My Youth Is Yours | Jikook

By mooneluna

298K 27K 57.9K

"Jeon Jungkook, bu dünya üzerinde nefes alan en değerli varlıktı benim için. O benim sadece en yakın arkadaşı... More

1- Beşikten Mezara
2- Tapılası Kalçalar
3- Krizi Fırsata Çevirmek
4- Zaaf
5- Party Party Yeah
6- Güvenli Kollar
7- Ait Olunan Yer
8- Çılgın Çocuk
9- Neden Şimdi?
10- Bu Normal mi?
11- İstediğin Oldu
12- Jungkook Ve Ben?
13- Kamp Ateşi
14- Pişmanlık
15- Oyun
16- Arkadaşım
17- Patlama
19- Aşk
20- En Gözde Çift
21- Katil Civciv
22- Yanmak
23- Gitme
24- Busan Ateşi
🦇Luna Scura🐺
25- My Youth is Yours (Final)

18- Delirmek

14.4K 1.1K 4K
By mooneluna


Öncelikle kestane balının diyarızksödlwixpepdğrl şaka..

Ay hiçbi şey söylemicem çünkü bölüm için çok heyecanlıyım. Yazarken çok zorlandım ve nasıl oldu hakkında da hiçbir fikrim yok. İstediğim tek şeyse yorumlarınız.

Oy sınırı +500 yorum sınırı SINIRSIZ.

Tüm bölümü Jaymes Young - Infinity'le yazdım ve siz de dinlemek istersiniz belki diye medyaya koydum. Sözler de baya uyumlu bebeklerimle.

Bölüm sonu görüşelim, iyi okumalar aşklarım

18- Delirmek

"Jungkook?" Dedim şok içinde, karşımda duran bedenin yüzüne bakarken. Fakat o bana değil direkt olarak Chan'e bakıyordu.

Öldürecekmiş gibi..

Gözlerindeki öfke öylesine yoğundu ki, kalbim korkuyla sıkıştı ve ona doğru bir adım attığımda beni bulan sert bakışları yerimde donmama sebep oldu.

"Jungkook.." dedim tekrar içime kaçan sesimle. 

Muhtemelen-muhtemelen bizi yanlış anlamıştı çünkü aşağıda bir parti vardı ve biz Chan'in odasında başbaşaydık, tanrım!

Göğsü şiddetle inip kalkmaya devam ederken kendini zor zapdettiği her halinden belliydi ve o Chan'in üzerine atlayıp onu öldürene kadar dövmeden önce ona acilen durumu açıklamam gerekiyordu.

"Jungkook benim.." dedim sesim titrerken. Sonra arkamı döndüm ve aceleyle yatağın üzerinde duran tişörtü alıp gösterdim ona.

"Benim üstüme içki döküldü ve ben-biz buraya yalnızca tişört almaya gelmiştik. Bak. Üzerimi değiştirebil-"

"Buraya gel Jimin." Dedi hayatımda duyduğum en öfkeli tonda. "Ben bu herifi gebertmeden önce hemen buraya gel."

Delirmiş gibiydi. Gerçekten öfkeden delirmiş gibiydi. Elleri iki yanında yumruk olmuş, dişlerini sıkmaktan çenesi kasılmıştı.

"Jungkook sakin ol." Diyerek ellerini iki yana kaldırdı Chan. "Gerçekten yanlış anlıyor-" fakat o sözünü tamamlayamadan Jungkook ona hiddetle "kes sesini!" Diye kükrediğinde sıkıntılı bir nefes verip sustu.

O da Jungkook'un yanlış anladığının ve ne denli öfkeli olduğunun farkındaydı.

Gözlerim usulca Chan'e kaydığında bu yanlış anlaşılma için ondan bakışlarımla özür dilemek istemiştim ama "Jimin!" Diye bağıran Jungkook'u sesi beni yerimden sıçrattı.

Onu daha fazla delirtmeden Chan'e aceleyle "özür dilerim." Diyerek Jungkook'un yanına doğru adımladım. Olay çıkmasını istemiyordum. Bir kavgayı daha kaldıracak gücüm yoktu.

Bakışları gözlerimden aşağı doğru kaydığında başını sabır diler yan yatırıp dilini yanağına bastırdı.

Tanrım.. elimde hala Chan'in tişörtünü tutuyordum ve o bakana kadar farkında bile değildim. Çünkü korkudan elim ayağıma dolaşmıştı!

Bana doğru hızla bir adım atıp tişörtü tutan bileğimi sıkıca kavrayarak elimden sertçe çekmiş, öfkeyle Chan'e doğru fırlatmıştı onu.

"Seninle sonra görüşeceğiz." Dedi Chan'a işaret parmağını sallayıp. Sonra bakışlarını yeniden bana döndürdü ve "şimdi gidiyoruz burdan." Diyerek az önce tuttuğu bileğimden çekerek çıkarttı beni odadan.

Hızlı adımları yeri inletiyordu ve ben arkasında sürüklenerek ona yetişmeye çalışıyordum.

Bu kadar delirmesinin sebebi neydi? Kıskançlık mı? Daha da önemlisi bir anda neden gelmişti buraya?

Tıpkı eskiden olduğu gibi davranıyordu şimdi. Ama bundan yalnızca birkaç saat öncesine kadar umursamıyordu bile beni. Şimdi ne olmuştu da bir anda kendini burda bulmuştu?

"Jungkook.." dedim üzerimdeki aptallığı atıp sert çıkarttığım sesimle. Bileğim acıyordu. "Jungkook yavaşla."

Fakat o beni duymuyor, koşar adımlarla beni peşinden sürüklemeye devam ediyordu. Bileğimi acıttığının farkında bile değildi. Çünkü farkında olsa asla acıtmazdı canımı. Öyle bir sıkıyordu ki, moraracağından adım kadar emindim.

Kapıya ulaşıp evden dışarı çıktığımızda, hiç durmadan arabasına doğru ilerlemeye devam etti.

"Jungkook." Dedim bileğimi elinden kurtarmaya çalışıp. "Bırak beni canımı acıtıyorsun."

Bakışları bileğimi tutan eline kaydığında, çok sıktığının yeni farkına vararak tutuşunu gevşetti biraz, fakat yine de bırakmadı beni.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Diye sordum arkasında koşturmaya devam ederken. Ben de sinirleniyordum şimdi. Ama o bana bir cevap vermiyor, tek derdi beni burdan götürmekmiş gibi adımlarını daha da hızlandırıyordu.

"Jungkook dur artık!" Diye bağırdım arabanın önüne geldiğimizde ve diğer elimi onun bileğine sarıp kendiminkini onun elinden kurtardım.

"Arabaya bin Jimin." Dedi yeniden bana uzanmaya çalışarak. Fakat beni yakalayamadan hemen geri çekildim ondan.

"Amacın ne senin?" Dedim gözlerine öfkeyle bakıp. "Ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Jimin.." dedi ve burnundan sert bir nefes verdi. "Bin diyorum sana. Bunları evde konuşacağız. Şurdan siktir olup gidelim bir an, önce yoksa geri dönüp o şerefsizi geberteceğim."

Yapardı. Gerçekten de yapardı biliyordum bu yüzden öfkeden çıldırsam da "lanet olsun!" Diye bağırıp kendimi yolcu koltuğuna attım ve kapıyı kırmak ister gibi kapatıp onun da arabaya binmesini bekledim.

Buna hakkı yoktu. Yaşadığımız bunca şeyden sonra kafasına estiği gibi gelip bana müdahale etmeye hakkı yoktu.

Evet gördüğü manzara yanlış anlaşılmaya oldukça müsaitti ama yine de bu durum gerçek olsa bile bu onu hiç ama hiç ilgilendirmezdi. Üstelik Chan'e bir şans vermem gerektiğini bana bizzat kendisi söylemişken şimdi onun evine gelip beni gözü dönmüş bir şekilde burdan sürüklemeye gerçekten hakkı yoktu.

Bagaj kapısı açılıp kapanmış, sonra da Jungkook elinde bir hoodieyle şöför koltuğuna oturup onu bana uzatmıştı.

"Giy şunu hasta olcaksın."

Kaşları hala çatıktı. Hala hızla nefes alıp veriyordu ve ben de en az onun kadar öfkeliydim. Evet başta bu hali beni altıma işeyecek kadar korkutmuştu ama şu an o korku yerini öfkeye bırakmıştı.

"İstemiyorum." Dedim elini iterek. "Sadece sür şu siktiminin arabasını."

Bir an önce burdan gitmek ve ona hesap sormak istiyordum. Madem gelip beni burdan zorla götürüyordu o zaman bana bir açıklama yapmak zorundaydı. Bu dengesizliğinin hesabını vermek zorundaydı.

Gözlerini kapatıp derin bir nefes vermiş, sonra da dediğimi yapıp arabayı çalıştırmıştı.

Başımı cama çevirdim ve gözlerimi çektim üzerinden. Çünkü biraz daha bakarsam cidden eve kadar sabredemeyip çok büyük patlayacaktım.

Neyseki yol uun sürmemişti. Öyle hızlı sürüyordu ki, yirmi dakikalık yolu beş dakikada gelmiştik ve arabayı parkettiği an kendimi dışarı atmış, kapıyı yine kırar gibi sertçe kapatmıştım.

Bizim evin ışıkları yanıyordu. Muhtemelen annemler nöbetten dönmüşlerdi.

"Bize gidelim." Dedi Jungkook başıyla kendi evini gösterirken. Çatık kaşlarımla başımı sallayıp onu onayladığımda ilerleyip kapıyı açmasını bekledim. İçeri girip kapıyı kapattığımda o ışıkları yakmış, salona doğru ilerlemişti.

"Seni dinliyorum." Dedim parmaklarımı gergince saçlarımın arasından geçirip yüzüne bakarken. Bir an önce konuşmasını istiyordum çünkü hiç sabrım yoktu.

"Neye öfkelisin bu kadar söylesene?" Diye sordu çatık kaşlarıyla yüzüme bakıp kollarını iki yana açarak. "Seni o piç kurusunun odasından çıkarttım diye mi?"

Ne?

"Ne diyorsun sen ya?" Diye sordum sesimi yükseltip ona yaklaşarak. Gözüm seyiriyordu.

"Gecenizi mi böldüm yoksa hm?" Dedi sinirle kıkırdayıp başını yan yatırarak. "Onun için mi bu kadar sinirlisin?"

"Sen.." dedim ve dişlerimi sıktım. Ellerim yanımda iki yumruk olmuştu. Göğsüm öfkeden hızla inip kalkıyor, kalbim deli gibi atıyordu. "Sen ne dediğinin farkında mısın?"

"O şerefsizi gebertmeliydim." Dedi başını iki yana sallayıp sinirden gülerken. Kendi kendine konuşuyor, salonda bir oraya bir buraya yürüyordu. "Ağzını burnunu kırmalıydım onun."

"Jungkook yeter artık!" Diye bağırdım ayağımı yere vurarak. "Yeter ben gerçekten yoruldum. Senin öfkenden, dengesizliklerinden çok yoruldum. Ne bu halin? Asıl sen neye delirdin bu kadar söylesene?"

"Neye mi delirdim?" Dedi kıkırdayarak. Salonun ortasında dikilmiş birbirimize öfke saçıyorduk.

"Neye mi delirdim? O herifin evine gittiğin yetmiyor bir de odasına çıkıyorsun ve bana neye delirdiğimi mi soruyorsun? Ben gelmesem ne olacaktı Jimin ha? Ne olacaktı?!" Diye bağırdı parmaklarını yolmak ister gibi saçlarının arasından geçirip.

"Söylesene ne olacaktı? Tişörtmüş. Sikeyim tişörtü! O herif seni odasına atmak için bahane yaratmış resmen ve sen de saf gibi oltaya gelmişsin!"

"Saçmalamayı kes!" Dedim çatık kaşlarımla sinirden titrerken. "Öyle bir şey olmadı. Sen yalnızca kafanda kuruyorsun."

"Evet tabii.." diyerek alayla gözlerime bakıp sinirle bir sağa bir sola yürüdü yeniden. Üzerindeki tişörtü yırtmak ister gibi çekiştirip duruyordu. "Ben kuruyorum. Ben her şeyi kafamda kuruyorum haklısın."

"Jungkook derdin ne senin?" Dedim yüzümü sıvazlayarak.

İşte sonunda patlama noktasına gelmiştik.

Yaptıklarına anlam veremiyordum çünkü artık. Günlerdir beni görmezden geliyor, gittikçe benden uzaklaşıyordu. Yanımda durmaya tahammülü yokmuş gibi kaçıyordu benden ve sonra bir anda karşıma çıkıp, beni bir başkasıyla gördüğü için kıskanıyor, öfkeden deliriyordu.

Aptal etmişti beni. Delirtmişti. Cidden dayanamıyordum ve bu işin sonunda birbirimizin hayatından tamamen çıkıp gidecekmişiz gibi geliyordu. Çünkü ortada arkadaşlık falan da kalmamıştı artık.

"Günlerdir yüzüme bile bakmadın. Benimle tek kelime konuşmadın bile. Şimdi karşıma geçmiş benden neyin hesabını soruyorsun sen söylesene?"

Birkaç saniye gözlerime bakmış, sonra hiçbir şey demeden sıkıca kapatmıştı gözlerini. Sakinleşmeye çalışıyor gibiydi. Fakat onun aksine ben, saniye saniye daha da deliriyordum.

"Susma!" Diye bağırdım ona biraz daha yaklaşıp. Gözlerini açtı. "Susma, bir şey söyle bana. Ben senin oyuncağın değilim Jungkook anladın mı? Bana böyle davranmaya hakkın yok! Bunca şeyden sonra beni kıskanmaya, beni başka biriyle gördüğün için öfkelenmeye hakkın yok lanet olsun!"

"Jimin.." dedi yalnızca gözlerime bakıp. Göğsü hızla inip kalkıyordu benimki gibi fakat bu kez öfkesi umrumda bile değildi.

"Jimin ne?" Diye sordum onu omuzlarından sertçe ittirerek. "Söylesene Jimin ne!?"

Adam gibi bir açıklama istiyordum artık ondan. Ona aşık olan bendim ama benden daha tutarsız davranan oydu.

"Seni öpmemi neden istedin?"

"Ne?" Dedim şok olmuş gibi gözlerine bakarken.

Söylediklerimi hiç umursamadan yalnızca bunu sormuştu bana. İkimizin de günlerdir kaçtığı o şeyi sormuştu. Bizi bu hale getiren o şeyi.

"Duydun." Dedi bana bir adım daha yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kapatıp ve sorgular gibi baktı gözlerime. "Benden seni öpmemi istedin. Neden?"

Kahkaha attım. Kocaman bir kahkaha attım.

"Seni-seni o lanet kampta öptüğüm için yaşıyoruz tüm bunları öyle değil mi?" Diye sordum az önce kahkaha atan ben değilmişim gibi gözlerim dolarken.

Titriyordum. Kalbim deli gibi çarpıyordu ve titriyordum. Hem sinirden, hem de gerginlikten.

"Sarhoş olduğum ve seni öptüğüm için yaşıyoruz bunları değil mi? Özür diledim.." diyerek yeniden ittim onu geriye.

"Allah kahretsin! Senden özür diledim ve unutalım dedim. Çünkü pişman olmuştun. Seni duydum Jungkook." Dedim dolan gözlerimin aksine kıkırdarken.

"Seni duydum. Telefonla konuşuyordun ve pişman olduğunu söyledin. İzin vermemeliydim dedin ve ben de-ben de-" diye devam edecektim sözlerime fakat o, bir anda ellerini hızla yüzüme sarıp, dudaklarını şiddetle dudaklarıma bastırarak susturdu beni.

Gözlerim şokla açılırken kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı.

Öpüyordu beni! Jeon Jungkook, sımsıkı yumduğu gözleriyle beni öpüyordu!

Üstelik bizzat kendi isteğiyle.

Dudakları benim üst dudağımı yakalayıp sertçe emmeye başlağında, tüm tüylerim diken diken olmuş, omuzlarına istemsizce sıkıca tutunmuştum.

Hala şokta olduğum için öylece hareketsiz kalmıştım fakat Jungkook bundan hoşlanmamış olacak ki, kaşlarını çatıp dişlerini sertçe dudağıma geçirerek, ağzımın acıyla aralanmasına sebep oldu. Ve bunu fırsat bilip pütürlü dilini hiç beklemeden içeri yolladığında, benimkine değen diliyle beynim tüm işlevini yitirdi.

Artık bende de film kopmuştu.

Ellerim ensesine sarıldığı gibi karşılık vermeye başladım ona. Sertçe. Sertçe kapandım dudaklarına ve içimdeki tüm öfkeyle, tüm aşkla, tüm özlemle öptüm onu.

İnanamıyordum. Şu an gerçekten öpüştüğümüze inanamıyordum. Onun beni öptüğüne inanamıyordum. Ve ölüyordum sanırım çünkü kalbim atabileceği son hızda atıyordu. Birazdan yerinden tamamen çıkacak ve onun ayaklarının dibine düşecekti.

Fakat ölmek pahasına daha çok asıldım aşık olduğum dudaklara.

Alt dudağını dişlerimin arasına alıp güçlüce emdiğimde o da aynısını üst dudağıma yapmaya başladı.

Öyle hızlı, öyle hırslıydık ki, dudaklarımız sürekli yer değiştiriyor, öpücükler çenemize taşıyor, arada dişlerimiz çarpışıyordu.

Titriyordum. Heyecandan bayılmak üzereydim ama yinede hayatım buna bağlıymış gibi sömürmeye devam ediyordum dudaklarını.

Tanrım.. bu nasıl güzel bir histi böyle?

Çıldıracaktım şimdi. Gerçekten çıldıracaktım. İlk öpücüğümüzü de sarhoş olmama rağmen hatırlıyordum ve o da çok güzeldi elbette ama bu.. ayık kafayla ve her zerresini hissederek onu öpmek öyle muhteşem bir histi ki delirmek üzereydim.

Dili dilime dolanırken, gerçekten bayılacağımı hissettim. Kalbim-kalbim durmak üzereydi ve parmaklarım olduğu yeri öyle bir sıkıyordu ki, ensesinde tırnak izlerimin çıkacağından emindim.

Dilimi yakaladı sonra dudaklarıyla. Beni tüketmek ister gibi güçlüce emmeye başladığında, kapalı gözlerim geriye doğru kaydı ve ellerim ensesinden kayıp omuzlarına düştü.

O dilimi emdikçe ağzımın kenarlarının ıslandığını hissediyordum. Salyalarımız birbirine karışıyordu ve bu iğrenç olmaktan çok çok uzaktı. Aksine, saniye saniye içimdeki ateş büyüyordu.

Yavaş yavaş yakıyorduk birbirimizi ama ben onunla kül olana kadar durmak istemiyordum.

Karnımın için yanıyordu. Kasıklarım karıncalanıyordu ve ben bu hissi hayatımda ilk kez yaşıyordum. İlk kez birinden deli gibi etkileniyor, ilk kez birini tüm hücrelerime kadar istiyordum.

Ve o biri, benim en yakın arkadaşımdı.

Dilimi emmeyi bırakıp, öpüşmekten sızım sızım sızlayan ve şişen dudaklarımın ikisini birden ağzının içine alarak son kez güçlüce emmiş, hafifçe dişlerini geçirip öne doğru çekiştirerek bırakmıştı onları.

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında birkaç saniye nefes nefese öylece durduk fakat sonra o, alnını alnıma yasladı.

Göğüslerimiz soluksuz kalana kadar öpüştüğümüz için hızla inip kalkıyordu. Sıcak nefeslerimiz birbirimizin dudaklarına çarpıyordu, gözlerim hala kapalıydı ve hala aklım yerinde değildi.

Öpmüştü. Jungkook beni öpmüştü. Hem de öyle bir öpmüştü ki, kendimi tamamen kaybetmiştim dudaklarının arasında.

"Bence.." dediğinde gözlerimi hafifçe aralayarak sertçe yutkundum. Şişmiş ve kıpkırmızı olmuş ıslak dudakları gözlerimin önündeydi. Onunla deli gibi öpüştükten sonra boğuk sesini duymak tüylerimi diken diken etmişti fakat ne diyeceğini ölümüne merak ediyordum.

Çünkü benim konuşacak gücüm yoktu.

"Bence artık pişman olmadığıma yeterince emin olmuşsundur hm?" Diye sordu alnını alnımdan çekip gözlerime bakarken.

"Ben.." dedim titreyen sesimle. "Ama-ama ben seni duymuştum ve sen demiştin ki-"

"Jimin, özür dilerim." dedi başını yan yatırıp hala yüzümün iki yanında duran parmaklarıyla elmacık kemiklerimi okşayarak.

Gözleri dolmuştu ve onu öyle görmek anında benim de gözlerimin dolmasına sebep oldu.

"Beni yanlış anlamana sebep olduğum için özür dilerim."

Yani.. yani ben onu yanlış mı anlamıştım? Telefonda benden bahsetmiyor muydu?

"Jungkook.." diye ismi döküldü dudaklarımdan sadece.

"Anlatacağım." Dedi dudaklarını alnıma bastırıp beni derince solurken. "Her şeyi anlatacağım ama önce kalbimin sakinleşmesine izin ver. Çünkü.." dedi ve omzundaki ellerimden birini alıp kalbinin üzerine götürdü.

Çok hızlıydı. Çok çok hızlıydı ve deli gibi çarpan kalbi avucumun içindeydi.

Tıpkı benimki gibi atıyordu.

Dudakları birkaç dakika daha alnımda dinlendikten sonra elleri yeniden yüzümü kavramış, göz göze gelmemizi sağlamıştı.

"Pişman olmadım." Diyerek başını iki yana salladı. "Pişman falan olmadım Jimin yemin ederim. Orda bahsettiğim şey çok başkaydı." Dediğinde kaşlarım havalandı.

"Ben-ben Namjoon hyungla konuşuyordum doğru. Ama bahsettiğim kişi sen değildin, Mari'ydi."

"Mari mi?" Dedim şaşkınca. Gerçekten mi?

"Evet Mari." Diye onayladı beni.

"Namjoon hyunga, onunla en başında sevgili olduğum için pişman olduğumdan bahsediyordum yalnızca. Çünkü ayrılmamıza rağmen ısrarla peşimde dolanmaya devam ediyor sen de görüyorsun. Kampta da yanıma gelip konuşmak istediğinde sırf beni rahat bıraksın diye kabul etmek zorunda kaldım ama beni pişman etti. Çünkü o.." dedi ve duraksayıp sıkıntılı bir nefes verdi.

"O cidden takıntılı gibi davranıyor ve kendine zarar verebileceğinin imalarını yapıyor bana. Bu yüzden ara sıra onunla konuşmak zorunda hissediyorum. Namjoon hyung da durumu bildiği için aradığında onu sormuştu. Ama sen konuşmamızı duymuşsun ve kendi üzerine alınmışsın."

Pişman olmamıştı. Benimle öpüştüğü için pişman olmamıştı! Onu yanlış anlamıştım. Bahsettiği kişiyi kendim sanmıştım ve-ve..

Tanrım, bunca zamandır boşuna mı acı çektim ben şimdi?

"Ben.." dedim aptallığıma lanetler ederek. "Ben ya-yanlış anlamışım.."

"Evet." Dedi hızla başını sallayıp. "Kesinlikle çok yanlış anlamışsın. Seni öptüğüm için pişman olmam imkansız." Diye gülümseyerek dudaklarını yeniden dudaklarıma bastırdığında kalbim titredi.

Ama birkaç saniye sonra geri çekildi ve gözlerime baktı uzun uzun. Baktı, baktı, baktı ve kalbimi durduracak o cümleyi kurdu.

"Çünkü ben sana aşığım Jimin."

Hassiktir.

"Ne?" Dedim gözlerim şaşkınlıkla açılıp, şok içinde ona bakarken.

"Sana öyle aşığım ki, ben artık bununla baş edemiyorum. Seninle baş edemiyorum."

"Bana.." dedim kocaman açtığım gözlerimle kendimi işaret ederek. "Bana aşıksın?"

Delirecektim şimdi.

"Çok." Dedi başını aşağı yukarı sallayıp. "Hem de çok aşığım. Bak, duymuyor musun sesini?"

Kalbi hala avucumdaydı ve şimdi çok daha şiddetli atıyordu elimin altında.

Bana aşıktı.

BANA AŞIKTI!

AŞIK OLDUĞUM ADAM DA BANA AŞIKTI!

"Ben.." dedim. Dolu gözlerim görüş açımı bulanıklaştırıyordu. Ölecektim şimdi. Yemin ederim ki ölecektim heyecandan. Gülsem mi ağlasam mı bilememiştim. "Jungkook ben.."

"Jimin.. lütfen.." diyerek duraksamış, gözlerini sıkıca kapatıp derin bir nefes verdikten sonra yeniden açarak gözlerime bakmıştı.

"Lütfen benim de seni yanlış anladığımı ve aslında senin de beni öptüğün için pişman olmadığını söyle bana." Dedi üzgünce.

"Çünkü sen benden özür dileyip bunu unutalım dediğinde, ben de senin pişman olduğunu düşündüm ve tüm dünya başıma yıkıldı."

"Jungkook.." dedim ağzım şaşkınlıkla aralanırken.

Tanrım.. o da beni yanlış anlamıştı. Aslında yanlış anlamasına ben sebep olmuştum çünkü onun pişman olduğunu düşündüğüm için söylemiştim ona o cümleleri.

Yani şimdi biz, bunca zamandır birbirimizi yanlış anladığımız için mi bu hale gelmiştik?

Taehyung haklıydı. Kesinlikle haklıydı. Biz gerçekten de geri zekalıydık.

"Pişman olmadım." Dedim başımı iki yana sallayıp bu kez ben onun yüzünü avuçlarımın arasına alırken ve gözümden süzülen bir damla yaş yanağımla buluştu.

"Pişman falan olmadım. Sadece seni yanlış anladığım için, arkadaşlığımızı tehlikeye atmamak adına söyledim onları. Pişman olduğunu söylemiştin ve ben seni tamamen kaybetmeyi göze alamazdım Jungkook. Bu yüzden unutalım dedim. Yaşanmamış gibi yaparsak arkadaşlığımız bozulmaz sandım. Ama olmadı." Dedim buruk bir gülümsemeyle.

Bilmeden ne acılar çektirmişiz meğer biz birbirimize.

Baş parmağıyla yanağımdaki yaşı silmiş, devam etmem için merakla gözlerime bakmıştı.

"Olmadı çünkü o geceden sonra, ben sana bir daha arkadaş gözüyle bakamadım."

Birkaç saniye öylece yüzüme bakıp hafifçe kaşlarını çatmış, sonra çattığı kaşları yavaşça yukarı kalkmıştı.

"Yani.." dedi yutkunup derin derin nefesler alırken. Gözlerinde binlerce umut dolu yıldız parlıyordu.

Göğsü yine hızla inip kalkmaya başlamıştı tıpkı benimki gibi. Saçı başı dağılmış, dudakları şiş ve kızarmış, üzerindeki tişörtün yakası kaymıştı ve öyle kusursuz duruyordu ki, delirecektim.

Dünyadaki en güzel adamdı. En güzel şey. Ve tanrım.. bu adam bana aşıktı! Hala inanamıyordum buna. İçimde filler tepişiyordu. Ölecektim sanırım mutluluktan.

"Yani sen de bana.."

"Evet." Dedim başımı sallayıp. "Ben de sana."

"Söyle.." dedi başını yan yatırıp dolu gözlerle gözlerime bakarken ve sıkıca ellerimden tuttu. "Söyle Jimin nolursun kalbim duracak şimdi. Bunu duymadan ölmek istemiyorum."

"Ben de sana aşığım Jungkook." Dedim dolu gözlerime inat kocaman gülümseyerek. "Çok çok aşığım."

Ve onun gözlerindeki yaşlar da benim itirafımdan sonra yanaklarıyla buluştuğunda, hiç beklemeden dudaklarına kapanan ben oldum bu defa.

Aşkla öpüyorduk birbirimizi şimdi. Deminki şehvetten çok uzak, içimizdeki tüm duyguları birbirimizin içine akıtmak ister gibi hareket ediyordu dudaklarımız.

"Ben.." dedi nefes nefese geri çekilip inanamıyormuş gibi gözlerime bakarken. "Bu an gerçekten yaşanıyor öyle değil mi Jimin? Sen gerçekten de bana aşıksın?"

"Bana inanmıyorsan bir kez de ona sor." Dedim tıpkı az önce bana yaptığı gibi elini tutup kendi kalbime bastırarak.

O kadar hızlı atıyordu ki, birkaç saniye gözleri orda oyalanmış, sonra taptığım tavşan dişlerini gösterecek kadar kocaman gülümseyip heyecanla dudaklarıma kapanmıştı yeniden.

Sanırım bundan sonra, asla öpüşmeden duramayacaktık. Çünkü imkansızdı. Artık ondan ayrı kalmam imkansızdı. Ona böyle özgürce, istediğim gibi dokunmanın tadını almıştım bir kere. Artık benden kurtuluşu yoktu.

Nefessiz kalıp dudaklarımızı güçlükle ayırdığımızda, "ve şu saçların.." dedi boğuk sesiyle, parmaklarını onların arasına sokup okşarken.

Ah.. Ben onları tamamen unutmuştum. Kendimi bile unutmuştum. Bir tek Jungkook'u biliyordum.

Nefes nefeseydi ve gözleri de okşadığı tutamların üzerinde geziyordu. "Lanet olsun, çok yakışmış. Beni daha da delirtmek için boyattın öyle değil mi?"

Söylediği şeye kıkırdayıp alnımı alnına yasladım. "Aslında bir anda karar verdim." dedim omuz silkip. "Ama amacımın dikkatini çekmek olduğunu saklayacak değilim."

"Benim dikkatim zaten yalnızca senin üzerinde." Dedi yüzüme kelebek öpücükler kondurarak. "Bunun için başka bir şey yapmana gerek yok. Gözlerim zaten yalnızca seni görüyor, kulaklarım yalnızca seni duyuyor, kalbim.. kalbim yalnızca senin için atıyor."

Tanrım.. bayılacaktım şimdi kollarının arasına. Çok seviyordum onu. Her şeyden çok seviyordum.

Yüzümün her yerini öpmeyi bitirdiğinde, dudakları yeniden dudaklarımı buldu ve ben istemsizce inleyip kollarımı boynuna sardım sıkıca.

Onu öpmek.. onu onun da bana aşık olduğunu bilerek öpmek, dünyadaki en mükemmel duyguydu.

Birbirimizin dudaklarını sömürmek ister gibi emmeye devam ederken, az önceki duygusallık yerini yine şehvete bırakmaya başlamıştı.

Elleri belimden yavaşça kürek kemiklerime yükseldiğinde, içim titredi. Bana dokunuşlarına doğduğumdan beri alışıktım ama, artık çok başkaydı. Artık bana dokunduğu an vücudum tepkimeye giriyordu.

Dudaklarımızı bir anda ayırıp gözlerime baktığında, kaşlarının hafifçe çatıldığını gördüm. Ve sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı.

Üzerimdeki tişörtün uçlarından tutarak bir anda yukarı kaldırıp üstümden çıkarttı ve yere fırlattı.

"Aklımı öyle bir başımdan aldın ki.." dedi tamamen çıplak kalan üst bedenimi süzüp alt dudağını dişlerinin arasına almadan önce, "üzerinde hala ıslak bir tişörtle durduğunu bile unuttum."

Ve sonra elleri boynumdan başlayarak aşağı doğru kaymış, parmaklarını göğsüme, kaburgalarıma ve karın kaslarıma sürterek dokunduğu yerleri gözleriyle takip etmişti.

Ölmek üzereydim.

Bana ne yaptığından haberi bile yoktu. Tam sakinleşecek gibi olduğumuz an, yine nefeslerimiz hızlanıyor, göğsümüz hızla yükselip alçalıyordu. Şu anda da kalbim, o bana dokundukça bir kuş gibi çırpınıyordu göğüs kafesimin içinde.

"Kusursuzsun.." dedi fısıltıyla belimi kavrayıp beni daha da kendine çekerek. Göğüslerimiz birbirine çarptı. Gözlerime öyle bir bakıyordu ki, eriyecektim kollarında.

"Kusursuzsun. Teninde tek bir leke yok ve ben sana baktıkça delirecek gibi hissediyorum. Bu yüzden.." dediğinde cümlesini tamamlamadan başını boynuma yaklaştırmış ve hiç beklemeden derin bir nefes çekerek dudaklarını bastırmıştı belirlediği noktaya.

İçim titredi.

Çok kötüydüm. Dokunuşları yüzünden ağlamak üzereydim ve gerçekten de biraz daha böyle devam ederse dayanamayıp üzerine atlayacaktım.

Resmen hormonlarımla oynanıyordu. 18 yaşında ve henüz bakir bir ergendim ben alooooo!

Sonra bir kez daha boynumda başka bir noktayı daha öpmüş, daha da titrememe sebep olarak burnunu sürte sürte yukarı çıkmıştı.

"Bu yüzden odama gidelim ve üzerine bir şeyler giy. Yoksa.." dedi gözlerime bakıp yutkunarak. "Yoksa cidden kendimi tutamayacağım güzelim."

Tutma demek istedim. Tutma, bırak kendini bana.

Ama olmazdı.

Yani tamam, bu bizim ilk günümüz falan değildi. Sonuçta doğduğumuzdan beri birlikteydik ama birbirimize itiraf ettiğimiz ilk günden de ileriye gitmek doğru gelmiyordu.

Yaşadığımız duygular yeterince fazlaydı zaten. Bir de sevişirsek muhtemelen bu benim bu hayattaki son günüm olurdu. Çünkü minik kalbim bir gecede bu kadar heyecanı kaldıramazdı.

Üstelik ben hiçbir şey bilmiyordum ve bilindiği üzre o bu konuda master degree yapmıştı.

Piç herif.

Aklıma gelen şeyle kaşlarım çatıldığında, "ne oldu?" Diye sordu sorgular gibi yüzüme bakıp. Fakat ona söylemeyecektim elbette.

"Hiç." Dedim omuz silkip. Tüm bunların hesabını daha sonra sorardım ona nasıl olsa.

Sonra da onu bileğinden kavrayıp merdivenlere doğru adımladım. "Hadi odana çıkalım. Üşüdüm zaten ben de."

Fakat o bileğini elimden kurtarmış, parmaklarını parmaklarıma geçirerek gülümsemişti bana.

Eriyordum sanırım. Bir saniye önceki sinirim buhar olup uçmuştu gülüşünü görür görmez.

Ölüyordum şu tavşan gülüşe.

Ben de ona gülümsediğimde bu kez o benden önce davranmış, odasına doğru ilerletmişti ikimizi.

İçeri girip kapıyı kapattığında parmaklarımızı ayırdı ve elleriyle omuzlarımı okşayıp kollarımı ısıtmak ister gibi aşağı yukarı sıvazladı.

"Hasta olacaksın." Dedi burnumun ucuna bir öpücük kondurup. "Hadi sen duşa gir ve sıcak bir banyo yap. Ben de sana giyecek bir şeyler hazırlayayım."

"Olur." Diye onayladım onu. Üstüme boydan boya bira dökülmüştü ve şu an bira koktuğuma adım kadar emindim. Fakat aklım uçtuğu için, o söyleyene kadar üzerimdeki tişörtün farkında bile değildim.

Hem.. duşa girip olanları sindirmem ve biraz sakinleşmem gerekiyordu. Evet, duş iyi fikirdi.

"Ben o zaman gireyim.." deyip arkamda kalan banyo yapısını işaret ettiğimde, öylece yüzüme bakmaya devam ederken mekanik bir şekilde başıyla onayladı beni.

Ben de onu tekrarlayıp başımı salladım ve arkamı dönüp banyoya girmek için bir adım attığımda, çıplak belime dolanan güçlü kollar ve enseme bastırılan burunla donup kaldım yerimde.

Ellerim, belimi saran kollara tutundu ve o burnunu ensemden boynuma doğru ilerlettiğinde başım bu temasla güçsüzce omzuna düştü.

Tanrı aşkına.. ben bu adamla nasıl baş edecektim ki?

Gözlerimi sıkıca kapatıp tüm ağırlığımı ona verdiğimde kalçam da kasıklarına yaslandı ve tam o an boynumdaki burnunun yerini dudakları almış, dişleriyle ince deriyi sıkıştırarak hafifçe emmişti.

Ben bu adamla baş edemezdim, hayır.

"Jungkook.." dedim kısık sesimle kalp atışlarım yeniden tavan yaparken. Dokunduğu yerler yanıyordu. Cayır cayır yanıyordu.

Az önce dişleyerek emdiği yerin üzerinden diliyle geçip üzerine minik bir öpücük kondurduğunda "sana dayanamıyorum." Diye fısıldadı kulağıma. Sıcak nefesi beni daha da yakarken sertçe yutkundum.

Fakat o benden daha önce toparlandı. Boğazını temizleyip hafifçe geri çekilerek omzuma bir öpücük kondurdu ve "hadi git.." dedi. "Git, yoksa hiç bırakamayacağım seni."

Arkamı dönüp gözlerine baksam, gerçekten kıvılcım çıkacaktı aramızda biliyordum. Bu yüzden dönemeye cesaret edemeden hafifçe başımı sallayıp kendimi banyoya attım.

Kapıyı kapattığım gibi arkama yaslanıp derin derin soluklar aldım sakinleşmek adına.

Küçücük dokunuşlarla bile ne hale geliyordum, daha ilerisi olursa eğer, olacakları tahmin bile edemiyordum.

Sonra aklıma bundan çok daha önemli bir gerçek geldi ve yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu.

Tanrım.. JEON JUNGKOOK BANA AŞIKTI!

Bana aşıktı. Tıpkı benim ona aşık olduğum gibi aşıktı bana ve biz bunu birbirimize itiraf etmiştik.

Çığlık atmak istiyordum. Kendimi sokağa atıp deli gibi koşmak ve çığlık çığlığa bağırmak. İçimde binlerce kelebek kanat çırpıyordu. Hayatımın en ama en güzel günüydü bugün.

Artık bitmişti. Ondan uzak kaldığım günler, pişman olduğunu düşündüğüm için, arkadaşlığımıza ihanet ettiğim için çektiğim vicdan azabı, karşılıksız sandığım aşk acım hepsi-hepsi bitmişti.

Şükürler olsun.

Merak ediyordum. Deli gibi merak ediyordum tüm bunların onda ne zaman başladığını. Ben onu öptüğümde farkına varmıştım ona olan duygularımın. Peki o? O ne zamandır farkındaydı? Ne zamandır aşıktı bana? Nasıl anlamıştı?

Öğrenecektim. Hepsini öğrenecektim.

Kendimi küvete atıp hızlıca duş aldım. Bir an önce yanına dönmek istiyordum. Çünkü onu şimdiden özlemiştim bile.

Dolaptan bana ait olan bornozu alıp üzerime geçirdiğimde kapım tıklandı ve sevdiğim adamın sesi doldu kulaklarıma.

Yüzümde kocaman bir gülümsemeye, kalbimde tatlı bir sancıya sebep olan taptığım sesi.

"Bebeğim.. hadi ama çık artık ordan. Seni çok özledim."

BÖLÜM SONU.

KAVUŞTULAR ALLAHIM BİSMİLLAH! Nasıldı bölüm? Umarım 18 bölüm boyunca beklediğinize değmiştir ve duygularını güzel geçirebilmişimdir?

Ve artık hem en yakın arkadaşlar, hem de sevgili olacaklar. Tehlikenin farkında mısınız? Ehe.

Öpüştük,

LUNA🌙

.

Continue Reading

You'll Also Like

317K 27.7K 37
Yeraltı dünyasının bir kuralı vardır.Ölüler ülkesinde bir şey yiyenlerin yeryüzüne çıkma hakları yoktur. [hades&persephone]
760K 61.6K 45
"Şeytanlar da sevebilir." Park Jimin aşık olduğu çete liderinin hayatını baştan aşağı değiştireceğini bilemezdi. Jjk & Pjm
46.8K 2.5K 41
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
133K 16.1K 20
//tamamlandı her gün beden değiştiren jimin, o gün girdiği bedende takılı kalır. yanında uyuyan jungkook ile. #2 kookmin #2 fantastik - 02.02.2022