ARAFTA İKİ KİŞİ

By kasinan

2.6M 96.7K 12.9K

More

ARAFTA İKİ KİŞİ
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
DUYURU
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10 BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
DUYURU
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
AÇIKLAMA
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
AÇIKLAMA
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
62. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. Bölüm
66.BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
DUYURU
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
ÖNEMLİ AÇIKLAMA
74. BÖLÜM
VEDA

61. BÖLÜM

19.9K 1K 116
By kasinan

Sonunda gelebildim:) Sabırla bekleyen herkese teşekkürler. 

Zeynep, Çağatay’ın söylediklerini zihninde evirip çevirip kendi mantık süzgecinden geçiriyordu. Haklı olduğunu biliyordu, genç adamın. Ancak çocuk hiç akıllarına gelmeyen ve bütün hesapları alt üst eden bir ihtimaldi. Adamı araştırmışlar ve çocuğa dair bir bilgiye hiç ulaşmamışlardı. Kafası karmakarışık olmuştu.

Yakınındaki bir sandalyeye çöker gibi oturdu. “Ne şimdi bu?” diye söylendi. Odadaki herkes aynı şaşkınlıktaydı. Çağatay, Zeynep’e

“Sizinle inceleyene kadar benim de aklıma gelmemişti ama durumda bir tuhaflık vardı. Bir anda zihnime düştü. Belki de yanılıyorum.”

“Büyük ihtimalle yanılmıyorsun Çeto! Bu, düşündüğümüz pek çok şeyi alt üst etse de yanılmadığını biliyorum. Her şeyi en baştan incelememiz gerek!”

Seda söze karışarak “Ben adamla ilgili bilgileri bir kez daha gözden geçireyim.”

“İyi olur, ama başka kanallardan da araştırmak gerek. Bu adam, bağlantılarıyla bir şekilde haberleşti o kesin. Bizim peşlerinde olduğumuzu da biliyordu. Yine de bir şekilde bu çocuğu görmekten vazgeçmedi.”

Esra duvarda donup kalan görüntüye bakarak “Adam, mutlu ve keyifli görünüyor. Eğer arabada bir çocuk varsa belli ki tehlikede değil!”

“Haklısın! Bu daha da garip! Adam, bu arabada o çocuğu rahatlıkla bırakacak kadar sakin. Çocuk için bir tehlike olmadığını düşündüğü gibi kendisiyle de ilgili bir kaygı taşımıyormuş.”

Çağatay, düşünceli bir tavırla “Ne yapmamızı istiyorsunuz amirim?”

“Ben görüntüleri alıp eve döneceğim. Akşam sen ve Harun da gelin, Erol Başkomiser ve Kerem’e durumu anlatalım. Birlikte bir plan yapmamız lazım. Bana kalırsa işe Aven Baruh’u didik didik araştırmakla başlamalıyız. Harun Mit’ten yardım isteyebilir, olmadı Mossad’a başvururuz.”

“Bu kadar dallandırıp budaklandırmak doğru mu amirim?”

“Esra, adam baştan beri bizi yanlış iz üzerinde yürüttü. Bizim araştırma duvara tosladı. Çok daha detaylı bakılması gerekiyor bu işe. Kimi gerekiyorsa onu işe karıştıracağız mecburen!”

                                                           X         X         X        

O akşam, Çağatay’ın keşfi Kerem’in toplantı salonuna bomba gibi düştü. Herkes şaşkındı. Görüntüler defalarca incelendi. Seda ve Kerem’in görüntüleri netleştirme ve büyültme çabaları sonuç vermemiş arabanın içini göremedikleri gibi, plakaya dair bir iz de bulamamışlardı.

Zeynep’in dediği gibi araştırmayı en baştan ele almaya karar verip iş bölümü yaptıkları sırada Harun’a bir telefon geldi. Aven Baruh’un indiği araç, terk edilmiş olarak bulunmuştu. Bu yeni gelişme, en azından araçtan birkaç iz çıkabileceği düşüncesi hepsini ümitlendirdi.

Harun ve Zeynep Hasdal’da aracın bulunduğu yere gitmek üzere hemen yola çıktılar. Erol Başkomiser, onların ardından profesyonel bir olay yeri inceleme ekibi göndermişti bile. Arabanın yanına vardıkları sırada ekip de neredeyse onlarla aynı anda geldi.
Zeynep, olay yeri görevlileri işe girişmeden önce aracı çıplak gözle incelemek istediğini söyledi. Gecenin karanlığı bu konuda ona yardımcı olmasa da yine de her şeyden çok kendi gözlemlerine güveneceğini biliyordu.

Olay yeri incelemeden aldığı eldivenleri eline geçirip arka kapıyı açtı. Aracın içi alışılmadık biçimde temizdi. “Büyük ihtimalle aracı temizleyip bıraktılar.” diye düşündü, Zeynep. Bu da olay yeri araştırmacılarının iz bulamayacakları anlamına geliyordu. Yine de torpido gözü, koltuk altları gibi girinti ve bölmeleri el çabukluğuyla araştırdı. Ne aradığını bilmiyordu, aslında ama en küçük bir ipucuna bile ihtiyaçları vardı. Harun da aracın bagajını açmış inceliyordu.

Zeynep, bir şey bulamayacağını anladığında olay yeri incelemeye aracı devretmek üzere doğrulurken arkada, araç paspasının altına doğru bir iki minik kırıntı ve leke dikkatini çekti. Feneri oraya doğrulttuğunda minik kahverengi kırıntılar ve bununla uyumlu lekeler daha net açığa çıktı. Aracın yanında Zeynep’in işini bitirmesini bekleyen görevliye “Delil poşeti ve bir pens uzat!” dedikten sonra kırıntıları poşete koydu. Adama lekeyi işaret edip “Örnek alın!” diyerek arabadan çıktı. Harun, yanına gelmiş fener ışığının izin verdiği ölçüde Zeynep’in elindeki poşete bakıyordu. “Ne bu?” diye sordu.

“Valla, ne olduğunu çocuklar söyler ama bana kalırsa çikolata bu.”

“Çikolata mı?”

“Evet! Kırıntılar ve leke bana çikolata gibi geldi.”

“O zaman, çocuk teorisi büyük ihtimalle doğru!”

“Bana da öyle geliyor!”

“Hadi Zeynep, çocuklar işlerini bitirip aracı çeksinler yarın sonuçlara göre bakarız. Burada yapacağımız iş kalmadı.”

“Tamam!”

                                                           X         X         X

Ertesi gün, sabah saatlerinde arabayla ilgili rapor gelmişti. Zeynep’in tahmin ettiği üzere onun bulduğu çikolata izleri dışında araba derinlemesine temizlenmişti. Herhangi bir parmak izi ya da işe yarar bir şey bulunmamıştı.

Çağatay, arabayı trafikten araştırmış ve yaklaşık 10 gün önce çalındığı tespit edilmişti. Adamlar ısrarla arkalarında iz bırakmamaya devam ediyorlardı.

Muhif, Aven Baruh’la ilgili geniş bir inceleme için Suzet’ten yardım istemiş sonuçları bekliyor bir yandan da Oktay’ı araştırmayı sürdürüyordu. Harun da MİT’teki arkadaşları vasıtasıyla Aven Baruh’la ilgili bilgi topluyordu. Görünen o ki bütün bu araştırmalar vakit alacaktı ve şu an beklemekten başka çareleri yoktu.

Zeynep, gelen haberleri değerlendirip kafasında bir plan oluşturmaya çalıştıysa da adamla ilgili detaylı bilgi olmadıkça bütün planlar bir ayağı eksik kalıyordu. Sonunda kendini başka bir şeyle oyalamaya karar verdi.

Kerem, yine Ankara’ya gitmişti. Evlendikleri gün Zeynep’e maketlerini gösterdiği Kız Yetiştirme Yurdu’nun inşaatı büyük ölçüde tamamlanmış ve açılışı için gerekli işlemlerin hâlledilmesine çalışıyordu. Zeynep’i bir kez inşaat başladıktan sonra yurdun yapıldığı bölgeye götürmüş ve yapılacakları orada tek tek ona açıklamıştı. Şimdiyse açılışa kadar gitmesine izin vermiyor ve ona sürpriz yapmayı planlıyordu. Zeynep, maketini gördüğü yurdun inşaatını izlerken kendisini çok tuhaf hissetmişti. Bu bina, ona âdeta nereden nereye geldiğini canlı olarak kanıtlıyordu. O yurdun, kimsesiz bir ferdiyken şimdi o kimsesiz kızların koruyucusu konumuna gelmesini tamamen Kerem’e borçluydu ve daha pek çok şey gibi sadece bu bile Kerem’e duyduğu minnet hislerini güçlendiriyordu.

Bütün bunları düşünürken aniden aklına gelen fikirle yerinden kalktı. Arabasına atlayıp eve doğru yol alırken bir yandan da telefonla Zeliha’yı arıyordu.

“Zeynep, hayırdır ne oldu yine?”

“Allah, Allah seni aramam için bir şey olması mı lazım?”

“Valla kızım, son zamanlarda ne zaman sesin çıksa ardından bir fırtına koptu.”

“Sen de haklısın ama korkma bu defa kötü bir şey yok, en azından varsa da bana daha haberi gelmedi.”

“Haaa, iyi bari! Eeee, ne oldu öyleyse?”

“İşin çok mu?”

“Yoğun bir gün sayılmaz. Bir otopsim vardı bitirdim, onun evrak işleriyle uğraşıyorum.”

“Güzel, o zaman ben gelene kadar bitir onları, ben bir saate kadar gelip alacağım seni!”

“Hadiiii! Ne oluyor diyorum?”

“Ya, anlatırım gelince. Oyalama beni. Eve gidiyorum, üzerimi değiştirip geleceğim.”

“İyi bakalım, bekliyorum!”

Zeliha’yla konuştuktan sonra bir telefon da İrem’e açtı. Arkadaşının ne zamandır görüşemedikleri yolundaki sitemlerini sabırla dinledikten sonra

“Sana bir şey soracağım ama dalga geçersen direkt oraya gelir ve vururum seni, haberin olsun!”

“Hiç kusura bakma dalga geçilecek bir şeyse geçerim!”

“İrem senle uğraşmaya zamanım yok!”

“E söyle o zaman!”

“Şimdi benim böyle ciddi, hanım hanımcık, zarif görünmem gerekiyor. Ne giyeceğim ben?”

“Nereye gidiyorsun bakayım?”

“Yok ya, bir yere gitmek değil. İşle ilgili bir şey. Birisiyle görüşmem lazım da bilgi alabilmek için ikna edici olmam lazım.”

“Ha, anladım! Gardırobunu hatırlamam lazım, bekle biraz.”

Zeynep, TÜSİAD’ın yemeğinde yaşanan kıyafet krizinden sonra Kerem’in asistanı Gözde’nin bulduğu bir stil danışmanıyla görüşmüş ve bu işlerden hiçbir şey anlamadığından konuyu İrem’e havale etmişti. Arkadaşı, stil danışmanıyla birlikte Zeynep’e yeni bir gardırop oluşturmuştu ancak Zeynep kendi kıyafetlerini atmaya şiddetle direndiği için onu ikna edememişler ve Zeynep, günlük hayatında yine kendi giysileriyle yaşamayı sürdürmüştü. Şimdiki gibi çok özel zamanlarda onların aldığı giyeceklere ihtiyaç duyuyordu.

“Tamam buldum.” diyerek Zeynep’in düşüncelerini böldü İrem.

“Söyle!”

“ Kemik rengi eteğini giy, hani önden yırtmaçlı olan. Üstüne de kahverengi içli dışlı triko takımı giy. O takımın dekoltesi sana çok yakışacak. Kahverengi topuklu, kemik rengi ayakkabılarla da tamamlarsın.”

“Gidip arayalım bakalım dolabı. Bulamazsam ararım yeniden.”

“Tamam, boynuna bir şey takma ama mutlaka küpe tak; makyaj yapmayı unutma. Kırmızı bir ruj sür.”

“Kırmızı mı?”

“Evet, kırmızı. Çok zarif duruyor sende. Saçlarını böyle ensede hafif bir topuz yap!”

“Peki! Hadi görüşürüz!”

                                                           X         X         X

Zeynep, eve gelip üzerini değiştirip alelacele çıkarken Muhif arkasından şaşkınlıkla bakıyordu. Kerem’le görüşmek üzere eve ilk geldiği günden beri Zeynep’i pantolon dışında bir kıyafetle hele de bu kadar şık ve zarif çok ender görmüştü. Üstelik daha da tuhaf olan bu kılığa kendi isteğiyle bürünmesiydi. Kimse ona silah filan doğrultmamıştı. Başını “Hayırdır inşallah!” manasına sağa sola sallayıp çalışma odasına doğru yöneldi. Tam o sırada çalan telefonunun ekranında yazan ismi görünce yüzünde istemsizce bir gülümseme oluştu.

“Merhaba, Suzet!”

“Merhaba, Muhif! Müsait misin?”

“Ne demek, buyur!”

“Bak, sizin adamla ilgili birtakım bilgiler var elimde. Görüşebilir miyiz?”

“Elbette! Hemen mi?”

“ Valla bugün ya da yarın olsa iyi olur çünkü bu hafta içinde ben İstanbul dışına çıkıyorum.”

“Senden bir şey rica etsem mümkün mü?”

“Tabi!”

“Yarın akşam seni, bizim eve yemeğe davet etsem?”

“Sizin eve mi ama ya Kerem Sayer ve eşi?”

“Ne zamandır Kerem’le tanıştırmak istiyordum sizi. Hem bu konuyu dolaysız konuşmak en doğrusu… Tabi senin için bir sakıncası yoksa?”

“Kerem Sayer’le ilgili en küçük bir endişem yok ancak eşi durumu biliyor mu? Sıkıntı olmasın?”

“Zeynep Hanım her şeyi biliyor. Onunla ilgili bir endişeniz olmasın Suzet. Zeynep Hanım, bana bacımdan yakındır. Kerem Bey söz konusu olunca da…”

“Muhif, bunları söylemene bile gerek yok. Sen ‘güvenilir’ dediğinde biz üstünde konuşmayız bile! Ben sadece kadın durumu biliyor mu, diye endişe ettim. Malum benim kimliğim…”

“Biliyor. Kerem Bey ondan bir şey gizlemez! Zeynep Hanım, olayın tamamına işi dolayısıyla da hâkim.”

“Peki, o zaman. Yarın akşam diyelim. Görüşmek üzere.”

“Görüşmek üzere Suzet!”

Suzet, telefonu kapadıktan sonra bir süre düşünceye daldı. Yıllardır Türkiye’de çok az insana gerçek kimliğini belli etmişti. Bunların neredeyse tamamı da gerçek işi dolayısıyla muhatap olmak zorunda kaldığı insanlardı. Kerem Sayer’in uzun zamandır onun kimliğini bildiğinin farkındaydı. Ona her zaman dürüst davranan Muhif, bu bilgiyi Kerem’den saklamayacağını da ona söylemişti. Şimdi eşinin de bildiğini öğreniyordu.

Kerem Sayer, oldukça ani bir biçimde Zeynep Yılmaz’la evlenince dünyadaki bütün büyük iş adamlarında ve politikacılarda olduğu gibi Mossad Zeynep Yılmaz’ı da araştırmıştı. Bu kadar ani bir evlilik üstelik sosyal statüleri çok farklı iki insanın birlikteliği doğal olarak kuşku uyandırırdı. Araştırmayı Suzet bilhassa kendisi yönetmek istemişti. Bunu Muhif’e borçlu olduğunu düşünüyordu.

Kadının yaşam öyküsü, bulunduğu konum ve kimliği Suzet’i fazlasıyla etkilemişti. Kendi geçmişini düşününce kadının geldiği noktayı takdirle karşılamıştı. Ayrıca işine sahip çıkışı, dürüstlüğü ve cesaretiyle de onu çok etkilemişti.

Suzet, hiç kimseye söylemese de Zeynep’i biraz kendine benzetmişti. Gerçi kendi yaşamında onunki gibi büyük bir dram yoktu. O, altı üstü küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş bir çocuktu ama yurtlarda yetişmeyi, bir başına ayakta kalmayı ve bütün bunları yaparken de saygın bir kimlik edinmeyi başarmak ne demektir biliyordu.

Zeynep, talihsiz geçmişine karşın ondan şanslıydı. Hayatta çok az insanın karşılaşacağı büyük bir aşkı tatmış ve işinde olduğu gibi ona da sahip çıkmayı bilmişti. Kadının kendisinden en büyük üstünlüğü belki de buradaydı.

Suzet, yıllardır yaşadığı ikili hayat yüzünden gerçek aşkı bir türlü tadamamış, bundan uzak durmak için eğitildiğinden de karşısına çıkan her fırsatta bunu kendi rızasıyla tekmelemişti.

Yıllardır ilk kez Muhif, onu açıklayamadığı bir biçimde etkiliyor ama yine çıkar yol olmadığını gördüğü için ondan da uzak durmaya çalışıyordu. Muhif, hayatında tanıdığı en dürüst en sadık ve en iyi adamdı. Belki de onu çeken yanı da burasıydı.

Yaşadığı kurtlar cehenneminde “iyi” diye adlandırabileceği kimseyi tanımıyordu. Sırtını birine hele bir erkeğe dayamanın ne olduğunu bilmiyordu. Muhif gibi, arkasını kollamadan yanında duracağı birinin asla karşısına çıkmayacağını da biliyordu ama ne yazık ki ondan da uzak durmak zorundaydı.

Oyuncu kimliğinin gereği bir iki sahte aşk ilişkisi yaşar görünse de Zeynep ve Kerem Sayer’inki gibi bir aşk için elde ettiği her şeyi seve seve vereceğini de biliyordu.

Muhif’in onu eve ilk kez davet edişiydi bu! Ya dışarıda kenar köşe bir yerlerde ya da Suzet’in evinde görüşürlerdi hep. Bu daveti ikiletmeden kabul etmesinin altında da bu kez perdeleyemediği o kadınca merak yatıyordu: Zeynep ve Kerem Sayer’i birlikte görme merakı.

                                                           X         X         X

Zeynep, Zeliha’yı aldıktan sonra onun merakla sorduğu sorulara cevap yetiştirmeye çalışıyordu. En sonunda dayanamadı ve

“Ya, sus da bir dinle!”

“ İyi! Anlat artık!”

“Şimdi biz Yakacık’ta bir huzurevine gidiyoruz!”

“Huzurevi mi? Nereden çıktı bu şimdi?”

“Zeliha!”

“Tamam ya, tamam! Dinliyorum.”

“Orada Melek Soylu diye bir kadını görmemiz gerekiyor. İşle alakası yok, durumun. Bu kadında Kerem’in çok istediği bir resim var. Kadına daha önce defalarca teklif götürmüş ama kadın resmi satmıyor.”

“Eeeee, biz ne yapacağız?”

“Kadını bir de biz ikna etmeyi deneyeceğiz.”

“Nasıl olacak o iş?”

“Hiç bilmiyorum. Gidince duruma bakıp bir plan yapacağım.”

“İyi de benim anlamadığım, beni niye sürüklüyorsun?”

“ Kadını Derya’ya araştırttım. Senin gibi bir kolej kızı. Tabi yaşça senden çok büyük. 90 civarında dediler ama böyle hanım hanımcık, cici kadınlardan filan haz ediyormuş anladığım kadarıyla. Şimdi ben, kadınla iki çift lafı nasıl edeceğimi bilemem. Konuşmanın içine sıçmama engel ol filan diye birlikte gidiyoruz.”

“Kimin nesi bu kadın? Bari adam gibi anlat. Resimle kadının ilişkisi ne?”

“Resim, kadının teyzesi tarafından yapılmış. Kerem, o kadının bütün tablolarını topluyor. Bunu da almak istemiş ama cadı, satmıyormuş.”

“Haaa, kocana resim satmadı diye “cadı” mı oldu kadıncağız?”

“Bakıyorum da sen görmeden bile “kadıncağız” yapıverdin. Aynı soyun bokusunuz işte, belli!”

“Zeyneeeppppp!”

“Öf tamam, bu tarz hatunlar ne sever, onla ne konuşulur bilemedim de ben, yanımda ol istedim.”

“Adı ne bu ressamın?”

“Mihri Müşfik.”

“Mihri Müşfik mi?”

“Tanıyor musun?”

“Tabi ki tanıyorum. Bizim kadın ressamlarımızın en önemlilerinden biridir. Ayrıksı bir tarzı vardı. Bayılırım. Kerem’in onun resimlerini topladığını bilmiyordum.”

Zeynep kendi kendine mırıldandı “Bir de züppe deyince kızar!”

“Ne dedin sen?”

“Hiçççç, ben de, dedim.”

“Hadi oradan! Züppe dedin duydum.”

“Duyduysan ne soruyorsun?

“Eh, görünüşe bakılırsa kocan da züppe o zaman!”

“Zelihaaaa!”

“Gördün mü nasıl oluyormuş? Neyse… Kadını anlat bana biraz.”

“Kadın, bu ressamın yeğeni… Adı, Melek Soylu. Bir süredir huzurevinde yaşıyormuş. Kadın da sanatçı. Heykeltıraşmış galiba ama o teyzesi gibi değil. Amatörce çalışıyormuş. Paraya pula ihtiyacı yokmuş.”

“Zaten Yakacık’taki huzurevinde kaldığına göre yoktur. Oraya girmek için insanlar dünyanın parasını bağışlıyorlar da yine de sırada bekliyorlar.”

“Neyse ne! Kadın bir Fransız okulunu sanırım Dame de Sion’u bitirmiş, böyle yalılarda konaklarda büyümüş bir hatun.”

“Peki resmi niye satmadığını söylemiş mi?”

“Teyzemden kalan hatıra, satamam diyormuş.”

“O huzurevi, Darüşşafaka’nın. Orada kalabilmesinin koşulu mirasını Darüşşafaka’ya bağışlaması. Yani kadın ölünce resim Darüşşafaka Vakfı’na geçecek. E, Kerem de oranın yönetim kurulunda. O zaman alabilir bunu, kadın satmasa da.”

“Ne yani şimdi akbaba gibi kadının ölmesini mi bekleyelim resme sahip olmak için? Kerem, sence bunu yapar mı?”

“Haklısın, yapmaz!”

“Bence de… İşte o yüzden bir de ben şansımı denemek istedim ama ne yapacağımı da bilmiyorum.”

“İyi de kızım, kadın satsa da sen o parayı…

“Amannnnn, herkes de bunu soruyor. Kardeşim, bir gidelim; kadın bir ikna olsun bir çaresine bakacağım. Olmadı kredi filan alırım bir yerden.”

“Krediyle para çekip de resim alanı da ilk defa duyuyorum.”

“Sana ne! Sana ne! Ben hallederim bir şekilde, yeter ki kadını ikna etmeyi başaralım. Derya, ‘Hanım hanımcık git! Öyle erkek gibi kadınlardan hoşlanmıyor.’ dedi. Façayı düzelttim de kendi başıma iki cümle edersem ortada hanımefendilik kalmaz. Sen, bir şekilde beni bu dertten kurtaracaksın!”

“ Hiç ağzını açma desem…”

“Zeliha!”

“Öf, tamam be! Şaka yaptık!”

“Yapma! Şaka filan yapma, sen! Zaten beceremiyorsun!”

                                               X         X         X

O sırada bir başka yerde önemli bir telefon konuşması gerçekleşiyordu:

“ Kaygılanma diyorsun da ne Kerem ne de çevresindekiler bu işin peşini bırakacak gibi değil.”

“Sakin ol!”

“Nasıl sakin olayım? Aven’i araştırıyorlar.”

“Araştırsınlar. Çok çok çocuğu öğrenirler. Ondan öteye gidemez ki kimse!”

“Çocuğun açığa çıkması…”

“Hiçbir yere varmaz! Kaygılanma!”

“Bak, Kerem’in karısı zehir gibi bir kadın. Görürsün bağlantıyı ilk o kuracaktır. O kadını hafife alıyorsun!”

“Almıyorum. O zaman önlerine bir yem daha atmanın vakti geldi.”

“Yem mi?”

“Evet, Zeynep’in geçmişini biraz diriltirsek Kerem’in dikkatini de dağıtırız!”

“Yine mi birini kurban edeceğiz. Bu kaçıncı?”

“Kaçıncıysa kaçıncı? Şimdi mi vicdanlı olmaya karar verdin?”

“Ne alakası var? Korkuyorum, arkamızda bir iz kalacak!”

“Sen aklını başına toplarsan kalmaz! Şimdi bırak da bir plan yapayım.”

“Bak, bütün bunlar kaçınılmazı erteler sadece. Yok etmez. Eninde sonunda izimize ulaşacaklar.”

“Öyle bir şey olmayacak ama oldu diyelim ben her şeyi hazırladım onlar olayları bizimle ilişkilendirdikleri zaman biz bulabilecekleri bir yerde olmayacağız.”

“Kerem Sayer, iğnenin deliğine girsek bizi bulur.”

“Sen bayağı bayağı korkmaya başladın!”

“Yalan mı?”

“Kerem Sayer’in sanıldığı gibi Tanrı olmadığını şimdiye dek defalarca gördük. Hâlâ ellerinde hiçbir şey yok! Bu noktadan sonra geri adım atamayız!”

“Bak, eğer her şey ters giderse…”

“Gitmeyecek, bana güven!”

Continue Reading

You'll Also Like

528K 47.4K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
91.2K 6.5K 28
*** Timur'un soyundan gelen Babür İmparatoru Ekber Şah, zamanın belki de en kudretli hükümdarıydı. 14 yaşında çıktığı tahtla halkına yepyeni bir yö...
7.3K 615 9
Park Bo jo için hiçbir şey normal olmadı... Hayatın zorlukları ona on sekiz yaşından sonra daha bir çullandı. Babası, amcaları, yeğenleri, yengeleri...
İntikam By ariel

Historical Fiction

38.9K 3.7K 31
"Sahip olduğumu sandığım her şey ona aitken, neden sen de her şey gibi onun olmak istiyorsun?" ... İntikamı uğruna her şeyi göze alan bir delikanlını...