Bir Ege Masalı

By marvelhu

546K 21.8K 4K

***Kitap psikoloji temalı bir kitaptır.*** Başarılı bir doktor olan kadının ünlü bir oyuncuyla yolu nasıl ke... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bir Ege Masalı
Bir Ege Masalı/2
Bir Ege Masalı/3
Bir Ege Masalı/4
Önemli
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Kıyamet Günü
ANKA
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 62
Yaşam Savaşı
Bölüm 64
Bölüm 65
15 Mayıs Özel
Bölüm 66
Bölüm 67
Bölüm 68
Bölüm 69
Bölüm 70
Bölüm 71
Bölüm 72
Bölüm 73
Bölüm 74
Bölüm 75
Bölüm 76
Bölüm 77
Bölüm 78
Bölüm 79
Bölüm 80
Bölüm 81
Bölüm 82
Bölüm 83
Bölüm 84
Bölüm 85

Bölüm 61

1K 54 10
By marvelhu


Herkese selaaam

Nasılsınız? Umarım iyisinizdir.

Umarım eğlenerek ve beğenerek okuyorsunuzdur.

İyi okumalar 💙

*******
Selen Özmen.
Kan bağı sebebiyle abla demem gereken kadın.
'Onu nasıl yok ettin?' sorusuna cevap vermek istemeyen yanım gittikçe gücünü kaybederken bakışlarım kahve gözlerden üzerimdeki beyaz örtüye kaydı.

"İzmir'e ilk geldiğimde benden hoşlanmadığı açıkça belliydi fakat bir süre sonra bakışları değiştiği gibi davranışları da değişmiş ve adeta pasif bir savaş başlatmıştı."

"Nedenini sorgulamadın mı?"

Ufak bir gülümsememe ile soruyu soran kahve gözlere döndüm.

"Beni seven bir kişi bile yokken mi? Sence bu benim için tuhaf kaçar mıydı?"

Cevap vermemesi ile devam ettim.

"Kendisini o zaman araştırmıştım. Ünlü bir ailenin tek kız çocuğu. Şımarık, kendini beğenmiş bir kız olmaması için hiçbir sebep yoktu."

Yatakta biraz doğruldum.

"Beni abisine şikayet ettiği zaman planı kurmuştum fakat araya giren etmenler yüzünden hayata geçememişti. Karan'a her şeyi anlattığım gece aklımdaki plan daha cani bir hale gelmişti. Ailenin tamamını yok etmek gibi."

Ufak bir kahkaha dudaklarımdan serbest kalmıştı.

"Zaafını biliyordum. Üstüne oynamak için Özgür'le iş birliği yaptık. Kabul etmek istemedi. Bunun vahşice olduğunu söyledi fakat yüzüme baka baka yalan söylemesinin bir bedeli olmalıydı ve o da bu bedeli oyunu kabul ederek ödedi."

İşte şimdi baktığım gözlerde saf bir merak yatıyordu.

"Özgür çapkın bir model fakat ona güvenemezdim. Senaryoyu ben yazdım. Oyuncum ise sağlam oynadı."

Bir kez daha güldüm.

"Sosyete kızlarla klasik bir yemeğe gidecekti Selen. Özgür'ü buna hazırladık."

"Nasıl oldu?"

"Gözlemlerim kuvvetlidir. Selen'in hayatında isteyebileceği bir adam yarattım. Mesela giyeceği gömleğinin yakası... Tamamen kapalı olsa Selen'de babası veya abisi gibi bir his uyandırırdı. İki düğmeden fazlası ise güven vermeyen bir çapkın olduğunu gösterirdi. Bu yüzden iki düğmesi açık beyaz gömleği ile siyah bir kumaş pantolon seçmiştik. Şık bir saat modayı yakından takip eden kızı etkilemekte yardımcı olacaktı."

"Kendini beğenmiş bir kıza sıradan bir iltifatla gitmemeliydi. Bedenine,bakımlı saçlarına, yüzüne tonlarca iltifat aldığı kesindi. Farklı olmamız gerekiyordu ve de doğal. Vücudunda belki de daha önce iltifat almadığı ve değiştiremediği bir yere iltifat etmesi gerekiyordu. Gözlerine.."

"Dediklerimi unutma sakın Özgür."

Beren'in milyon defa tekrarladığı sözler üzerine bir kez daha onaylayan Özgür içi rahat etmese de restorana girmişti.

Yerleştiği masadan etrafa göz attığında çapraz masasında oturan pembe elbiseli kızı fark etmemek imkansızdı.

Bakışları tam da Beren'in ısrarla söylediği gibi hem kızın üzerinde hem de öküz gibi bakmamak için masasında olması gerekiyordu fakat kızın bu kadar güzel olduğunu bilmiyordu.

Özgür,bakışlarını kızın üzerinden çekmesi gerekirken çekemiyordu.

Üzerinde bakışları hisseden kız kaçamak bakışlarla Özgür'e bakarken durumu fark eden arkadaşları ufak bir şakalaşma ile kıkırdamışlardı.

Kendisinden bahsettiklerine emin olan Özgür, kızın güzelliğinden kendini almaya çalışarak mırıldandı.

'Kız görmemiş gibi bakmasana oğlum. İşine odaklan. Saçmalama.'

Kendine gelmek için masadaki sudan birkaç yudum almış ve garsonu çağırarak ikinci planı devreye sokmuştu.

Tam da istediğini yapan garson Selen'in masasına götürdüğü sıcak şarabı ikram ederken iletmesini istediği notu da iletmişti.

"Şarap deyip geçmemek lazım. Zira gözleriniz gibi çarpabilir."

Aslında not tam olarak bu değildi fakat Özgür sözleri yarım yamalak hatırlayarak çizmeye çalıştığı 'cool tavrı' bozmuştu.

Adamdan etkilenen Selen gülümseyerek kabul ettiği şarabı Özgür'e doğru kaldırmış ve 'şerefe' der gibi aynı anda ikisi de kadehlerine sarılmıştı.

Gecenin devamında kız kalmak için hamle yapmadığından adam da oturmaya devam etmişti. Nihayet kalkan kızla birlikte ayaklanan adam kız arabasını beklerken yanına varmış ve sesini duyurmuştu.

"Nasıl oluyor da gözleriniz bu kadar etkisi altına alıyor?"

'Ciddi misin? Onca kız tavladın şimdiye kadar! Beren söyleyeceğin her kelimeyi tasarladı ve sen kıza iğrenç bir gerizekalı gibi mi yaklaşıyorsun?!'

Özgür iç sesinin kendisine kızmasını o sırada duyamamıştı çünkü tam da kıza söylediği gibi bir çift yeşil gözün etkisi altındaydı.

Özgür Beren'in isteğini tam olarak yerine getiremese de istediği sonucu almıştı.

Kızın kendine dönüp şaşkınlıkla gülümsemesi üzerine gelen vale kızın arabasının geldiğini belirtmiş ve kız teşekkür ederek gitmek için hareketlenmişti.

Özgür bir kez daha atıldı.

"Bu gözleri bir kez daha kendi renginde,yeşiller içinde görmek isterim."

Başta kendisini öylesine beğenmiş olduğunu düşünse de ısrarla sadece gözlerini beğendiğini söyleyen adama inanan kız şaşkınlıkla gülümsemiş ve Özgür'ün son sözünü duymuştu.

"Yine aynı mekanda, benimle de bir yemek yer misin?"

"Peki sonra ne oldu?"

Dudaklarımdaki gülümseme silindi.

"Selen Özgür'e hiçbir şey dememişti. Gidip gitmeyeceğinden emin olmadığımız bir yemek söz konusuydu ve neyseki tarihi biliyorduk. Özmen yalısına gittiğimiz gece Özgür'le yemeğe çıkacağını yeşillere bürünmüş olduğundan anlamıştım fakat yapmam gereken bir şey vardı. Selen'i sinirlendirmek."

Araya meraklı sesi girmişti.

"Neden? Yemeğe zaten gideceğini biliyorken neden sinirlendirmen gerekiyordu?"

Güldüm. Hatta kahkaha attım.

"Saçma sapan bir gerçeği öğrenmeye çok yakındım. Sanki hem kabullenemiyor hem de İpek Özmen'in gözlerini gördüğümde anlamıştım. Acele etmemiz gerekiyordu. Selen'in, biricik kızlarının hayatını kaydırmam için Özgür'ün kollarına tam da bu konudan atılması gerekiyordu. Babasıyla atışmasına sebep oldum. Onu sinirlendirdim. O sinirle Özgür'le buluştuğunda içmeye başladı. Çünkü sadece gözlerine iltifat edip bedeniyle alakalı hiçbir şey söylemeyen Özgür'e bilinçaltı masum olduğunu ve güvenmesi gerektiğini söylüyordu."

Gözleri şokla açılmıştı. Bu kadarını beklemediği açıkça gözlerinden okunurken kahkahalarıma engel olamamıştım.

Fakat devam ettim.

"O akşam Özmen yalısından erken ayrılmıştık. Özgür'ün arabasında, telefonunda ses dinleme cihazı vardı. Çünkü Özgür'e güvenmiyordum."

Daha fazla şaşkınlığı kaldıramamış ve araya girmişti.

"Sen... sen resmen en ince ayrıntısına kadar düşünmüşsün! Bu kadar güvensizlikle nasıl yaşadın? Hiç kimseye mi güvenmedin? Bu imkansız!"

Sözlerim oldukça netti.

"Ben kimseye güvenmem!"

Fakat zaafımı biliyordu. Ben istemeden vermiştim.

"Peki ya Karan? Ona da mı güvenmiyorsun?"

Duyduğum isim içimde bir çok duyguya sebep olurken iç çekmiştim.

"Ben ona inandım."

*****

Odayı kaplayan derin sessizlik saniyeler aktıkça beni daha da gererken gözlerimi nihayet bulan gözler ifadesizliğin arkasına sığınmaya çalışıyordu.

"Doğru mu anlıyorum?"

Gözlerime sabitlenmiş kara gözler koyulaşmışken sesini konuşmadan önce öksürerek düzeltmeye çalışsa da boğuk çıkmıştı.

Etkileniyordu. Benden deli gibi etkileniyordu.

Ahu gibi ilki olamasan da en azından senin gibi birini istiyor!

Onu başımı sallayarak onaylarken bedenimi terk etmiş utancın nerelerde olduğunu merak etmiştim.

"Evlenmeden olmaz demiştin. Şimdi ani karar veriyorsun. Sen bugün kuaföre de gitmedin değil mi? Ne oldu?"

Bir müddet yüzümü inceledi. Sessizce tepki vermeden ona bakıyordum.

Dün gece 'kuaföre gideceğim' demiştim. Gelecek bir plandan bahsettiğim için yalan sayılmazdı. Sabah evden çıkarken de 'ben gidiyorum' demiştim fakat kuaföre gidiyorum demediğim için bu da yalan sayılmazdı.

Şimdi ise zaten doğruyu bilmesi gerektiğinden sessiz kalmıştım fakat yalan söylediğimi düşünmesini istemiyordum.

"Profesörle buluştum."

Ağzımdan sakin ve tekdüze çıkmasını istediğim cümle içinde nefret de barındıran bir şekilde çıkmıştı ve bu Karan'ın dikkatinden kaçmamıştı.

Kaşları ani bir şekilde çatılırken konuşmuştu.Az önce ona açıkça onu istediğimi söylemiştim fakat bunu unutmuş gibi başka bir ayrıntıya takılıyordu.

"Ne istiyor?"

Henüz yapmamış ama her an yapabilecek olma ihtimalinin gerginliğini sırtımda hissetmiştim.

"Göreve geri dönmemi istiyor."

Gözleri devamı olduğunu bildiğini ve beklediğini ele verirken devam ettim.

"Bu eskisi gibi olmayacak. Tek bir yere bağlı çalışmama oldukça karşı. Zor ve nadir bulunan hastalar üzerinde çalışacağım. Bu da çok fazla seyahat edeceğim demek. Aynı zamanda çok fazla çalışmak demek."

İşte şimdi daha çok şaşırmıştı. Biliyordu, kimsenin emrinde çalışmayacağımı. Üstelik Ahmet Özmen yüzünden mesleğime olan bağlılığımın kalmadığını biliyordu.

"İstemediğin bir şeyi kabul etmek zorunda
kalmazsın sen."

Tehlikeli bir tonda kurduğu cümlenin ardından oturduğu koltuktan kalkmış ve çatık kaşları ile gözleri gözlerime sabitlenmişti.

İşte şimdi ifademi öyle sağlam tutmalıydım ki hiçbir şey anlamamalıydı.

Yüzümdeki değişmeyen ifadesizliğin aksine kalbim korkuyla çarpmıştı. Buna Karan'ı karıştırmam olayım daha çok büyümesini ve kontrolünden çıkmasını sağlardı.

Onun daha fazla sorgulamaması için zaafına oynamak zorundaydım.

Kendime oynamak zorundaydım.

"Doktorluk her zaman beni hayatta tutan parçam oldu. Şimdi her şey daha karışıkken onu da bırakırsam hastalığım daha da ilerleyecek."

Tam da istediğim gibi diğer anlattığım her şey önemini yitirip geriye sadece hastalığımın kaldığı alenen belliyken ne hissettiğini çözemediğim saniyelerde istediğimi almış olmam bu kez beni mutlu etmemişti.

Gözlerimi sımsıkı yumduğumda hastalığımı ilk kez sesli bir şekilde kabul ettiğimi fark etmenin ağırlığı üzerime çökmüştü.

Hastaydım. Her gün daha da ilerleyen bir hastalığım vardı.

Tek umudum olan Karan kollarını bana sarmışken ona sımsıkı sarıldım.

Saç diplerime kondurduğu öpücükle andan koparken saçlarımın onun öpücüklerine delicesine muhtaç olduğunu bir kez daha anlamıştım.

O gece hiçbir şey olmadı ama çok şey oldu.

Tüm gece boyunca sessizlik içinde kalktığımız koltukta öylece oturmuş ve birbirimize fırtına öncesi sessizliğinde güç toplamak için sığınmıştık.

Hissediyordum. Yeni bir savaş kapıdaydı ve biz o kapıyı açıp onu kucaklamadığımız sürece kapıyı kıracak ve yuvamıza zarar verecekti.

Güneşin doğmasına az bir zaman kala tadını çıkaramadığımız evler listesine eklenen bu kadar evin manzarasını değerlendirmek istemiştim.

Çok uzun süren bir sessizliğin ardından konuşmuştum.

"Terasa çıkalım mı? Birazdan manzarası çok güzel olur."

Karanlık korkum yüzünden biraz tedirgin olsam da güneşin doğuşu yakındı.

"Manzara kollarımın arasında."

Karan'ın sözleri üzerine kıkırdarken telefonuma gelen bildirim ile sözcüklerimi yutmuştum.

Bu saatte kimden bildirim gelmiş olabilirdi ki?

"Tarık Dinçer, Çağlayan Hastanesi. Saat işlemeye başladı Beren."

Gördüğüm mesaj öfkemi harekete geçirirken özellikle seçtiği hastane üstünlüğünü kanıtlamak istercesineydi.

Kovulduğum hastaneye gitmemi istiyordu.

Telefonu parçalarcasına tuttuğumu fark etmezken yüzümdeki ifadeyi sabit tutabilmek oldukça zordu.

Karan'a baktım.

"Türkiye'ye dönüyorum."

🫀

Havaalanında ayrıldığımız Karan'ı şimdiden özlerken benimle birlikte dönmüş olması neyseki içimi bir nebze rahatlatıyordu.

Cehennemim olan İzmir'e ayak bastığımda beni karşılayan araba ile hastaneye gelmiş ve gururumun kabullenemediği eylemi ayaklarım gerçekleştirmişti.

Bu kadar abartma kızım. Sonuçta sen kovulduğun evde senelerce yaşamış kızsın. Bir gün durmak sana koymaz.

Hastanın dosyasını uçağa bindiğim andan beri incelemiş ve şimdi de beni görmeyi beklemediği açıkça belli olan bir zamanlar iş arkadaşım sayılabilecek ama asla arkadaş olamadığımız insanlar tekrar aktarırken adamın hayata tutunması oldukça zor görünüyordu.

Kendisi bir askerdi ve çatışmadan kurtulması oldukça zor olmuştu.

İlk müdahalesi yapılmış olan fakat bünyesinde hala kurşunların bulunduğu adamın durumu kritikti fakat ilgilenmesi gereken ben değildim.

Askeri doktorlardı.

Bu yüzden olacak ki toplandığımız toplantı odasında tahtanın başında neden benim olduğumu ve ameliyatı neden benim yönettiğimi ve hatta hastanın neden bu hastaneye sevk edildiğini algılayamıyorlardı.

Profesörün ağı oldukça genişti.

"Damarların büyük çoğunluğu zarar görmüş, vücudun üç farklı bölgesinde kırık mevcut, beş ünite kan verilmiş fakat genel cerrahinin işi bile henüz bitmemiş."

Sıkıntılı bir nefes verirken gözümdeki gözlüğü çıkartıp gözlerimi ovaladım.

Uykusuzluk şimdiden başımı ağrıtmıştı.

Askeri hastaneden sevk edilmesini beklerken önden gelen bilgiler doğrultusunda ameliyathane gibi ekip olarak biz de hazırlanmıştık.

"Genel cerrahiden kim katılıyor?"

Zeynep'e sorduğum soru ile birlikte cevap gelmesini beklerken beni yanıtlayan Ege olmuştu.

Sahi, o ne zamandır buradaydı?

Aklımı toparlamakta güçlük çekerken saydığı isimlerden biri de Dicle olmuştu.

"Onunla aynı ameliyata girmek istemiyorum hocam!"

Kapının ardından gelen tartışma sesleri konumuzun üzerine düşerken kapı çalınmadan açılmış ve hocasının yanındaki Dicle görünmüştü.

Koltuğuma oturarak ona alayla baktım.

"Bu ameliyatta sen de olacaksın Dicle. Şimdi sesini kes ve doktorluğunu konuştur."

Hocasının azarıyla sesi çıkmazken tüm doktorlar arasında rezil olmuş olmasının verdiği ekstra sinirle bir koltuğu çekip yerleşmişti.

Tekrar yerimden ayaklandım ve hiçbir şey olmamış gibi ameliyatta izleyeceğimiz yolu anlatmaya başladım.

Daha sonra ise gelen haber sayesinde hastayı almak için helikopter pistine çıkılmış ve doğrudan ameliyathaneye almıştık.

🫀

"Amacın ne sakat bırakmak mı?"

Dicle'ye söylediğim sözler üzerine ameliyata gireli üç saat olmuşken gözleri beni bulmadan işine devam etti.

Beni yok sayıyordu.

"Ben senin üstünüm cevap vermek zorundasın!"

Çaprazımda olan bedeni sonunda ilgilendiği bacaktan gözlerini üzerime çevirmişti.

"Kalp paramparça halde diyen sizdiniz. Bu bacak çok kan kaybettiriyor. Kesmek zorundayız! Yoksa hastayı tamamen kaybedeceğiz! İşimi yapıyorum!"

Asistanın birinden bir kez daha kanı temizlemesini isterken kaşlarımı çatarak Dicle'ye döndüm.

"Kolaya kaçıyorsun! Kalp benim alanım seni ilgilendirmez. Sen bacağı kurtarmaya bak."

Öfkesi gün yüzüne çıkarken konuşmuştu.

"Hastayı kaybettiğimizde senin adının yanında benim adımın da olacağı şekilde açığa alınmak istemiyorum!"

Ona haddini bildir. Sana ne cüretle karşı çıkar?

"Çık."

Kaşları çatılırken bizi izleyen birkaç gözü üzerimde hissetmiştim.

"Sana ameliyathaneyi terk etmeni emrediyorum. "

Tane tane ve tekdüze çıkan sesim ile onu daha da sinir etsem de şu an önemli olan hastanın kurtulmasıydı.

Üstelik tek genel cerrah Dicle değildi. Diğer asistanların da yardımıyla bunun altından kalkabilirdik.

Sinirle çıkan Dicle'nin ardından ameliyata devam etmiş ve on iki saat süren ameliyatın ardından hastayı kurtarabilmiştik.

Üzerimdeki ameliyathane kıyafetleri kana bürünmüşken kafamdaki bone kafamın ağrısını arttırıyordu.

Uykusuzluğun da etkisi ile saatli bomba şeklinde ameliyathaneden çıktığımda burada daha fazla durmak istemeyen yanımla birlikte üzerimi değiştirip çıkışa yönelmiştim.

Profesör bunun hesabını çok fena ödeyecekti.

"Bekle!"

Ardımdan gelen sesle taksi arayan gözlerim bana seslenen kişiye dönmüştü.

Seni kim niye sevsin ki?

"Hastaneye senin sayende dönmüşüm fakat sen kovulmuşsun."

Tekdüze çıkan sesi ile gülümsedim.

"Bakıyorum da dedikodu dinler olmuşsun?"

Ufak bir gülme sesi geldiğinde bir zamanlar ona bakmanın bile kalbimi hızlandırdığı ve delicesine benimle konuşup gülmesini istediğim çocuğun gülüşünün şu an bende hiçbir şey uyandırmayışını bir kez daha fark etmiştim.

Onu sevmeyi uzun zaman önce bırakmıştım fakat kalbimdeki nefretin azaldığını şu an fark ediyordum.

Neden ona karşı olan nefretim azalmıştı?

"Senin için bir şey yapmak istiyorum. Altta kalmayı sevmem."

Kollarımı kavuşturarak başımı biraz yukarı kaldırdım ve gözlerimi gözlerine diktim.

"Ayşegül nasıl?"

Onu umursamıyormuş gibi görünsem de asıl sebep bana teşekkür etmesini istemememdi.

O kadar çok kötülüğe batmıştım ki Ege'nin kısmi teşekkürü ile o iyilik peşinde koşan küçük kıza bir anlığına dönüştüğümü sanıp ondan utanmıştım.

Fakat Ege bunu da fark etmemişti.

Hiçbir şeyi fark etmediği gibi.

Meraklı gözlerle bana bakarken sorduğu soruyla kahkahamı serbest bırakmıştım.

"Ayşegül kim?"

Birlikte kurduğum o sahte de olsa mutlu olduğum pembe balondan dünyamı patlattığınız, güvenimin içine edip tüm hayatımı sorgulattırdığınız ortağın.

Ege'nin yüzünde sanki birlikte güzel bir geçmişimiz varmış da o geçmişteki iyi birini hatırlayamamış aptal insan gülüşü oluşmuştu.

Kahkahamın aslında acı dolu olduğunu yine fark etmemişti.

Aptal.

Bu aptala yenildin. Sen çok  daha aptalsın.

"Hiç kimse."

Otopark girişinde fark ettiğim Mert'in arabası ile utanç beni ele geçirirken hızlı adımlarla Ege'nin yanından ayrıldım.

Bindiğim takside adam bana tuhaf bakışlar atarken ben de ona ters bakışlarımla karşılık vermiştim.

"Abla ben seni bir yerden tanıyorum sanki."

Toprak Dolunay'a söylenmek isteyen yanım Karan'ın gözlerini hatırladığında susmuştu.

Taksiciye verecek cevap ararken telefonum çalmıştı.

"Eski dostluklar artık birer baş ağrısı oluyor değil mi?"

Profesörün telefondan gelen neşeli sesi sinirlerimi daha da gererken alnımı sıvazlayan elim durmuştu.

"Aferin demek için aradım. Ekipte sorunlar çıksa da liderliğine hep hayranımdır."

Derin bir nefes aldım. Şu an sakin olmak zorundaydım.

"Ne istiyorsun profesör?"

Benim huysuz çıkan sesime inat o neşeliydi.

"Sen uykuyu sevmezsin neyseki. Üç saat içinde havaalanında ol. Çağlayan hastanesinin diğer şubesine gidiyorsun. İstanbul'a."

Sıkıntılı bir nefes bırakırken iki gecedir olan uykusuzluğuma on iki saatlik bir ameliyat sığdırmamışım gibi dik durmaya çalıştım.

"Ameliyatta bayılmamı istemiyorsan süreyi uzatırsın."

Alaylı çıkan sesimle birlikte sesi ciddileştiğini anlatmıştı.

"Yapamıyorum diyorsan biricik aşkını bırakıp eski İtalya düzenine geri dönersin. Ha ikisine de hayır diyorsan da bir de Edwin'in seni ikna etmek isteyeceğine eminim."

Telefonu sıkan parmaklarımla birlikte gözlerimi de sımsıkı yumarak kendimi olası bir krize karşı korumaya çalışırken cevaplamıştım.

"Hasta bilgilerini bir an önce istiyorum."

Telefonu kapattığım gibi duran taksiyle ücreti ödeyip indim.

Geldiğim evden en son valizimle ve Patron'la yazlık eve gitmek için çıkmıştım ve hayatım o günden itibaren asla sıradan olmamıştı.

Eve hiç girmeden garaja yönelen adımlarım çantamdan çıkardığım anahtarla arabama yerleşmeme sağlamıştı.

Uyumak için yalvaran gözlerime ve kriz geçirmemin yakın olduğu için içmem gereken sakinleştirici öylece dururken eğer o sakinleştiriciyi içersem yığılıp kalacağımı biliyordum ve buna hakkım yoktu.

Çalan telefonumla birlikte arabanın ekranında gördüğüm isim dudaklarımdaki gülümsemenin sahibiydi.

"Sevgilim?"

Benim enerjik ve üst seviyede tutmaya çalışarak söylediğim söze rağmen onun sesi endişeliydi.

"Sana kaç saattir ulaşamıyorum Güneş. Bitti mi işin?"

Bundan nefret etsem de onu ikna edecek zamanım olmadığından yalana başvurmuştum.

"Henüz bitmedi. Hastayı İstanbul'a sevk ediyoruz ve bu da demek oluyor ki ben İstanbul'a gidiyorum."

Sıkıntılı olduğunu belli eden nefes sesleri ile kaşlarım çatılırken ne yaptığını merak etmiştim.

"Sen ne yapıyorsun?"

Ancak sorumu cevaplamadı.

"Şimdi kapatmam lazım. Kendine dikkat et. Seni seviyorum."

Ellerim aldığım cevapla direksiyonu sıkı sıkı kavrarken derin derin nefes almadan önce 'ben de seni seviyorum' diyecektim ki yüzüme kapanan telefonla arabanın içinde çığlığım yankılanmıştı.

Herkes, her şey üzerime geliyordu ve benim gücüm yoktu!

Arabayı durdurmuş olmanın verdiği güçle saçlarımı yolarken ilk iş olarak geldiğim hastanede lavaboya gitmiş ve titreyen ellerimle zorlukla yüzümü yıkamıştım.

Uykusuzdum,açtım,yorgundum ve hatta olası bir krizin hemen öncesindeydim fakat beni sevmeyen insanlar gibi ben de kendimi öyle sevmiyordum ki şu an Ahmet Özmen'in hastane odasının önündeydim.

Odanın kapısını çalarak içeri girdiğimde beni görmesiyle yüzündeki ifadelerim değişmesi bir olan Ahmet Özmen erken sevinmişti.

Çünkü onun aksine ben oldukça sinirliydim ve bunun bir sebebi de kendisiydi.

"Vermen gereken bir hesap var Ahmet bey!"

Bölüm sonuu

Düşünceleriniz neler?

Çiftimiz farklı olaylara dalıyor sanki ne diyorsunuz?

Neyse efenim diğer bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın 💙

Continue Reading

You'll Also Like

133K 4.1K 21
Ağzımı kapatmış güçlü eller baskısını biraz daha arttırırken Peyami bedenini benim ki ile bir bütün yapmak ister gibi sokuldu Göğüsüm hızla yükselip...
5.1M 279K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...
64.5K 3.6K 28
TAHASSÜR Cihan ve Kamerin hikayesi... Yıllar önce birbirine verilmiş sözler... Yıllarca birbiriyle kavuşmayı bekleyen iki insan. Yıllar sonra tekrard...
105K 6.9K 19
Ömer abi: Melis nerde? BxB kurgusudur