ANDROMEDA

By Sultanakr

11.9K 16.3K 8.6K

[WattpadRomance TR Okuma Listesinde] Zihnimde akmakta olan bir kum saatinin sesini duyuyordum. İnce, dar kısı... More

ANDROMEDA
1. BÖLÜM: "SEÇİM"
2. BÖLÜM: "DAVET"
3. BÖLÜM: "ŞEYTAN'IN SIRRI"
4. BÖLÜM: "AIDONEUS"
5. BÖLÜM: "ZEUS'UN ZAAFI"
6. BÖLÜM: "HERA"
7. BÖLÜM: "GEÇMİŞ"
8. BÖLÜM: "OYUN"
9. BÖLÜM: "MAHŞER"
10. BÖLÜM: "KAOS"
11. BÖLÜM: "KRİZ"
12. BÖLÜM: "ÖLÜ RUHLAR SENARYOSU"
13. BÖLÜM: "GEÇMİŞİN SİLUETİ"
14. BÖLÜM: "KIRMIZI"
15. BÖLÜM: "PERSEPHONE"
16. BÖLÜM: "DOĞUM GÜNÜ"
17. BÖLÜM: "HEDİYE"
18. BÖLÜM: "SINIR"
19. BÖLÜM: "YILAN"
20. BÖLÜM: "ACININ EBEDİ RUHU"
ANDROMEDA
OUROBOROS
21. BÖLÜM: "SORU"
22. BÖLÜM: "KARANLIK"
23. BÖLÜM: "BEDEL"
24. BÖLÜM:"LACRİMOSA"
25. BÖLÜM: "EROS'UN OKU"
26. BÖLÜM: "MEZARLIK"
27.BÖLÜM: "KAOSUN BAŞLANGICI"
28. BÖLÜM: "VİCDAN MAHKEMESİ"
29. BÖLÜM: "NEMESİS'İN LANETİ"
30. BÖLÜM: "CEHENNEM BALOSU"
31. BÖLÜM:"KHAOS VE EREBOS"
32. BÖLÜM: "YANGIN"
33. BÖLÜM: "YIKIM"
34. BÖLÜM: "ELSION (YERALTI CENNETİ)"
35. BÖLÜM: "ÖLÜM MELEĞİ"
36. BÖLÜM: "RUH"
PANDORA
BİRİNCİ PART
İKİNCİ PART
37. BÖLÜM: "ESARET"
38. BÖLÜM: "GİRİFT"
39. BÖLÜM: "GERÇEKLİK"
40. BÖLÜM: "HİÇLİK"
41. BÖLÜM: "DÖNÜM NOKTASI"
42. BÖLÜM:"ARAF"
44. BÖLÜM: "MASUMİYET"
45. BÖLÜM: "EVLİLİK"
46. BÖLÜM TANITIMI
46. BÖLÜM: AY TUTULMASI
47. BÖLÜM: AN
48. BÖLÜM: SAKLAMBAÇ
49. BÖLÜM: KÜL
50.BÖLÜM: YARIM

43. BÖLÜM: "TEHDİT"

144 311 0
By Sultanakr

18 Kasım 2022

Evil, Dark Piano

Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar. 💃

🎲

540 Gün Önce

Eflâl Keskin, Ağzından

Ruhumda bir kadının ayak seslerini işitiyordum. Yavaş solukları zihnimde bir yankı bırakıyordu. Kendimi o kadının ayak izlerini takip ederken bulduğumda, onun izinden yürümeye başladım. Biz yürümeye devam ettikçe uzaktaki sesler daha da yakınlaşıyordu. Bir süre sonra sesler, ayak seslerimizi bastırdı ve önümdeki kadın koşmaya başladı. Zihnimde bir oda kuruldu ve o odanın içinde bizler var olduk.

"Bunu bana nasıl yaparsın?" dedi, annem.

Sırtımı gördüğüm kişilerle birlikte arkamdaki soğuk duvara yasladım. Gözlerim yanımdaki takvime iliştiğinde günlerden kara günün olduğunu gördüm. Bakışlarım takvimin biraz altına kaydığında ise küçük kızı fark ettim. Biraz sonra olacakları biliyordum ama o bilmiyordu.

Annem oturduğu yerden hiddetle kalktı ve babamın yanına yaklaştı. Onu durdurmak istedim ama zihnim geçmişe müdahale etmeme izin vermemişti. Annem babamın önünde durduğunda ellerini yakalarına koydu.

"Kızın dün kaza geçirdiğinde neredeydin Gökhan!" dedi, ruhumdan bir türlü acısını koparamadığım, annem.

Kaşlarım kendiliğinden çatılırken yanımdaki küçük kıza baktım. Olacaklardan bir haber dururken zihnimde bir ses yükseldi.

"Eflâl?"

Birden gözlerimin önündeki bütün görüntüler silinirken karşımda bana el sallayan Serap'ı fark ettim. Korkuyla arkama yaslandığımda Serap kaşlarını çatarak bana baktı.

"Bir sorun mu var?" diye sordu, Serap. Anında kendimi topladım ve kafamı iki yana salladım. Elimi yumruk yapıp dudaklarıma yaklaştırdım, birkaç kere öksürdüm.

"Bir sorun yok."

Serap, yavaşça yerine oturduktan sonra ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve derin bir nefes aldı.

"Sende de oluyor değil mi?"

Artık kaşlarımı bende çatmıştım. "Ne oluyor mu?"

Serap, omzunu çekti. "Arada yalnız kaldığımda geçmişteki olaylar yakamı bırakmıyor ama bu benim hoşuma gidiyor. Çünkü küçük aklıyla o an hiçbir şey anlamamış oluyorum ve böylece bütün taşlar yerine oturuyor."

Serap'ın dedikleriyle kaşlarım eski hâline döndü. Konudan uzaklaşmak amacıyla kolumdaki saate baktım ve öne doğru eğildim.

"Konumuza dönelim, beni buraya neden çağırdın?"

Serap, küçük bir tebessüm ile dudaklarını büzdü. "Kaçmak konusunda ustaymışsın."

Tek kaşım yukarıya doğru kıvrılırken Serap ciddileşti ve arkasına yaslandı.

"Bana yardım etmen konular var."

Serap'ın cümlesiyle ellerimi hafifçe iki yana açtım. O, ne demek istediğimi anladı ve ben bir şey demeden devam etti.

"Barbaros ve Alpay'dan bahsediyorum. Umarım dün söylediklerimi hatırlıyorsundur. Çünkü o cümleleri bir daha söylemeyeceğim. Aralarındaki kavgalara artık bir son vermenin zamanı geldi."

Düşünceli bakışları gözlerimde dolanırken derin bir nefes verdim ve arkama yaslandım. Serap elini elimin üzerine koyduğunda zihnimde bir kadının silueti oluştu. O kadının yüzü, karşımdaki kadın ile aynıydı. Geçmişte güvendiğim kişiye bu sefer güvenebilir miydim bilmiyordum ama içimden bir ses yanılmayacağımı söylüyordu.

"Bak Eflâl ben, etrafımdaki sevdiklerimin zarar görmesini istemeyen birisiyim. Tahmin ediyorum ki sende de bu kişilik var. Eğer sana güvenmeseydim şu anda mekânın önünde, bize bakan kişilerle bu konuşmayı yapmazdık."

Kaşlarım çatıldığında bakışlarımı oraya doğru yönlendirecektim ki Serap beni durdurdu.

"Oraya bakma lütfen. Barbaros'un bir planı var."

Konuşma gittikçe zihnimdeki sorular daha da artıyordu.

"Timuçin Hancıoğlu, Alpay ile bir konuşmasında Barbaros yerine şirketin başına onu geçireceğini söyledi fakat bir isteği vardı. Biliyorum birazdan söyleyeceklerim sana çok saçma gelecek ama Alpay'dan Barbaros'u öldürmesini istedi."

Zihnimdeki yüzleşmem ağır olmuştu.

Hayal ettiğim o an ile gerçek arasında bir köprü vardı ve biz o köprünün bir yerlerinde mahsur kalmıştık.

"Alpay, dedesinin bu isteğini gerçekleştirmeyeceğini söyledikten bir hafta sonra senin de katıldığın o parti düzenlendi."

Kaşlarım hafifçe çatılırken başımı sağa yatırdım.

"Böylece Timuçin Hancıoğlu, Barbaros ile bir anlaşma yaptı." Serap, söylediğim cümleden sonra kafasını ağırca salladı. Eli çantasına gitti ve bir sigara paketi çıkardı. Paketi aralayıp bana uzattığında içinden bir tane aldım ve dudaklarıma yerleştirdim. Serap, kendi sigarasını yaktıktan sonra dudaklarımdaki sigarayı yaktım.

"Barbaros'tan ne istediğini bilmiyorum ama içimde bir şüphe var Eflâl. Timuçin Hancıoğlu'nun nasıl biri olduğunu çok iyi biliyorum. Bu kardeşlerin arasına soktuğu uçurum, elbet birinin düşmesine sebep olacak."

Dudaklarımdaki sigarayı masada küllüğe bıraktım.

"Peki, bu konuda benden nasıl bir yardım istiyorsun?"

Serap, sigarasından bir nefes çekti ve benim gibi küllüğe bıraktı.

"Aramıza yeni katılan ve daha hiç kimsenin seni tanımadığı bir ortamdasın Eflâl. Evet, Barbaros ile aranızda geçen husumeti duydum fakat Hancıoğlu ailesi için önemli bir yere sahipsin. En önemlisi ise sen Andromeda'sın."

Serap, gözlerini gözlerime sabitledi. Yeşil gözlerinin içindeki gurur ve zafer hırsı çok belirgindi.

"Andromeda'nın Özgür için ne kadar önemli olduğunu herkes çok iyi biliyor ve kimse sana zarar vermeye cüret etmez."

"Bu kadar konuşma yeter."

Özgür'ün sesiyle bir anda sola doğru baktım. Yüzündeki ifadesizlikle Serap'a bakıyordu.

"Alpay birazdan mekâna gelecekmiş, seni burada görmesi iyi olmaz."

Serap kafasını salladı ve ayağa kalktı. Bakışlarım küllüğün içinde sönüp giden sigaralara gittiğinde kafamı iki yana salladım ve Serap'a baktım.

"Tanıştığıma yeniden memnun oldum, Andromeda."

Gülümsedim.

"Benim için bir şerefti, Persephone."

Serap, dudaklarında buruk bir tebessüm ile kafeden uzaklaşırken bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Derin bir nefes aldı ve ellerini ceplerine soktu.

"Benim birkaç saatliğine işim var. Sen ben gelene kadar mekâna göz kulak olursun."

Kafamı salladığımda kafeden çıktım. Özgür, kapının hemen önündeki motoruna atladı, vizörünü indirip gaza yüklendi. Karşıdan karşıya geçtiğim vakit mekânın içinden iki adet koruma dışarıda beklemeye başladı. Büyük adımlarla içeriye geçtim ve kenardaki koltuklara kurulmuş, sohbet eden Tuna ile Aybars'ın yanına yaklaştım.

"Nasıl gidiyor?"

Aybars gülümseyerek Tuna ile arasındaki arayı açtı.

"Otursana, dün oynadığımız oyunlarla ilgili dedikodu yapıyoruz."

Güldüm. "Sizde dedikodu var mı ya?"

Aybars ve Tuna birbirlerine bakarak kıkırdadı. Ardından Aybars yeniden bana döndü.

"Ohoo, bizde ne dedikodular var bir bilsen."

Gülümsedim ve tam yanlarına oturacakken Tuna ayağa kalktı. Bakışları sertleşmiş, tam arkama bakıyordu. Aybars ise oturduğu yerden hiç kalkma tenezzülünde bile bulunmamıştı.

"Özgür burada yok."

"Biliyorum."

Bu, Barbaros'un sesiydi.

Alpay birazdan mekâna gelecekmiş, seni burada görmesi iyi olmaz.

Barbaros'un buradan hemen gitmesi gerekiyordu. Alpay'ı birazdan burada olabilirdi.

"Senin burada ne işin var?"

Gözlerimi sakince yumduğumda önümde bir hareketlik oldu. Yavaşça gözlerimin aralanmasına izin verdim ve arkama döndüm. Alpay ile Barbaros, yeniden karşı karşıya gelmişlerdi. Barbaros, Alpay'ın dediğini takmayarak Tuna'ya olan bakışlarını sürdürüyordu.

"Soruma cevap ver."

Alpay yeniden Barbaros'a soru yönlendirdiğinde Barbaros, arkasına döndü ve Alpay'a doğru ilerlemeye başladı.

"Beyler! Nerede olduğunuzu unutmayın."

Bir anda herkesin bakışları bana döndüğünde aralı dudaklarımı kapattım. Ne ara konuştuğumu bilmiyordum ama sesimin fazlaca gür çıktığını fark edebilmiştim. Barbaros, beni şaşırtacak bir şekilde Alpay'dan bir adım uzaklaştı ve bakışlarını bana çevirdi.

"Özgür nerede?"

Ona gerçeği söylemeyecektim. "Bilmiyorum."

Barbaros sıkıntıyla derin bir nefes verdi ve bakışlarını kaçırdı, sanki aklına bir şey gelmişçesine bana baktı ve dudaklarına alaycı bir gülümseme yerleştirdi.

"Demek ki aslan, dişisini yalnız bıraktı."

Barbaros, herkesin sabrını sınamayı bırakmış ve benimle uğraşacak anı kollamış gibi duruyordu. Onun oyununa gelmedim ve dudaklarımın arasından şuh bir kahkahanın dökülmesine izin verdim.

"Güzel söyledin Barbaros ama unuttuğun birkaç şey var."

Ona doğru yaklaşmaya başladım.

"Özgür, lakabım olarak Andromeda'yı kullandı ve bende bana bu şekilde seslenilmesini isterim, bu bir."

Bir adım daha attım.

"Andromeda'nın içindeki Andromeda isminin ne anlama geldiğini buradaki herkesten sen daha iyi biliyor olman gerekiyor, bu da iki."

Son adım attığımda Barbaros'un karşısına dikilmiştim. Gözlerindeki sinir kırmızıları daha da belirginleşmeye başlamıştı. Çenemi dikleştirdim ve onun buradan gitmesi için son noktayı koymaya hazırlandım.

"Aslanın dişisi de aslandır, bu da üç."

Barbaros'un çenesi gerildiğinde dişlerini sıktığını anlamıştım. Yumruk yaptığı elini bana doğru uzattı ve işaret parmağını salladı.

"Elbet bir gün, bir gün sende kaybedeceksin Andromeda."

Yüzümde acı bir tebessüm oldu. Barbaros, yanımdan geçip giderken ona doğru döndüm.

"Barbaros."

Barbaros, bir anlık sinirle bana döndüğünde dudaklarımdaki tebessümü genişlettim.

"Yüzmek için yanlış yerdesin, burası balçık."

Barbaros, kafasını hızla iki yana salladı ve mekândan çıktı. Bir anda Aybars'ın gülme sesleri kulağıma ulaştı. Arkama dönüp işaret parmağımı dudağıma yasladım.

"Aybars."

Aybars, uyarıcı ses tonumu aldıktan hemen sonra elini dudağına götürdü ve görünmez bir fermuar çekip yeniden koltuğa doğru ilerledi. Derin bir nefes alıp Alpay'a baktım.

"Özgür geleceğinden bahsetmişti."

Alpay, kafasını ağırca salladı. Bakışları Tuna'ya çevrildiğinde Tuna, yavaşça yanımızdan ayrıldı. Elimle Özgür'ün odasını gösterdim.

"Gel, oturalım."

Alpay önde ilerlerken garsonlardan birine seslendim.

"Özgür'ün odasına iki tane sert kahve getirebilir misin?" Garson söylediğim isteğe karşı hızla kafasını salladı ve bara doğru ilerledi. Alpay, odanın kapısını açıp içeriye girerken peşinden ilerledim ve kapıyı kapattım. Siyah, tekli deri koltuklara yerleştiğimizde kapı çaldı.

"Gir."

Garson saniyeler içerisinde kahveleri servis edip odadan çıktığında bakışlarım hâlâ Alpay'ın yüzünde dolanıyordu. Önündeki kahveden bir yudum alıp arkasına yaslandı. Onu tekrar edip arkama yaslandığımda artık konuşmanın zamanı gelmişti. Sağ bacağımı sol bacağımın üstüne attım ve ellerimi dizimin etrafında bağladım.

"Seni dinliyorum Alpay."

Alpay, derin bir nefes aldı.

"Güçlüsün. Tek bir sözün ile yaptıramayacağın şey olamaz. Özgür'ün neden seni seçtiğini şimdi daha iyi anlayabiliyorum."

Alpay'ın dedikleri her ne kadar gururumu okşasa da sert olmak zorunda olduğumu kendime bir kez daha hatırlattım.

"Buraya beni konuşmak için gelmediğini sanıyordum."

Alpay'ın yüzünde değişiklik olmadı. Aynı ifadeyle bana bakmaya devam etti.

"Zarar göreceksin Eflâl, zarar göreceksiniz."

Kaşlarım çatıldı. Karşımdaki adam sahiden de benim hayal ettiğim dünyadaki adam ile aynı mıydı? Kollarımı göğsümde bağladım.

"Ne demek istiyorsun Alpay? Lütfen biraz daha açık konuşur musun?"

Alpay, kafasını salladı ve öne doğru eğildi.

"Barbaros ile aramdaki kavga Özgür'e sıçrayacak. Onu bu durumdan ancak sen kurtarabilirsin. Ondan bir seçim yapmasını isteyemem fakat Barbaros'u engelleyecek tek kişi de Özgür. O, sevdiği insanlara ve değer verdiklerine çok naif davranır ama etrafından birilerine zarar geleceğini hissettiği anda karşındakinin Özgür olduğunu tanıyamazsın."

Bakışlarım yere çevrilirken ne yapabileceğim hakkında bir düşünmeye başladım. Evet, Özgür bu kavganın arasında kalırsa Barbaros daha da sinirlenecek ve ona da saldırmaya başlayacaktı. Bunun olmaması için elimden geleni yapmaya hazırdım.

"Peki, benden ne yapmamı istiyorsun?"

Alpay, bu yola başvuracağımı bildiğini gösterirmişçesine rahatça arkasına yaslandı ama gözlerindeki gerginlik hâlâ yerini korumaya devam ediyordu. Bakışlarını yere indirdi ve beklemeye başladı. Birkaç dakikalık oluşan sessizliğin ardından gözlerini bana çevirdi.

"Bazen düşmanını yok etmek için onunla dost olmalısın ama ondan önce düşmanını seçmelisin Andromeda."

Zihnime düşen tek bir cümleyle öne doğru eğildim.

"Peki, sen benim düşmanım mısın Aidoneus?"

Oğuzhan Özgür Hancıoğlu, Ağzından

Her anı, zihnin bir yapboz parçasıdır.

Melih amca ile yaklaşık bir saatten beri bize arkası dönük kadını izliyorduk. Önündeki çiniyi ısrarla bırakmamış ve başını kaldırmamıştı. Derin bir nefes alıp Melih amcaya baktım. Gözlüğünü takmış elindeki gazetedeki manşetleri okuyordu. Burada canı sıkılan yalnızca bendim. Dudaklarımın arasından yapmacık bir öksürüğü bırakırken kadın yavaşça başını kaldırdı ve yüzünü yana çevirdi.

"Sabırsızsın."

Kadının yaşlı ve naif tonu şaşırmama neden olurken derin bir nefes aldı ve bedenini bana döndürdü.

"Yürek ile yapılan iş sabır ister evlat. Sen de o yok."

Ellerimi dizlerimin üzerine koydum ve başımı biraz sağa eğdim.

"Sizin yardımınıza ihtiyacım var. Değer verdiğim bir kişiye kıymetli bir bileklik yaptırmak istiyorum."

Kadının dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. Ayağa kalktı ve bana doğru yaklaşmaya başladı. Yanıma geldiği vakit arkamdaki dolaba ilerledi. Dolabın kapağını iki yana açtı ve içinden siyah bir kutu çıkardı. Titreyen elleriyle kutuyu bana uzattı.

"Yıllar önce bir genç, benden senin gibi bir bileklik yapmamı istedi. Bilekliği yaptım fakat ne o ne de bilekliğin sahibi geldi. Hayatta her insanın değer verdiği biri olur evlat. Önemli olan tek şey değer verdiğin o kişinin hayatının neresinde olduğudur."

Zihnimde yaşlı kadının dediklerinden sonra bir soru oluştu ve bütün düşüncelerimi kaçırdı. Değer verdiğim, kendimden öne koyduğum bu kişi gerçekten benim için değerli miydi? Gözlerimi kapattım ve ruhuma kulak verdim. Kapalı kapıların ardından gülen bir kadının sesi yükselirken bir yandan ağlayan kadının sesi yankılanmaya başlamıştı. Gözlerinin rengi gelecekti. Ona sunduğum hayatın içindeki tek anıydı.

Eflâl, benim için değerliydi.

"Nasıl bir tarz bileklik istiyorsun?"

Yaşlı kadının sesi ile gözlerimi araladım. "Yapmayı kabul ediyor musunuz?"

Yaşlı kadın kafasını ağırca salladı ve derin bir nefes aldı. Ellerimi birbirine sürtüp ayağa kalktım, masanın yanına ilerledim. Masanın üzerine elimdeki kutuyu bıraktım. Boş bir kâğıda defne yapraklarını çizerken yaşlı kadının yanıma yaklaştığını hissettim. Çizdiğim şablon bittiğinde kadına baktım.

"Sabırsız biri olmana rağmen sabır gerektiren bir işleme istiyorsun evlat, emin misin?"

Gülerek kafamı salladım. Kadın eliyle kapıyı gösterip Melih amcaya baktı.

"Haydi, şimdi gidin. Ben bileklik bittiğinde Melih'e haber veririm."

Melih amca oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru ilerlerken peşinden ilerledim. Tam aralık kapıdan çıkacakken aklımdaki soruyla durdum. Yüzümü yaşlı kadına döndüğümde çizdiğim şablonu inceliyordu.

"Peki, o adama ne oldu?"

Yaşlı kadın sorduğum soruyla gözlerini şablondan çekti ve bana baktı.

"Sevdiği kadını kaybetti."

Gözlerim aldığım cevap ile yere çevrildiğinde kadın masanın üzerindeki kutuyu aldı ve bana yaklaştı. Kutuyu yeniden bana uzattığında gözlerimi gözlerine çevirdim.

"Hayat, tesadüflerle doludur evlat." dedikten sonra kadın kutunun altını çevirdi. Kutunun altındaki ismi gördüğümde dudaklarımın aralanmasına engel olamamıştım.

"Çık artık."

Kafamı belli belirsiz salladım ve dükkândan çıktım. Yavaş adımlarla motora ilerlerken kutuyu iç cebime koydum ve Melih amcaya baktım. Elini sallayarak kendi dükkânına gittiğinde derin bir nefes aldım. Elim, kalbimin tam üzerindeki kutuya giderken gözlerimi kapattım. Kalbimin üzerindeki yük ağır gelmişti.

Motora binip gazı kökledim. Sağa doğru inmeye başlayan ibre git gide daha da aşağıya doğru hareket ediyordu. Kafamdaki kasktan dolayı her ne kadar rüzgârın uğultusunu hissedemesem de göğsümdeki şiddeti fark edebiliyordum. Kısa bir süre sonra tüm şehri kuş bakışı görebileceğim bir alana vardığımda gazı kestim ve motoru durdurdum.

Ayaklarım sertçe yere sabitlenirken üzerimdeki montun fermuarını aşağıya çektim ve cebimdeki kutuyu çıkarttım. Kutunun altına baktığımda isim bir kez daha zihnime kazınmıştı. Kutunun kapağını açıp motorun üzerine bıraktım ve koruyucu bezi yavaşça kenara çektim. Bir kâğıt parçasıyla göz göze geldiğimde derin bir nefes aldım ve kâğıdı elime aldım.

Yeşil taşlardan oluşmuş bir bilezik bu kadar naif olamazdı, diye düşündüm kendi kendime. Kafamı iki yana yavaşça salladım ve kutuyu motorun üzerine bıraktım. Kâğıdı açtığımda ise kurumuş bir yasemin çiçeğini hiç beklemiyordum.

"Nalan."

Bu ismin üzeri çizilmişti.

"Aklımdaki sayısız düşüncelerin sebebi kadın."

Bu cümlenin üzeri de çizilmiş ve bir gözyaşı son sözcüğün mürekkebini dağıtmıştı.

Sende yerim nedir bilmem.

Ben de nasıl seslenirim bilemem.

Aşk bir kadının dudaklarında ölürken,

Umut da bir adamın kaleminde son buluyor.

Okuduğum dörtlük ile bakışlarımı şehirde gezdirip okumaya devam ettim.

Sen, seni gören bir adama gözlerini kör ettiğin gün sana bu satırları yazmaya başladım. Gerçi bunu da okuyacağından da pek emin değilim ama artık bir devrin sonuna geldiğimi hissediyorum Nalan.

Seninle geçirdiğim o vakit boyunca dudaklarından düşmeyen yılanın adı, benim panzehrimin kayıp madalyonuydu. Sen o madalyonu avuçlarında tuttuğun an, benim panzehrim güçlü bir zehre dönüşmüştü. İnsanlar tercih yapmakta özgürdür ama her özgürlük, bir tutsaklıktır.

Sen, yanlış bir adama tutsak olmayı seçtin. Ben ise o tutsaklığı özgürlüğe çevirmek için çabaladım. Görmedin Nalan, sen beni görmedin. Güldüğünde yeşil olan gözlerin bana çevrildiklerinde hep sinirli ve mavi renge döndü. Sen geleceği hiç bana vermek istemedin.

Bu satırları okumayacağından o kadar eminim ama emin olmamakla beraber yine de yazmak istiyorum. Timuçin Hancıoğlu, senin hayatında görüp göremeyeceğin tehlikeli birisidir. Yıllar önce şirket için benimle bir anlaşma yapmak istedi. Şirketi her şeyden çok istiyordum doğru ama benden onu öldürmemi istedi.

Dedem, Barbaros'u benden öldürmemi istedi.

Senin sevdiğin adamı, senin ellerinden almamı istedi.

Çünkü sen Barbaros'u iyi yapıyordun ve bunu engellemek istedi.

Kanım, okuduklarımla birlikte sanki çekilmiş ve tüylerimi ürpertmişti.

Yapabilirdim, ona zarar verebildim Nalan ama bunu yapmadım. Senin değer verdiğin insana kıyamadım. Üstüme saldığın yılanın beni zehirlemesine izin verdim. Buna sen izin verme Nalan. Timuçin Hancıoğlu'nun Barbaros'u zehirlemesine asla izin verme.

Kalemim artık son kez bu satırları yazıyor Nalan. Aşk artık yok, umut zaten hiç olmamıştı.

"Aras Alpay Hancıoğlu."

Dudaklarımdan dökülen isimle yeniden bakışlarımı şehre çevirdim. Gözlerimi kapattım ve başımın sola düşmesine izin verdim. Alpay, her şeyin farkındaydı. Nalan'ın onu sevmediğini, Barbaros'un neden dedemizle bu kadar bağ kurduğunu biliyordu. Alpay, dedemin ondan istediğini yapmadığında başına neler geleceğinin habercisiydi ama o zarar vermek yerine kaybetti.

Her şeyini.

Gözlerimi açtım ve derin bir nefes verdim. O gün, onu vuran Barbaros'tu. Motorun üzerindeki eşyaları toplayıp cebime koydum ve motoru çalıştırdım. Zihnimin bana verdiği komut ile mekâna sürmeye başladım. Gerçeğin yanında olmalıydım ve olacaktım.

Sonuçları ne olursa olsun, bunu yapmalıydım.

Persephone, Ağzından

Her ruh geçmişin izlerini taşır.

Kimi insan bunu açıkça belli ederken kimi insanlar bunu içlerinde yaşamayı tercih ederdi. Sahip olduğu, içinde yaşattığı bu izler; zihninde ve ruhunda bir yorgunluğa sebep olurdu. Yaklaşık on dakikan uzun bir süredir izlediğim kadın, geçmiş izleriyle bir çelişkiye girmiş gibi duruyordu. Büyümüş göz bebekleri masaya mıhlanmış ve öylece hareketsizce ruhundaki olay örgüsünü çözmeye çalışıyordu.

Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. İçinde çözmeye çalıştığı her ne ise başarılı olamayacaktı.

"Eflâl." Gözlerimi açmadan hemen önce dudaklarımdan dökülen isim buydu. Eflâl, irkilerek bakışlarını bana çevirdiğinde derin bir nefes verdim. Sanki biraz daha geç seslenseydim kendini o anının içinde kaptıracakmış gibi bir hâli vardı.

"Bir sorun mu var?"

Eflâl, gözlerindeki ve yüzündeki dumuru halini hızla toparladı ve kafasını iki yana salladı.

"Bir sorun yok."

Başımı ağırca sallarken sandalyeye oturdum ve ellerimi masanın üzerinde birleştirme isteğinde bulundum.

"Sende de oluyor, değil mi?"

Dudaklarımdan dökülen sözcükler öylesine zihnimde oluşan sözcükler gibi değildi. Sanki karşımda yıllardan beri tanıdığım bir insan gibi hissediyordum ama sanırım Eflâl öyle hissetmiyordu.

"Ne oluyor mu?"

Üstelik haklıydı. Neden bir insan, tanımadığı başka bir insana geçmişine döksündü ki?

"Arada yalnız kaldığımda geçmişteki olaylar yakamı bırakmıyor ama bu benim hoşuma gidiyor. Çünkü küçük aklıyla o an hiçbir şey anlamamış oluyorum ve böylece bütün taşlar yerine oturuyor."

Kurduğum cümle ona mantıklı gelmişti ki göz bebekleri büyüdü fakat hızlıca toparlandı ve ardından kolundaki saate baktı.

"Konumuza dönelim, beni buraya neden çağırdın?"

Dudaklarımda bir gülümseme olurken zihnimden geçenlerle dudaklarımı büzdüm. Özgür, gerçekten de kendine göre birini bulmuştu.

"Kaçmak konusunda ustaymışsın." Eflâl, sıkıldığını belli ettiğinde ciddileştim ve arkama yaslandım. Ona yeniden her şeyi anlatarak konuyu daha da uzatmak istemiyordum.

"Bana yardım etmen konular var."

Zihnimden her ne kadar zamanımın az olduğunu geçirsem de mantığım tüm kontrolü ele geçiriyordu. Eflâl, elini iki yana açtığında dudaklarımdan dökülen sözcükler teker teker döküldü. Timuçin Hancıoğlu, Alpay ve Barbaros'un konuları giderek arttığında bir ses tüm konuşmayı böldü.

"Bu kadar konuşma yeter."

Gelen, Özgür'dü. Bakışlarının bende takılı olduğunu fark ettiğimde tek kaşım yukarıya doğru kıvrıldı.

"Alpay birazdan mekâna gelecekmiş, seni burada görmesi iyi olmaz."

Özgür haklıydı. Alpay'ın beni burada görmesi bana olan güvenini sarsabilirdi. Hızlıca oturduğum yerden kalkarken Eflâl, ayağa kalktı. Elimi yavaşça ona uzattım.

"Tanıştığıma yeniden memnun oldum, Andromeda."

Geçmişin içindeki tek gelecek sensin Andromeda, demek istemiştim ama dudaklarımdan dökülen yalnızca bunlardı. Eflâl kısa bir cümleyle konuşmayı bitirdiğinde elimi elinden çektim ve kafeden ayrıldım. Arabalara dikkat ederek karşıdan karşıya geçtim ve yol üzerinde bekleyen taksiye binmek için harekete geçtim. Taksici ben komut vermeden ilerlemeye başladığında derin bir nefes aldım.

"Kamelya Caddesi'ne."

Taksici kafasını sallarken yorgun bakışlarımı cama çevirdim. Kafamın sağ tarafı cama yaslanırken arabanın sarsılışı göz kapaklarımın biraz daha inmesine neden oluyordu. Gözlerim tamamen kapandığında ellerim karnımın üzerinde birleşti. Ruhum karanlığa teslim olmadan araba durduğunda gözlerimi hafifçe araladım. Gördüğüm manzara ile bakışlarımı taksiciye çevirdim fakat o ben daha konuşmadan arabadan indi. Tam arabadan inecekken yan kapı açıldı.

"Sakin ol ve istemediğim hareketleri yapma Persephone."

Tanıdık bir tınıyla baş başa kaldığımda derin bir nefes verdim ve parmaklarımı kütürdettim.

"Ne istiyorsun?"

Timuçin Hancıoğlu'nun bakışları en sonunda benimkileri bulmuştu.

"O kızla ne konuştuğunu bilmek istiyorum."

Gözlerimi devirdim ve arabanın kulpuna uzandım.

"Sana hayatının benim ellerimde söylemem yetmeyeceği için başka bir alternatif getirdim."

Elim kapı kulpunda asılı kalırken ön koltuğun kapısı açıldı. Bir kadın yavaşça koltuğa oturdu ve kapıyı kapattı. Bakışlarımı Timuçin Hancıoğlu'na çevirdim. Gözlerindeki şeytani işaret ürkütücü olmaya başlamıştı.

"Bebeğinin canına karşılık Eflâl ile ne konuştuğunu söyleyeceksin, Persephone. Yoksa önde oturan doktorun ne yapacağını biliyorsun."

Timuçin Hancıoğlu'nun kurduğu cümleyle kulaklarımda bir çınlama oluşmaya başladı. O öyle bir çınlamaydı ki zihnimi alt etmiş ve ruhumu talan etmeye hazırlanıyordu. Çatılan kaşlarımla kafamı sağa doğru eğdim.

"Ben hamile değilim."

Hancıoğlu, kafasını ağırca salladığında elini kapı kulpuna götürdü.

"Unutma Persephone, bebeğinin canı mı daha önemli yoksa Eflâl ile ne konuştuğun mu?"

Zihnime bir de ben sordum. Eflâl ile ne konuştuğumu söylemeli miydim yoksa Alpay'ın bile bilmediği çocuğu riske mi atmalıydım? Gözlerimi kapattım ve mantığımın zihnimin önüne geçmesine izin verdim.

"Senin Alpay'ı, Barbaros'u öldürmekle tehdit ettiğini söyledim."

Gözlerimi açıp ona baktığımda kafasını yeniden salladı.

"Pelin, taksiciyi çağırın. Eve bırakılması gereken bir yolcusu var." dedi ve arabadan indi. Dişlerimi birbirine bastırdığımı hissedip kendimi kasmayı bıraktığımda diş etlerimin acıdığını fark etmiştim. Öndeki kadın da beni arabada tek bırakıp indiğinde elimle yüzümü kapattım. Arabaya birinin bindiğini fark ederken ellerimi yüzümden çektim ve camdan dışarıya baktım.

Eflâl'e ihanet etmiş gibi hissediyordum. Alpay'a yapacağım açıklamayı düşünüyordum. Onun hiçbir şeyden haberi olmaması, benim ona yaşadıklarımı söyledikten sonra sarsılacak güveni düşünmek bile istemiyordum. Taksiciye bakışlarımı çevirdim ve derin bir nefes aldım.

"Andromeda'ya gidiyoruz."

Taksici ürkek bakışlarını dikiz aynasına çevirdiğinde yüzüm nasıldı bilmiyordum ama zihnen kararlıydım. Her ne olursa olsun beni anlayışla karşılayacaklarını biliyordum.

Eflâl Keskin, Ağzından

Zihnimde birbirine düşman akrep ve yelkovan, düşüncelerini sesli bir şekilde ruhumda dile getiriyorlardı. Gürültülü tik ve tak sesleri her geçen salisede daha çok artıyor ve düşünmemi zorluyordu.

"Peki, sen benim düşmanım mısın Aidoneus?"

O rahatsız edici sesler, sorduğum bu soruyla durmuş ve ana odaklanmamı sağlamıştı. Alpay'ın dudaklarındaki gördüğüm buruk tebessümü adlandırmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Kafasını iki yana salladığında odanın kapısı açıldı.

"Geldim."

Özgür, buradaydı. Bakışlarımı Alpay'dan çekmeden arkama yaslandığımda Özgür'ün yanıma oturduğunu hissetmiştim. Alpay, gözlerini Özgür'e çevirdi ve derin bir nefes verdi.

"Eğer biraz daha geç kalsaydın sanırım Andromeda tarafından öldürülecektim."

Özgür'ün küçük çaplı kıkırdamasını duyduğumda bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerini bana bakarken yakaladığımda dudaklarımda küçük bir tebessümün oluşmasını engellemedim. Özgür, yüzünü ifadesiz bir hâle bürüdüğünde artık odadan çıkmam gerektiğini anlamıştım. Oturduğum yerden kalktım ve Alpay'a baktım.

"Düşmanına dost diye yakınlaşmak için önce düşmanını tanımalısın Aidoneus. Çünkü dostunun her sırrını bilirsin fakat düşmanın zaafları her şeye bedeldir."

Kurduğum cümleyi havada asılı bıraktım ve odadan çıktım. Mekânda bakışlarımı gezdirdiğimde kimsenin olmadığını fark ettim. Büyük ihtimalle Özgür, mekâna girdiğinde herkesi göndermişti. Kırmızı deri koltukta uyuyan Şimşek'i gördüğümde gülümsedim ve ona doğru ilerlemeye başladım.

"Eflâl."

Serap'ın sesini işitmemle ona döndüm. Arkamdan uzaktaki bedeni nedensizce titriyor ve gözlerinden yaşlar akıyordu. Kaşlarım çatılı bir şekilde yanına yaklaştığımda elinden tuttum ve bir sandalye çektim.

"Otur ve sakin ol."

Serap, titreyen bedenini sandalyeye bıraktığında elleri karnına sarıldı. Elimi elinin üzerine koydum ve Serap'ın yüzüne baktım. Boşta kalan elimi yüzüne götürüp baş parmağıyla gözlerinin altını sildim.

"Sorun nedir Serap?"

Serap, kafasını iki yana salladı.

"Buradan ayrıldığımda eve gitmek için taksiye bindim fakat taksici Timuçin Hancıoğlu'nun adamıymış. Beni onun evinin önüne götürdü ve arabadan indi. Timuçin denen o adam beni tehdit etti Eflâl."

Dişlerimi birbirine bastırdığımda kulağıma gıcırtısı ulaştı. Serap'ın gözleri benim gözlerimi bulduğunda acıyla kısıldı.

"Eflâl, ben hamileyim. Timuçin Hancıoğlu bunu nasıl öğrendiyse beni onunla tehdit etti."

Zihnimde suskun sesler olduğundan daha gürültülü bir hâle çevrildiğinde gözlerimin büyüdüğünü hissettim. Bir anda odanın kapısının açıldığını işittim ve hızlıca ayağa kalktım. Serap'ın cebindeki telefonu alıp uçak moduna geçirdim ve arka cebime sıkıştırdım.

"Serap, senin burada ne işin var?"

Kazağımı düzeltip elimle Serap'ı işaret ettim.

"Hemen alt sokaktaki alışveriş merkezine giderken telefonu çalınmış. O da en yakın güvendiği yer olarak buraya gelmiş."

Alpay, ürkek gözlerle hızla Serap'a yaklaştı. Serap karnındaki ellerini çözüp Alpay'a sarıldığında Özgür'e baktım. Özgür, tek kaşı yukarıya havalanmış bir şekilde beni izliyordu. Bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Gözlerimi hafifçe kırpıştırdım ve dudaklarımı sessizce kıpırdattım.

Daha sonra.

Özgür, kafasını ağırca salladı ve yavaşça Serap'a doğru ilerledi. Alpay'ın omzuna dokunduğunda Alpay, Serap'tan ayrıldı.

"Şimdi eve gidin, Serap'ın dinlenmesi onun yararına olacaktır."

Alpay, temkinli bir şekilde Serap'ı oturduğu sandalyeden kaldırıp koluna girdi. Birlikte mekândan ayrıldıklarında gittiklerinden emin olmak için peşlerinden ilerlemeye başladım. Çıkıştaki arabaya binip uzaklaştıklarında gözlerimi kapattım. Arka cebimden telefonun alındığını hissettiğimde hızla arkama döndüm.

"Neler oluyor?"

Özgür, elindeki telefonu bana doğru salladı.

"Bu telefon senin değil Eflâl."

Kafamı salladım ve içeriyi gösterdim. Özgür hiçbir şey demeden içeriye girdiğinde arkasından yürüdüm. Biraz önce Serap'ın oturduğu sandalyeye oturduğunda karşısındaki sandalyeye oturdum.

"Timuçin Hancıoğlu, Serap'ı benimle ne konuştuğunu öğrenmek için tehdit etmiş."

Özgür, sol elini yukarıya kaldırdı ve hızlıca masaya vurdu. İrkilerek yerimde zıpladığımda sinirli hâlini bozmadı.

"Ve o da bunu söyledi."

Yüksek sesi mekânda yankılandığında sinirle ayağa kalktım.

"Mecburdu!"

Özgür, iki elini havaya kaldırdı.

"Neye mecburdu Eflâl? Serap, görüp göremeyeceğin bütün erkeklerden kendini en iyi şekilde savunabilecek bir güce sahip. İstese oradaki herkesi yerle bir edebilirdi!"

Ayağımı sertçe yere vurdum.

"Yapamadı çünkü hamileydi!"

Özgür'den daha yüksek çıkan sesim onun şaşırmasına neden olmuştu.

"Ne?"

Aralı dudaklarından dökülen tek bir sözcük derin bir nefes vermeme sebep oldu. Yavaşça bir hışımla kalktığım sandalyeye geri oturdum. Ellerimi pantolonuma sürterken gözlerimi Özgür'e çevirdim.

"Hamileydi ve kendini savunamazdı. Timuçin Hancıoğlu, Serap'ın hamile olduğunu bir şekilde öğrenmiş ve benimle tehdit etmiş. Onun yerinde kim olsa aynı şeyi yapardı."

Özgür, yerinden kalktı ve çıkışa doğru yürümeye başladı. Sandalyeyi geri devirerek ayağa kalktım ve ona yetişerek kolundan tuttum.

"Şu an ne yapmak istediğini çok iyi tahmin edebiliyorum Özgür ama ne yeri ne de zamanı gelmedi. Olayların durgunlaşmasını beklemek zorundayız. Alpay'ın Serap'ın hamileliğinden haberi yok ve bu şekilde saçma bir olay ile öğrenmesini kimse istemez. O yüzden yerine otur ve bir plan yap."

Özgür, gözlerini yumdu ve yumruğunu sıktı.

"Beni sakinleştirmenden nefret ediyorum Andromeda."

Kolunu tuttuğum eli saniyeler içinde kavradı ve sırtımın duvara yaslanmasını sağladı. Göz kapakları araladığında göz bebeklerinin büyüdüğünü görmüştüm.

"Bunu neden yapıyorsun?"

Sorduğu soruyla kaşlarımı hafifçe çattım.

"Ne yapıyorum ki?"

Dudaklarından şuh bir kahkaha döküldü. "Beni değiştiriyorsun, algılarımla oynuyorsun ve en önemlisi ise zihnimde dolaşıyorsun. Her saniye, her dakika, her saat oradasın Andromeda."

Kalbim, sanki yüz metrelik bir maratonda yarışmış kadar hızlı atıyordu. Sebebinin karşımdaki adam olduğunu biliyordum ama ne yapacağımı, nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum.

"Öhö, öhöm."

Bartu'nun sesiyle hızla Özgür'ü göğsünden ittirdim. Yanaklarımın kızardığını hissederken boğazımı temizledim.

"Ateş."

Bartu, sinirlendiriyordu.

"Efendim Bartu?"

Yan gözle Bartu'ya baktım. Gülmemek için dudağımı kemirirken Bartu, Ateş'e yaklaştı. Ellerini yanağına koyup Özgür'e baktı.

"Kurumuş boğazım."

"Lan! Beni seni şimdi ne yapayım?"

Özgür, Bartu'yu kovalamaya başladığında gülümseyerek mavi kapılı odaya ilerledim. Odaya girip kapıyı üstüme kapattım ve koltuğa oturdum. Ağrımaya yüz tutmuş başımı ovalamaya başladım. İçinde bulunduğumuz olaylara nasıl bir çözüm bulacağımızı düşünürken zihnime Alpay'ın cümlesi düştü.

"Bazen düşmanını yok etmek için onunla dost olmalısın ama ondan önce düşmanını seçmelisin Andromeda."

Timuçin Hancıoğlu, düşmanım artık belliydi. Onunla dost olma yolunu geçmiş gibi hissediyordum. Geriye doğru yaslandım ve göz kapaklarım örtülmesine izin verdim. Gerçek hayat ile hayal ettiğim o hayat bazen bir şekilde kesişiyordu ve şimdiki kesişme Timuçin Hancıoğlu'nda oluşmuştu.

Düşmanımı tanıyordum ama ne kadar tanıdığım hakkında pek bir bilgim yoktu. Tehlikeli olduğunu biliyordum. Tehlikenin derecesini Serap'tan görebilmiştim. Bu kadar tehlike dolu bir adamla ne yapacağımı bilmiyordum. İçimde bir yerlerde oldukça büyük bir korku vardı.

Kapalı gözlerimin ardındaki karanlık ruhumu dinlendirmeye başladığında başımı geriye attım. Uyku, büyük bir kaçıştı.

Merhaba, ben geldim. Nasılsınız?

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Haftaya Salı, koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle.

Continue Reading

You'll Also Like

72.7K 3.1K 23
Teğmen Asya Öztürk'ün aylardır peşinde olduğu terörist sonunda kendi kendini mahv edecek bilgileri Asya'nın eline verir . Fakat işler Asyanın istediy...
36.1K 1.7K 18
Tesadüfen yolları kesişen avukat kızın ve askerin yaşadıkları zorluklar, aynı zamanda beraber geçirdikleri güzel vakitler... Kitaptaki olayların hiçb...
174K 818 6
!!! KİTAPTA BOLCA SMUT BULUNUR !!!
1.1M 105K 43
~Bu kitap tüm zorluklara inat aşkından vazgeçmeyip aşkı için savaşanlara ithaf edilmiştir.~ -------------------------- "Aşk mıdır beni,sana bu kadar...