My Youth Is Yours | Jikook

By mooneluna

297K 27K 57.9K

"Jeon Jungkook, bu dünya üzerinde nefes alan en değerli varlıktı benim için. O benim sadece en yakın arkadaşı... More

1- Beşikten Mezara
2- Tapılası Kalçalar
3- Krizi Fırsata Çevirmek
4- Zaaf
5- Party Party Yeah
6- Güvenli Kollar
7- Ait Olunan Yer
8- Çılgın Çocuk
9- Neden Şimdi?
10- Bu Normal mi?
11- İstediğin Oldu
12- Jungkook Ve Ben?
13- Kamp Ateşi
14- Pişmanlık
15- Oyun
17- Patlama
18- Delirmek
19- Aşk
20- En Gözde Çift
21- Katil Civciv
22- Yanmak
23- Gitme
24- Busan Ateşi
🦇Luna Scura🐺
25- My Youth is Yours (Final)

16- Arkadaşım

9.7K 1.1K 2.6K
By mooneluna

Selam,

Sınırı 1 günde geçtiğiniz için sizi kutluyorum. Bugün pek konuşasım yok. Yalnızca yorumlarınızı okuyup mutlu olmak istiyorum ama belli kişiler dışında yorum atan çok kimse yok. Bunun sebebi nedir?

Hikayeye olan heyecanınızı mı kaybettiniz? Eskisi gibi keyif almıyor musunuz? Lütfen eleştiriniz ya da fikriniz varsa bu satıra belirtin. Düşüncenizi merak ediyorum.

Oy sınırı +400 yorum sınırı: ?

İyi okumalar.


16- Arkadaşım

Alarmımın sesiyle derin ve huzurlu uykumdan koparılırken gözlerimi, yüzüme vuran aydınlığa aralamaya çalışmış, huysuzca mırıldanmıştım.

Okuldan nefret ediyordum.

Aslında okuldan ziyade, sabahları erkenden kalkmak zorunda olmaktan nefret ediyordum. Yoksa derslerle ilgili bir sorunum yoktu.

Gövdeme sıkıca dolanmış kolların varlığını farkettiğim an, her şeye rağmen dudaklarımın iki yana kıvrılmasına engel olamamış, başımı gömdüğüm mis kokulu boyundan kaldıramamıştım.

Bebek kokuyordu aşık olduğum adam.

İri cüssesi, sert tavırları ya da etrafa attığı o soğuk bakışların aksine, minicik bir bebek gibi kokuyordu ve ben o kokuyla hergün yeniden doğuyordum.

Henüz uyanmamış olmasını fırsat bilerek biraz daha sokuldum ona ve derin bir nefes çektim ciğerlerime çiçek açtıran.

Henüz ölmemiştim ama cennet tam da burasıydı benim için. Onun kokusunun en yoğun olduğu yer, boynu.

Uyanık olsa asla cesaret edemeyeceğim bir şeydi onu böyle solumak. Eskiden hiç çekinmeden ona sırnaşır, beni sıkıca sarıp sarmalaması için mızmızlanırdım. Fakat artık, yalnızca, o derin uykudayken yapabiliyordum bunu.

Bir kolu boynumun altından geçmiş, diğeriyse kürek kemiklerimde dinleniyordu. Çenesi de başımın üzerine yaslıydı. Bacaklarından birini sahiplenmiştim yine her gece uykumda yaptığım gibi. Bacaklarımın arasındaydı kaslı baldırı.

Sanki tüm hücrelerim, benden habersiz onunla bir bütün olmak ister gibi çekiliyordu tenine. Yoksa ayrı ayrı uyuduğumuz her gecenin sabahına böyle uyanmamız mümkün değildi.

Keşke.. keşke o da beni, benim onu sevdiğim gibi sevseydi. Keşke o da benim hissettiğim gibi hissetseydi ve biz her an böyle sarmaş dolaş olabilseydik.

O kadar özlüyordum ki onunla eskisi gibi olmayı, gün içinde doğrudan gözlerine bile bakamıyordum. Bu yüzden geceleri iple çekiyordum. O uyusun da güzel yüzünü birazcık doya doya izleyebileyim diye deliriyordum resmen.

Ben bu aşktan nasıl kurtulacaktım?

Gün geçtikçe unutmam ve hayatıma devam etmem gereken yerde sanki her şey daha beter oluyordu. Duygularım giderek daha da yoğunlaşıyordu ve ben altında eziliyordum.

Kendimi sorgulamıştım sürekli bu süreçte ve vardığım sonuç, tıpkı Taehyung'un da dediği gibi, aslında hep ona karşı arkadaşlıktan çok daha fazlasını hissediyor olduğumdu. Ama bugüne dek bu hisler hiç gün yüzüne çıkmamıştı.

Beni kıskanmasına, sahiplenmesine, korumasına, sürekli yanımda olmasına, bana bakışına, gülüşüne, dokunuşuna, şevkatine, beni sevişine.. her şeyine, her şeyine o kadar alışıktım ki, şimdiye dek hep olması gereken buymuş gibi hissetmiştim.

Ama ne zamanki dudaklarım onun dudaklarını tattığında tüm bunlardan mahrum kaldım, işte o zaman anlamıştım asıl gerçeği.

Hayatımın hiçbir döneminde onsuz kalmamıştım ki ben. Hiç eksikliğini hissetmemiştim. Onun varlığıyla öyle doluydu ki her yanım, belkide sırf bu yüzden bugüne kadar bir başkasına ihtiyaç duymamıştım.

Çünkü benim ihtiyacım olan tek şey oydu. Benim tek ihtiyacım hep Jungkook'tu.

Ve canımı acıtan, yeni farkına vardığım bir gerçek daha vardı ki, o bana hayatımın her anında yeterli gelirken, ben ona yetememiştim.

Yetememiştim çünkü liseye başladığımız dönemden beri, hayatında sürekli birileri olmuştu. Flörtler, tek gecelik ilişkiler, birkaç haftalık, hatta.. son ilişkisiyle kendi rekorunu kırarak neredeyse bir ay çıkmıştı Mari'yle.

Sayısını sayamayacağım kadar çok kızla yatmıştı. Belki duygusal bir şeyler yaşamamıştı ama yaşamayacağının da garantisi yoktu.

Hissedemiyorum demişti bana. Keşke hissedebilsem demişti. Demekki hissedebilmek için de çok çabalamıştı.

Bense onun aksine, bugüne dek ne duygusal ne de cinsel anlamda hiçbir şey yaşamamıştım. Şimdi bunun sebebini çok daha iyi anlıyordum.

Dedim ya, benim Jungkook'tan başkasını ihtiyacım yoktu. Ama onun vardı. En başından beri böyle hissetmemin sebebiniyse, şimdi oldukça acı bir şekilde anlamıştım.

Ben ona hep aşıktım.

Belki çocukluğumuzdan, ya da belki aklımızın ermeye başladığı andan beridir, zamanını tam olarak kestiremiyordum fakat ben en başından beri ona aşıktım.

Yeni değildi bu hisler. Yalnızca ben yeni farkediyordum. İçimdeki tüm o duyguları keşfetmemeyse, tek bir öpücük yeterli gelmişti. Yalnızca onu, arkadaşım olarak görmeyi bir kenara bırakıp, başka bir gözle bakabilmem için, tek bir öpücük yetmişti.

Öğrenmiştim. Artık onun bana ne hissettirdiğini, çok acı bir şekilde öğrenmiştim. Fakat o, hiçbir zaman öğrenmemeliydi bunu. Ona olan hislerimi asla öğrenmemeliydi.

Dolan gözlerimle son bir nefes daha çektim boynundan. Kolları arasından, sıcaklığından kalkıp sanki buna muhtaç değilmişim gibi okul için hazırlanmam gerekiyordu.

Sertçe yutkundum ve başımı gömdüğüm yerden çıkartarak bakışlarımı hafifçe yukarı kaldırdım. Kaşları çatılsa bile uyanmamıştı.

Başı biraz aşağıya doğru düştüğü için görüş açıma giren çenesi ve tam dudaklarının altındaki zaafım olan minicik beni, içimdeki ona dokunma isteğini daha da körüklemişti.

Ve ben, hala derin uykusunda olmasından güç alarak, bir anlık cesaretle dudaklarımı çok küçücük, minicik, o bene bastırmış, sonra hızla geri çekilip kalkmıştım yanından.

Uyanacağından korkup kendimi koşar adım odamdaki lavaboya attığımda nefes nefese yere çöktüm ve dakikalardır gelen ağlama isteğimi daha fazla bastıramayarak göz yaşlarımın sessizce gözlerimden süzülmesine izin verdim.

Dudaklarım sızlıyordu. Tenine değdiğim şu bir saniye etmeyen anda bile dudaklarım, kalbim, tüm hücrelerim sızım sızım sızlıyordu.

Yaptığım şey doğru değildi. Hem de hiç doğru değildi fakat engel olamamıştım kendime. Onun karşısında öylesine aciz kalıyordum ki, baş edemiyordum kendimle.

Jungkook, benim bu hayatta başıma gelebilecek en güzel şeydi. Ama Jungkook'a aşık olmak.. işte bu, bunun tarifi yoktu benim için. Fakat şu an bu aşkın bana hissettirdiği en yoğun şey acıydı. Safi acı.

Aradan geçen birkaç dakikanın sonunda, sessiz gözyaşlarımı silip oturduğum yerden kalkmış, yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalışmıştım. Jungkook muhtemelen uyanmıştı. Tek isteğim, onu öptüğümü anlamamış olmasıydı. Fakat anlamışsa da kaçışım yoktu. Odaya dönmem gerekiyordu.

Bu yüzden lavabodan tedirgince çıktığım an, onun hala uyuduğunu görünce derin bir nefes vermiştim.

Yanına ulaşıp bıraktığı boşluğa oturduğumda yine izlemekten geri duramadım güzel yüzünü. Bana uykusunda bile neler yaptığından bi haber, sakince nefes alıp veriyordu. Fakat artık uyanması gerekiyordu. Yoksa okula geç kalacaktık.

"Jungkook.."Dedim kısık sesimle hafifçe koluna dokunup. "Jungkook uyanman lazım."

Sesimi duyar duymaz aralanan gözleri odağını bulduğu an, bakışlarını bana çevirdi. "Jimin.." Dedi boğuk bir tonda. "Günaydın, geç mi kaldık?"

"Hayır." Diyerek gülümsedim hafifçe şişmiş gözlerine bakıp. "Saat henüz 7.30 kahvaltıya kalacak mısın?"

"Aç hissetmiyorum." Dedi başını olumsuz anlamda sallayıp. "Anladım." Deyip yanından kalkarak ayılması için ona zaman tanıdım ve formamı giyinmek için dolabıma doğru ilerledim. Kahvaltıya kalmayacağını biliyordum. Zaten artık birlikte uyumak dışında pek bir şey yapmıyorduk.

O da, o sırada yataktan çıkıp lavaboya ilerledi ve işlerini bitirip çıktığında "ben gideyim." Diyerek komodindeki telefonunu eşofmanının cebine atarak bana döndü. "Hazır olunca görüşürüz."

"Tamam" dedim ve başımla onayladım onu. Bana hafifçe gülümsemiş, birkaç saniye gözlerime bakmıştı. Ben de ona gülümsediğimde yavaşça arkasını döndü ve çıkıp gitti odadan.

Giyinmeyi bitirip aşağı ineceğim an, telefonumun melodisi kulaklarımı doldurduğunda sabah sabah kimin aradığını merak ederek elime aldım. Taehyung'du.

"Efendim Tae?"

"Civcivim.." dedi ağlak bir tonda. "Günaydın benim minik kelebeğim."

"Civciv miyim kelebek mi karar ver." Diyerek kıkırdadım. Bu çocuk yüzümü güldürmeyi bir şekilde başarıyordu. "Ve ne istiyorsun sadede gel."

"Kalbimi kırıyorsun ama." Dedi üzgün çıkartmaya çalıştığı ses tonuyla. "Arabamın yağ filtresi değişecekmiş. Servise gitti. Geçerken beni de alır mısın diyecektim."

"Tamam." Dedim hemen. "Alırım tabii. Kahvaltımı edip çıkıyorum. Yarım saate sendeyim."

"Aslanım benim." Dediğinde "zevzek" diye göz devirip kapatmıştım telefonu.

Hızlıca kahvaltımı edip aşağıya indiğimde Jungkook'u arabasının önünde beni beklerken buldum. Genelde ya onun ya da benim arabamla gidiyorduk okula fakat çıkışta işimiz olduğu zamanlar ikimiz de arabalarımızı alıyorduk.

Benim bugün çıkışta işim vardı.

"Gidelim mi?" Diye soran Jungkook'u onayladım ve Taehyung'u da alacağımızı söylediğimde arabalarımıza binip okulun yolunu tuttuk.

                          ~~~~~~~

"Gerçektende çıkışta Chan'le buluşacak mısın?"

Sıkıcı geçen bir okul günün bitmesine son bir ders kalmıştı. Jungkook, koçla konuşmak için spor salonuna inmişti ve biz de Taehyung'la sınıftaydık.

"Evet." Dedim omuz silkerek. Buluşacaktım çünkü buluşmamam için bir sebep yoktu. Üstelik dün ona söz vermiştim.

"Sizi gerçekten anlamıyorum." Diye sıkıntılı bir nefes verdi Taehyung. "Mari'nin o günkü konuşmasından sonra ettiğiniz kavgadan beri farklısınız. Jungkook bilerek senden uzak duruyor. Sana karışmıyor. Sense bu sanki çok normalmiş gibi hayatına devam ediyorsun. Aranız iyiymiş gibi gözüküyor ama değil. Bu beni bile huzursuz ediyor Jimin. Siz ne ara bu hale geldiniz?"

"Aramız iyi." Dedim omuz silkip. "O günden sonra Jungkook bana karışmayacağını söylemişti zaten. Ona insanların bizi yanlış anladığını söylediğimde beni yanlış anlayıp kendini benden uzaklaştırdı biliyorsun. Bu ikimizin de seçimi. Aslına bakarsan.." dedim bakışlarımı ona çevirip. "Olması gereken de buydu zaten."

"İkinizin de mutsuzluğu yüzünüzden okunuyor Jimin." Dedi. "Kampta her şeyin düzeleceğini düşünmüştüm aslında ama aksine, sanki o günden sonra daha da uzaklaştınız."

"Biz iyiyiz." Dedim onu inandırmaya çalışarak. Ama karşımdaki adam kendi bildiğini okumaktan vazgeçmiyordu.

"İyi falan değilsiniz." Dedi kaşlarını çatarak. "Sen ruh gibi geziyorsun. O kıskançlığından deliriyor ama belli etmemek için götünü yırtıyor. Siz bu değilsiniz Jimin. Siz hiçbir zaman böyle olmadınız. Konuş onunla. Konuşun ve bu saçma duruma son verin." Dediğinde öylece gözlerine baktım.

"Bu kadar aptal olmanıza katlanamıyorum." Diye söylendi kendi kendine.

Aptal olan bendim. Bizi bu hale ben getirmiştim ve düzeltmek için artık çok geçti. Zamanı geri alamazdım. Yapabileceğim tek şey ona ve düşüncelerine saygı duymaktı.

Bir de kendi hayatıma bakıp onu unutmaya çalışmak.

Çıkış zili çaldığında hareketlenen sınıfla birlikte ben de çantamı toparlamış, işim bittiğinde hemen yanımda oturan sıra arkadaşıma çevirmiştim bakışlarımı.

Durgundu. Son zamanlarda hep durgundu zaten ama bugün ekstra bir sakinlik vardı üzerinde. Onu böyle görmek bana oldukça garip hissettirse de sessiz kalmaya alışmıştım.

"Hadi gidelim." Dedim sessizliği bozmak için ve o bakışlarını bana çevirip usulca başını salladı.

Arabaya kadar ben, o ve Taehyung birlikte yürüdüğümüzde Taehyung, "beni Jungkook bırakacak." Dedi. "Sen de dikkatli ol ve eve dönünce mutlaka mesaj at."

"Daha neler Tae.." dedim göz devirip. "Alt tarafı birkaç saat bir kafede oturacağım."

"Olsun." Diyerek omuz silkti. "Sen yinede haber ver. Aslında Jungkook'a bizde gidelim karşı masalarına oturalım dedim ama o kabul etmedi."

"Ne?" Dedim onun alaycı yüzüne kaşlarımı çatarak bakarken. "Sen iyice saçmaladın artık."

Yanımıza ne zaman geldiğini bilmediğim Chan "selam." Diye konuştuğunda bakışlarım Tae'den ona dönmüş, "selam." Demiştim.

"Gidelim mi?" Diye sordu hevesli çıkan sesiyle. "Arabalar burda kalsın. Yürüyerek gidebiliriz zaten beş dakika mesafede."

"Olur." Diyerek onu onayladığımda tekrar arkadaşlarıma çevirdim bakışlarımı. Taehyung gözlerime bakıp iç çekerken, Jungkook'un gözleri Chan'in üzerindeydi. Hiçbir ifade yoktu suratında fakat yinede gerilmeden edememiştim.

"Biz gidiyoruz." Dedim saçma ortamı bozup, dikkatleri üzerime çekmek için. "Siz eve mi?"

"Bilmiyorum." Dedi Jungkook bakışlarını bana çevirip. "Sen bizi düşünme, eğlenmene bak."

Sesi buz gibiydi. Tüm hücrelerimi donduracak kadar soğuk.

Onun için de yeniydi tüm bunlar. Daha önce bir tek Daniel'la başbaşa bir şeyler yapmıştım ve o da yarım saat sürmüştü. O gün nasıl delirdiğini çok net hatırlıyordum. Şimdi böyle sakin durması muhtemelen vakit geçireceğim kişinin Chan olmasından kaynaklanıyordu.

"Tamam." Dedim ona hafifçe gülümsemeye çalışarak. "Akşam görüşürüz."

Sadece başıyla onayladı beni ve Chan'e son bir bakış atıp arabasının kapısını açarak sürücü koltuğuna oturdu.

"Mesaj at." Dedi tekrar Taehyung da ve sonra o Jungkook'un yanına yerleştiğinde, arabası hızla uzaklaştı yanımızdan.

Mideme yumruk yemiş gibi hissediyordum. İçim hiç rahat değildi. Bir şeyler yanlıştı ama böyle olması gerekiyordu. Hayatım boyunca oturup umutsuzca bana hiç aşık olmayacak bir adamı bekleyemezdim.

Aslında o kişi Jungkook olmasa belkide beklerdim, bilemiyordum. Fakat Jungkook hep hayatımda olacaktı. Hep yanıbaşımda, hep gözümün önünde. Ve ben ona her baktığımda acı çekecektim. Ona istediğim gibi sarılamadığımda, öpemediğimde, onu gönlümce sevemediğimde hergün biraz daha ölecektim.

Hislerim şimdi bile çok fazlaydı. Çok çok fazla. Fakat işler benim için daha da çığrından çıkmadan buna bir son vermem gerekiyordu. Onun yalnızca en yakın arkadaşım olarak kalacağını idrak etmem, buna göre davranmam gerekiyordu.

Ve en önemlisi de, kendime bir şans vermem gerekiyordu.

Onu aklımdan söküp atabilmem için, ilgimi başka şeylere yönlendirmem en doğru seçenekti. Chan'in bana zarar vermeyeceğini biliyordum. Ben de ona zarar vermeyecektim. Eğer konuyu açarsa, ona dosdoğru aklımdan geçenleri söyleyecektim.

Onu kandırmak ya da kullanmak gibi bir niyetim yoktu asla. Kimsenin üzülmesini, acı çekmesini istemezdim çünkü aşk acısının nasıl bir şey olduğunu artık biliyordum.

Chan, sessiz yürüyüşümüzden rahatsız olmuş olacak ki, "iyi misin?" Diye sordu bakışlarını yüzüme çevirerek.

"İyiyim." Diyerek tebessüm ettim. "Ama şu meşhur tatlılardan yersek çok daha iyi olacağım. Acıktım da biraz."

"Ah.." dedi benim aksime gerçek bir gülümsemeyle. "Geldik zaten. Hemen verelim siparişlerimizi."

Yaklaşık yüz metre daha yürüyüp kafeden içeri girdiğimizde, gerçekten de çok şirin bir yer olduğunu farketmiştim.

Cam kenarı bir masaya yerleşmiştik. Güler yüzlü garson kız, yanımıza gelip hoşgeldiniz dedikten sonra menüleri bırakıp gitmişti ve Chan ilgiyle menüyü incelerken ben yalnızca Jungkook'u düşünmemeye çalışıyordum.

"Orman meyvesi sever misin?" Diye sordu bakışlarını bana çevirip. "Cheesecakelerinin çok iyi olduğunu söyledi bir arkadaşım."

"Severim." Dedim. "Ama çileği daha çok severim."

"Çilekli bir sürü şey var." Dedi menüyü işaret ederek. "Baksana sen de."

Sonra ben kendime çilekli bir pasta, o da ahududulu cheesecake söylemişti. "Gerçekten çok lezzetli." Dedim pastadan büyük bir çatalı yedikten sonra.

"Beğenmene sevindim." Diye gülümsedi. "Burayı o kadar övdüm ki, beğenmesen cidden kötü hissederdim."

Bir süre sessizce pastalarımızı yemeğe devam ertik. Sonra Chan, hafifçe boğazını temizleyerek "Jimin.." dedi bakışlarıyla yüzümü tarayıp. Gergin görünüyordu. Hissettirmemeye çalışsa bile bunu anlayabiliyordum. Ben de gergindim ama ikimizin sebepleri oldukça farklıydı elbette.

Cümlesinin devamı getirmesi için "hm?" Diye sorduğumda "senden hoşlandığımın farkındasın öyle değil mi?" Dedi bir anda.

Pekala, bu kadar hızlı olacağını tahmin edememiştim. Fakat konunun bir şekilde açılacağını da hissediyordum. Demekki lafı dolandırmayı sevmiyordu.

"Ben.." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.

"Bu benim için yeni bir şey değil." Dedi beni daha da şaşırtarak. "Hem zaten sana da süpriz olduğunu sanmıyorum. Sonuçta okulun yarısı senden hoşlanıyor."

"Abartıyorsun." Dedim başımı yana eğip.

"Az bile söylemiş olabilirim ama kesinlikle abartmıyorum." Diyerek kıkırdadı.

"Aslında okula geldiğimiz ilk yıl dikkatimi çekmiştin fakat o zamanlar acınası bir ergen olduğum için, önüme gelen herkesten hoşlandığımı sanıyordum. Bu yüzden pek ciddiye almadım. Fakat sanırım duygularımın tam olarak geçen yıl farkına vardım."

"Geçen yıl mı?"

Çok uzun bir zamandı bu. Bir yıldır benden mi hoşlanıyordu yani? Oysa ben yeni yeni benimle ilgilendiğini düşünmüştüm.

"Evet." Dedi arkasına yaslanarak. "Her ne kadar seninle konuşabiliyor olsak da bir türlü cesaretimi toplayıp seninle konuşamadım. Çünkü sen.. bilirsin, fazla ulaşılmaz görünüyorsun ve okuldan hiç kimseyle de bir ilişkin olmadığı için yönelimini bile bilmezken, karşına çıkıp ben senden hoşlanıyorum diyemedim. Ama artık daha cesaretliyim." Diyerek gülümsedi.

"Yönelimini hala bilmiyorum ama en azından artık reddedilmeyi göze alacak kadar büyüdüm." Dediğinde, yüzümde istemsiz bir tebessüm oluştu.

Onun böyle dürüst davranması gerçekten de takdir edilesiydi. En azından lafı dolandırmamış, rahatsız edici bir şekilde asılmak yerine aklındakileri direkt dile getirmişti.

"Şaşkınım.." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. "Ama madem sen bana karşı bu kadar dürüstsün o zaman ben de dürüst olayım, benden hoşlandığını tahmin ediyordum. Fakat bu kadar uzun bir süredir olması tamamen süpriz oldu."

"Farkındayım." Dedi gergince yerinde kıpırdanıp. "Ve muhtemelen şu an da beni kırmadan nasıl reddedeceğini düşünüyorsun."

"Aslında-"

"Jimin, ben sana kendini kötü hissettirmek ya da seni zor durumda bırakmak istemiyorum. Şu an bana bir şans vermen için her şeyimi verebilirim fakat bunun hemen olmasını da beklemiyorum." Diyerek kesti sözümü.

"Ben, bana her şeyden önce bir arkadaşın olarak şans vermeni istiyorum. Gerçek bir arkadaş. Eğer birbirimizi daha yakından tanırsak belki.. belki ilerde senden bu şansı istemek zorunda bile kalmam. Sen bana o şansı kendi ellerinle verirsin. Fakat ben yalnızca yanında olmak istiyorum. Seninle vakit geçirmek, kahve içmek, sinemaya gitmek, ders çalışmak, arkadaşlar ne yaparsa onu yapabilmek. Elbette bunlardan çok daha fazlasını istiyor olsam da, inan bana şu an bunlar bile beni çok mutlu edecek."

Cidden böyle bir konuşmayı asla beklemiyordum ama şimdi, sanki içime serin sular serpilmiş gibi hissediyordum. Ve inanıyordum ona. Samimiyetine inanıyordum. Çok güzeldi düşünceleri. Ben de isterdim onunla gerçekten arkadaş olmayı. Fakat işin sonunda hayal kırıklığına uğramasını da istemiyordum.

Bu yüzden "ya sana o şansı hiçbir zaman veremezsem?" Diye sordum.

"Gerçekten seninle arkadaş olmayı çok isterim Chan ama, ya her şeyin sonunda sen bir beklentiye girdiğin zaman ben sana o şansı veremezsem ve yalnızca arkadaş kalmayı istersem? Bu bencillik olmaz mı?"

"Jimin.." dedi uzanıp masanın üzerindeki elimi tutarak.

"Şu an bana karşı hiçbir şey hissetmediğini biliyorum. Belkide hiçbir zaman hissedemeyeceksin ama bunun için seni nasıl suçlayabilirim ki? Kalp kimi isterse onu seçer. İşin sonunda, ben her türlü kazanacağım zaten. Çünkü senin gibi biriyle arkadaş olmak bile benim için en güzel hediye olur. Bu yüzden için rahat olsun ve lütfen bana arkadaşın olabilmem için bir şans ver."

"Yine de seni farkında olmadan kırmaktan korkuyorum." Dedim dürüstçe. "Benim şu an aklım çok karışık ve kendi içimde bir savaş veriyorum. Bu savaşı yara almadan atlatmam da pek mümkün görünmüyor. Benimle birlikte senin de yaralanmanı istemiyorum."

"Jungkook öyle değil mi?" Diye sorduğunda, duyduğum isimle irkilmiş, elimi elinden kurtararak dehşetle yüzüne bakmıştım.

Bunu.. bunu nasıl anlamıştı?

"Ona karşı bir şeyler hissettiğini biliyorum." Dedi ben şokla ona bakarken. Fakat onun gözlerinde anlayış vardı.

"Seni çok uzun zamandır gözlemiyorum Jimin. Ve birbirinize ne kadar bağlı olduğunuzun, değer verdiğinizin de farkındayım. Herkes gibi ben de sizin her zaman birlikte olacağınızı düşünmüştüm fakat onun hayatında hep başka birileri oldu. Ben de bu yüzden karşına çıkmaya cesaret edebildim zaten."

"Bu.." dedim gergince. "Bu tek taraflı bir şey ve çok yeni. Üstelik Jungkook'un bundan haberi yok. Hiçbir zaman olmayacakta. O benim en yakın arkadaşım. Hayat arkadaşım. Onu aptal duygularım yüzünden kaybetmek istemiyorum.
Bu yüzden kendi içimde verdiğim savaşı kazanmak zorundayım."

"Savaşmak zorunda değilsin." Dedi omuz silkip. "Ona karşı dürüst olup duygularından bahsedersen Jungkook'u kaybetmezsin Jimin. Sizin arkadaşlığınız bu kadar basit değil. Hem.. tanrım, bunu söylemek benim açımdan çok ironik olcak ama belkide ikinizin bir şansı vardır ve sen onu kendi ellerinle itiyorsundur? Onunla konuşmadan kendi kendine yargıya varıp hüküm vermen ne kadar mantıklı?"

"Bilmediğin şeyler var." Dedim gözlerim dolarken. Onu öptüğümü ve onun bundan pişman olduğunu anlatacak gücüm yoktu hala kimseye. Bu yüzden üstü kapalı geçtim.

"O beni yalnızca en yakın arkadaşı olarak görüyor ve bu değişmeyecek. Buna eminim o yüzden bu konu benim için açılmadan kapandı. Duygularımı dizginlemeyi öğreneceğim. İçimdeki hisler, yeniden arkadaşlığa evrilene kadar savaşacağım."

Benden hoşlanan biriyle bunları konuşmak ne kadar doğruydu bilmiyordum fakat o çoktan anlamıştı zaten benim Jungkook'a aşık olduğumu. Yine de böyle bir büyüklük gösterdiği için minnettardım şimdi ona.

"Umarım kararından pişman olmazsın." Dedi üzgünce gözlerime bakarak. "Böyle şeyleri anlatmak pek kolay değil biliyorum. Fakat birileriyle paylaşmak istersen, ben burdayım. Bunu unutma olur mu?" Diye şevkatle sorduğunda "teşekkür ederim." Dedim ona.

"Gerçekten teşekkür ederim Chan. Bu kadar anlayışlı ve duyarlı olduğun için minnettarım."

"Etme." Dedi hemen hafifçe kaş çatarak. "Biz arkadaşız öyle değil mi? Arkadaşlar birbirlerine destek olurlar ve karşılık beklemezler."

Bunu az önceki teklifi için söylediğini biliyordum. Her şeyden önce arkadaş olmak istiyordu benimle. Üstelik durumumu bildiği halde istiyordu bunu ve ben hala onaylamamıştım onu.

"Chan.." dedim son kez yinede emin olmak adına. "Eğer bu savaşı kaybedersem ve sana hiçbir zaman karşılık veremezsem-"

"Eğer sen bu savaşı kaybedersen, aşk kazanır Jimin." Dedi burukça gülümseyerek.

"Savaşı kaybedersen, Jungkook ve sen kazanırsınız. Ve ben arkadaşın olarak yine yanında olur, sizi tebrik ederim. Senin için mutlu olurum. Lütfen artık düşünme bunu."

"Teşekkür-" dediğim anda yeniden kaşlarını çatmış, "tamam.." diyerek ellerimi teslim olur gibi iki yana kaldırmama sebep olmuştu.

"Tamam etmiyorum teşekkür falan.. arkadaşım." Diye gülümsediğimde, o da kocaman gülümsemiş, "ama ben ediyorum." Demişti keyifle. "Bana arkadaşın olmam için bir şans verdiğin için teşekkür ederim Jimin."

"Ama bu haksızlık." Dedim yalancı bir sinirle. "Ben edemiyorsam sen de edemezsin."

"Ama bu çok farklı.." diye söylendi. "Koskoca Park Jimin beni arkadaşlığa layık gördü. Teşekkür etmeyip ne yapacağım?"

"Abartmayı hiç sevmiyormuşsun gerçekten." Dedim kıkırdayıp. "Arkadaşım hakkında ilk öğrendiğim bilgi bu oldu."

Sonra biraz daha ordan burdan sohbet etmiş, birer kahve daha içmiştik ve ben gerçekten güzel zaman geçirmiştim.

Chan güzel bir insandı. Hakkımda bildiği gerçeğe rağmen bana benden hoşlandığını söyleyerek dürüst davranmıştı. Benden de dürüstlük beklemişti. İkimizde birbirimize açık olmuştuk ve sonucunda da sanırım istediği gibi arkadaş olabilme yolunda sağlam bir adım atmıştık.

Buraya gelirken oldukça gergin ve karamsardım. İçim hiç rahat değildi çünkü benden bir beklenti içinde olacağını biliyordum. Yanlış mı yapıyorum acaba diye defalarca sorgulamıştım kendimi.

Ama şimdi her şeyi konuşmuş, birbirimizi anlayışla karşılamıştık. Bu yüzden iyi hissediyordum. Ne olursa olsun, onun gibi birinin hayatımda olacak olma fikri bana iyi hissettiriyordu.

Tekrar okula dönüp, arabalarımıza binmek üzere vedalaştığımızda evin yolunu tuttum.

Jungkook ne yapıyordu acaba?

Chan gerçekten de aklımı dağıtmayı başarmış, birkaç saatliğine de olsa içimdeki kasveti alıp götürmüştü fakat yine de zihnimin bir köşesini sürekli işgal etmesine engel olamamıştı. Olamazdı da.

Eve az bir yol kala telefonumun melodisi kulaklarıma dolduğunda ekrana bakmış, Taehyung'un aradığını görmüştüm.

Merak etmişti kesin. Eve gidince mesaj at deyip durmuştu ve ben Chan'le tahminimden çok daha uzun bir süre oturduğum için mesaj atamamıştım.

Arabayı sağa çekip "efendim Taetae?" Diye azar yiyeceğimi düşünerek açtım telefonu fakat o bana, kalbimi korkuyla sıkışmasına sebep olan o cümleyi kurmuştu.

"Jimin, Jungkook sizin sitedeki sahada k-kavga çıkarttı ve birilerini feci şekilde dövüyor. Ben-ben ona engel olamıyorum lütfen hemen buraya gel."

Telefonu Taehyung'a hiçbir şey söyleyemeden yan koltuğa fırlatıp arabayı son hız sürmeye başladığımda, içimden ona bir şey olmaması için dualar ediyordum. Çünkü Taehyung bile zapdedemişti onu ve bu beni ölümüne korkutuyordu.

"Lütfen ona bir şey olmasın tanrım. Lütfen lütfen.."

Gözlerimden yaşlar boşalırken, yirmi dakikalık mesafeyi beş dakikada aştığımda arabayı park edip hızla sahaya koştum. Titriyordum. İliklerime kadar titriyordum korkudan.

"Tanrım lütfen.." dedim sahadan içeri girip hala boğuşan sülietleri gördüğümde ve "Jungkook!" Diye bağırdım tüm gücümle.

Taehyung ve tanımadığım bir çocuk daha, yerde birbirlerine acımadan vuran ikiliyi ayırmaya çalışıyordu hala, fakat güçleri yetmiyordu.

Yanlarına ulaşıp Taehyung'la birlikte Jungkook'un beline sarılarak çocuğun üzerinden kaldırdığımızda, ona seslenişimi bile duymamıştı.

"Jungkook dur!" Dedim hala kollarımızdan kurtulmaya çalışan ve öfkeden gözü dönmüş olan Jungkook'a. Ama o beni duymuyordu.

Kaşı patlamış, yüzü gözü kan içindeydi. Canı yanmıştı. Kalbim deli gibi çarpıyordu.

"Bırak!" Diye bağırdı boğazı yırtılırcasına. "Bırak beni!"

Benim geldiğimin hala farkında bile değildi.

Dövüştüğü çocuksa yerde kıvranmaya devam ediyordu. Durumunun kötü olduğu da belliydi çünkü Jungkook'un aksine ayağa bile kalkamıyordu. Nasıl bu hale gelmişlerdi?

"Dur nolursun, dur artık!" Dedim onu uzaklaştırmaya çalışırken fakat o, belindeki ellerimi elleriyle uzaklaştırmaya çabalıyordu hala.

Onu kollarından tutmaya çalışan Taehyung'a çevirdim bakışlarımı ve "benim yerime geçip onu belinden sıkıca tut." Dedim aceleyle. "Hemen dediğimi yap Tae."

Taehyung başını sallayıp kollarını ona sıkıca sardığında, Jungkook'un önüne geçtim ve kan içindeki yüzünü avuçlarımın arasına aldım.

"Jungkook.." dedim hıçkırmamaya çalışarak. İçim gitmişti onun bu haline. "Jungkook.." Yerde yatan çocukta olan kapkara bakışlarını bana çevirmesini istiyordum. Beni görsün istiyordum.

"Jungkook bana bak hadi lütfen.." dedim sesimi duyup yüzüme bakması için ama bakmıyordu. Hala kurtulmaya çalışıyordu bizden.

"Jungkook nolur!" Dedim yüzünü sarsıp. Ağlamam daha da şiddetleniyordu. Yalvararak bakıyordum gözlerine. Çaresizce. "Bak ben geldim. Burdayım. Nolursun gör beni."

Hareketlerini yavaşça durdurup, nihayet gözlerini gözlerime çevirdiğinde, bakışlarımız buluştu ve ben başımı yana eğip ağlayarak ona bakmaya devam ederken "Jimin.." dedi fısıltıyla.

Şükürler olsun, tanrım..

"Benim.." dedim başımı sallayıp. "Benim Jungkook."

Birkaç saniye öylece baktı bana ve "geldin.." dedi gözleri varlığımın gerçekliğini sorgular gibi yüzümü turlarken. Onun da kanlı elleri yüzümü kavradı sonra. "Geldin.."

"Geldim." Diyerek başımı hızla sallayıp onayladım onu. "Geldim bebeğim."

BÖLÜM SONU.

Umarım beğenmişsinizdir?

Ve not: Jimin bencil değil. Amacı kimseyi kullanmak da değil. O yalnızca fazla umutsuz olduğu için hayatına devam etmeye çabalıyor. Umarım bunu yeterince iyi anlatabilmişimdir.

Kendinize iyi bakın,

LUNA🌙

.

Continue Reading

You'll Also Like

50.2K 4.8K 51
- Bütün haklar @ommanamu aittir. - "jungkook," diye fısıldadı jimin aşık olduğu adamın toprak kahvelerine bakarken. "sana yirmi bir yalan ve bir tan...
229K 21.3K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
180K 11.3K 29
Çok neşeli ve pozitif biri olan Byun Baekhyun, mutlu bir aileye, inanılmaz arkadaşlıklara ve sevilen bir erkek arkadaşa sahip olan biri olarak tanını...
109K 11.6K 26
vampires¡werewolves¡witches 1830/Moskova Gözlerimi açtığımda ellerimde senin soğuk kanın vardı; biraz da kendi sıcak kanımdan damladı üstüne. Kırmızı...