Bir Ege Masalı

By marvelhu

546K 21.8K 4K

***Kitap psikoloji temalı bir kitaptır.*** Başarılı bir doktor olan kadının ünlü bir oyuncuyla yolu nasıl ke... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bir Ege Masalı
Bir Ege Masalı/2
Bir Ege Masalı/3
Bir Ege Masalı/4
Önemli
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Kıyamet Günü
ANKA
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61
Bölüm 62
Yaşam Savaşı
Bölüm 64
Bölüm 65
15 Mayıs Özel
Bölüm 66
Bölüm 67
Bölüm 68
Bölüm 69
Bölüm 70
Bölüm 71
Bölüm 72
Bölüm 73
Bölüm 74
Bölüm 75
Bölüm 76
Bölüm 77
Bölüm 78
Bölüm 79
Bölüm 80
Bölüm 82
Bölüm 83
Bölüm 84
Bölüm 85

Bölüm 81

301 22 8
By marvelhu



Hayatından vazgeçmiş bir adam olarak en net söyleyebileceğim şey hayatımın en kötü anının elime aldığım silahı kalbime dayadığım an olmadığını söyleyebilirim.

Çünkü o anda Karan ve Güneş'in en güzel duyguları vardı. Yoğundu, birbirlerini o kadar çok seviyorlardı ki bedenlerinin toprağa karışacak olması hiçbir sorun teşkil etmiyordu.

Güneş ve Karan koca dünyaya sığamamıştı ama ruhları tüm dünyada olacaktı.

Yaşadığım en kötü an aşkından delirdiğim kadının az önce maskelerinden sıyrılmış bir halde karşıma geçip sağlıklı gibi görünen konuşmasıyla benimle vedalaşmasıydı.

Beren onu tanıdığım hiçbir anında sağlıklı değildi fakat hislerimi kabul ettiği andan itibaren içindeki seslerle bile savaşıp bana bir kez olsun onu sevmediğim ithamında bulunmamıştı.

Üstelik çok fevri bir kadın olmasına rağmen..

Beren'in ya da Güneş'in duyguları benim için dünyadaki en önemli şeydi. O iyi hissetsin, güzel dudakları biraz kıvrılsın diye yapamayacağım hiçbir şey yoktu.

Ancak o kadın duygularını saklamayı çok küçük yaşta öğrenmişti.

Ne hissettiğini açık açık söylediği anlar o kadar kısıtlıydı ki! Beni kıskandığını bile zar zor anlamıştım.

Oysa az önce onun aşık olduğu Karan'ın öldüğünü, Toprak'ın ise eski sevgilisini özlediğini düşünüyordu. Kıskançlık yoktu sözlerinde yalnızca kabullenilmişlik vardı.

Çok küçük yaşlarda öğrendiği çaresiz kabullenişlik..

Sözlerini sonuna kadar dinlemem gerekiyordu, ne kadar kesip yanlış düşünüyorsun demek, özlediğim dudaklarına yapışmak ya da her an kırılacakmış gibi duran ama çok güçlü olan zayıf bedenini içime sokma pahasına sarıp sarmalamak istesem de dinlemem gerekiyordu.

Onun için, o içindeki zehrin çok az da olsa bir kısmını kusabilsin diye..

Ancak dudaklarından çıkan 'hoşçakal' sözleri kaşlarımın çatılmasına yetmişti.

Gerçekten onu bırakacağıma inanmıyordu değil mi?

Sakin ol Karan, karşındaki Güneş.. Söndürmeye çalışılan, sana alev alev olan Güneş..

"Bitti mi?" Diye bir soru çıktı dudaklarımdan ifadesizce. Senden vazgeçtiğimi nasıl düşünürsün Güneş saçlı kız?!

"Bitti." Dedi solgun bir sesle, kendini kasıyordu. Kendini çok kasıyordu.

"Güzel" dedim karın boşluğumda çoktan varlığını unuttuğum kurşun yarasına rağmen onu sırtıma atarken.

Dudaklarından ufak cılız bir ses firar etmiş ardından 'indir beni, yaralısın!' söylemleri başlamıştı.

"Gerçek kavuşmamızı evimizde yaparız." Diye mırıldandım arabama doğru ilerlerken.

Güneş saçlı kızdan;

Karanlığa alışmış gözlerim, gevşemiş vücudum, uzun zamandır uykusuz ve yorgun olan bedenim yumuşak bir zemindeyken gözlerim yavaşça açılmaya başlamıştı.

Ağır ağır görüşümün netleşmesi ile küçük bir odada olduğumu fark etmiştim. Aslında çok da küçük değildi fakat sanki bir evin odasına da benzemiyordu.

Geniş çift kişilik yataktan etrafa kayan gözlerim Toprak'ı anında fark ederken bana ne olduğunu hatırlamıştım.

Omzuna attıktan sonra debelenmiş ve inmeye çalışmıştım fakat öyle sıkı tutmuştu ki beni gaza getirmiş ve fazla güç uygulamama sebep olmuştu.

Acıyla inleyerek beni bırakmak zorunda kaldığında anında kolundan tutmuştum. İyi olup olmadığını defalarca sorarken bana cevap vermemiş desteğimi reddetmemişti.

Kolunu omzuma koyup kolunun altına girdiğimde hemen biraz uzağımızda hazır bekleyen ambulansa ilerlemiştik.

Pansumanını yapmak isteyen yanımı zorlukla bastırıp erkek ambulans doktorunun yarasını temizlemesini izlerken bana seslenilmiş ve hızlı bir kontrol yapacaklarını söylemişlerdi.

Hiç istemesem de kararan gözlerim yüzünden darbe alıp almadığımı düşünerek Karan'ın çekildiği sedyeye uzanmıştım.

Hemen yanımda duran adama bakmamaya çalışırken ufak bir kontrol yapılmış ve durumumun iyi olduğunu söylemeden hemen önce iğne yapılmıştı.

İğne.

Bayılmamı sağlamıştı!

Yataktan hatırladığım anı ile doğrulurken çatık kaşlarım geniş yatağın ucunda oturan adama çevrilmişti.

"Biliyorum haneme bir kızgınlık daha ekleyeceğim ama bu inatla seni ikna edemezdim.. Hem seni kaçıracağımı daha önceden söylemiştim. Tamamen suçlu değilim."

"Neredeyiz?!"

Üzerimdeki gözleri bir an olsun çekilmezken konuştu.

"Uçaktayız."

Şaşkınlıkla gözlerim etrafta dolaştığında doğru söylediğini de fark etmiştim. Uçakta ne işimiz vardı?

Sen rahatça uyu diye binmediniz herhalde aptal.

Sinirle gözlerimi yumduğumda sakin kalmaya çalışıyordum.

"Tekrar soruyorum. Nereye gidiyoruz?"

"Yalnız olabileceğimiz güvenli bir yere.. Eğer istersen bundan sonra ömrümüzü geçireceğimiz evimize."

Kaşlarımı çatttığımın farkında bile değilken yataktan kalktım.

Eski sevgilisine yokluğunda dönen adam neden şimdi böyle konuşuyor? Beyninde dönen soru bu Beren, biliyorum. Kalbin bir umut hızlanıyor ama ümitlenme. Kimseye güvenmemen gerektiğini biliyorsun.

İçimdeki ses beni manipüle edebilmek için ılımlı yaklaşıyordu fakat beni kandıramazdı.

Ben yaşam savaşında kendisine bile savaş açmış bir kadındım. Hayatım güvensizlikler üzerineydi. Ancak tüm bunlar bir yana o kimse değildi.

İçimde ona kıyamayan yanım yaşadıklarımız yüzünden sessiz ve çaresizce köşesine sinmişken hızlı bir şekilde kapıdan çıkarak uçağın diğer bölümüne ilerledim.

Özel uçak da farklı oluyormuş. Biraz olsun kazandığın paranın değerini bilseydin çoktan yaşamıştık bu duyguyu.

İçimde söylenen yana rağmen sert bakışlarımı odanın yakınında olan güzel hostese çevirdiğimde neredeyse bağırmıştım.

"Neredeyiz?!"

Kızın bir suçu olmadığını biliyorsun. Tamam suçlu, güzel ve O'nun olduğu odaya girecek olmasından.

Hostes sarışın değil kumral güzeliydi. Zaten O da sarışın sevmiyordu!

Kız cevap verecekse de gördüğü tavır yüzünden şaşkına uğramış uzun kirpiklerinin ardındaki yeşil gözlerini kırpıştırmıştı.

Kıza daha fazla bakamayarak yanından geçip camın önüne ilerlediğimde bulutlardan hiçbir şey görünmüyordu!

Odadan çıkan adamın odanın hemen önündeki hostese gözlerinin kaydığını gördüğümde gözlerimi hızlıca çekmiş ve sırtımı da onlara dönerek koltukların olduğu kısıma ilerlemiştim.

Hostes sanırım bir şeyler söylüyordu. Belki O bu kez de güzel hostese..

Başıma iki yandan ellerimi bastırarak gözlerimi sımsıkı yumduğumda düşüncelerimi silmek istiyordum fakat karşıma oturduğunu hissettiğim adamın sesiyle gözlerimi açmıştım.

"Başın mı ağrıyor?"

Ağrıyordu fakat bunu bilmesine gerek yoktu. Ben inattım, o pes edecekti.

Ve ben kaybedecektim..

Sessizce dışarıya çevirdiğim gözlerim pencerenin yansımasından onu izlerken gözleri üzerimde bir süre gezinmiş ve hostese seslenmişti.

"Ezgi, bakar mısın?"

Ezgi kadar başına taş düşsündü!

"Buyurun Toprak Bey?"

Ezgi'nin maalesef ki sesi de güzeldi. Ezgi mükemmel yaratılmıştı. Ezgi neden bu kadar mükemmeldi?

Ancak karşımdaki adamın tekrar konuşmasına gerek kalmadan Ezgi hafifçe kafasını sallamış ve tekrar konuşmuştu.

"Hemen getiriyorum."

Ezgi'nin uzaklaşmasının ardından gözlerim camdan dışarıya odaklanırken konuşmuştum. Yüzüne bakarsam sesim bu kadar soğuk çıkmazdı, biliyordum.

"Seninle benim konuşacak bir şeyimiz kalmadı, gitmek istiyorum."

Aramızda başlayan sessizlikte gözlerim bana ihanet etmiş ve asıl manzarasına camın yansımasından dalmıştı. Gerçeği tam karşısında olmasına rağmen izleyemiyor oluşu büyük haksızlıktı..

"Çıkar şu lensleri artık lütfen.."

Çoktan unuttuğum lensleri dediklerimi takmayarak hatırlattığında yalvarırcasına çıkmıştı sesi.

Sanki karşı çıkarsam ayaklarıma kapanacak gibiydi.

Güldüm içten içe.

Böylesine bir adam benim gibi eksik birinin neden ayaklarına kapanırdı ki?!

Hatırladığım lensler psikolojik ya da gerçekten gözlerimi rahatsız etmeye birkaç dakika içerisinde başlamıştı. Yerimden kalktım ve Toprak'ın gösterdiği lavaboya ilerledim.

Kapıyı kapattıktan sonra sırtımı kapıya yaslayarak gözlerimi yumdum. Derin bir nefesi bırakırken canım yanıyordu.

Ona böyle uzak olmaya çalışmak çok zordu.

Hiçbir açıklama yapmamıştı..

Bir damla yaşı yüzümden aşağı kayarken hissettiğimde sessizce ağladığımı fark etmiştim. Artık öyle bir noktadaydım ki ağladığımı bir başkası değil ben bile fark etmiyordum.

Aynanın önüne ilerleyerek ellerimi iyice yıkamış ardından da lensleri çıkarmıştım. Ortaya çıkan ne idüğü belirsiz renkteki gözlerim kızarmıştı.

Lensten değil ağlamaktan..

Ağlamaktan değil ağlayamamaktan..

Üzerimdeki elbise beni rahatsız ediyordu ancak kıyafetim var mıydı bilmiyordum ve artık Onun kıyafetlerini giymeye hakkım olmadığını biliyordum.

Kokusu.. Bana huzuru, hiç bilmediğim o güvenimsi hissi, aşkı, sevdayı, ilk kez tattığım kıskançlığı öyle güzel veriyordu ki artık mahrum olacağım düşüncesi bile ölmek için yeterli bir sebepti.

Yüzümü yıkayarak daha fazla dar alanda kalmamak için kendimi dışarı attığımda adımlarım uyandığım odaya gitmiş fakat ne kadar bakınsam da telefonumu görememiştim.

Sıkıntıyla nefesimi bıraktığım sırada odanın açık olan kapısı tıklatılmış ve o bir yabancı gibi girmişti odaya.

Sahi, o artık bir yabancıydı.

Olmak zorundaydı.

Kalbim ne kadar bunu kabul etmek istemese de o başkasını istiyordu.

O halde neden ben bu uçaktaydım?

Neden beni kaçırmıştı?

Hesap sormaya takatim yoktu.

Gözleri doğrudan gözlerime tutunduğunda kaşlarının çatılmasına rağmen dudaklarında tebessüm oluştuğunu fark etmiştim. Hızlı adımlarla yanıma varmış ve ben ne olduğunu anlayamadan yüzümü ellerinin arasına almış, kızarmış gözlerime dikkatle bakıyordu.

"Lens yüzünden olmuş olmalı, rahatlatıcı bir göz damlası bulalım. Bildiğin bir marka var mı? Ama olmaz öyle, bi göz doktoruna gidelim. Acıyor mu?"

Yoğun ilgisi, burnuma dolan müthiş kokusu benliğimi unutmama sebep olurken zorlukla kollarımı kaldırıp kollarına koymuş ve aşağı iterek yüzümden ellerinin düşmesini sağlamıştım.

"Bir şeyim yok."

Tam bana doğru bir adım atarak aramızda zaten olmayan mesafeyi tamamen yok etmişken kolları bana sarılmak için tekrar havalanmıştı ki odada bir ses duyulmuştu.

Ezgi'nin sesi.

"Yemek hazır Toprak Bey."

Duyduğum sesle hızla uzaklaşırken kaşlarım da istemsizce çatılmıştı.

Kapıyı çalmadan odaya dalma hakkı da mı vardı?

Ezgi'yi duymamış gibi yüzüme bakan adamın yanından hızla geçip az önceki koltuklara tekrar dönüp eski yerime oturduğumda önümdeki masada yemek olduğunu fark etmiştim.

İştahsızlık sebebiyle sanki yeterince zayıf değilmiş gibi biraz daha kilo kaybetmiştim fakat yine de canım istemiyordu.

Gözlerim pencerenin ardındaki bulutlara ve mavi gökyüzüne kaydığında Ezgi de gelmiş ve çok geçmeden Toprak karşımdaki yerine yerleşmişti.

Karşımdaki adamı yok sayarak gözlerimi Ezgi'ye çevirdim ve ortaya yönelik bir soru sordum.

"Telefonum nerede?"

Ezgi'nin anlamsızca şaşırdığı saniyelerde Toprak'tan yanıt gecikmemişti.

"Yatağın üzerinde  gömleğimin yanındaydı?"

Soru sorarcasına çıkan sesi ile kaşlarım çatılırken yatakta hiç gömlek görmediğimi hatırladım. Muhtemelen uçakta fark etmediğim bir oda daha vardı.

Bu ihtimale çok da tutunmadan cevap verdim.

"Ben gömlek falan görm-" cümlemi yarıda kesen şey Ezgi'nin sesiydi.

"Gömleği ben almıştım Toprak Bey."

Kaşlarım çatılırken gözlerim hızla Ezgi'ye kaydığında ona soğuk ve kötü kötü baktığımın farkında değildim. Aslında ne yaptığımı da bilemiyordum.

Ezgi onun gömleğini neden almıştı?

Belki de kokusunu seven tek kişi sen değilsindir..

Beynimin içinde dönen sesle ellerimden başlayan bir karıncalanmanın vücuduma yayıldığını hissederken artık düşmanım olan Ezgi'nin kekelediğini duymuştum.

"G-gözleriniz.." elindeki su solu cam şişe ayaklarının yanına düşerken gözlerini gözlerimden çekmiyordu.

Neye şaşırıyordu bu?

"Ne oldu?" Diye huysuzca homurdanırken Toprak'tan gülmeye benzer bir ses gelmesiyle çatık kaşlarımla ona döndüm. Anında susarken açıklamaya da başlamıştı.

"Kirli gömlekti, kirlilere atmak için almıştır Ezgi. Başka ne yapacak ki? Değil mi Ezgi?!"

Açıklamasının sonlarında doğru Ezgi'ye döndüğünde bende Ezgi'ye bakmıştım fakat zaten o bana bakıyordu açtığı gözleriyle.

Gözlerime..

"Ne bakıyorsun?!"

Mağarasında rahatsız edilen vahşi hayvan gibisin. Bu ne terbiyesizlik Beren?!

"Gözleriniz, kah-kahverengiydi. Az önce mavi gördüğümü sandım. Telefonunuzu sorarken.. Şimdi ise yeşil.. Ben kendimi iyi hissetmiyorum. Acaba kör mü oldum?"

Ben sinirle 'bu muydu?' Diyerekten göz devirirken Toprak'ın hayranlıkla kurduğu cümleleri duymuştum.

"Kıskanınca gözleri koyulaşıyor, yemyeşil oluyor.."

Gözleri üzerimdeydi, biliyordum.

"Ben kıskanmadım."

Homurdanarak kurduğum cümlenin ardından yanımızdan uzaklaşan Ezgi ile önümdeki yemeği yemeğe başladığımda yalanlayabilmek için ne yaptığımın farkında değildim.

Kıskanmıştım ve en kötüsü o bunu fark etmişti.

Dudaklarından silinmeyen gülüşü görmeden hissetmiş olmam karnıma yumruk yemiş etkisi yaparken zorlukla yutkundum.

Ve daha sonrasında sessizlikle geçen uçak yolculuğu uçağın iniş yapmasıyla son bulmuştu.

Geldiğimiz yer uçaktan inmeden hemen önce gördüğüm gibi bir adaydı. Hangi ada olduğunu bilmiyordum. Daha önce adaya gelmediğimi çok iyi biliyordum çünkü en büyük korkularımdan biriydi karanlık deniz.

Hava karardığında etrafı su parçası olan bu yerde delireceğime emin olduğumdan korku çoktan vücudumu ele geçirmişti.

Ne yapıp etmeli ama hava kararmadan buradan kurtulmalıydım.

Korkumu biliyordu, o halde neden buradaydık?!

Artık korkularını da umursamıyor demek ki.

Her ne söyleyecekse söylemeli ve yollarımızı ayırmalıydık.

Beni buradan bir an önce almaları gerekiyordu.

Hava karardığında delicesine korkacağım su parçasının hemen on-onbeş metre uzağında büyük bir ev vardı.

Duvarları bile cam olan..

Gerildiğimi belli edip etmediğimi bilmiyordum fakat sessiz kalmayı başararak 'gel benimle' diyen adamı takip ettim.

Elimi tutmadan önümde yürüyordu. Artık yan yana yürüyeceğimiz yollarımız kalmamıştı. Elini tutmak isteyeceği kadın olmaktan çıkmıştım belki de.

Zayıfladığı belli oluyordu, ancak yine de üzerindeki gömlek sırtındaki kasların her adımında kasılıp gevşemesini göstermeyi engelleyemiyordu.

Omuzları dikti, onu aksi halde görmek pek de mümkün değildi.

Mükemmel gözüküyordu fakat dünyanın en güzel manzarası gözlerindeki yorgunluk çokça belliydi.

Yorulmuştu, ben yormuştum.

Ben de yorulmuştum.

Büyük, cam kapıdan içeri girdiğimizde bizi az ilerimizde büyük bir oturma grubu karşılıyordu. Siyah koltukların oluşturduğu oturma grubuna yukarı çıkan siyah merdivenler eşlik ederken mutfağın da alt katta, simsiyah dolaplarla birlikte olduğunu görmüştüm.

Eve tam da sevdiğim gibi mat siyah hakim olmuştu. Yukarıya çıkan merdivenlerin ardında siyahlara bürünmüş bir yatak odası olduğuna adım kadar emin olmuştum.

Adım ne miydi?

Kimlikte Beren Karaca ama Karaca değilmişim, Beren olmayı da reddediyorum. Neden biliyor musunuz? Biyolojik ailesi adını koymuş, bir günlüğüne de olsa onu sevsin istediği ailesi gördüğü insanlarda o kızı öldürmüş.

Beren ölmüş.

Güneş mi?

Çocukken zorlaya zorlaya kurduğu hayali gerçek oldu sanmış, güneş çocuk onu hep sevecek sanmış çünkü masalın sonu öyle bitiyormuş ama kız bir şeyi hesaba katmamış.

Masalların mutlu sonlarının uydurma olduğunu asıl sonun mutsuz son olduğunu bilememiş.

Güneş de ölmüş.

İkisinin tek ortak noktası sevgisizlikleri olmuş.

Ama can alıcı bu hikayede asıl nokta şuymuş; kız hep birilerini sevmiş ama kendini hiç sevememiş.

Beynimde dönen şeyleri unutmak isterken en iyi antidepresanıma döndüm.

Karan'a.. Kaybettiğim Karan'a..

"Ne söyleyeceksen bir an önce söyle, gitmek istiyorum."

"Uçak havalandı bile, 1 hafta boyunca gelmeyecek.. ya da daha uzun süre.."

Gidemezsin dercesine çıkan sesi ile kaşlarımı alayla kaldırdım.

"Lokasyon bilgileri buradan gidebilmem için yeterli, biliyorsun değil mi?"

Birkaç adımda bana yaklaşırken heyecanlanan kalbim ve kuruyan dudaklarım yüzünden öylece bekledim. Sarılmak için kalkan kolları beni sarmadan çekildiğinde elinde telefonum vardı ve yüzüme karşı kaldırmıştı.

"Basit ama önemli bir ayrıntıyı kaçırıyorsun."

Öylece ona bakarken elindeki telefonumu camdan duvara doğru fırlatmıştı.

Şaşkınlıkla telefona baktığımda cama hiçbir şey olmadığı halde telefonumun parçalandığını görmüştüm.

Sinirle karşımdaki adama döndüğümde gözlerimden çıkan sinir alevini tabiki görmüştü.

Ancak o siniri saniyeler içinde unutmamı sağlamıştı çünkü saniyeler içinde kollarının arasındaydım.

Sıkı sıkıya sardığı bedenim kollarının arasında güçten düşerken ona karşı koyamayan kendime kızamadım bile.

Bu beden, Toprak bilmese de hem Toprak'a hem de Karan'a aşıktı.

Ve bunu öyle kötü zamanda anlamıştım ki itiraf edemiyordum.

Ellerim benden habersiz havalandı. Belimdeki kollar tüm vücudumu sarmışken eli saçlarımı okşuyor, başı başımın üstünde derin nefesler alıyordu.

Sırtına sardığım ellerimi beklemediği önce şaşkınlıkla kasılan kaslarından ardından hoşuna gittiği ise verdiği derin nefesle anlaşılıyordu.

Çok tuhaftı ama kalplerimiz yine birdi. Ruhlarımız bedenen de nihayet kavuşmuştu.

Ve ben Karan konuşmasa da anladım.

Tek bir sarılıştan.

Karan hiç ölmemişti.

Karan,kollarımı sıkı sıkıya sardığım bedenin hemen içindeki ruhtaydı.

Ona çok kurgun yanım bile susmuşken benden çok az uzaklaşan bedeninin ardından elleri yanaklarımdan tutarak başımı kendisine doğru kaldırmış ardından alnıma ufak fakat derin bir öpücük bırakmıştı.

"Evimize hoşgeldin sevgilim, hoşgeldin Güneşim.. Seni çok özledim."

Alnını alnıma dayayarak söylediği fısıldadığı sözlerin ardından gözlerim kapalı şekilde konuştum.

En azından kendi içimde.

Hoş bulamadım sevgilim,sana çok kırgınım ve seni deli gibi özledim.

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 60.4K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
63.2K 5.1K 6
Hiç kapanmamak üzere açılan yaralar, kanamaz. İz bırakır. Ve o iz sonsuza dek geçmez, Yanı başında kalır.
583K 24.6K 44
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
191K 3.5K 20
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...