My Youth Is Yours | Jikook

Por mooneluna

298K 27K 57.9K

"Jeon Jungkook, bu dünya üzerinde nefes alan en değerli varlıktı benim için. O benim sadece en yakın arkadaşı... Mais

1- Beşikten Mezara
2- Tapılası Kalçalar
3- Krizi Fırsata Çevirmek
4- Zaaf
5- Party Party Yeah
6- Güvenli Kollar
7- Ait Olunan Yer
8- Çılgın Çocuk
9- Neden Şimdi?
10- Bu Normal mi?
11- İstediğin Oldu
13- Kamp Ateşi
14- Pişmanlık
15- Oyun
16- Arkadaşım
17- Patlama
18- Delirmek
19- Aşk
20- En Gözde Çift
21- Katil Civciv
22- Yanmak
23- Gitme
24- Busan Ateşi
🦇Luna Scura🐺
25- My Youth is Yours (Final)

12- Jungkook Ve Ben?

9.2K 1K 1.9K
Por mooneluna

SelamsssssS çılgın Luna'nız sizi coşturmaya geldi (:

Beklemiyodunuz dimi? Valla ben de beklemiyodum da, siz beni üzmeyip bissürü bissürü yorum yapınca gaza gelip gece bir başliyim bakalım ne çıkıcak dedim, bi baktım bölüm bitmiş hehe

Demekki neymiş? Oy ve yorumlarınızı esirgemiyomuşuz ve hemen bölüm geliyomuş

Oy sınırı +350 yorum sınırı SINIRSIZ

İyi okumalar bebeklerim.


12- Jungkook Ve Ben?

"Seni böyle üzgün görmeye dayanamıyorum." Diyen Taehyung'un sesiyle gözlerimi dakikalardır izlediğim kahve bardağımdan kaldırıp ona bakmıştım.

"Merak etme." Dedim tebessüm etmeye çalışarak. "Ben iyiyim."

İyi olmaktan çok uzağım Taehyung..

"Jimin." Dedi masanın üzerinde öylece duran elimi büyük avuçları arasına alırken. "Benim yanımda rol yapmak zorunda değilsin. İyi olmadığını biliyorum. Saatlerdir tek kelime etmedin ve bu beni endişelendiriyor. Eve gittikten sonra bir şey mi oldu? Jungkook'la yeniden mi tartıştınız?" Diye sorduğunda başımı iki yana salladım.

Dün bahçede onunla konuştuktan sonra zil çalana kadar öylece oturmuş, bana söylediklerini sindirmeye çalışmıştım. Sınıfa çıktığımızdaysa sıramız bomboştu.

Çantası yoktu. Kitapları yoktu. Ondan hiçbir iz yoktu. Gitmişti.

Okulun bitmesine daha dört ders vardı ama o, gitmişti. Beni görmek istemiyordu çünkü. Kızgındı, kırgındı bana.

Ama yanlış anlamıştı. Ben onun ilgisinden ya da sevgisinden falan bunalmamıştım ki, aksine eğer benden uzaklaşırsa ben-ben çok üzülürdüm. Olmazdı. Onsuz olmazdı. Yapamazdım.

Ben sadece.. Mari aptalı zaten karışık olan aklımı iyice karıştırmıştı işte. Bana benim yüzümden ayrıldıklarını, benim suçum olduğunu söylemişti. Ve ben yalnızca, Jungkook'un benim yüzümden zarar görmesini istememiştim hepsi buydu.

Onun gittiğini anladıktan sonra elim telefona gitse de yapmamıştım. Çok öfkeliydi çünkü bana. O yüzden sakinleşmesi için ona biraz alan vermek istemiştim. Eve gittiğimde gönlünü alıp aramızı düzeltebileceğimi ummuştum ama o da olmamıştı.

Kalan dört dersi, tek bir cümlesini bile dinleyemeden bir an önce bitsin diye dualar ederek geçirmiştim çünkü aklımı toparlayamıyordum.

Nihayet çıkış zili çaldığındaysa Tae'ye "ben gittim!" Diye bağırmış, Arabayı hızla sürerek eve bile uğramadan soluğu Jungkook'un kapısında almıştım.

Ama yoktu. Evde de yoktu. Zili defalarca çalmama rağmen kimse açmamıştı. Hayal kırıklığıyla telefonu alıp onu aradığımdaysa o iğrenç telesekreterin sesi dolmuştu kulaklarıma.

Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor.

Nerdeydi, nereye gitmişti bilmiyordum. Belki annesini arayıp haber vermiştir diye onu aramak istemiştim ama telaşlanacağını düşünüp bundan da vazgeçtim.

Bekledim. Dakikalarca, saatlerce odamdaki camın önünde, küçük koltuğumda oturup onun camını izleyerek bekledim.

Ama o gelmedi.

"Gelecek." Dedim kendi kendime. "O nerede olursa olsun, geç de olsa mutlaka sana gelir. Unuttun mu, sensiz uyuyamaz o. Senin de onsuz uyuyamayacağını bilir. Bu yüzden gelecek."

Gelmedi.

Jungkook, dün gece ilk kez bir geceyi benden ayrı geçirdi ve gelmedi.

"Şu gözlerinin haline bak." Dedi Tae üzgünce. "Hiç uyumadığın o kadar belli ki, çizgi gibi kalmışlar. Jimin.." diye öpücük kondurdu onun avuçları arasında kaybolan elime. "İçine atma bir şeyleri hm? Konuş benimle çiçeğim. Sesli düşün. Birlikte düşünelim?"

"Dün gece Jungkook gelmedi." Dedim kısık çıkan sesimle. "İlk defa gelmedi Taehyung. Eve bile gelmedi. Saatlerce bekledim. Odamda oturdum ve tüm gece camına bakarak gelmesini bekledim ama gelmedi. Onu çok kırdım. Beni görmek bile istemiyor artık."

"Saçmalıyorsun." Dedi Taehyung hemen. "Sadece yanlış anladığı için üzgün ve öfkeli hissediyor o kadar. Jungkook'u bilirsin. Öfkesini sana yansıtmak istemediği için sakinleşmeye çalışmıştır."

"Ama bugün de gelmedi." Dedim omuz silkip. "Okula bile gelmedi Taehyung. Ben-ben kendimi çok kötü hissediyorum. Hem çok özledim onu. İlk defa bu kadar ayrı kalıyorum ondan."

Taehyung sözlerim biter bitmez sanki ben komik bir şey söylemişim gibi kıkırdadığında kaşlarımı çatarak bakmıştım ona.

"Neye gülüyorsun sen? Komik mi bu?" Dedim öfke saçan gözlerimle yüzüne bakarken.

"Özür dilerim." Dedi ama gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu.

Tanrım.. keşke ben de gülebilseydim böyle. Oysa dünden beri ağlamamak için direniyordum.

"Hala kapalı mı telefonu?" Diye sordu tekrar ciddiyete bürünürken.

"Kapalı." Dedim. "Nerde, ne yapıyor çok merak ediyorum Taehyung. Başına bir şey gelmemiştir değil mi?"

"Başlama yine Jimin." Dedi Taehyung da. "Yarım saatte bir aynı şeyi söylüyorsun. Bu sabah aramışsın ya bayan Jeon'u. Namjoon hyunglarda kalacağını söylemiş işte. Ordadır merak etme. Bugün çıkar ortaya."

Namjoon hyung, Jungkook'un kuzeniydi. Bizden üç yaş büyüktü ve üniversiteye gidiyordu. Onun dersleri yoğun olduğu için çok sık görüşemezdik ama fırsat buldukça bir araya geliyorduk. Sevgilisi Seokjin hyungla aynı evde kalıyorlardı ve aynı bölümdelerdi. Çok tatlı bir çiftti.

Bu sabah dayanamayıp Siwon anneyi aradığımda Jungkook'un telefonunun bozulduğunu ama dün gece kendisini arayıp Namjoon hyunglarda kalacağını söylediğini söylemişti bana. Ve aramızda bir sorun olup olmadığı sordu. Çünkü biz, birbirimize haber vermeden bir şey yapmazdık. Zaten bize yemeğe geldikleri gün de şüphelenmişti bir şeylerden, üstüne bir de bu sabah arayınca iyice meraklanmıştı.

Sorun yok dedim ona. Okul sonrası kütüphaneye gittiğim için Jungkook'la konuşamadığımı söyledim. İnandı mı, hiç sanmıyorum ama üstelememesine minnettar olarak kapatmıştım telefonu.

Namjoon hyunglarda olduğunu söylemişti ama ben Namjoon hyungu arayıp bunu teyit etmemiştim. Çünkü Jungkook'a söyleme ihtimali vardı ve ben-ben ona dün gece yanıma gelmediği için küsmüştüm ve peşinde koştuğumu düşünmesini istememiştim. Bu yüzden de burda kendi kendimi yemeye devam ediyordum işte.

"Ben arayayım Namjoon hyungu istersen?" Dedi Tae. "Burda böyle kafayı yiyene kadar en azından gerçeği öğrenmiş oluruz."

"Olmaz." Dedim ben de hemen. "Benim arattırdığımı anlamayacak mı? Ha sen ha ben ne farkeder?"

"İyi." Dedi huysuzca. "Otur burda senaryo yazmaya devam et o zaman."

"Offffff!" Dedim parmaklarımı sinirle saçlarımın arasından geçirerek. İçim daralmıştı resmen.

"Ben eve gidiyorum."

Oturduğum sandalyeden gürültüyle kalktığımda, kantindeki herkesin kafaları bana dönmüştü.

Daha da daralmıştım.

"Okulun bitmesine daha iki ders var." Dedi Tae şaşkınca. "Ne demek ben gidiyorum? Otur oturduğun yere."

"Duramıyorum yerimde Tae." Dedim bir yandan sınıfa eşyalarımı almaya doğru ilerlerken. Taehyung da peşimden geliyordu.

"Gideyim, belki eve gelmiştir. Onunla bir an önce konuşmam lazım."

"Tamam git." Dedi istemeye istemeye. "Ama bana da haber ver. Aklım sende. Çıkışta hala gelmemiş olursa ben gelirim senin yanına."

"Tamam." Dedim ona. "Müdürün yanına uğrayıp midemin kötü olduğunu ve eve gitmek istediğimi söyleyeceğim. İlk kez böyle bir şey istiyorum izin verir kesin. Vermezse de kaçarım."

"Dikkatli ol." Diyerek yanağıma bir öpücük kondurduğunda çantamı hızlıca toparlayıp çıktım sınıftan.

Müdüre aynen dediğim yalanı uydurduğumda beni ikiletmeden onayladı ve arabaya atlayıp eve doğru sürdüm. Eğer hala evde yoksa bu defa akşamı bekleyip Namjoon hyunglara gidecektim.

Küslük de bir yere kadardı..

Ezbere bildiğim yolları aşıp evin önüne geldiğimde, arabasını gördüm.

Gelmişti. Evdeydi.

Derin bir nefes bıraktım havaya ve gülümsedim. Gelmişti işte. Burdaydı.

Vücudum heyecanla kasılırken, arabayı hızlıca park edip dışarı attım kendimi. Aceleyle zili çalıp kapının açılmasını beklerken dudaklarımı kemiriyordum.

Özlemiştim. Çok özlemiştim onu. Yalnızca yirmi dört saat geçmişti ama sanki yıllardır görmüyor gibi hissetmiştim. Onunla böyle kötü olmaya dayanamıyordum. Düzeltmemiz lazımdı. Tüm bu yanlış anlaşılmayı düzeltmemiz ve acilen sıkıca sarılmamız lazımdı.

Hala açılmayan kapıyla, kaşlarım istemsizce çatıldığında yeniden yüklendim zile. Evde yok muydu acaba? Ama arabası burdaydı. Dün yoktu fakat şimdi burdaydı. Yoksa onu bırakıp yeniden mi gitmişti? Ya da benim geldiğimi gördüğü için bilerek mi açmıyordu?

Öfke ve korkuyla parmağımı zilden ayırmazken, nihayet aralanan kapıyla midem kasıldı.

"Jungkook?" Dedim tam olarak açmadığı kapıya ve aralıktan hafifçe uzattığı yüzüne bakarken.

Gözleri.. gözleri öyle boş bakıyordu ki kalbim sızladı bir an.

"Nihayet açabildin." Dedim bunu görmezden gelip sahte bir sinirle. Kapıyı açıp beni içeri almasını bekliyordum ama o hareket bile etmiyordu.

"Neden geldin?" Diye sordu yalnızca çatlayan sesiyle. Ve ben irkildim.

Neden geldin diyordu bana. Neden geldin?

"Bu saatte okulda olman gerekmiyor mu?" Diye sordu ben bir cevap vermeyince. Tanrım, sesindeki soğukluk baştan aşağı titretmişti beni.

"Senin de.." dedim güçlükle yutkunup. "Senin de okulda olman gerekmiyor muydu? Neden gelmedin? Hem böyle kapıda mı konuşacağız. Almayacak mısın beni içeri?"

"Üzgünüm." Dedi bir anlık gözlerini kaçırıp tekrar yüzüme bakarken. "Yorgunum ve uyuyordum. Daha sonra konuşuruz."

Ben.. ben.. ah!

Beni resmen kovuyordu. Tanrım, beni kovuyor muydu?

Ben okulu asıp koşa koşa yanına geliyor, üstelik hiçbir suçum yokken sırf beni yanlış anladı diye aramızı düzeltmek için çabalıyordum ama o beni kovuyordu öyle mi?

Şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla öylece gözlerine bakarken hareket edememiştim yerimden. Arkamı dönüp defolup gitmem gerekiyordu ama çivilenmiş gibi dikiliyordum karşısında.

"Ben.." dedim yinede gülümsemeye çalışıp. "Ben anlıyorum. Üzgünüm seni rahatsız ettim."

Gelmemeliydim. Buraya gelmemeli, onun için endişelenmemeli, kafayı yemiş gibi onu arayıp sormamalıydım.

"Ben senden rahatsız olmam Jimin." Dedi kırıkça. "Yalnızca gece hiç uyumadım ve biraz uyumaya ihtiyacım var hepsi bu."

Beni istemiyordu işte. Beni görmek, sesimi duymak istemiyordu. Bu da beni kovmanın kibar şekliydi.

"Tamam." Dedim başımı sallayıp onu onaylarken. Gözlerim yanıyordu. Kendimi öyle bir sıkıyordum ki karşısında ağlamamak için, gözlerim dolmasın diye dişlerimi kırmak üzereydim.

"Gideyim ben o zaman. Görüşürüz."

Zorlukla konuştuğumda o yalnızca "hoşçakal." Demiş ve ben arkamı döndüğüm an, tam olarak açmadığı kapıyı yavaşça kapatmıştı.

Bana görüşürüz bile dememişti.

Tam karşımda duran evime yürürken, adımlarım birbirine dolanıyordu. Hayal kırıklığı bir rüzgar gibi tenime işlerken gözlerimden akmak için bekleyen yaşlarıma engel olamamıştım daha fazla.

Ağlıyordum.

Benim bir damla göz yaşım için, dünyayı yakacak olan adam yüzünden ağlıyordum şimdi.

Bu kadar kolay mıydı yani her şey onun için? Bunca yıllık dostluğu, arkadaşlığı tek kalemde silmek bu kadar basit miydi?

Tamam öfkeliydi, kızgındı ve kırgındı bana bunu biliyordum. Zaten bu yüzden hiç düşünmedem gelmiştim buraya da ama, ben bir şeyleri düzeltebilmek için çabalarken o, beni kapısında geri çeviriyor, saçma bahaneler uyduruyordu.

Uyuyacağım ha?

Uyuyabilecek miydi gerçekten? Oysa ben dün geceden beri uyumamıştım. Çünkü biz birbirimiz olmadan uyuyamazdık. Aramız ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar kızgın olursak olalım, birbirimize sarılmadan uyuyamazdık. Fakat o bana uyuyacağım demişti ve bundan daha boktan bir bahane olamazdı. Üstelik kapıyı bile yalnızca aralamış, beni alelacele göndermeye çalışmıştı.

Evimin kapısına ulaşıp cebimden çıkarttığım anahtarı yuvasına sokacağım sırada gelen farkındalıkla elim havada kaldı.

Yoksa evde başka biri mi vardı?

Beni bu yüzden mi içeri almamıştı? Üstü başı müsait olmadığı için mi kapıyı tam olarak açamamıştı? Belkide yatağında onu bekleyen biri vardı ve kapıyı da bu yüzden geç açmıştı?

Tabi ya!

Ben burda dünden beri kendimi yerken, o öfkesini başkasının üzerinde mi atıyordu yani?

Her zaman yaptığı gibi, altına yatmak için can atan onlarca kızdan birini almıştı muhtemelen eve. Ya da-ya da belkide Mari'yi?

Damarlarımda kan yerine dolaşan sinir tüm hücrelerime işlerken, anahtarı cebime atıp, geldiğim yoldan geri dönmek için bir dakika bile düşünmemiştim.

Çünkü eğer bunu gerçekten yaptıysa, o evi başlarına yıkacaktım.

Az önce kovulduğum kapıya yeniden ulaştığımda bu kez bir yandan zili çalıyor, bir yandan da kapıyı yumrukluyordum. Hala yanağımdan süzülen göz yaşlarımı elimin tersiyle silip sertçe burnumu çektim.

Açacaktı. Jeon Jungkook, bana bu kapıyı açacaktı ve ben o odaya girip her şeyi kendi gözlerimle görecektim.

Birkaç dakika sonra kapı yeniden aralandığında "Jimi-" diyen Jungkook'u duymazdan gelerek kapıyı sertçe ittirmiş, kendimi resmen evin içine atmıştım.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Diye sordu kapıyı ittiğim için sendeleyerek duvara tutunurken. Gözleri şokla bakıyordu bana.

Hızlıca süzdüm onu boydan boya. Saçı başı dağınıktı fakat neyseki üzeri giyinikti. Gerçi kapıyı açmaya gelirken giyinmiş de olabilirdi tabii bilemiyordum.

"Ben.." dedim hızla salona doğru ilerleyip gözlerimle etrafı turlayarak. Boştu. Burası temizdi. Sıra şimdi onun odasındaydı.

"Ben matematik kitabımı sınıfta unutmuşum da, seninkini ödünç almaya geldim." Diye uydurdum. Gözlerime gerçekten mi? Der gibi bakıyordu.

Evet Jungkook gerçekten..

"Sana yorgun olduğumu ve uyuyacağımı söyledim Jimin. Bu kadar acil miydi yani matematik kitabı?"

Acildi tabii. Hem de çok acildi. Hemen odana bakmam gerekiyor çok acil bir şekilde.

Bu yüzden "üzgünüm, cidden acil." Dedim omuz silkerek. "Ama sen hiç yorulma. Ben kendim çıkar alırım." Diyerek hızla yanından geçmiş, onun konuşmasına bile fırsat vermeden kendimi merdivenlere atmıştım.

"Jimin!" Diye arkamdan bağırdı fakat benim adımlarım daha da hızlandı ve kalbim deli gibi çarpmaya başladı.

Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ve inanılmaz gerilmiştim.

Merdivenleri aşıp, açık olan kapıdan bir hışımla içeri daldığımda, gözlerimi hemen yatağına çevirmiştim.

Boştu. Boştu. Bomboştu.

Gelen rahatlamayla birlikte, nefes nefese kaldığım için, ellerimi diz kapaklarıma yaslayıp derince soluklandım.

"Jimin senin derdin ne?" Dedi tam arkamdaki ses. Az önce kısık çıkan sesinden eser kalmamış, hareketlerime anlam veremediği için sertleşmişti yine.

"Matematik.." dedim ona dönerek ve gözüm odasının içindeki lavabo kapısına takıldı. Kapalıydı.

"Bir de-bir de çişim var!" Diye bağırdım Jungkook'un sorgulayan ve daha ne kadar saçmalayabileceğimi hesaplayan bakışlarına karşılık gülümsemeye çalışırken.

"Acilen işemem lazım benim." Deyip lavabonun kulbunu indirdiğimde bedenimi hızla içeri sokmuş, kapıyı da arkamdan kapatmıştım.

Burası da boştu.

Söylediği gibi uykusuz olduğunu biliyordum ama onun asıl derdi benden kaçmaktı.

Eh, en azından ben kendimi yerken o eve birini atmamıştı.

Kapattığım kapıya yaslanıp derin soluklar alırken kıkırdadım kendi kendime. Napıyordum ben böyle?

Ayarlarım da sinirlerim de iyice bozulmuştu.

Şimdi burdan çıkıp ona hiçbir açıklama yapmadan evime gitmek istiyordum ama bu imkansızdı. Salak saçma şeyler uydurmuştum çünkü ve Jungkook elbette bunları yememişti. Bu yüzden sorgulayacaktı beni biliyordum.

Lavaboya ilerleyip yüzümü yıkadım kendime gelmek adına. En fazla ne olabilirdi ki? Burdan çıkardım, kitabı alır, rahatsız ettiğim için özür dilerdim ve giderdim.

Derin bir nefes alıp aynadaki dağılmış yansımama baktım. Gözlerim kaybolmuş, altları morarmış, saçım başım birbirine girmiş, üzerimdeki gömleğin yakası paçası kaymıştı.

Kısacası bok gibi görünüyordum.

Elimde kalan ıslaklıkla, parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip biraz şekil vermeye çalıştım. En azından şimdi biraz daha insana benziyordum.

Çıkacaktım. Zaten başka da şansım yoktu. Sonsuza kadar burda kalamazdım ya.

Sıkıntılı bir nefes verip kapıyı açtığımda, Jungkook'u yatağının ucuna oturmuş, öylece yeri izlerken buldum. Gözleri, tamamen odaya girmemle birlikte beni bulduğunda boğazımı temizleyip gergince konuştum.

"Rahatladım." Dedim tebessüm etmeye çalışarak. Fakat o dümdüz bakıyordu bana. Kalbimi sıkıştıracak kadar düz.

"Seni de rahatsız ettim kusura bakma." Diye konuştum aceleyle. Bir an önce çıkmam lazımdı burdan. "Neyse o zaman görüşürüz."

Hızlı adımlarla kapısına doğru ilerlediğimde adımı seslendiği için bir an duraksayıp ona baktım yeniden.

"Hm?" Dedim gergince.

"Buraya neden geldin?"

"Ben-ben söyledim ya, matematik-" dediğim an, duraksadım ve aptallığım yüzünden diz çöküp ağlamak istedim. Resmen söylediğim yalanı unutmuştum.

Tanrım, tam bir rezilsin Park Jimin..

Yerinden usulca kalkıp yanıma doğru ilerlediğinde, zaten hızlı atan kalbim daha da hızlanmıştı. Rezilliğimi yüzüme vuracak ve beni kovacaktı bu sefer kesin.

"Sana kızgın değilim." Dedi tam önümde durup gözlerime bakarken. "Bunu düşündüğünü biliyorum ve için rahat olsun diye söylüyorum. Hem sana haklı olduğunu da söyledi-"

"Jungkook beni dinle." Dedim sözünü keserek. Madem konuyu o açmıştı, konuşacaktım o zaman.

"Beni yanlış anladın." Dedim omuzlarımı düşürerek. Gözleri gözlerimden ayrılmazken, beni bu hayattaki en iyi tanıyan insan olarak anlaması lazımdı doğruyu söylediğimi. Anlamıyorsa da anlatacaktım.

"Beni gerçekten yanlış anladın. Ben senin ilginden ya da sevginden falan bunalmadım." Ona doğru bir adım daha attım.

"Benim anlatmak istediğim şey yalnızca insanların bizim yakınlığımızı yanlış anlıyor olmasıydı. Mari.." dedim ve duraksadım. Onun adını anınca bile sinirlerim geriliyordu. "Mari bile böyle düşünüyor Jungkook. Ve bana benim yüzümden ayrıldığınızı söyleyince de ben-"

"Jimin.." dedi Jungkook da. O da bir adım atmıştı bana doğru. "Sana söyledim, inan bana Mari'nin ya da insanların ne düşündüğü benim umrumda bile değil ama için rahatlayacaksa söyleyeyim, onunla senin yüzünden falan ayrılmadım. Bu tamamen benimle ilgili. Ona karşı hiçbir şey hissetmiyorum, bu yüzden bitmesi gerekiyordu ve bitti. Hem zaten onunla da konuştum. Bir daha senin karşına çıkamaz."

"Sorun değil.." dedim ama sorundu elbette. Yine de ben onun hakkından kendim de gelirdim. Jungkook'un müdahale etmesine gerek yoktu.

"Sorun değil diyorsun ama bak, bizi ne hale getirdi." Dedi ellerini iki yana açarak.

"O bana olan öfkesinden dolayı yalnızca bir günah keçisi arıyordu ve seni seçti. Ama asıl sorun bu değil.." diyerek parmaklarını saçlarının arasından geçirdi gergince.

"Beni asıl üzen, senin de onun ya da başkalarının laflarıyla bizim yanlış bir şey yaptığımızı düşünmen." Dediğinde "öyle düşünmüyorum." Diye savundum hemen kendimi. "Jungkook kastettiğim şey bu değildi."

"Ama biraz düşününce sana hak verdim." Dedi omuz silkip. "Yani ben-ben sana karşı fazla korumacıyım evet, bunu kabul ediyorum. Hayatına da gerekli gereksiz müdahalelerde bulunduğum da doğru fakat Jimin ben, bunun seni sıktığını farkedemedim. Çünkü benim tek derdim sensin. Sen ve senin iyiliğin."

Bunu biliyordum elbette. Bu hayatta ondan daha çok güvendiğim, sığındığım kimse yoktu ki benim. Elbette ikimiz de yalnızca birbirimizin iyiliğini istiyorduk. Bundan hiç şüphem yoktu. Ve sıkılmak mı? Yanılıyordu. Hem de çok.

"Seni, küçüklüğümüzden beri sana zarar verecek her şeye karşı korumaya öyle alışmışım ki, büyüdüğümüzü ve kendi başının çaresine bakabileceğini farkedememişim bile. Sen zaten çok güçlüsün, çok akıllı ve mantıklısın. Bu yüzden, sen haklıydın." Dedi gözlerime bakarak.

"O gün sana öyle çıkıştığım için de özür dilerim. Sonuçta bu senin hayatın, senin doğruların, senin seçimlerin. Ben yalnızca arkadaşın olarak ihtiyacın olduğu her an senin yanında olabilirim hepsi bu. Bu yüzden merak etme, kendimi törpülemeyi öğreneceğim."

"Benim sana her zaman ihtiyacım var." Dedim aramızdaki mesafeyi tamamen kapatıp yanağını okşarken.

Yine gözlerim doluyordu. Aklından geçenleri tahmin edebiliyordum çünkü. Benden uzaklaşacaktı. Geri çekecekti kendini ve ben bunu istemiyordum. Bu istediğim son şey bile değildi.

Tamam insanlar yanlış anlıyor olabilirdi ama biz bizdik işte. Tıpkı Jungkook'un da söylediği gibi, biz bebekliğimizden beri aynıydık. Hata etmiştim. Mari'nin ve onların söyledikleriyle Jungkook'u kırarak hata emiştim.

Yanağını okşadığım avuç içime yüzünü iyice yaslayıp gözlerini kapattı. Bu görüntüsüne dayanamayıp ona biraz daha sokularak alnına derin bir öpücük kondurduğumda kokusu iki gün sonra yeniden ciğerlerime işlemişti ve ben tenimin karıncalanmasına engel olamadım.

Dudaklarım hala alnında dinlenirken birkaç saniye sonra belimde hissettiğim güçlü kollar beni sıkıca sarmaladığında dolu gözlerim istemsizce kapandı ve yaşlarım yanaklarımdan süzüldü.

Ben onsuz yapamazdım. Kokusu olmadan, gözlerine bakmadan, onun tarafından böyle sarılıp sarmalanmadan yapamazdım. Olmazdı.

"Jimin.." dedi başını biraz geri çekip dudaklarımın teninden kopmasını sağlarken. Ellerinden birini belimden ayırarak tuzlu yaşlarımı yakaladı parmaklarıyla.

"Özür dilerim." Dedi. Sesi titriyordu. Onun da gözleri dolu doluydu ve bu görüntü, kalbimi acıtmaya yetti. Gülmeliydi oysa bu gözler hep. Işıldamalıydı.

"Seni üzdüğüm, sana öfkelendiğim ve bağırdığım için özür dilerim."

"Ben de." Dedim yanağını baş parmağımla okşarken. "Ben de bu hale gelmemize sebep olduğum için özür dilerim Jungkook. Ama hala çok kızgınım sana." Dedim sahte bir sinirle.

"Benim istediğim senin benden uzaklaşman değildi ama sen arkana bile bakmadan gittin. Şu iki gün, işkence gibiydi resmen. Hele dün, dün geceyi ilk defa birbirimizden ayrı geçirdik ve ben çok-çok kötü hissettim. Gözümü bile kırpmadım bütün gece."

"Sen bir de bana sor." Dedi alnını alnıma yaslayarak.

Birkaç dakika öylece durup soluklandık, sonra o alnını hafifçe alnımdan geri çekip öptü beni.

Gözyaşlarımın ıslattığı kirpiklerimin üzerinden, göz kapaklarımdan öptü tek tek acısını almak ister gibi.

Tüylerim ürperdi.

Daha çok ağlamak istiyordum şimdi. Beni böyle güzel sevdiği için, şevkatine saatlerce, günlerce ağlamak istiyordum.

Hiçbir şey konuşmadık ondan sonra. Yalnızca birkaç saniye birbirimizin gözlerinin içine baktık ve sanki sözleşmiş gibi sıkıca birbirimize sardık kollarımızı.

O başını boynuma gömerken, ben de köprücük kemiklerine dayamıştım burnumu. Bana hep kokun diyordu ama kendi kokusundan bir haberdi bu adam. Ve ben o kokudan mahrum kalmıştım iki gün. Şimdiyse ciğerlerime nefes diye onun kokusunu çekiyordum.

"Ben.." dedim dakikalar sonra. Sesim çatallı çıktığı için boğazımı temizlemiş, yeniden konuşmuştum.

"Ben artık gideyim. Sen de uyu, dinlen biraz."

Derin bir sessizlik oldu sonra. Ben, bana her zamanki gibi gitme, birlikte uyuyalım demesini bekledim ama o hiçbir şey söylemedi.

Yalnızca birkaç saniye sonra başıyla onayladı beni ve "sen de dinlen." Dedi gözleriyle tüm yüzümü turlayarak. "Yorgun görünüyorsun."

"Hm-hm, öyleyim. O zaman görüşürüz." Deyip kollarımı istemeye istemeye sırtından ayırdığımda, onun da belimdeki elleri boşluğa düşmüş, öylece gözlerime bakmıştı.

"Görüşürüz." Dedi sonra kısık sesiyle ve gülümsemeye çalıştı.

Biliyordum. Bunun olacağını biliyordum işte. Konuşmuştuk ve aramızdaki yanlış anlaşılmayı düzeltmiştik. Ona ondan uzak kalmak istemediğimi de söylemiştim ama o yine de geri çekmeye çalışıyordu kendini benden.

Böyle mi olacaktı yani bundan sonra? Ayrı mı uyuyacaktık? Uyuyabilecek miydik?

Yinede bir şey söylemeden omuzlarımı düşürüp sessizce ona arkamı döndüm ve kapıya doğru ilerledim. Madem benim söylediklerime rağmen böyle olmasını istiyordu, o zaman yapacak bir şey yoktu. Bu canımı acıtsa da ona saygı duymak zorunda hissetmiştim kendimi.

En azından şimdilik.

Çünkü biliyordum ki hala içten içe kendini suçlu hissediyordu ve ben öyle değil desem de o doğru olanın bu olduğuna inandırmaya çalışıyordu kendini. Bu yüzden sesimi çıkartmayacaktım.

O, bunun bir hata olduğunu anlayana kadar sessizce bekleyecektim köşemde.

Yeniden bana gelmesini bekleyecektim.

Odasından çıkıp ağır adımlarla merdivenleri indiğimde, o da peşimden geliyordu. Sokak kapısına ulaşıp kulbu indirdim ve kapıyı aralarken son kez bakmak istedim gözlerine.

"Dikkat et." Dedi vedalaşmak için. Dudakları veda ediyordu ama gözleri.. gözleri çok farklı bakıyordu. Çok başka.

"Sen de." Dedim ona ve gözlerimi gözlerinden çekip dışarı adımlayarak evime doğru yürümeye başladım.

Ben ilerledikçe aramızda mesafe de giderek açılıyordu. İlk defa, bu evden ayrılırken attığım adımlar kendi evime değil, ondan uzağa düşüyor gibi hissetmiştim.

Bu his canımı yaktı.

Biliyordum ki o da hala kapatmamıştı kapıyı ve öylece gidişimi izliyordu arkamdan. Onun da canı yanıyordu biliyordum. Belkide benden daha fazla yanıyordu. Yinede durdurmadım adımlarımı ve anahtarımı çıkarıp kendi evimin kapısını açarak girdim içeriye.

Arkama dönüp ona bakmak istesem de yapmadım ve kapıyı ardımdan yavaşça kapattım.

Üzerimdekileri çıkarıp duşa attım kendimi hemen. Toparlanmam gerekiyordu. Belkide doğru olan buydu onu da bilmiyordum. Birbirimize bağımlıymışız gibi yaşamak normal değildi belkide.

Sırf bana gitme demedi diye boğazımda yutkunmama engel olan kocaman bir yumru olması normal değildi.

Duştan çıkıp yatağıma uzandığımda, birazcık uyku için yalvaran gözlerimi kapattığım her an, gözümün önünde üzgün yüzünün belirmesi normal değildi.

Saatlerce yatakta dönerken onsuz, onun kokusu olmadan uyuyamamam normal değildi.

Yalnızca onun yanındayken dünyanın en güvenli yerinde gibi hissetmem, yanımda değilken böylesine huzursuz olmam normal değildi.

Bunların hiçbiri, bize ait hiçbir şey normal değildi. Ben normal değildim.

Ama bu-bu en başından beri böyleydi. Tüm bu saydıklarım küçüklüğümden beri hissettiğim şeylerdi. Hiçbiri yeni oluşmamıştı ki? Neden şimdi yanlış geliyordu tüm bunlar? Yıllardır doğru olan ve üzerine hiç düşünmediğim şeyler neden içimi kemiriyordu?

Sonra Taehyung'un sözleri yankılandı kulaklarımda.

Siz kardeş gibi büyüdünüz evet ama kardeş değilsiniz.

En yakın arkadaş olabilirsiniz ama bu birbirinize duygusal bir şeyler hissetmeyeceğiniz anlamına gelmez.

Ona karşı yalnızca arkadaşça duygular mı besliyorsun, yoksa arkadaşlığınıza ihanet edeceğini düşündüğün için hislerini mi bastırıyorsun?

Peki ya duygusal yaklaşsaydı ve seni gerçekten öpmek isteseydi? O zaman teklifini kabul edip onu öpecek miydin?

Ah, tanrı aşkına hadi ama!

Saçlarımı yolmak ister gibi çekiştirdim sinirle. Saçmalıktı tüm bunlar. Bunları düşünmem bile saçmaydı ve hepsi Taehyung'un suçuydu işte. Aklımı karıştırmıştı aptal. Bunları nasıl düşünebilirdim?

Jungkook ve ben?

Hayır hayır. İmkanı yoktu. Üstelik onun erkeklere ilgisi bile yoktu. Bugüne dek yalnızca kadınlarla birlikte olmuştu. Tamam, bana öpüşebileceğimizi söylemişti ama onu da kabul etmeyeceğimi çok iyi biliyordu zaten. Hem benim bu konuya kafamı taktığımı bildiği için böyle bir öneride bulunmuştu yalnızca ve konu buralara kadar gelmişti.

Şu an bunları düşündüğümü bilse muhtemelen bana götüyle güler ve şöyle derdi,

Sen ve ben mi? Hadi ama Jimin.. alt tarafı sana benimle öpüşebileceğini söyledim. Yalnızca basit bir öpücüktü. Seninle birlikte olabileceğimi nasıl düşünürsün? Biz en yakın arkadaşlarız.

Ve bunları söylemekte de haklıydı. Çok haklıydı. Ben kesinlikle kafayı sıyırmış olmalıydım. Fakat bunu unutacaktım. Bu konuyu aşacak ve eski "normal olmayan" normal halimize geri dönmemizi sağlayacaktım.

Düşünmemeye çalışıp, kendimi uyumaya zorladığım saatlerin sonunda camım tıklandığında, bunu beklemediğim için yerimde sıçramış, sonra hızla yatağımdan kalkarak cama doğru ilerlemiştim.

Jungkook'tu elbette.

Ondan başka hiç kimse gecenin bu saatinde yanıma gelmezdi. Üstelik camdan.

Kalbim yine gereğinden hızlı atıyordu. Sanki az önceki düşüncelerimi yüzüme baktığında anlayacak ve benimle dalga geçecekmiş gibi saçma bir endişeye kapılmış, muhtemelen utançtan kızarmıştım.

"Gelebilir miyim?" Dedi camı açıp öylece yüzüne bakarken. "Gel tabii." Dedim ve camı tamamen açarak içeri girmesi için geri çekildim.

İçten içe sevinç çığlıkları atan zihnimi görmezden gelerek onun hareketlerini izledim öylece.

Kendini odaya atıp üzerindeki tişörtü düzelttiğinde gözlerime bakmış, "uyuyamadım." Demişti keyifsizce gülümseyerek. "Saatlerdir dönüp duruyorum yatakta. Seninle uyuyabilir miyim?"

"Olur." Dedim omuz silkip sanki ben de uyumak için ona muhtaç değilmişim gibi. Ve yatağa doğru ilerledim. O da peşimden gelip yanıma uzandığında, suçlu bir çocuk gibi gözlerime bakmış benden bir hareket beklemişti.

Ona hafifçe gülümseyip sırtımı tamamen dönerek kaşık pozisyonu aldığımda, sağ elimi arkaya doğru uzatmış, kolundan tutarak belimi sarmasını sağlamıştım. O da hiç beklemeden sokuldu dibime kadar ve diğer kolunu da belimin altından geçirerek beni tamamen kendine yasladı.

Gözlerim nihayet günler sonra huzurla kapanırken dudaklarımın iki yana kıvrılmasına engel olamadım.

Zaten uykuya hasret olan bedenim, sıcaklığıyla ve kokusuyla mayışıp kendini uykunun kollarına bırakmaya başladığında, hissettiğim son şey enseme kondurulan tüy kadar hafif bir öpücük ve boynuma doğru sokulan burnuydu.

İşte şimdi artık, dünyanın en güzel uykusunu çekebilirdim..

BÖLÜM SONU.

E kamp noldu aq? Dediğinizi duyar gibiyim..

Söz veriyorum, bir sonraki bölümde kampa kesin gideceğizxjsmxlwp yani yazmaya başladım ve böyle gelişti. Sonra bi baktım 4 bin kelime olmuş ben hala kampa götürememişim kimseyi. Hava soğuktu ondan üşütmeyin diye yani hehe..

Neyse, umarım yine de bölümü beğenmişsinizdir? İkisinin iç savaşını yansıtmaya çalıştım biraz.

Bir de farkettiyseniz çok fazla diyalog yazıyorum. Çünkü ben okuyucu olarak, uzun uzun betimleme ya da iç seslerdense karakterlerin birbirleriyle konuşmasını daha çok seviyorum. Bu yüzden kendi kitaplarımda da bunu olabildiğince yapmaya çalışıyorum. Aslında diyolog yazmak benim için en zoru çünkü cümlelerin sonuna "dedi, dedim" vs gibi şeyler eklerken anlam bozukluğu olmamasına oldukça dikkat etmek gerekiyor. Yine de hatalarım varsa affedin.

Çok konuştum yine dimi? Tamam gidiyorum

Ve sizi seviyorum muaaah

LUNA🌙

.

Continuar a ler

Também vai Gostar

185K 7.6K 36
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
94.8K 7K 34
ilk bölümlerde noktalama işaret yok, yaz tatilinde halledeceğim, ona göre okursunuz. ✨#ukemin birincisi✨ New York'ta yaşayan en büyük silah satıcısı...
560K 47.6K 34
Jeon Jungkook kimselere yenilmiyordu. Park Jimin ise küçük bir istisnaydı. *** 24.4.18 16.9.18
242K 20.7K 28
Küçük bir dövme stüdyosu olan Jeon, ısrarları üzerine Park'ı işe alır. #1 Jeonjungkook (07/04/2019) #1 Parkjimin (09/04/2019)