Bir Ege Masalı

By marvelhu

546K 21.8K 4K

***Kitap psikoloji temalı bir kitaptır.*** Başarılı bir doktor olan kadının ünlü bir oyuncuyla yolu nasıl ke... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bir Ege Masalı
Bir Ege Masalı/2
Bir Ege Masalı/3
Bir Ege Masalı/4
Önemli
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Kıyamet Günü
ANKA
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61
Bölüm 62
Yaşam Savaşı
Bölüm 64
15 Mayıs Özel
Bölüm 66
Bölüm 67
Bölüm 68
Bölüm 69
Bölüm 70
Bölüm 71
Bölüm 72
Bölüm 73
Bölüm 74
Bölüm 75
Bölüm 76
Bölüm 77
Bölüm 78
Bölüm 79
Bölüm 80
Bölüm 81
Bölüm 82
Bölüm 83
Bölüm 84
Bölüm 85

Bölüm 65

581 39 21
By marvelhu

Herkese merhaba

İyi okumalar

Korku..

Korku insana neler yaptırırdı?

Korku karşısında insanlar ikiye ayrılırdı. Ya donup kalır ve kitlenirlerdi.

Ya da köşeye sıkıştırılmış aslan gibi yırtınırlardı.

Duyduğum sözler üzerine yerimden öyle bir ayaklanmıştım ki beynime iletilen sesten henüz beynim tarafından komut gelemeyeceği kadar kısa bir sürede kendimi dışarıya atmıştım.

Bana haber vermiş kişi umrumda bile olmazken o an kendimi korku karşısında tepkiye göre ikiye ayrılan insanlar grubuna ait hissedememiştim.

Ben korku karşısında köşeye sıkışmış bir kediydim. O kedi, aslan kesilmek zorundaydı.

Yoğun bakıma daldığımda babamın başına toplanmış doktorları gözüm görmüyor, kulağım bana söylenenleri duymuyordu.

Aslına bakarsanız kalbim öyle bir çarpıyordu ki sanırım bunu krize girmiş Haluk Karaca bile duyabilirdi.

Daha öncesinde zorlukla para bulduğum ve ameliyatını geçirdiği zorlu kalp ameliyatından sonra kalbi dayanamaz olmuştu.

Yeni atlattığı ameliyatı ise kalbi kaldıramayacak kadar güçsüzleşmiş ve kalbini durmaya zorlamıştı.

Ellerim elekroşok cihazına tutunmak istediğinde sargılar yüzünden yapamamış olmam sebebiyle yanımdaki yüzünü seçemeyecek halde olduğum kişiye dönüp bağırmıştım.

"Kes şunları!"

Dönüp bir şeyler araması büyük bir zaman kaybı olarak bana dönmüş ve sertçe sargıları parçalamıştım.

Cihazın verdiği etki ile yatakta yükselen bedeni tepki vermedikçe kendimden geçiyor ve bağırıyordum. Ne dediğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Ta ki kalbi durana kadar..

"Baba!"

Bu öylesine bir bağırıştı ki ciğerlerimin parçalandığını ben hariç herkesin fark ettiğine emindim.

"Baba bırakma beni n'olur! Hadi baba!"

Sedyede sık sık yükselen vücudu makineden gelecek olan yaşam sesi için çabalarken çoktan açılmış dikişlerim sıkı sıkıya tuttuğum cihaza akmadan elimdeki eldivene doluyordu.

Beni çekmeye çalışan doktorlar, bağıran sesler.. hiçbiri yoktu.

Kendi sesimi bile duyamıyordum.

"200'e ayarla."

"Hadi baba! Yalvarırım!"

Babam yalvarmalarımı karşılıksız bırakmamıştı.

"Döndü."

Gözlerimden akan yaşları işte o zaman fark etmiştim.

Makineden gelen düzenli kalp atış sesleri ile nefes alabilirken kontrol eden doktorlarla birlikte elimdeki aleti bıraktım.

Çok şükür ki değerleri normale dönmüştü.

Almaya başlayacağım rahat nefesler hala bana gelmezken gözlerim kararmış ve kendimi doktorlardan birini duvara yaslamış halde bulmuştum.

Eldivenden akan kanlarıma inat ellerim sıkı sıkıya doktorun boğazındayken çekmeye çalışan insanların gücü yetersiz kalıyordu.

Nihayetinde deli gücü denen bir şey vardı.

"Profesöre mi çalışıyorsunuz?! Bu adamların yanı nasıl boş kalır?! Ya şu an nefes alıyor olmasaydı?! Yemin ederim kendi ellerimle öldürürüm sizi!"

Bu, asla normal değildi.

Kriz geçirdiğimi biliyordum ancak bir şey vardı ki kriz anlarında gücüm çekilir, kaldığı kadarıyla kendime zarar vererek bitirmeye çalışırdım.

Oysaki şu an üzerimde öyle bir güç vardı ki!

Öldür onu.Babanın ölmesine sebep oluyordu!

İçimdeki sese karşı koymak ilk defa bu denli zor olurken adamın nefessiz kalışının ardından morarmaya dönen suratını gördüğümde zorlukla çekmiştim ellerimi.

Bu, benim için bile normal değildi.

"Çıkın dışarı!"

Anında boşalan yoğun bakım ile yere çökerken yere damlayan kanlarıma baktım görmeyen gözlerle.

Doğuştan gelen sinir krizim ve kişilik bozukluğum bu kadar büyük değildi.

Az önce birini öldürmekten zorlukla kıl payı kurtulmuştum.

Her zaman ne olursa olsun yalnızca kendisine zarar veren o hasta kızın aklına düşen psikiyatr stajları ve bilgileri ile az önce gelen tüm gücüm yok olmuştu.

Hastalığım ciddi boyutta ilerlemişti.  Artık kişilik bozukluğu değil, çok daha ilerisiydi. Belki şizofreni başlangıcı..

Şizofreni...

Belki de hastaneye tıktığım İpek Özmen gibi şizofreni olmuştum.

Ellerimdeki kana bakarken bundan zevk alan yanıma inat midem bulanmıştı.

Ta ki karşımda Karan'ı görene dek ellerime bakmış, ancak boşluk görmüştüm.

Bu eller katil olacaktı.

Hoş, ben çoktan katil olmuştum.

Karan'ın ruhunun katili..

Hiçbir şey söylemedi. Yalnızca birbirimize bakarken ilk defa ona boş gözlerle bakmıştım.

Boş, bomboş..

Duygusuzca..

"Ellerine pansuman yapmalıyız."

Dudaklarımdaki sinsi gülümseme bana bile yabancıydı.

Biliyordu. Öyle bir kriz geçirmiştim ki bilmemesine imkan yoktu ancak takıldığı nokta ellerim mi olacaktı?

Onu başımı sallayarak onayladım fakat yerimden kalkmadım.

"Çok korktuğun için bir tür şoktasın. Doktorlar öyle söyledi."

'Babamı bırakamam.' demem gerekiyordu ancak konuşacak halim yoktu.

"Yalnız kalmak istiyorum."

İçimi rahatsız etmesi gereken ama hiçbir duyguyu hissedemediğim dakikalarda tek söylediğim cümle bu olmuştu.

"Kalayım yanında. N'olur güneşim."

Hiçbir şey hissedemiyordum ama çok çok derinlerde bir yerde bir sızı var gibiydi.

"Git Karan."

Öyle bir şekilde konuşmuştum ki sanki kalmaya devam ederse çekip kendimi vuracaktım.

Ve Karan beni yine ikiletmedi.

Odadan çıktıktan sonra dediği gibi bir hemşire gelmiş ve yerde oturduğumu sorgulamadan sessizce yeni dikişler atmıştı.

Uyuşturmasını istemediğim ve bir şeyler hissetmek istediğim için uyuşturmadan attığı dikişleri boş gözlerle izlemiştim.

Acı bile hissetmeden..

Elimde kalan tek duygu acı ve nefret hissetmekken artık onlarında benden alındığını fark etmiştim.

Artık gerçekten duygusuzdum.

Sevgi hissetmemi sağlayan Karan'ın gözlerini gözlerimi kapatarak gözlerimin önüne getirmek isteyen minik yanım, gözlerime söz geçirmemişti.

Bir insan gözlerini kapatamaz mıydı?

Ben kapatamıyordum.

Gözlerimi kapatamadığım dakikalarda gözümün önünde olan Eren'i görmemiştim.

Karşıma, yere oturmuştu.

Gülümsedi. 'Seni anlıyorum' der gibiydi.

"Toprak da.. pardon Karan'da öfke kontrolü yok belli ki. Kriz geçiriyor... bizim gibi."

Boş gözlerle ne dediğini anlamadan ona baktım.

Hiçbir şey düşünemiyor, göremiyor, hissedemiyor ve duyduğum beynime iletilmiyor gibiydi.

İçi boş bir iskeletten farksızdım.

Sanki az önce kalbi durmuş ve tekrar çalışamamış kişi benmişim gibi...

Elleri yeniden sargılanmış ellerimi tuttu.

"Şimdi bana bak.. Geçecek... Ben yanındayım.. Korkma abiciğim."

"Korkuyorum."

Dudaklarımın arasından çıkan tek kelimelik ses bana da yabancıydı. Sanki başka biri konuşmuş gibiydi. Kontrolsüzce, habersizce olmuştu. Öyle yabancı, öyle farklı.. incecik çıkmıştı.

İnsan kendinden habersiz konuşabilir miydi?

Artık bedenimin hakimiyeti bende değil gibiydi.

Eren'in mavi olduğunu bildiğim ama şu an göremediğim gözleri gözlerime tutunmaya çalışırken tekrar konuştu.

"Derin nefes al. Yapabilirsin."

Bana gösterir gibi derin nefesler almaya başladığında onu taklit etmeye çalıştım.

Geçen dakikalar boyunca hissiz bir şekilde yapmaya çalıştığım nefes egzersizlerinin tek faydası alabildiğim nefeslerin sesini duyabiliyor olmak olmuştu.

Nefes seslerimi duyabildiğimi fark eden Eren gülümsedi ve başımı kendine doğru çekti.

Başım omzuna düşerken başını başıma yaslamış ve eli tekrar elimi tutmuştu.

Yaptığı hareketi beklemediğimden olsa gerek ellerini sıktığımı hissedebilmiştim.

Gözlerim karşımdaki camlı bölmeden dışarıdan bizi izleyen Karan'ı bulduğunda kızarmış gözleri ile gözlerim buluşmuştu.

Gözlerimizden aynı anda bir yaş indi ve ikimizin de dudaklarında bunu fark edince buruk bir gülümseme belirdi.

Eren'in kokusunu ilk kez duyumsarken içimde bir yerlere yerleştiğini hisseden yanımla birlikte geri çekildim.

"Teşekkürler, artık iyiyim."

Oturduğum yerden kalktığımda yerde oturan Eren'i aceleyle bırakmış ve dışarıdaki Karan'a gözlerimle işaret vermiştim fakat gelmesini istediğimi anladığı halde gelmemişti.

Kararsızca babama baktığımda derin bir uykuda olduğunu fark etmemle derin bir nefes aldım ve hızlıca yoğun bakımdan çıktım.

Camlı bölmenin önünde bekleyen Karan'a doğru ilerleyip sımsıkı sarıldığımda bana önce sarılmamıştı. Ardından ellerini gevşekçe belime koyduğunu hissetmiştim.

"Özür dilerim."

Dilediğim özrün her şeyi düzeltmesini isteyen salak yanım Karan'ın bana dayanamayıp sıkıca sarması ile mutlu olmuştu.

"Boşver şimdi bunu. İyi misin?"

İçime hızlı hızlı çektiğim kokusu huzuru bir nebze olsun yaşatırken sessizce konuşmuştum.

"Şimdi iyiyim."

Kulağımın hemen yanında fısıltısını duymuştum.

"Kalbin öyle söylemiyor ama?"

Ondan asla çekilmek istemeyen yanımı dinleyerek hemen kulağımın altında atan kalbine sığındım ve mırıldandım.

"Kalbim senin. Sen de iyi olmadığına göre..doğruyu söylüyor olmalı."

Saç diplerime kondurduğu derin öpücükle konuşmuştu.

"O kalbe kurban olurum ben."

Karan'dan ayrılarak ona baktım.

"Gitmem lazım. Onları yalnız bırakamam."

Anlayışla başını sallarken hızlı adımlarla çıktığım yoğun bakım odasına geri girdim ve ikisinin de durumunu kontrol ettim.

Eren odadan çıkmıştı.

Haluk Karaca'nın yanına çektiğim sandalyeye oturduğumda elim elini kavramıştı.

"Korkuttun beni...Yine."

Artık kırışmaya başlamış elini okşarken kendi kendime konuşmaya devam ettim.

"Bir kere daha olmuştu böyle. Ben küçük bir çocukken.. Kalp krizi geçirmiştin. O zaman doktordan duymuştum. İlaçlar seni kurtarmaya yetmemiş, ameliyat olman gerekmiş."

Gülümsedim. Boş bir gülüştü bu.

"Annem doktor bir çocuğu olsun istemeseydi ya da anneanneme söz vermemiş olsaydım yine doktor olur muydum bilmiyorum ama kardiyolog yerine ısrarla kalp damar cerrahi uzmanı olmak istememi biliyorum baba."

Başımı babamın elinin hemen yanına,yatağa, yerleştirdiğimde elini bırakmamıştım. Sanki.. sanki bırakırsam gidermiş gibi..

Sanki tutamadığım çocukluğuma inat kendime artık güçlü olup babamın elini tutabildiğimi kanıtlamak ister gibi..

Gözlerim yavaşça kapanırken açık durması için kendimi zorlasam da başaramamıştım.

***

Boynumun ve belimin ağrısı ile uyandığımda her yerimin tutulduğunun farkındaydım fakat gözümü açar açmaz ilk işim makinedeki kalp atışlarına yoğunlaşmak olmuştu.

Gözlerim hızla Ahmet Özmen'i de kontrol ettiğinde uyandığını ve gözlerinin üzerimde olduğunu fark etmiştim.

Bana ve elimdeki babamın eline bakıyordu.

Hızla oturduğum koltuktan kalkıp yanına ilerlediğimde kuruyan boğazımı öksürerek toparlamaya çalışmış ve konuşmuştum.

"Nasıl hissediyorsun?"

Başını sallayarak bana sesli bir cevap vermezken sırtındaki yastığı düzeltmiş ve ona bir bardak suyu zorlukla uzatmıştım.

"Ellerine ne oldu? İyi misin?"

Kısık çıkan sesi ile sorduğu ilk soru ellerim olmuştu ve ben de iyi olduğumu söyleyerek konuyu kapatmıştım.

Kolunu zorlukla hareket ettirmesi ve elinin titremesi ile bardağı zor tutuyor olsam da dudaklarına yaklaştırmış, birkaç yudum içmesine yardımcı olmuştum.

Haluk Karaca'dan çok daha iyi vaziyetteydi.

"Neredeyiz? Ona ne oldu?"

Beklediğim sorular da geldiğine göre ona açıklama yapmam gerekiyordu.

"İstanbul'a sevk edildin. Babam da trafik kazası geçirdiği için burada."

Gözleri acı ile kapandığında yüzü buruşmuştu.

"Bir yerin mi acıyor?"

Zorlukla gözlerini tekrar açtığında dudaklarımdaki yalancı gülümseme kendini göstermişti.

"Bir kez de olsa bana baba dediğini ölmeden önce duymayı her şeyden çok istiyorum."

Dudaklarımdaki buz gibi bir gülümseme ile ona baktım.

"Her şeyden çok istiyorsun?"

Beni başını sallayarak onayladığında gülüşüm genişlemişti. Dışarıdan oldukça alaylı duran gülüşümün aslında nasıl bir acıya ev sahipliği yaptığını asla bilemeyecekti.

"Senin her şeyin İpek Hanım. O ister, Beren'e güle güle. O yüzden yemiyorum yani, boşuna yorma kendini."

Oturduğum koltuktan kalkıp cevabını beklemeden odadan çıktım.

Hoş, verecek cevabı var mıydı emin değildim.

Çağırdığım doktorlar, geceki krizimden ötürü hazırda beni beklerken kısa sürede odaya doluşan doktorlar ikisinin de durumunu kontrol etmişlerdi.

İyiydiler.

Bugün uyanması gereken Haluk Karaca'nın ailesi sabah saat on sularında hastaneye doluştuğunda Ahmet Özmen'i normal odaya almak için yoğun bakımdan çıkabilmiştim.

Eren'le birlikte odaya yerleştirdiğimizde odada bir yatak daha olması içimi rahatlatmıştı çünkü Eren tüm gün yanında olabilecekti.

Babasını kendi oğluna teslim edebilirdim değil mi?

Gelen kahvaltıyı Eren babasına yedirirken sessizce kaldığım odadan çıkmış ve Karaca ailesinin yanına gitmiştim.

"Doktorlar gece kalbinin durduğunu söylüyorlar. Neden haber vermedin?!"

Kübra Karaca'nın hesap soran tavrı ile kaşlarım çatılmıştı.

"Elinizden bir şey gelmeyecekti. Hem şu an gayet iyi. Babamı bu kadar düşünüyor olsaydınız eve uyumaya gitmezdiniz."

Annemin uykusuzluktan kızarmış gözlerine bakmak istemezken ağladığı belli oluyordu ve ben buna hala dayanamıyordum.

O kadının annem olmadığını kabul edemediğim gibi hala üzülmesine dayanmıyordum.

Aptal olduğum için mi yoksa alışkanlık mıydı bilmiyordum.

"Nasıl konuşuyorsun sen benimle?"

Sinirlendiği belli olan Kübra Karaca'yı takmayarak annemin yanına oturdum.

Bildiğim, anne kokusu diye tabir ettiğim kokusu burnuma dolarken burnumun sızladığını ve gözlerimin yandığını hissetmiştim.

Bu kokuyu solumayalı çok uzun zaman olmuştu.

Elimde olmadan ona sığınma iç güdüsü ile başımı omzuna yasladığımda birkaç saniye içinde o kadar iyi gelmişti ki geceden kalma duygusuzluğum beni tamamen terk etmiş ve utanmasam herkesin içinde anneme onu özlediğimi söyleyip ağlayarak ona sarılacağım kadar içimi sızlatmıştı.

Ellerim gibi kollarım da karıncalanırken her yanımın yanımdaki bu kadına sarılma arzusu ile dolduğunu hissetmiştim.

Üzerinde uyuyakaldığım, geceleri tek başıma uyanarak korkudan uyuyamadığım kendimi kandırdığım o geçmişi deli gibi özlediğimi fark etmiştim.

Kendini kandırmak için türlü bahaneler bulan o küçük kız her şeye, tüm korkularına rağmen mutluluğu da yaşamıştı.

"Kadın zaten rahatsız, üzerine yük vermesene!"

Feyza ablamın sözlerinin haklılığı ile başımı kaldıracakken annem dediğim kadının aslında benden uzak durduğunu ve ablamın sözleri ile çekildiğini kafam boşluğa düştüğünde anlamıştım.

Yine de bozuntuya vermeyip gülümsedim.

Senelerdir birbirimizi yüz yüze görmediğim aile bireylerimden biri bile bana sarılmamış, sarılmamı ister gibi davranmamıştı.

Oturduğum koltukta anneme doğru dönüp elini tutmak isteyen yanımı yine ellerimin sargılı olduğu bahanesiyle kandırarak yok ettiğim saniyelerde gülümsedim.

Emindim ki gözlerim artık aşina olduğu ve bir kez daha yaşadığı hayal kırıklığını kızarıklıklar halinde görünür kılmıştı fakat yine kimse fark etmedi.

Ve ben belki de milyonuncu kez onlar işin görünmez olduğumu anladım.

"Kahvaltı yaptınız mı? İlaçlarını içtin mi anne?"

Annem beni yanıtsız bırakmamıştı.

"Mine zorladı yemem için, sonra da dayattı ilaçları. Bu kız görevine niye bu kadar düşkün anlamıyorum. O kadar azarlıyorum yine pes etmiyor."

İşte bu iyi bir şeydi. Annem devam etti.

"Sen biliyor musun Mine'yi? Çiftliğe hiç gelmedin."

Gülümsedim. Bu da boş bir gülüştü.

Ben Mine'yi sizden iyi biliyorum, diyemedim.

Onun yerine başımı salladım onaylamak ister gibi.

"Dün gördüm burada. Memnunsun yani değil mi?"

Annem de beni onaylamak için başını sallamıştı.

"Özmen'lere ne oldu? Maşallah oğulları pek bir saygılıydı. Çok da yardımcı oldu sağolsun. İnşallah iyidir adam da."

Annemin sorusu ile yeniden ona döndüğümde cevabımı bekler gibi baktığını görmüştüm.

"Normal odaya aldık. İyi çok şükür."

Annem hala bana bakıyordu. Diyeceği şeyler bitmemişti, emindim. Ben onu iyi tanırdım.

"Senin sevgilin piyasada yok. Baban mı kaza geçirmiş ne olmuş, umrunda değil. "

Konunun Karan'a çevrilmesi ile sakin kalmaya kendimi zorladım.

Sonuçta tanımıyorlardı.

"Siz gittikten sonra geldi. Buradaydı anne. Günahını alma."

Annemin memnuniyetsiz bakışları değişmemişti.

"Biz gelince de kayboluyor nedense. Ben sana söyleyeyim bu çocuk seninle ciddi düşünmediği için karşımıza çıkmıyor."

Ters ters anneme bakarken sakin olmak gittikçe güçleşiyordu.

Aslında evlilik için tüm işlemleri hallettiğini, gelinliğimi bile kendisinin aldığını ve ben istemediğim için evlenmemiş olduğumuzu bilmediğini kendime tekrar ettiğimde Karan'ı görmüştüm.

Hissetmiş miydi yoksa üzerimde ses kayıt cihazı falan mı vardı?

Annem de gözlerimin takılı kaldığı yöne döndüğünde ellerindeki çiçekleri anneme uzatmış ve önümüzde üzerindeki siyah gömlek ve siyah pantolonla durmuştu.

Kahretsin, çok yakışıklıydı.

"Geçmiş olsun efendim. Ben Toprak. Dün sizleri rahatsız etmek istemedim. Malum, kötü bir gündü."

Annemin de benim kadar şaşkınca kaldığı saniyelerde Karan'ın hala çiçeği uzattığını Feyza ablam aldığında fark etmiştim.

"Saol."

Annemin kısa cevabı beni irite ederken Karan oralı olmadan eline uzanmış, annemin de elini uzatması ile elini öpüp başına koymuştu.

Bu ana başka birileri yaşarken tanıklık etsem gülebilecekken anın etkisi ile tepki veremiyordum.

"Memnun oldum efendim."

Efendim demeleri ile benim de Gülay teyze ile olan tanışmam aklıma geldiğinde Gülay teyzenin davranışlarının aksine annemin oldukça soğuk olması beni mahçup hissettirmişti.

Karan'ın hak ettiği karşılanma bu değildi.

Annemin ayıp ettiğini fark eden Feyza ablam, telefonda 'o çocukla olmaz' diyen kendisi değilmiş gibi elini uzattı ve tokalaşırken de konuştu.

"Düşündüğün için saol Toprak. Ben Feyza, Beren'in büyük ablası."

Sırasıyla Begüm ve Kübra ile de tanıştığında yanımdaki boşluğa oturmakla oturmamak arasında kalmış ve ayakta durmayı tercih etmişti.

Onun bu tavrı beni gülümsetirken gözlerimiz buluşmuş ve bana göz kırpmıştı.

Ona salak salak sırıtırken kolumun çekiştirilmeli ile kaşlarımı çatarak Begüm ablama döndüğümde koridorun girişini göstermişti.

Serkan Karaca çekirdek ailesiyle geliyordu.

Gördüğüm kişi ile yüzümde kocaman bir gülüş oluşurken oturduğum yerden aceleyle kalkıp yere dizlerimi koyarak kollarımı açtım.

"Poyraz!"

Küçük adımları adını duyduğunda hızlanırken babasından elini kurtarıp kucağıma doğru koşmaya başlamıştı.

"Hala!"

Kolları boynuma sıkı sıkı dolanırken onu kucakladığımda ellerim sızlamış ve dudaklarımdan ufak bir acı inleme dökülse de oralı olmadan kollarımı sararak ellerimi boşluğa çıkarmıştım.

Karan'ın acele adımlarla yanımıza gelmesi ile ona gözlerimi belerterek bakıp gelmemesini söylemeye çalıştım fakat anladıysa da oralı olmamıştı.

"Poyraz, halanın elleri yaralı. İn kucağından."

İnci'nin ikazı ile ona sorun olmadığını belirtircesine bakmıştım ki abimin sözleri ile donakaldım.

"Senin burada ne işin var?"

Aklıma gelen şey, kesinlikle abime yalan söylemiş olmamdı.

Karan'ın da kaşları kendisine söylenen sözlerle çatıldığında o bir şey demeden araya girdim.

"Abi seninle biraz konuşabilir miyiz?"

Yere eğilip Poyraz'ı bırakırken onun beni dikkatlice incelediği dikkatimden kaçmamıştı.

"Geleceğim ben birazdan, tamam mı halacığım?"

O beni onaylarken aceleyle abimle biraz uzaklaştığımızda konuştum.

"Abi sana bir şey söylemem gerek."

Kaşları çatılmış bir şekilde bana bakarken devam ettim.

"Ben sana yalan söylemiştim. Yani tepkini görmek için. Kar- Toprak beni kandırmadı yani. Yok öyle bir şey."

Daha da kaşları çatılan abim konuşacakken izin vermedim.

"Benimle ilgilen diye yalan söyledim. Kusura bakma."

Bu kez vereceği cevabı gerginlikle bekleyen bendim.

"Hiç büyümüyorsun Beren. Hiç! Bırak artık şu çocuksu tavırları! Koskoca kadın oldun."

Daha sonrasında beni bırakıp geri dönerken arkasından baktım.

"Haklısın abi."

Karan'ın bakışlarını üzerimde hissettiğimde 'sorun yok' dercesine gülümsedim ve onların yanına döndüm.

"Hoşgeldin birader."

Abimin Karan'a ithafen konuşması üzerine Karan'dan kısa bir 'eyvallah' gelirken biten konuşmanın üzerine Poyraz'a ilerledim.

"Kamerada görünenden çok daha yakışıklıymışsın."

Küçük dudaklarında gülüş oluşurken saçlarıma elini dolayıp parmağında kıvırdı.

"Senin de saçların baya uzunmuş. Ayrıca şeyy güzel kokuyormuşsun."

Yakınımdaki Karan'ın kendi kendine mırıldanmasını şans eseri duymuştum.

"Ben sana gösterirdim güzel kokuyu da. Meleğime kıyamıyorum işte."

Duyduğum sözlerle kendi kendime gülerken doğduğu gün ölmüş öz amcasının adını taşıyan Poyraz'a döndüm.

Öz amcası yerine öz halası sandığı kıza belki de Karaca ailesinde tek ısınan kişiydi.

Doğumundan bu yana Poyraz'ı görememiştim fakat sürekli olarak vakit buldukça görüntülü konuştuğumuz için kendisi beni tanıyordu.

"Teşekkür ederim canım benim."

Kollarını bana sıkı sıkı saran Poyraz'ı sanki doğduğu gün ölen bebek Poyraz yerine koyup kucakladım ve içimden kendi kendime mırıldandım.

'Yok olup gittiğini sanıyorsun ama yanılıyorsun Poyraz. Ben senin yerini hiçbir zaman dolduramadım.'

*****

Aradan geçen bir haftada pek bir değişiklik olmamıştı.

Bugün taburcu olan Ahmet Özmen ve Haluk Karaca ile ilk defa Karan'ın ayarladığı eve hastaneden ayrılarak geçtiğimizde bahsettiği yerin bir 'ev' olmadığı aşikardı.

Deniz kenarındaki iki villayı ayarlamıştı ve neyseki bahçelerinin arasındaki duvarda bir kapı da mevcuttu.

Haluk Karaca'yı yatak odasına yatırdığımızda yiyebileceği yiyeceklerin listesini de çiftlikten gelen Mine'nin annesi Selma Hanım'a teslim etmiştim.

Konuşacaklarım olduğunu söylediğim için beni büyük salonda bekleyen büyük Karaca ailesi ve çalışanlarının karşısına geçtiğimde kafamda cümlelerimi hazırlamıştım.

Bu bir haftada herkesi bir arada tutmak oldukça zorlayıcı olmuştu ve tehlike geçmeden onları bırakamazdım.

"Ne konuşacaksın?"

Abim Serkan Karaca ailesinin elindeki telefonu kapatıp yanımıza geldiğinde kadro tamamlanmıştı.

"Zorlu bir süreçten geçiyoruz. Babamın geçirdiği ameliyat oldukça ciddiydi."

Hepsinin üzerinde gezdirdiğim bakışlarım tepkilerini ölçüyordu.

"Kalbi kötü bir şeyi daha kaldıramayabilir. O yüzden hepimiz tavırlarımıza dikkat edeceğiz."

Salona hakim olan sessizlik es vermemle sona ermişti.

"Bizim İtalya'ya dönmemiz gerekiyor zaten."

Begüm ablamın sözlerinin ardından Kübra ablam da onu onaylarken abim sözü devralmıştı.

"Benim de işten aldığım süre bitiyor. Biz de döneceğiz."

Ve onun ardından da Yusuf bey konuşmuştu.

"Benim de öyle. Hem de çocukların kursu aksıyor."

Ardından Feyza ablam kocasının fevri ses tonunu baskılamak ister gibi konuştu.

"Annemle Selma teyzeler burada yanında olurlar. Sıkıntı çıkmaz hem."

Bunu onlardan çok istediğimi hiçbiri bilmiyordu.

Kafamı iki yana salladım.

"Hiçbiriniz bir yere gidemezsiniz."

Ilımlı çıkması için çabaladığım sesim kurduğum cümleyi ters anlayan Karaca ailesi ile uğultulara sebep olurken bana söylenmelerini umursamadım.

"Bakın, başımda bir bela var ve ben onu çözene kadar hepiniz yanımda olmak zorundasınız."

Belki de dürüstlük iyi bir şey değildi. Zira başlayan tartışmanın fitilini gereksiz dürüstlüğüm başlatmıştı.

Onlara doğruları söyleyemezdim. Hep bir ağızdan kurdukları 'ne belası?' sözlerine karşılık cevabım hazırdı.

"Köklü bir ailenin ameliyatını yapmıştım ve sonuç başarısızdı. Karşılığında tehdit mesajları geliyor."

İşte şimdi herkes yeniden susmuş ve konuşmamın devamını merak edercesine bakıyorlardı.

"Ailemi araştırmışlar. Sizin üzerinizden tehdit ediliyorum."

Anneme kayan gözlerimle sorun olmadığını belirtircesine gülümsedim. Annemin rahatsızlanmasını istemiyordum.

Feyza ablama döndüm.

"Çocukların kursunu ayarladım. Seyit getirip götürecek. Kurstan çıkana kadar başlarında bekleyecek. İş yerlerinizle ben görüşeceğim."

Yusuf beye ve abime yönelik kurduğum son cümlelerle Begüm ablama döndüm.

"Yakınlarda bir fotoğraf çekimin varmış. Onu İstanbul'a aldırdım. Zaten stüdyo çekimleri kalmış. Saolsun Alessia yardımcı oldu."

Selma Hanım'a döndüm.

"Eve gelen yiyecekler kontrolden geçmeden pişirilmeyecek. "

Daha sonra ise direktiflerime Seyit'e bakarak devam ettim.

"Arabam İzmir'den getirildi. Sağı solu kontrol edilmeden kimse binmeyecek. "

Belki çok fazla düşünüyordum ancak tedbirli olmam şarttı. Profesöre diğer herkese olduğu gibi güvenmiyordum.

Her şeyi yapabilirdi.

Feyza ve Yusuf çiftinin çocuklarına döndüm.

"Kursta öğretmene bile güvenmek yok tamam mı canlarım? Herhangi bir şey olursa Seyit abinize söyleyin. Kantinden bir şey yemek içmek yok."

Bahçeye doğru ilerlemek isterken konuşmuştum.

"Şimdilik aklıma gelenler bu kadar. Tedbiri ben diyene kadar bırakmak yok. Herkes dikkatli olsun. Ne olacağı belli olmaz."

Bana cevap veren Kübra ablam olmuştu.

"Burada hiçbir şeyimiz yok farkında mısın? Senin yüzünden eve tıkılmak zorunda kalıyoruz!"

Onlara doğru geri döndüğümde ikinci cümlesini duymamış gibi yapmayı tercih etmiştim.

Salondaki koltuğun üzerinde duran çantamdan cüzdanımı çıkardığımda zorlukla kredi kartını alabilmiştim.

Bu kesikler oldukça hayatım kolay olmayacaktı.

"İstediğinizi alırsınız."

Koltuk takımının ortasındaki cam sehpaya kartı bıraktığımda adımlarım hızlıca bahçeyi bulmuştu.

Kimsenin gelmediğine emin olduğum sürede yan bahçeye geçmiş ve Ahmet Özmen'in yanına varmıştım.

"Baba, yemen lazım!"

Eren'in ısrarcı sesi kulaklarıma dolduğunda gözleri bana çevrilmiş Ahmet Özmen'e kaşlarım çatık bakmıştım.

"Hah, kızın da geldi. Kızına anlat derdini!"

Eren'in ters sesi ben gelmeden önce tartıştıklarını belli ederken en az onun kadar ters bir şekilde cevapladım onu.

"Ben onun kızı değilim!"

Eren bir şey demezken Ahmet Özmen konuşmuştu.

"O zaman ne diye bizi burada tutuyorsun?!"

Yüksek perdeden çıkan sesi ile tansiyonunu ölçmek için aleti Eren'e uzattığımda gözlerime 'pes' dercesine bakmıştı.

"Çünkü ben sen değilim. Hiçbir şeyim olmasan da benim yüzümden zarar görmeni istemiyorum!"

Hemşirelerden öğrendiği gibi tansiyon aletini takan Eren kısa sürede sonucu da bildirdiğinde nefesimi bırakmıştım.

Neyseki bağırırken tansiyonu çıkmamıştı.

Eren'in bıraktığı tepsiyi zorlukla kucaklayıp yataktaki Ahmet Özmen'in yanına oturduğumda bunu kendimden ben bile beklemiyordum.

Aptallık ediyor gibi hisseden yanıma inat kaşığı çorbaya daldırdığımda avucumdaki kesik gibi kalbim de sızlıyordu.

Ağzına uzattığım kaşıktaki çorbayı  söz dinleyerek içen Ahmet Özmen daha sonrasında elini elimin üzerime koymuştu.

Bana verecek cevabı olmadığı için başka bir şeyle gelmişti.

"Bırak sen elin acır, ben içerim."

Elimdeki kaşığı aldığı gibi tepsiyi de kendisine çektiğinde yavaş hareketlerle içmeye başlamıştı.

Eren sırtını duvara yaslamış, sessizce biz olamayacak kadar yabancı olan ikimizi izliyordu.

"Ben eve geçeyim. Anlaşılmasın şimdi."

Eren'e yönelik kurduğum cümlelerle yerimden kalktığımda benimle bahçeye gelen Eren sessizliğini koruyordu.

"Büyük bir kalbin var. Daha önce kimsede görmediğim kadar büyük."

Yanından ayrılacakken kurduğu cümlelerle kaşlarımı çatmıştım.

"Saçmalama. Ne kalbinden söz ediyorsun?!"

Ancak oralı olmadan bildiği gibi konuşmaya devam etmişti.

"Seni terk etmiş adama nasıl yaraladığını bilmediğim yaralı ellerinle yemek yediriyorsun. Aranızda ne geçtiğini bilmesem de o aileyle de aran yok, belli. Ama onlara da iyi davranıyorsun."

Boş konuşmasıyla yanından ayrılacakken kolumdan tutmuştu.

"Kalbini kıracağım şimdi. Boş konuşuyorsun."

Ancak beni yine umursamadı.

"Biz var ya biz. Hiçbirimiz seni hak etmiyoruz."

Kolumu sertçe kendime çektiğimde sinirle Eren'e bakıyordum.

"Ne kalbinden bahsediyorsun ya sen?! O büyük kalp dediğin ben de kalan son insanlık işareti! Vicdan! Yoldan geçen birini bile benim yüzümden tehdit etse aynı şeyi yapardım! Ben kalpsizim Eren. Beni iyilik meleği gibi görmeyi kes. Kötülük gördüğü halde hala iyilik düşünecek bir aptal değilim."

Sesi çıkmadan beni dinlerken yanından ayrılacaktım fakat durdum.

"Ha bu arada, bir kalp söz konusuysa bile o kalp Karan için var. Olayları çarpıtıp umuda kapılma."

Ona bunları söylerken sanki kendime de hatırlatıyor gibiydim fakat aynı zamanda gözüm dönmüştü.

Ben iyilik yapmıyordum.

Bunu ona da kanıtlamak için gözlerimi gözlerine diktim. Herhangi birinin duyma ihtimaline karşılık sesim kısık çıkarken cümlemin oldukça acı bir sesi vardı.

"Ben senin 26 sene önce kaybettiğin kardeşin değilim!"

Duyduğu cümle ile yerinde öylece kalakalırken bir kez daha ardıma bakmadan bahçeler arası geçiş yaptım ve bana bakan insanları umursamadan buradaki odama çekildim.

Bir an önce bir çözüm bulmalı ve eski yalnız hayatıma geri dönmeliydim.

Çünkü çok net biliyordum ki sahte kalabalıktan ziyade gerçek yalnızlık çok daha iyiydi.

Yatağa yattığım gibi düşünceler beynime üşüşürken Eren'i düşüncelerim arasında devre dışı bırakamamıştım.

Yanılıyordu. Onun hayalini kurduğu kardeşi ben değildim.

İlk öğrendiği anda söylediği gibi ben olamazdım.

Ben de sadece görmek istediklerini görmek isteyen bir yanı vardı. Ona hak veriyordum.

26 sene boyunca kendisine eşlik etmiş bir kardeş düşlemişti, yaşadığını öğrenmiş nerede olduğunu bilememişti.

Kim bilir hayalinde canlanan kız nasıl biriydi?

Gözleri güzel olan, yapışkan olmayan, iyi kalpli bir kız hayal etmiş olmalıydı.

O ben değildim.

Bunu anladığında gözlerinde oluşacak kırgınlığı görmek yerine o kardeşe kavuşamıyor olması çok daha iyiydi.

En azından o acıya alışıktı.

Aklıma Selen'in gelmesi ile yatakta yan dönüp cenin pozisyonu aldım.

Hem kendimi korumak, hem de yalnızlığımı unutmak istercesine yatakta olabildiğince küçüldüm.

Onun zaten kardeşi vardı. Selen..

Belki de şu an kardeşi yanında değil diye beni kardeşinin yerine koymaya çalışıyordu?

Bu ihtimal kalbimde acı bir ezikliğe sebep olurken oldukça tanıdık gelmişti.

En kısa zamanda kardeşini ona vermeliydim. Bizden olmayacağını anlayıp, bana sarmaktan vazgeçerdi.

Benden vazgeçerdi.

Bu ihtimalin beni rahatlatması gerekirken içimde bir huzursuzluğa yol açtığını hissetmiştim.

Hiçbir şey hissetmemeliydim.

Ben kalpsiz Beren'dim.

Ben Beren değildim.

Ben kim olduğunu bile bilmeyen hiçkimseydim.

İki koca villaya  fazlalık olan tek kişiydim.

Bu his öylesine rahatsız ediciydi ki yatakta ne kadar küçülürsem küçüleyim ısrarla büyüyor ve asla yok olmuyordu.

İki villayı da beni seven tek insanın, Karan'ın tuttuğunu bildiğim ve benim paramın iki evde de geçtiğini bildiğim halde ben fazlalıktım.

Ben lakabı 'duygusuz' olan çok iyi rol yapmayı bilen bir hiçkimseydim.

Keşke gerçekten duygusuz olabilseydim ve şu an gözlerimden yastığıma tıpkı küçüklüğümdeki gibi yaşlar akmasaydı.

Ama insanoğlu hangi duyguda olursa olsun ne dilediğine dikkat etmeliydi.

Bölüm sonuu

Biliyorum yorum yapan olmayacak ama düşüncelerinizi buraya alalım diye yazacağım.

Düşüncelerinizi buraya alalım.

Diğer bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın

Continue Reading

You'll Also Like

63.2K 5.1K 6
Hiç kapanmamak üzere açılan yaralar, kanamaz. İz bırakır. Ve o iz sonsuza dek geçmez, Yanı başında kalır.
305K 17K 59
Hadi ama nerden bilebilirdim ki okulun ilk gününden müdürün oğluna tekme atıcağımı!
390K 1.7K 4
YENİDEN YAZILIYOR 🍷⛓️🌓 Enemies to lovers... ⛓️ ~mafya İyi kalpli ama yaşadığı ilişkiler yüzünden kırık olan Ahu ablası evlenince onunla aynı evde...
191K 3.5K 20
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...