bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğiz?" diye sordum, acımasızca. Zihnimde dolanan uğultular karşımdaki adamın gülümsemesiyle son buldu.

"Olacakları en az sende benim kadar iyi biliyorsun, Eflâl. Bundan dolayı yolun bizi götüreceği yerde önlem almak bizim için daha kolay olacaktır."

Aldığım cevap burnumun kırışmasına neden olurken Özgür, zarları eline aldı ve birkaç kere sallayıp masaya bıraktı. Bakışlarım durmak için sabırsızlanan zarların üzerinde mıhlanırken gelen sayılarla dudaklarımı birbirine bastırdım. Özgür'ün yüzünü görmek için harelerimi ona çevirdiğimde gülümseyerek bana bakıyordu. Ayağa kalkıp ellerini ceplerine soktu.

"Ah Andromeda, ah! Şanslısın dedik ama meğerse bizim şansımızı alıyormuşsun." dedi, alaycı bir şekilde. Özgür'ün cümlesiyle gülme krizine girerken bedenini bana doğru yaklaştırıp sandalyenin kollarından tuttu. Beni sandalye ile kendine çevirdiğinde irkilerek kollarına yapıştım. Yüzünü yüzüme yaklaştırırken dudaklarımdaki tebessüm donmuştu.

Şaşkın ve ürkmüş harelerim onun parlayan kehribar gözlerinde takılı kalırken içindeki siyah noktalarda gezinen arkası dönük bir kız çocuğu gördüm. Dizlerinden akan kanı umursamadan yürümeye devam ederken ruhumdaki yalnızlık zihnimin en ücra köşelerine kazınmıştı. Kız çocuğunun silueti gözlerinden kaybolurken Özgür'ün göz kapakları gözlerinin üzerine örtüldü.

"Hayat karşımıza ne çıkartırsa çıkartsın, seni koruyacağıma söz veriyorum."

🎲

534 Gün Önce

"Son hazırlıkları kontrol edin."

Dudaklarımdan dökülen cümlelerin ardından uzun koridorda yürümeye başladım. Ayağımdaki topuklu ayakkabının sesi, sessiz mekânda tok bir ses bırakarak varlığımın belli olmasına neden oluyordu. Andromeda'nın içindeki varis bulunduğu ortamda ruhunun canlanmasına izin veriyordu.

Koridorun sonuna doğru yaklaştıkça yükselmeye başlayan sesler zihnimin içinde yankılanıyordu. Tek elimle önümdeki boncukları kenara sıyırdığımda elleri cebinde duran arkası dönük adama doğru yaklaştım. Varlığımı hissetmiş gibi bakışları bana çevrildiğinde yüzündeki gerginlik yumuşadı.

"Hazır mısın?" diye sorguladı, bakışları üzerimde gezinirken.

Kafamı hafifçe sallayıp onu onayladığımda eliyle merdivenleri gösterdi ve diğer eliyle belime dokundu. Bel dekoltesine sahip elbise nedeniyle dokunuşunu direkt olarak tenimde hissetmiş olmam karnımın içinde birtakım kelebeklerin oluşmasına neden olmuştu.

Üst kata çıkıp deri koltuğa kendimi bıraktığımda Ateş ile göz göze geldim. Dudaklarındaki buruk bir tebessüm ile bana kafasını salladığında dudaklarıma bir tebessüm yerleştirdim. Arkasını dönüp ellerini ovuşturdu.

"Kapıları açın."

Cümlesini tamamlar tamamlamaz mekânın içi birden insanlarla dolmaya başladı. Birbirinden şık giyinen takım elbiseli adamlar ve kadınlar mekândaki bütün sandalyeleri kaptıklarında Özgür koltuğa oturdu. Eli sol kulağına gittiğinde dudakları aralandı.

"Oyun başlasın."

Garsonlar ellerindeki kapalı kutularla masa başlarına dikildiler. Kutunun içinden çıkan geçmiş ve gelecek içine hapsedecekleri hayatların pazarlıklarını yapmak için elden ele dolaştı. Bakışlarım Tuna, Aybars, Ateş ve Bartu'nun üzerinde dolanırken ağırca Özgür'e çevrildi. Biçimli kaşları hafifçe çatılmış ve burnuna yasladığı dürbünden oyunu izliyordu. Baktığımı hissetmiş olacaktı ki dürbünü yüzünden uzaklaştırdı.

"Bana öyle bakma, dikkatimi dağıtıyorsun." dedi, Özgür.

Dudaklarımın kenarları yukarıya doğru kıvrılırken gözlerini gözlerime çevirdi. Hareleri ruhumun yaralı gülümsemesini yansıtan dudaklarıma çevrildiğinde mekânda bir gürültü koptu.

"Kimse yerinden kımıldamasın! Arama yapacağız."

Özgür, bir anda ayağa kalkıp merdivenlere doğru ilerlerken korkarak ayağa kalktım ve takip ettim. Polisler, mekânda bulunan herkesin kimliklerini kontrol ederken Tuna bizim kimliklerimizi polis memuruna teslim ediyordu.

"Mekânın sahibi kim?"

Bakışlarım Özgür'e çevrilirken Özgür'ün çehresi gerginleşmişti.

"Topunuzu içeriye atarım, mekânın sahibi kim?" Polis memurunun sert sorusuyla bir adım öne çıktım ve derin nefes aldım.

"Benim, memur bey."

Polis memuru kafasını sallarken arkasındaki kıza baktı ve yaklaşmasını sağladı. Kız yanıma gelip kolumdan tuttuğunda Özgür elimi tuttu.

"Hayırdır memur bey? Açıklama yapmadan ne yapıyorsunuz?" diye sorguladı, Özgür. Polis memuru derin bir nefes verdi ve masanın üzerini gösterdi. Siyah takım elbiseli bir adamın cebinden çıkan uyuşturucu paketleri zarların üzerinde yerini almıştı.

"Yapılan bir ihbar sonucu buraya çağırıldık. Asılsız olsaydı sadece ifade alıp bırakacaktık fakat mekânda bulunması nedeniyle hanımefendiyi gözaltına almak zorundayız." dedi ve yanımdaki kadına kafasını salladı. Kadın belinden çıkarttığı kelepçeyi ellerime takmak isterken Özgür kadını engellemeye çalışıyordu. Diğer polis memurları ve Aybars Özgür'ü tutmaya çalışırken kadın çoktan kelepçeyi bileklerime takmıştı.

"Yanlış anlaşılma olmalı memur bey!"

Özgür'ün serzenişi cevapsız kalmıştı. Kadın polis beni kapıya doğru sürüklerken mekânın içindeki bağırışlar devam ediyordu.

"Korkma Eflâl! Hemen arkandayım, seni bırakmayacağım."

Özgür'ün boğuklaşan sesi mekânın dışına çıkmam ile yarıda kalmıştı. Polis memuru ekip otobüsüne bindirirken siyah bir araç dikkatimi çekti. İçinde oturan adamın pis gülüşü zihnime kazınırken dişlerimi birbirine bastırdım. Arabanın camı kapanırken geri vites yaptı ve gözlerimin önünden kayboldu.

Bunu yapan şeytanın bile kıskandığı Timuçin Hancıoğlu'ydu.

Gözlerimi kapattım ve başımı geriye doğru yasladım. Zihnim kocaman bir siyahlığın içinde kaybolurken hiçbir şey düşünemiyor olmak can sıkıcı oluyordu. Ekip otobüsü hareket etmeye başladığında kulağıma bir korna sesi nüksetti. Bakışlarım arkaya çevrilirken Özgür'ün hemen arkamda olduğunu gördüm. Bir nebze olsun yalnız olmadığımı anlarken yavaşça önüme döndüm.

Bana göre uzun süren yolculuk ardından emniyetin önünde durmuştuk. Kadın polis memuru beni nazik ama hızlı hareketlerle araçtan indirirken Özgür'ün arabasının fren sesini duydum. Sırtımdaki yoğun bakışlar eşliğinde içeriye girerken emniyetin uğultulu sesi hiç hoş karşılamamıştı.

Yanımdaki kadın beni bir odaya soktuğunda bileklerime uzandı ve bağlı olan kelepçeleri çıkarttı. Yavaşça sandalyeye çöktüğüm sırada kadın benliğimi odada yalnız bıraktı. Ellerim yüzümü sıkıntıyla çevrelerken gözlerimi kapattım. Bir anda sanki sessizliğin içinde bir melodi yankılandı. O tınılara bir adım sesi karıştığında ellerimi yüzümden çektim ve arkama yaslanıp boş duvara baktım. Ruhumun kirli duvarları artık gözlerimin önündeydi.

Oğuzhan Özgür Hancıoğlu, Ağzından

Boşluk.

Evrenin sonsuzluğuna verilen isim, neden şimdi benim içimdeki sıkıntının en büyük açıklamasıydı?

Parmaklarımı sıkan diğer elimin parmakları bile o boşluğun içini acıyla doldurmama neden olmuyordu. Yalnız bir kişinin varlığı o boşluğu dolduracakken en büyük sıkıntının oraya yerleşmesine neden olmuşlardı.

Bakışlarım polis memurlarının üzerinde gezinirken omzuma dokunan elin sahibine baktım. Aybars, tüm metanetiyle kafasını sallamış ve bu durumu çözüme kavuşturmak için bir yol aramaya gitmişti. Kapalı boş bir kapının ardındaki kadını düşünmek, zihnimin en ufak yerini bile telaşa sokmaya yeterli olmuştu.

Gözlerimi sıkıca yumdum ve derin bir nefes aldım. Bütün uğultulu sesler bir anda kesildi ve yalnızlığın sesi o boşlukta var olmaya başladı. Yüzümün buruştuğunu hissederken boşluktaki sessizliğe kulak verdim. Onu bu durumdan nasıl kurtarabileceğimi düşünmeye çalıştım.

Bir saatin akrebi yelkovanı kovalamaya başladı.

Ağırca gözlerimi açtım ve arkamdaki sandalyeye çöktüm. Gözlerim içerideki kadının tutsak olduğu kapıda asılı kalırken kollarımı göğsümde bağladım. Bakışlarım kol saatime kayıp geri kapıya çevrildiğinde derin bir nefes aldım.

Saat, 00.00'di.

Yeni bir başlangıcın belirsiz bir sonuydu.

Sıkıntısız geçen dört günün sonunda bugün bir sorunun bizim yakamıza yapışacağını biliyordum ama Eflâl'i hiç hesaba katmamıştım. Zihnimde derin bir yankı bıraktıran düşünce bana kollarını açtığında kafamı belli belirsiz iki yana salladım. 'Umarım.' dedim kendi kendime. Umarım, aklıma düşen yalnızca tesadüfi bir yanılgıdır.

Hisler yanılmaz.

Zihnimde gölgesi olan bir adamın cümlesi kulaklarımda yankılandığında ellerimle yüzümü kapattım. Bunun böyle olacağını biliyordum ama beni bu şekilde yaralayacaklarını hiç düşünmemiştim. Eflâl'e karşı zaafımı kullanacaklarından adım kadar emindim ama bu kadar alçalacaklarını tahmin etmemiştim.

"Özgür."

Aybars'ın sesini duyduğum anda ellerimi yüzümden çektim ve hızlıca ayağa kalktım. Bana doğru yürüyen Aybars'a yaklaştım. Bakışlarımı gözlerinde gezdirirken en ufak ışığı arıyordum fakat gördüğüm şey ışıktan ziyade derin bir öfkeydi.

"Adam ile özel konuşma fırsatı buldum. Onun kime hizmet ettiğini ve ne kadar para aldığını, eğer doğruları söylerse ona verilen paradan daha fazlasını verebileceğimi söyledim. Kendisi bütün bunları kabul ederek polis memurlarına gerçeği anlattı. Birazdan Eflâl'i serbest bırakırlar."

Boşluk.

Evrenin bile adını dolduramadığı o boşluk sanki bir anda bütün içimi sıcacık bir duyguyla doldurmuş ve derin bir nefes vermeme neden olmuştu. Hemen yanımızdaki kapıdan içeriye giren kadın Eflâl'i dışarıya çıkarttığında hızlıca öne doğru atıldım. Eflâl'in bedenini kollarımın arasına aldığımda burnumu saçlarının arasına gömdüm ve bir nefes çektim.

Boşluk.

Daha biraz önce içimdeki boşluğun içini saran bu kadın şimdi burnumda bıraktığı eşsiz kokusuyla ciğerlerime oksijen depolamaya başlamıştı.

"İftira atan adamı yakalamışlar bile." diye söylendi, Aybars. Eflâl bir anlığına kollarımın arasından sıyrıldığında bakışları o adamın yüzünde gezindi. Gözlerindeki gördüğüm saf bir nefret vardı ama içindeki siyah noktalarda farklı bir adamın yüzü saklıydı.

"Bu değildi."

Eflâl'in dudaklarının arasından çıkan cümle kaşlarımın derince çatılmasına neden olmuştu. Daha dikkatli bir şekilde yüzüne baktığımda bakışları gözlerime çevrildi. Siyah noktaların içindeki kişiyi gördüğümde Eflâl'in sesi kulaklarımda yankılandı.

"Timuçin Hancıoğlu'ydu. Beni arabaya bindirirlerken kendine ait arabasında gülümsedi."

İsimden sonrası uğultulu bir şekilde dağılırken zihnime kazınan ad, tüm kanımın birden çekilmesine neden olmuştu. Kollarım ağırca Eflâl'in belinden çekilirken gözlerimi kırpıştırdım. Bakışlarım kısık bir şekilde dışarıya çevrilirken elimle Eflâl'i gösterdim.

"Eflâl'i mekâna götür."

Bir hışımla yanlarından ayrılıp emniyeti terk ederken Eflâl'in arkamdan bağırması beni geri döndürmeye yetmemişti. Hızlı hareketlerle arabama binip gazladım ve ezbere bildiğim yollara gitmeye başladım. Her geçen saniye biraz daha hızlanırken sanki yolların daha da uzadığını fark ettim.

Demir parmakların göründüğü eve yaklaştıkça hızımı korudum ve tam önünde frene asıldım. Acı bir şekilde çığlık atan tekerler, havaya puslu bir yanık kokusu bırakmıştı. Torpido gözüne uzanıp sertçe kapağını açtım ve içindeki metalik gri silahı alıp arabadan indim. Kapının içerisindeki güvenlikler çoktan kapıyı açmış bir şekilde bana bakıyorlardı. İçlerinden biri silahımın olduğunu fark ettiğinde eli beline gitti ama çıkartmadı.

"İçeriye bu şekilde giremezsiniz efendim."

Karşıdan bana bağırdığında kaşlarımın artık neredeyse gözlerimle birleştiğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Adam korkuyla kenara çekildiğinde bana doğru yaklaşan adamları durdurdu ve arkasına dönüp gitti. Sert adımlarla evin kapısının önünde durmadan kapı kilidine bir tekme savurdum.

Kilidi kırılan kapı gürültülü bir şekilde açılıp duvara vurduğunda içeriye daldım. Kulaklarıma Nalan'ın sesi dolarken yüzümü buruşturdum. Barbaros hiddetle bana bakarken gözlerimi ondan ayırmadan yaklaştım. Ellerimi yakasına götürüp kendime doğru yaklaştırdım.

"Özgür, ne yapıyorsun?"

Nalan'ın sorusuyla onu görmezden geldim ve Barbaros'a bakmaya devam ettim. Barbaros gözlerini benden çekti ve Nalan'a baktı.

"Bir şey yok, bu mesele ağabey ve kardeş arasında sen yukarıya çık."

Nalan yukarıya çıkarken Barbaros'u geriye doğru ittirdim.

"O nerede?"

Barbaros sakince derin bir nefes aldı.

"Kim?"

Sinirle elimi yumruk yaptım. "Götünden ayrılmadığın deden."

Dudaklarımın arasından çıkan cümleyle artık Barbaros da gerginleşmişti.

"Ağzından çıkana dikkat et Özgür, senin karşında Alpay yok."

Genzimden çıkan kaba gülüş dudaklarımın arasından kayıp gittiğinde kafamı iki yana salladım. Saniyeler süren hissiz kahkaha bir süre sonra aniden kayıplara karıştı. Bir adım Barbaros'a attığımda ellerimi ceplerime soktum.

"En azından Alpay, senin gibi köpek değil."

Barbaros, sinirle elini kaldırıp bana savuracakken hızlıca ellerimi ceplerimden çıkarttım ve el bileğinden tuttum. Elini geri iterken işaret parmağımı yüzüne doğru salladım. Bedenimi saran sinirin dilime yansıması uzun sürmemişti.

"Sakın, bir daha sakın buna cüret etme. Ben senin tanıdığın kişilikten artık daha uzağım. Bir dahakine bu kadar sabırlı davranmam. Şimdi söyle, deden nerede?"

Barbaros derin bir nefes aldı ve kafasını iki yana salladı.

"Bilmiyorum, dünden beri eve gelmedi."

Aldığım cevaptan emin olmamakla birlikte bakışlarımı gözlerinde gezdirdim. Hiçbiri benim kadar duygularını saklamakta iyi değildi. Timuçin Hancıoğlu evdeydi fakat büyük ihtimalle ben geldiğim sırada gitmişti. Bunu ben eve doğru yürürken arka tarafa dolaşan koruma sayesinde fark edebilmiştim. Derin bir nefes alarak kafamı iki yana salladım. Barbaros garip bakışlarla bana bakarken bir adım ona yaklaştım.

"Alpay'ı her zaman suçladın Barbaros ama ne var biliyor musun? Alpay'ın vazgeçtiği yere giderek orada hayat bulma arayışına girdin. Şimdi bakıyorum da sende en az onun kadar suçlusun. Alpay, yaptığı hatanın farkına vardığında sen o hatanın peşinden ilerledin. Geri dönmek istesen bile artık sahip olduğun her şeyi kaybedeceksin."

Arkamı ona döndüm ve ilerlemek için adımladım. Omzumda bir el hissederken bir hışımla bedenimdeki eli uzaklaştırdım.

"Ben hiçbir şey kaybetmeyeceğim Zeus." dedi, Barbaros.

Güldüm. Lakin bu gülüş sıcak bir gülümsemeye ait değildi.

"Kaybedeceğin şey yalnızca bizler olacağız Perseus." dedim ve evden ayrıldım. Arabanın yanmakta olan farları gözlerimi rahatsız edercesine midemi bulandırırken zihnim derin bir karmaşanın içerisine girmişti. Gökyüzünden kopan gürültülü bir haykırış tüm şehrin göbeğinde yankılandı. Kendimi hızlıca araca atıp geri vitese taktım. Cama vurmaya başlayan yağmur damlaları otomatik olarak sileceklerin çalışmasını sağlamıştı.

Geldiğim yoldan geri dönerken zihnimdeki karanlık giderek daha da büyüyordu. Bakışlarım sabit yola takılmıştı. Ne ara vardığımı bilmediğim mekânın ilerisine park ettim ve farları kapattım. Gözlerim cama vuran damlalarda gezinirken derin bir nefes aldım.

İstememiştim.

Ben, bu kanlı savaşın içinde olmayı seçmemiştim.

Bir karar vermelisin, Özgür. Alpay'ın mı yoksa benim mi yanımda duracaksın?

Zihnimdeki karmaşanın içinde Barbaros'un gizli sesi gezinmişti. Sıkıntılı bir nefes alıp başımı geriye yatırdım. Her ne kadar bu durumun içinde kalmak istemediğimi belirtsem de yine kendimi bu seçimin ortasında bulmuştum. Verdiğim cevaplar yeterli kalmamış ve yapılan tercihler sonucu benliğime taraf edinmiştim.

Barbaros değildi.

Göz kapaklarımın kapanmasına izin verdim ve kendimi oradaki karanlığa esir ettim. Bulunduğum tarafın zorluklarından haberim vardı fakat nasıl hareket edeceğimi bilmiyordum. Düşmanım beni çok iyi tanıyordu. Yapacağım hamlemi tahmin edip alt edeceği yolu sınırsız olasılıkla bulabilirdi.

'Bir can.' dedi, ruhumdan bir ses. Gözlerim o sesle yavaşça açılırken derin bir nefes aldım. Hayatın bize sunduğu ana karşı bir can, diye düşündüm kendi kendime. Kollarımı göğsümde bağlayıp derin bir nefes aldım. Zihnimdeki karışıklık birden dağılmaya başladığı anda bir kadının silueti canlandı. Masmavi gözleri orada can bulurken sarı saçları dudaklarımın iki yana kıvrılmasına neden oldu.

Düşmanım beni her ne kadar iyi tanıyor bile olsa, zihnimin içindeki düşüncelerin farklı olasılıklardan ibaret olduğunu anlamayacak kadar uzaktı.

"Yapacağım." dedim, kendime.

İşte o an zihnimde bir ay tutulması gerçekleşti. Zihnimdeki kadın ayın parlaklığı altında kalırken karanlık kısmında düşüncelerim gizlendi. Karanlığın o kadını kendine tutsak edeceğini biliyordum ama kazanacağımdan emindim.

Kazanacaktım.

Merhaba, ben geldim. Nasılsınız?

Umarım iyisinizdir.

Bayağı uzun bir aradan sonra yeniden satırlarla buluşmak olmak benim bir nebze olsun hem ruhen hem de bedenen yorgunluğumu gerçekten aldı. Eflâl ile bağ kurmam, Özgür'ün zihnindeki düşüncelerini okumak o kadar iyi geldi ki...

İş yerinde çalışırken sürekli zihnim onlarla doluydu. Elime geçen en ufak kağıt parçasına bile onları kazımak zihnimde yer edinmiş karmaşıklığın önüne geçmesine neden oldu. Onları seviyorum.

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle.


Continue Reading

You'll Also Like

44.3K 4.1K 17
Bir kız var ismi Dolunay... Tam bir Dolunay gibi parlıyor. Bu zamana kadar çok fazla zorluk atlatmasına rağmen her zaman dimdik durdu. Ve herkesin bu...
15.2K 706 12
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın
63.5K 3.6K 32
Ben İpar Gök, İpar yüksek dağların kar tutmayan yerlerinde yetişen bir çiçekti. İsmimi babam koymuştu, annemle karşılaştıkları ilk gün ona İpar hatun...
237K 12.3K 44
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.