Eylül

By siyahkuu

17K 599 340

New York'un tüm ışıkları penceremin altında süzülüyordu. Topuklularımı çıkarmadan yatağıma atladım. "Sanırım... More

Birinci Bölüm
İkinci bölüm
Üçüncü Bölüm
Dördüncü Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
Röportaj
On Beşinci Bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm
Yirminci Bölüm
Yirmi Birinci Bölüm
Yirmi İkinci Bölüm
Yirmi Üçüncü Bölüm
Yirmi Dördüncü Bölüm
Yirmi Beşinci Bölüm
Yirmi Altıncı Bölüm
Yirmi Yedinci Bölüm
Yirmi Sekizinci Bölüm
Yirmi Dokuzuncu Bölüm
Otuzuncu Bölüm
Otuz Birinci Bölüm (Final)
Teşekkürler
Yeni Yıl
Otuz İkinci Bölüm
Otuz Üçüncü Bölüm
Otuz Beşinci Bölüm
Otuz Dördüncü Bölüm

Beşinci Bölüm

757 23 10
By siyahkuu

Pin-up kızı gibi vücudum var

Oyuncak bebek gibi vücudum var

Şirketin bu sabah evime gönderdiği kırmızı Ford Fiestam ile işime doğru giderken radyoda süzülen sözler bunlardı. Askılı siyah, çiçekli bir elbise ve siyah topuklularımı giymiştim. Kıvrımlarım ortadaydı. Dümdüz saçlarım açık camdan dışarı savrulurken güneş gözlüklerimi taktım.

İngiltere'den döndükten iki gün sonra, ilk kez işe gidiyordum. Bütün gazetelerde adım vardı.

"Vogue'un yeni varisi" ve altında resimlerim. Selena, Mert, Jack, sahnede tek başıma. Her yerde ben vardım. Hatta botokslu Angela'ya ödülümü gösterirken bile çekilmiş resimlerim vardı.

Yan koltukta, emniyet kemeri ile bağladığım ödüle baktım. Kristal cam bir kadındı. Küçük elleri belinde, elbisesini tutuyordu.

Annemi görüntülü kamera ile aradığımda "Bu kadın sana benziyor!" Dediğini unutmuyordum.

Bu kadın Marilyn Monroe türünde bir şeydi ve ben daha çok Audrey Hepburn gibi göründüğüme emindim.

Aslında bunu Mert' e sorsak Marilyn'den daha dikkat çekici olduğumu söylerdi.

Böyle giderse bir fahişe gibi hissedeceğimi söyleyen oydu.

Tekerlekleri otoparka sürttürerek girdiğimde dikkatleri üzerime çekmemeyi umdum. Araba dokunduğum gibi hissediyordu ve ben inanılmaz pratiksizdim.

Sevgili babacığım beni 18 yaşımı doldurduğum gibi bir ehliyet kursuna yazdırmıştı. İlk sınavda ehliyeti alsamda, hala arabalardan kaçıyor ve yolda zik zak çiziyordum.

Boş bir yer bulunca oraya doğru ilerledim, park konusunda da mükemmel sayılmazdım.

Hızla oraya ilerlerken lanet olası siyah bir araba önümü kesti ve benden daha hızlı davranmak istediğinde arabalarımızın burnu kesişti. Kemerim olmasa camdan dışarı fırlardım.

Kornoya bastığımda yavaşça geri çekildi.

Buradan indiğimde edeceğim küfürlerin haddi hesabı olmayacaktı! Küçük kadınım kendinde görünüyordu. Kemeri biraz daha sıkılaştırdım ve arabayı park ettim.

Topuklarımı yere vurarak indiğimde, arabamın yanına park etmişti. Uzaktan burası böylesine büyük görünmüyordu.

"Senin derdin ne lanet herif!"

Kapımı çarptım.

"Üzgünüm, güzelim. Buranın yetebileceğini sandım" yaşına göre fazla kaslı bir çocuk arabadan indi. Benden yaşça küçük bile olabilirdi. Takım elbisesinde gömlek yerine siyah bir tişört vardı.

Sinir edecek derecede alaylıydı.

Diğer kapıya yürüdüm ve kızımı almak için uzandım.

Karşımdaki camdan, arkamı süzdüğünün farkındaydım.

"Önce öküzlük sonra da göz tacizi, ha?" Ödülü sıkıca tutup arabayı kilitledim. Arabasına yaslanıp kollarını kavuşturdu.

"Manzaranın tadını çıkardım" kaşları alayla havaya kalktı. Ona çok kötü bağıracaktım. Güneş gözlüklerimi çıkardığımda ağzımı açtım ama uzaktan bağırılan adım beni susturdu.

"Eylül!" İkimizde binaya doğru baktık.

Jack, Mert ve Emilie yanlarında elinde kameralı bir adamla bana bakıyorlardı.

Biraz daha durmasam, kayışları koparmış beni göreceklerdi.

Jack elini havaya kaldırdı ve bana doğru salladı. Elimdeki ödülü beklediklerini farkettim.

"Dua et, küçük şeytan" gözlerimi devirdim ve çantamı dirseğime doğru takarak hızla yürüdüm. Suratına yaklaşınca, Jack'e benzediğini düşünmüştüm. Gözleri onun gibi biraz yuvarlak ve yeşildi. Üstelik kumraldı.

İnanılmaz güzel bir sabaha başlamıştım. Evimin önünde beni bekleyen arabama çığlık atmıştım, metronun yanından geçerken duraktaki insanları içeri almak istemiştim, güzel giyinmiştim.

Ve şimdi bu salak çocuk bana kaza yaptıracaktı. Unutmaya çalışıp yanlarına doğru yürüdüm.

Bir elimde ödül, bir elimde çantam ve gözlüklerim ile kokoş görüntümün farkındaydım. Zaten beni bekleyen küçük toplulukta buna gülüyordu.

"Günaydın" dedim, Emilie'ye gülümseyerek.

O kızın ona bir şey yetiştirmemesi için döndüğümden beri dua ediyordum. Selena gerekirse tehdit edebileceğimizi söylese de, güzel yollardan halledebilirdim.

"Günaydın, eline yakışmış gibi duruyor" dedi, küçük kadınımı işaret ederek. Yapmacık bir tavırla ödüle sarıldım ve gülümseyip Emilie'ye uzattım.

Tam bu sırada, flaş bize doğru patladı.

"Hadi" dedi Mert "güzel bir fotoğraf çekinelim."

Bunu dediği sırada Jack, Mert'e fırsat vermeden belimi kavradı. Neye uğradığımı şaşırdım.

Aralarında bir konuşma geçmiş olmalıydı. Ne dilediğine dikkat et, tarzında bir konuşma.

"Annenle yan yana dursan daha iyi olabilir" diye göz kırptı, Mert. Hayır, ondan tarafa geçmeyecektim.

Emilie, durumu anlamadığında bu iyiye işaretti. Kaşlarını hayretle kaldırdı. Bayan Botoks muhtemelen hiçbir şey yetiştirmemişti. Konunun özetini Jack'ten alacaktım.

Mert, kolumdan kavradı ve yanına çekti. Böylece Emilie ve Mert'in arasında, Jack'ten uzak kalmıştım.

Zorla Mert'e ve patronuma sarıldım.

"Çekiyorum!" Dedi, adam. Dördümüzde gülümsedik ve güzel bir poz verdik.

Anı durdurmuştuk.

Yaklaşık üç kez patlayan flaş canıma okudu.

Kör gibi gözlerimi kırpıştırdım.

"Ah, bebeğim" Emilie, tablomuzdan uzaklaştı ve kollarını açarak ilerledi. Gözlerimi tam beş kez kırptığımda sarıldığının kim olduğunu anlamıştım.

Şu salak çocuk.

"Aileyle tanışmaya hazır mısın?" Mert'in fısıldamasını kulağımda hissedince, ondan hızla uzaklaştım. Elbette sinirim geçmeyecekti.

"Diğer oğlu mu?" Dedim aynı ses tonu ve merakla. Tek çocuk olduğunu sanıyordum, hatta emindim. Bu benim için bir sürpriz olmuştu.

Başını salladığında çocuk Jack'e sarıldı ve omzundan bana gülümsedi.

Ondan kaç yaş büyük olduğumdan ve abisini çıplak gördüğümden haberi var mıydı acaba?

"Burada da karşılaştık güzelim" suratındaki aptal gülümsemenin farkındaydım. Emilie yanlış anlamasın diye hızla durumu düzelttim.

"Evet, canıma kast ediyordun" sinirle gülümsedim.

"Olayınız ne?" Jack'in meraklı bakışı üzerimizdeydi.

"Kendisi harika bir sürücü sayılmaz, üstelik-" dedi biraz eğilerek ve bacaklarıma baktı, ama sonra omuz silkti ve devam etmedi. Önünde eğildiğimden bahsederse canına okurdum!

Bakışımı görmüş olmalıydı ki şirkete ilerleyen annesine yetişti ve uzaklaştı.

"Seni bir türlü paylaşamıyoruz" Mert alayla söylenirken, elleri cebinde ilerledi ve bizi arkada bıraktı.

Ondan biraz uzakta, aynı yolda takip ettik.

"Bayan Botoks, ne durumda?" Dedim gözlüklerimi diğer elime alırken.

Jack anlamayarak beni süzdü. Ah, bunu sesli mi söylemiştim?

"Yani, Angela" diye düzelttim. Kahkaha patlattı.

Şirkete gidiş yolunda, Mert'in dikkatini çekmiştik.

"Angela'ya, 'Bayan Botoks' diyor" dedi beni göstererek. Mert, büyük mavi gözlerini şaşırarak açtı ve kahkahaya o da karıştı.

Yalan değildi, kızın kocaman yapma göğüsleri vardı. Bir erkek suratının güzelliğini bile farketmezdi ama zaten çokta çekici bir kız sayılmazdı.

O da bunu farketmiş olmalıydı ki, bıçak altına yatmıştı.

"Emilie, sahneye çok yakıştığını ve Vogue'un seninle bir patlama yaşadığını söyledi" kalbim ağzımdaydı.

"Angela?" Dedim hızla.

"Hayır, hiçbir sorun yok" şükürler olsun. Derin bir nefes aldım.

"Bu ileride bir sorun olmayacağını göstermiyor, yinede" Mert'e yaklaşınca sinirle binanın cam kapısını ittirdi.

"Sadece, temkinli olacağız" dedi Jack. Ciddi anlamda bir kıskançlık seziyordum.

Keşke ben yokken neler konuştuklarını bilebilseydim, daha çok mu uyuyor taklidi yapmalıydım?

Mert, hiçbir şey söylemediğinde asansörü çağırdık. Emilie ve oğlu da asansör bekliyordu.

"Adı ne?" Dedim sessizce, Jack'e doğru.

"Kevin, tam bir haylazdır. Aranızda ne geçti?" Arkalarında duruyorduk.

"Arabamı park etmeme mani oldu ve ödülü almak için eğildiğimde" sıkkınlıkla iç çektim "bacaklarımı süzdü, normal bir şey gibi" çenesi gerginleşse de fazla uzun sürmedi.

"Sen de öyle davran, unutacaktır" asansör geldiğinde hepimiz bindik.

Kabin gerçekten büyüktü. Mert'in yanına doğru kaydım.

"O fotoğraf olayı da neydi öyle?" Dedi, Kevin aynaya bakıp saçını düzeltirken.

Jack'e ne kadar da benziyordu.

"Eylül, Emilie'yi İngiltere de temsil etti" Jack beni över gibi konuşmuştu. Bu açıklamayı kim bilir kaç kez duyacaktım.

"Eylül" dedi sözcüklerin üzerine, aksanıyla basmaya çalışarak "Manası ne, hiç duymadım?"

Çocuğa göz devirmemek için kendimi zor tuttum, yurt dışında her zaman duyduğum bir şeydi. Babam neden yabancı bir isim daha koymamıştı ki?

"Arapça kökenli, Türkçe bir kelime. Kendisine tapılan, ibadet edilen anlamına geliyor" Mert'in ağzının kenarıyla anlamlı bir gülüş attığını gördüm "aynı zamanda yılın dokuzuncu ayı."

Adımdan memnundum ama bana çoğu zaman zorluk çıkarıyordu.

"Vay canına" küçük bir ıslık çaldı.

Sekizinci kata gelince indik. Emilie ve küçük oğlu öndeydi. Ben de Mert ve Jack yanımda, ilerliyordum. Bu havalı bir giriş olmuştu. Üstelik Rose oradayken.

"Efendim, bir toplantımız var" dedi görevimi üstlenerek. Lanet kadın.

Emilie'ye bu sabah çoktan ajandasını mail atmıştım bile.

"Biliyorum" dedi umarsız bir sesle. Ofisten içeri iki oğlu ile birlikte girdi, Mert de kendi odasına ilerlemişti. Çil yavrusu gibi dağıldıklarında sarışınla yalnız kalmıştım.

Bir şey yumurtlayacak gibi duruyordu.

"Güzel görünüyordun, itiraf edeceğim" diye gülümsedi. Yapmacık olduğuna kalıbımı basardım. Kötü oyuncuyu gözünden tanırdım.

"Elbette, öyle görünüyordum. Bir şey mi isteyeceksin?" Saçımı diğer tarafa savurdum.

"Seninde havan sönecek, canım" üzerine basa basa ekledi. Kaşlarımı tiye aldırmıyor gibi kaldırdım, bu alaycı tavır Mert'ten bulaşan bir şeydi.

Bana doğru yaklaştığında geri çekilmedim.

"Senin adını sayıklıyordu, onu nasıl etkiledin?" Dedi, anlam veremediğim aciz bir sesle.

"Sen neyden-" Lafımı kesti.

"Jack Anderson, kollarımda son darbeyle bana teslim olurken senin adını sayıklıyordu. Onu nasıl böyle etkiledin? Sekste bilmediğim başka bir numara mı var?" Diyerek ucuzluğunu kanıtlamıştı.

Bu kızı nasıl tercih edebiliyordu, hiçbir fikrim yoktu. İfadesiz tavrımı ne kadar koruduğumu bilmiyordum.

"Çekil şuradan, ucube" onu elimin tersiyle ittirdim.

"Hayır, hayır. Yoksa ikisiyle de mi yatıyorsun? Belki de aynı anda seni becermelerine izin veriyorsundur" yüzüne bir tokat patlatacağım anda, Jack'i ofisten çıkarken gördüm. Bu sinirle ona kızabilirdim.

"Neler oluyor?" Suratımın halini görünce kızı umursamadan bana döndü.

"Ona ne söyledin?" Benden bir cevap bulamayınca, sarışına yöneldi.

"Hiçbir şey," dedim ifadesiz bir sesle "onu nasıl becerdiğini anlatıyordu. Çekil şuradan sürtük" kıza öyle bir omuz atmıştım ki, çıkan ses geri dönüp bakmamı gerektirecek cinstendi. Ama umrumda değildi. Topuklarımı çıtlatarak toplantı salonuna doğru yürüdüm.

Arkamdan geldiğini bilsem de durmadım.

Kapıyı hızla açtım ve içeri girdim, arkamdan sertçe kapandı.

"Sana ne söyledi!" Sesi sinir harbinin bir yansımasıydı.

"Söyledim ya Jack! Onu nasıl altına aldığından bahsetti" topuğumu yere vurdum. Buranın ses geçirmediğini biliyordum.

Suratına bir vazo fırlatmışım edasıyla mimikleri değişti.

"Sana anlattım, seni düşündüm" bana yaklaşmaya kalktı. Elimi havaya kaldırdım.

"Yapma!" dedim sesimi yükselterek "Bana ne dedi biliyor musun?" Gözlükleri ve çantayı geniş masanın üzerine bıraktım. Yaklaşmaya devam ediyordu, uzaklaştırmam gerekecekti.

"İkinizin de altına aynı anda yatıp yatmadığımı, sordu. Neden ona gittin ki? Hep böyle mi olacak?" Önüne sunulan fikir yüzünün kızarmasına neden olmuştu. Önce Mert'in uçaktaki konuşması, şimdi de ben... Ağır geliyor olmalıydık.

"Onu öldüreceğim" arkasını kararlılıkla döndü. Koluna yapışmak için koştum.

Başarılı olsam da kapıya ulaşmıştı. Bir insan neden bu kadar güçlü olurdu, kaç katımdı acaba? Kaslı kollarını ceketinden bile hissedebiliyordum.

Kapıya hızla yasladım.

"Yapma, annene ne söyleyeceksin?" Yalvarır gibi bir sesim vardı.

"Umrumda değil!" Arkasındaki kapıyı yumrukladı.

Umrumda değil.

Anahtar kelime bu olmalıydı. İşten atılmam, canımın yanması, kimin benim hakkımda ne düşüneceği... Kendinden ve hislerinden başka hiçbir şeyi düşünmüyordu.

"Ne zaman oldu ki! Ona gittiğinde, canımın ne kadar yanacağından haberin var mıydı? Gözlerimin içine baktın ve arabana onunla bindin. Bu sözleri söyleme hakkını ona sen tanıdın!" Sesim çatlamadan konuşabilmiştim, anın yoğunluğu beni ağlatacaktı.

Tekrar, yine o duyguyu gördüm. Yaptıklarının farkına henüz yeni varıyordu. 24 yaşında olsa da bir ergen gibi davranıyordu.

Elini kalçama yasladı ve beni kendine bastırdı.

Yakınlığı sinirimi yatıştıracak gibi görünüyordu.

"O orospu canını acıttıysa, özür dilerim" bay değişken, şimdi de küfür ediyordu.

"Hayır" dedim ona sokularak "benim canımı acıtan sensin, bana bir şey yapamaz."

Birden beni kapıya yasladı ve ters pozisyona geçtik. Dudaklarıyla aramızda az bir mesafe vardı.

"Fikri bile berbat" düşünmeden dudaklarıma yapıştı. Vücudum altında bir yay gibi gerildi. Ellerimi ensesine koyduğumda, parmakları eteğimin altından kalçamı kavradı.

"Seni biriyle paylaşmanın, fikri bile berbat" tekrar öpmeye devam etti. Arzuyu ve minneti hissedebiliyordum. Aynı şekilde karşılık verdim.

Telefonum çantamda titremeye başladığında umursamadım ve yakışıklı erkek arkadaşımla öpüşmeye devam ettim.

Kapı çalınınca beni doğrultup kendinden uzaklaştırması geç olmamıştı.

Hızla masaya ilerledim ve rujumu taşan yerlerden sildim.

Tanrım, öpücüğü bünyemi alt üst etmişti.

Toplantı ekibi içeri girince Emilie'nin yanındaki yerime geçtim.

Jack, Jonathan, Mert, Emilie, Pislik Rose, Alex, adını henüz ezberleyemediğim bir kaç kişi ile birlikte buradaydık.

Çantamı sandalyeme astım ve dosyaları patronumun önüne serdim. Az önceki durum, hala ellerimin titremesine sebep oluyordu.

Jack'e baktığımda hiçbir şey olmamış gibi masayı inceliyordu.

Bende böylesine kayıtsız olmalıydım.

"Asistanlarımız ve Mert Bey harika bir iş başardı" gözlüklü ve seksi bir kadın bunları söylemişti.

"Başarımıza ortak olmayın" Jonathan gülerek elini savurdu. Oteldeki heyecanlı, töreni bekleyen dakikalarımız aklıma geldiğinde gülümsemesi bana da bulaştı.

"Ee Eylül, sence yeni sayıda kapak kızı kim olmalı?" Alex bana fikir üretme makinasıymışım gibi döndüğünde bakakaldım. Onunla beraber, sarışında dahil herkes bendeydi.

Aklıma bütün ünlüler geldi.

Rihanna, Beyonce, Katy Perry.... Bu ay hiçbirinin bir numarası yoktu ki.

Elimdeki kalemle oynamaya devam etsemde başımı salladım. Hiçbir fikrim yoktu, aklım şuan az önceki ateşli öpüşmeye kaymıştı.

Ellerinin dokunduğu kalçam, alev alev yanıyordu.

"Neden dışarıda arıyoruz ki?" Dedi gözlüklü kadın, gözleri hâlâ bendeydi.

İçimizde bir ünlü, model veya şarkıcı falan yoktu. Emilie ve Mert'i mi kapak yapacaktık?

"Tanrım, şu zekan yok mu!" Alex kadına göz kırptı.

Keşke o kıvrak zekadan biraz bende de olsaydı, hiçbir şey anlamıyordum.

"Vogue için kapak kızı demek, ayın en iyisi demektir" Mert sevecen bir sesle bana bunları söyledi.

"Bu hafta bütün gazeteler de Eylül vardı" Emilie, gözlüklerinin üzerinden bakarak bir gazeteye uzandı ve masanın üzerine koydu. Sesinde bir ima vardı.

Gazetenin başlığında "Yeni Kız" diyordu ve ben ödülü havaya kaldırıyordum. İhtişamlı elbisenin içinde, zerafetle parladığımı bilsem de fotoğraf daha iyi anlamamı sağladı.

"Vogue'un yeni varisi, güzel bir başlık olabilir. Sen olacaksın kızım! Kapak kızı sensin" Jonathan, bana doğru güldüğünde bayılacak gibi olmuştum. Aman Tanrım!

Aman Tanrım! Ölebilirdim.

"Bu imkansız!" Heyecanımı bastıramadım. Ellerimi ateşten kavrulan yanaklarıma koydum.

"Bir ofis çekimi, seksi etekler, kolej ceketleri ve deri elbiseler..." Kıvırcık saçlı ve suratının bir kaç yeri piercing dolu genç bir erkek bunları söyledi.

"Belki de, havuz başında bir evde çekilebilir. Gerçek hayatta nasıl biri?" Adam devam etti.

Gerçeklerden haberi var mıydı acaba? Havuz başında bir evde falan oturmuyordum.

"Deri elbiseler olmaz, onu vahşi gösterir" Jack'in 'saçmalamayın' dercesine sitem eden sesini duydum.

Kıskanıyor muydu?

"Vahşi göstermesi bir sorun mu?" Alex, soruyordu.

"Evet" dedi Mert, "Onu masum göstermeliyiz. Olduğu gibi"

Pekala, deriler olmayacaktı. Emilie bütün bunlardan hoşnut görünüyordu.

Tam iki ay önce, Selena buraya kapak kızı olduğunda o fotoğraflarda kendimi hayal dünyamda yanına koyuyordum.

Şimdi tek odak noktası ben olacaktım.

Eylül Wilson, bir asistan.

Titreyen telefonum sessiz anılarımı böldü.

Oda konuşmaya devam ederken telefonumu çıkardım, sabahtan beri rahatsız ediyordu.

Arayana baktım.

Babam, arıyordu. Tam 12 arama vardı. Endişe beynimin bütün alanını kapladı.

"Üzgünüm, ailem" dedim ve toplantı salonundan fırladım. Emilie, başını sallamıştı. Korkmuş olduğumu farketmişti.

"Babacığım?" Endişeli sesimi yansıtmamaya çalıştım.

"Eylül" annemin ağlamaklı sesini duydum, bir şey olmuştu.

Bir şey olmuştu ve ben tam on iki aramadan sonra açabilmiştim.

"Anne, sorun ne?" Cevabı bekledim.

"Sanırım buraya gelmen gerekiyor" burnunu hızla çekti. Kanımın çekildiğini hissettim.

"Neler oluyor?" Dedim korkuyla.

"Baban bir kalp krizi geçirdi, yoğun bakımda" toplantı salonundakiler yanımdan geçip çıkarken hazmetmeye çalışıyordum.

İlki, hayattaydı. Şükürler olsun. İkincisi, babam can çekişirken ve annemin bana ihtiyacı varken ben burada Anderson'la deliler gibi öpüşmüştüm.

Mert'in söylediği şeye tam anlamıyla uyuyordum.

"Ağlama anne, hangi hastanedesiniz?" Güçlükle sesimi toparladım.

"Antalya, devlet hastanesi. Uçak bileti almaya paran yetecek değil mi?" Ah, annem her zaman dert ediyordu. Banka hesabım bir süredir parayla doluydu.

"Evet" dedim duvara yaslanarak, gözyaşlarını erteliyordum "oraya geleceğim, üzülme"

Annem telefonu kapattığında, omzumda bir el hissettim. Yaşlar yüzümden inci gibi dökülüyordu.

"Hey" Mert'in narin sesi "iyi görünmüyorsun" dedi. Çünkü, değildim.

Duvardan yere doğru ağlayarak kaydığımda beni tuttu ve sarıldı.

"Babam" dedim cılız bir sesle.

Saçımı okşadı, devam etmemi bekliyordu.

Ailem, benim için önemliydi. Onlardan istediğim kadar uzak olsam da tek çocuk olmak bile birbirimizi değerli kılıyordu.

"Bir kalp krizi geçirmiş, gitmem gerekiyor. Antalya'da yoğun bakımda" kaslarının donduğunu hissettim.

"Tamam, uçağımı hazırlatıyorum" beni yavaşça bıraktı. Buna asla izin vermezdim.

"Sana bunun için söylemedim, aptal herif" gözyaşlarımın arasından ona baktım. Sinirli halimi gösteremeyecek kadar berbat durumdaydım.

"Hemen bulabileceğini sanmıyorum, bu mevsimde oraya giden çoktur" telefonunu cebinden çıkarırken kararlı tavrıma gözlerini devirdi.

"Lanet olsun, tamam bir uçak bileti ayarlayacağım" kollarının arasından çıktım ve duvara yapıştım.

"Hemen internetten bakmanı istiyorum, Antalya'ya iki kişilik uçak bileti" diye telefondaki kişiye talimat verdi. İki kişi, o da mı geliyordu?

"Bekliyorum" dedi sıkkın bir sesle.

Babam aklıma geldikçe deliriyordum. Sorumsuz biriydim.

"Tamam, uçağımı hazırlayın. Şirketten piste doğru geliyoruz" telefonu kapattı ve itirazımdan önce davrandı.

"Hiç yer yoktu, yemin ederim. Seni yalnız bırakmamı isteme, dağılmış görünüyorsun" beni ne diye böylesine düşünüyordu, hiçbir fikrim yoktu.

Karşı koyacak durumda değildim.

Ailem ve sorumsuzluğum aklıma geldikçe, hiçbir şeye karşı koyacak durumda değildim...

İngiltere dönüşümüzde geldiğimiz piste doğru köprüde ilerliyorduk. Selena'yı ve Ashley'i arayıp durumu anlatmıştım. Jack, bu duruma sinirlenecek de olsa anlayışla karşılayacağını ümit ediyordum.

Belki o da benimle gelmek isteyebilirdi.

"Tamam, bir sorun çıkmayacak" Dedi Mert, telefona doğru. Rahatsız bir tavırla bana uzattı.

"Seni istiyor, Jack" heyecanla aldım.

"Güzelim, iyi misin?" Rahatlatıcı sesine gözlerimi kapadım ve yanımda olmasını diledim.

"Sana ihtiyacım var" gözyaşlarını elimle sildim. Hiçbir cevap gelmemişti. Bir süre bekledim.

"Burada işleri bırakamıyorum, Emilie'nin yanlış anlamasını istemeyiz değil mi?"

Hala bunu mu düşünüyordu?

Hiçbir şey söylemeden zırvalamasını dinledim.

"Mert, sana sahip çıkacaktır. Ararsın" kapanma sesine takılı kaldım.

Bir başkası bana sahip çıkacaktı, tamam.

Telefonu kucağıma koydum ve öylece yola baktım.

"Hepsi bu kadar mı?" Sesli düşünmüştüm.

Yanımda olmasını istiyordum ama olması gerekmiyordu. En azından, onunda bana ihtiyacı olduğunu bilmeliydim.

Yoktu.

Beni, arkadaşının kollarına bırakmıştı.

Gözyaşları hıçkırığa dönüşünce elimdeki, beni terkeden telefonu iyice sıktım.

Mert, elimi tuttu.

"Şş, ben yanındayım ve ne olursa olsun bırakmayacağım. Söz veriyorum" bir bebeği yatıştırır gibi konuştu.

Hıçkırıklarımın arasından nefes almaya çalıştım.

Acaba, ağladığım adamın umrunda mıydım?

"Yalnız hissediyorum" dedim sıkıntıyla cama bakarak. Terkedilmiş gibiydim.

Beni aramak yerine, arkadaşını aramayı tercih edip onu tembihlemişti.

Ben bir eşya değildim ki.

"Ben seninleyim, yanındayım. Hep böyle olacak. Verdiğim bir sözü tutmadığımı gördün mü, Eylül?" Dedi ciddi bir sesle.

Arabasında tekrar, tekrar ağlıyordum.

Yine Jack yüzünden bu haldeyken, kimseye bahsetmeyeceğine söz vermişti.

"Teşekkürler" dedim ağlamaya devam ederken.

"Kendini üzmeye devam ettiğin sürece teşekkür etme" yüzümü inceliyordu. Bu makyajı ağzına kadar akmış halimle ona bakmadım ve hıçkırdım.

Jack, oldukça hep böyle olacaktı.

"Onunla bir ilişki istememin nesi yanlış?" Başımı koltuğa yasladım.

"Bunları şimdi düşünmeyelim" sıkıntıyla iç çektiğinde piste ulaşmıştık.

Arabadan indiğimde gözlüklerimi taktım ve ağlamaktan şişen yüzümü gizlemeye çalıştım.

"Efendim, kalkış için hazırız" dedi, görevli bir adam. Geniş pistteki aşırı rüzgar eteğimi savuruyordu.

Uçağın merdivenlerinden topuklularımla çıktım.

Mert, bir telefon konuşması yaparken geniş koltuklardan birine oturdum.

Emilie.

Benim için ondan izin alır mıydı?

Hiçbir şey söylemeden öylece gitmiştim. Deliye dönebilirdi, üstelik kapak kızı olabileceğim söz konusuydu.

Şu bir kaç aylık hayatıma baktığımda, her şey nasıl da hızlı bir değişime uğramıştı.

Erkekleri takmazdım, eğlenip eve döndüğümde aramazlardı. Bu güne kadar peşimde asla belalı bir tiple de gezmemiştim.

Ama şimdi birlikte olduğum halde canımı acıtabilen bir adam vardı.

Mert, bana sahip çıkacaktı. Peki ya ihtiyacım olduğu anda, bana pes etmemek için söz veren adam neredeydi?

"Emilie'ye durumu izah ettim, bir sorun yok"

Aklımı okurcasına Mert bunu söylemişti. Ayakkabılarımı çıkarıp eteğime aldırmadan dizlerimi çeneme kadar çekmiştim. Ağlamam durmuş gibiydi, havalanmıştık bile.

Sıkıntıyla uçağın duvarına yaslandı.

"Eve gidiyoruz, artık ağlama" dedi. Başımı kaldırdım, ev sözcüğü minnet içeren türde bir şeydi.

Başımızı soktuğumuz sıcak yer, dünyadaki her insan kıçımıza bir tekme koyduğunda sığındığımız yer, evimizdi.

Türkiye'yi kast ediyordu.

Ne çok ortak noktamız vardı, ailemiz başka bir ülkede yaşıyordu ve Türktük. Aynı zamanda, bize tam anlamıyla değer vermeyen insanlar için acı çekiyorduk.

En azından ben öyleydim.

"Seni kırıyor muyum?" Dedim, boş boş sehpaya bakarak. İfadesini görememiştim.

"Bunu neden yapasın?" Sehpanın önüne, ayak ucuma bağdaş kurarak oturdu. Otuz yaşına az kalmış olsa da yüzünde yaşlılığa dair en ufak bir çizgi yoktu. Hafif uzun siyah saçları, mavi gözleri, belirgin yüz hatları güzel bir bütünlüktü.

"Bana gönderdiğin bluzu, orada giydiğimde ne hissettin?" Mimikleri oynamadı, içinde bir şeylere dokunduğumu fark ettim.

"Beğendiğine sevindim" çok geçmeden alayla gülümsedi.

"Bana neden onu yolladın?" Dedim ısrarla. Kaşlarını çattı ve yerde biraz kıpırdandı.

"Söylediğim gibi, sana yakışacağını düşünmüştüm. Güzel de görünüyordun" dedi. Başka bir şey olduğunu biliyordum.

Sorarcasına kaşlarımı kaldırdığımda ekledi "Ah, siz kadınlar! Hayır, sana karşı öyle bir şey hissetmiyorum" diye söylendi. Samimi olup olmadığına karar veremedim.

Bir şeyler düşündükçe, babamın kablolarla bağlı bedeni gözümün önüne geliyordu.

"Başka biri mi var?" Dedim, geçiştirir gibi.

"Çok kişi var ama özel biri yok" yüksek sesle güldü. Ama karşılık vermemiştim, gülecek halde değildim. Hatta en ufak bir yüz kasımı dahi oynatamıyordum.

"Çok, derken?" Dedim hayretle.

Omuz silkti ve dudağını büktü.

"Birlikte olup sabah aramamak gibi, çok" onun bu erkeklerden olduğunu düşünmemiştim.

"Senin daha çok romantik biri olduğunu varsaymıştım" ağzımın kenarıyla güldüm. Acıyı yok saymak için çalıştım.

"Öyleyimdir" yerden kalktı ve ceketini çıkardı "dinlenmek istersen güzelim, içeride odalar var. Biliyorsun" koltuğa yayıldı ve küçük tabletini çıkardı.

"Bu uçak senin mi?" Dedim, ayağa kalkarken.

"Bir tane daha var" göz kırptı. İnanılmaz zengindi.

İç geçirdim ve tören dönüşünde kaldığım odaya geçtim.

Bu kadar büyük bir uçakta, elbette korkum oluyordu. O yüzden kapıyı sonuna kadar açık bırakarak yatağa uzandım.

Çantamdan telefonumu aldım ve karıştırmaya başladım. İnternette gezdiğim sürece, gözümü açık tuttuğum sürece babamı hatırlıyordum.

Sonra annemin çaresizce beni aramasını.

12 kez arandığımda, Jack ile öpüşüyordum. Üstelik bu pişmanlıkların hepsini de hak ediyordu.

Sahip çıkmak.

Tahmin ettiğim gibi, beni arkadaşının kollarına bırakmıştı. Mert, bana öyle şeyler hissetmediğini söylese de inanamıyordum.

Hayatımda hayal kırıklığını binlerce kez görmüştüm. İstediğim üniversiteyi kazanamadığımda, iyi bir uyku çekmek isterken yan odadan sevişen arkadaşlarımın sesini duyduğum zamanlarda... Beni, o gece Jack ile dans ederken görünce suratındaki ifadeyi hatırlıyordum.

Kırılgan, mavi gözler.

Gezinirken, gördüğüm haber nefes almama mani olmuştu.

Lanet olsun.

Angela ve Jack, törenden bir fotoğraf ile karşımda duruyordu. Bu ne zaman çekilmiş olabilirdi ki?

Kız kollarını bir ahtapot gibi çocuğun üzerine dolamıştı.

"Yeni Bir Aşk Mı Doğuyor?" Haber basitti, başlık basitti.

Yutkundum ve telefonu kenara koydum.

Bütün bu acı, güçsüz bedenime fazla geliyordu.

Ağlaya ağlaya sızdığımda, uyanınca hepsinin geçmesini diledim...

"Sana ilgileneceğimi söyledim Anderson, neden arayıp duruyorsun?" Ses, rüyamdan değil başucumdan geliyordu. Sızdığım yatakta bir ağırlık yoktu.

Mert'in sessiz ama hiddetli cümleleri buradaydı.

"Annenle evcilik oynamaya devam et oğlum, kız benimle güvende" diye aşağıladı.

Jack'le konuştuğunu biliyordum. Gözlerimi açmadan kulak misafiri olacaktım.

Bunu daha önce yaptığımda, bana başka bir isimle seslenilmişti...

"Aklımdan öyle bir şey geçseydi, onu hemen şuan yapardım" neyden bahsettiğini bilmiyordum. Bir süre sessizlik oldu.

"Karşımda uzanmış yatıyor" tekrar bir sessizlik ve düzenli nefes alışlar "merak etme, kızını elinden bu yolla almayacağım. Onu haketmiyorsun, yakında kaybedeceksin" telefon sertçe yanımdaki sehpaya konuldu.

Arayıp durduğunu söylerken ciddiydi. Jack, beni merak ediyor olmalıydı.

Midemde umut kırıntıları ve kelebekler canlandı.

Başımda bir el hissedince hafifçe sıçradım.

"Uyanman gerekiyor, Antalya'ya geldik" şefkat dolu sese gözlerimi açtım. Etraf daha aydınlıktı.

Kolundan destek alarak kalktığımda başım dönmüştü, beni hızla tuttu.

"Dikkat et, canım" dedi sakince.

İdrak etmeye çalıştım, sonra hemen telefonuma uzandım ve aramalara baktım.

Operatör mesajlarından başka bir şey yoktu.

"Jack, seni aradı ve uyuduğun için açtım" özür diler gibi söylemişti. Telefondan başımı kaldırdım.

Gözlerinin altı biraz şişmiş ve küçük mor halkalar oturmuştu.

Yine de kötü görünmüyordu. Acaba, uyumayı hiç denemiş miydi?

"Önemli değil" dedim omuz silkerek ve olduğum yerden kalktım.

Aynanın karşısında makyajı akmış, şişik suratlı ve saçları bozulmaya yüz tutmuş biri duruyordu. Sıkıntıyla iç çektim.

Berbat görünüyordum ve yanımda giyecek hiçbir şey yoktu.

Sehpanın üzerindeki mendillerden aldım ve suratımı hafifçe sildim. İyi göründüğümü söyleyemesem de makyajsızlık, pasaklılıktan daha iyiydi.

Kapıya yaslanıp beni izliyordu. Aynadan süzen bakışlarını görebiliyordum.

Mendili çöpe attım ve çantamı, gözlüklerimi alıp yola koyuldum.

"Hazırım"

Antalya'nın kavurucuğu sıcağı sırtımı ve ensemi yakarken, üstü açık arabamızla hastanenin otoparkına giriş yapmıştık.

Uyandığımdan beri çok az konuşmuştum. Midemdeki açlık, susuzluğum, yorgunluğum hiç önemli değildi.

Babam iyileşene kadar burada, öylece kalmak istiyordum.

Belkide dünyanın en duygusal insanıydım, ailemle ilgili tek bir sorumluluğum vardı. Onları ara sıra aramak ve çağrılarına cevap vermek.

Her zaman vip biletim, ya da en azından yakışıklı patronum yanımda olamazdı.

Gerçek anlamda yorgun görünüyordu. Alaycı kişiliği gözlerinin şişliğini ve suratındaki yorgun ifadeyi silmemişti. Ama sorduğum zaman hala iyi olduğunu söylüyordu.

"Bana böyle bir iyilik yapmak zorunda değildin" dedim suratını süzerek. Yoğun bakıma doğru ilerliyorduk, ayaklarım topuklularımın üzerinde bir pelteye dönüşmüştü.

Umarsızca omuz silkti ve bir şey söylemeden devam etti.

"Gergin görünüyorsun" sözler ağzımdan birden çıktı.

"Hastanelerin kokusu her zaman beni bu hale getiriyor" sıkıntılı ses tonunu iliklerime kadar hissettim. Kötü bir anısı olmalıydı.

Serumun ve boş koridorların kokusu yankılanmaya devam ettikçe ilerledik.

Yoğun bakıma giden kapının önünde hemen bir masa vardı, hemşire orta yaşlarında beyaz saçlı bir kadındı.

Emilie kadar otoriter bir tavırda olmasa da gözlüklerinin üzerinden önündeki dosyaları inceliyordu.

"Edward Wilson, hangi ünitede?" Dedim heyecanla.

Bana bakmadan yanımdaki Mert'e baktı. Yakışıklı gülümsemesinden eser yoktu ama böyle de hiç fena görünmüyordu. Yüz hatlarından babam için endişesini okuyabiliyordum.

"Üçüncü oda da, tatlım" son kelime bana söylenmemişti. Şıllık, kaç yaşındaydı ki?

Evinde onu bekleyen kedileri ve torunları olduğuna emindim.

Gözlerimi devirip ilerlediğimde Mert beni itinayla takip etti.

Ayaklarımı sürte sürte yoğun bakıma girdiğimde, annem öylece oturmuş karşısındaki cam odaya bakıyordu.

Uzun, siyah saçları benimkilerin aksine ondan bağımsız ve dağınık değildi. Kollarını etrafına sarmış, sadece oraya bakıyordu.

Annemi en son gördüğümden bu yana üç ay falan geçmişti. Doğum gününde ona bir sürpriz hazırlayıp, Antalya'ya dönmüştüm.

Sonra bu dönüşümün gereksiz olduğunu farketmek geç olmamıştı. Burada hiçbir zaman gerçek dostluklar edinememiştim, iş imkanı kısıtlıydı ve kendime ait bir dünya kuramıyordum.

Adımlarımı anneme hızla attığımda beni farketmesi için ona sarıldım.

"Annecim!" Mert biraz geride duruyordu. Annem, onu bir rüyadan uyandırmışım gibi şükrederek bana sarıldı.

"Ah, geldin" babamın öylece yatıyor olmasına rağmen, gayet güçlü bir sesi vardı ama ruhundaki cılızlığı hissedebiliyordum.

Elbette, gelecektim.

"Çok güzel görünüyorsun, şeker parem" elinde büyüdüğüm halam da buradaydı. Beni hiç çekinmeden kucakladığında, aile tablomuzu izleyen yakışıklının dedikleri aklıma ilişti.

Eve gidiyoruz.

Sonunda evdeydim ama babam eksikti.

Halamdan uzaklaşıp, ki genelde sarıldığında asla bırakmazdı, odasının camına doğru baktım.

Babacığım, fazlasıyla yorgundu. Göğsünde ve ellerinde bir sürü ekipmanlar vardı. Üstelik burnunda da küçük bir oksijen tüpü takılıydı.

Görüntü gözlerimi yaşartmıştı.

"İki kez uyandı, sadece uyuyor" dedi halam halimi farkedince. Yalan söylemediğini bilmiyordum, belki de endişelenmemem içindi.

"Doktorlar ne söyledi?" Dedim, ağlamaklı bir sesle.

"Doğru düzgün konuşmuyorlar" annemin sitemli sesi, beni daha da çok gerdi. Ne zaman gerçek bir doktor gibi ilgilenirlerdi ki?

"Gidip bilgi alacağım" omzumdaki güçlü eli hissettim, Mert'in gözlerine baktığımda şefkati görüyordum.

Minnetle başımı salladım ama uzaklaşmadan bakışlarımı okumaya devam etti.

"Çok ruhsuz görünüyorsun, sana bir şeyler getireyim" dedi. Şuanda midemin hiçbir şey kaldıramayacağını biliyordum.

Muhtemelen babamın görüntüsü aklımdan uzun bir süre çıkmayacaktı.

"Aç değilim" cama bakmaya devam ettim.

Bir süre beni süzdü.

"Bilgi almaya gidiyorum, sonra birlikte bir şeyler yiyeceğiz. Buradan ayrılma" arkasını bakmadan yoğun bakımdan çıktı, bense bakakalmıştım.

Para, güç, etkileyici bakışlar insanları ona itaat ettirme gücü mü veriyordu gerçekten.

Tanrı aşkına.

Camın başından biraz uzaklaştım ve annem ile halamın ortasına çöktüm.

Sandalyeler rahatsızdı, bana lisedeki oturma tahtalarını hatırlatıyorlardı.

"Ne kadardır buradasınız?" Dedim, ikisine de.

"Bu sabah, onu banyoda buldum. Hemen ambulans çağırdım" annem kötü bir anıyı silmek ister gibi gözlerini kapadı. Ona sarılmak istedim ama bunu yaptığımda ikimizde gözyaşı yumağına dönerdik.

"Sebebi ne?" Dedim, halama dönerek.

"Genetik olabilirmiş, büyükbabanda bunu geçirmişti" diye bana vefatı hatırlattı.

Ama babam güçlüydü, yenilmezdi. Ona bir şey olmayacaktı.

"Bu adam, sevgilin mi?" Mert'i kastetmişti halam, yaklaşık üç yaşımdan beri beni karşı cinsle yakınlaştırmaya çalışırdı. Ben o sınıfa yeni gelen mavi gözlü, uzun saçlı küçük kız çocuğu olurdum hep.

Büyüdüğümde de değişmemişti. Ortama yeni giren, herkesin ilgiyle baktığı kızdım. Kimse içimi açıp merak etmiyordu bile.

"Hayır, patronum" dedim, Mert biraz sonra geri döndüğünde. Halam bana gözünü kırptığında bunun 'daha sonra konuşacağız' olduğunu biliyordum.

Mert yanında iki erkek doktor ve iki kahveyle dönmüştü. Doktorlar babamın yanına geldiğinde kahveleri anneme ve halama uzattı.

"İyi gelir, yorgunsunuzdur" dedi nazikçe.

Annem tebessüm ettiğinde halam "çok kibarsın, oğlum" demişti. Ona karşı oluşan, elle tutulabilir şefkatin farkındaydım.

Ama aileye girmesi gereken o değil, Jackt'ti. İçim acımaya devam etti.

Mert'in bana sahip çıkabileceğini söylediğinde hissettiğim bütün duygular geri gelmişti.

Neden, kendisi gelip elimden tutmuyordu? Her şey geçecek, demeliydi. Ben buradayım, her şey geçecek.

"Doktorlar hayati tehlikeyi atlattığını söylüyor. Ama yine de tekrar bakmaları için çağırdım, ailemin buradaki profesörünü de aradım" dedi sevimli bir gülümsemeyle, bunca iyiliği babam için yapıyordu.

"Çok teşekkür ederim, oğlum" dedi annem. Omzundaki yükün hafiflediğini hissettim.

"Onu görebilir miyim?" Babamı görmeliydim, iyi olduğunu kendi gözlerimle görmek istiyordum.

"Uyandığında görebilirmişsiniz" bana baktıktan sonra devam etti "kızınızı açlıktan bayılmaması için yemeğe götürüyorum, bir iki saate tekrar döneriz" itiraz dinlemeyen sevimli bir sesle kolumdan tuttu. Direnecek gücüm olmadığı için ayağa kalksam da burada babamın iyileşmesini bekleyecektim.

Halam suratımdaki memnuniyetsizliği görünce "endişelenme hayatım, uyandığında ararız" dedi.

Mert çekiştirmeye başladığında karşı koyamadım ve cama bakarak yoğun bakımdan uzaklaşmaya başladım.

Fazla lüks bir makarna lokantasında, Milano usulü risotto yiyorduk. Mert, beni önce kalacağımız otele götürmüştü. Halam ve çocukları babamı ziyarete geldiği için evimiz dolu olacaktı.

Otele girdiğimde karşımda oturan adamın inanılmaz nazikliğine inanamamıştım. Siyah göbeği biraz açık t-shirt, boyfriend pantolon, ve siyah toms ayakkabılar karşımda giymemi bekliyordu. Şişen ayaklarıma 35 numaralı tomslar olduğu için şükrediyordum.

Telefonumdan çalmaya başlayan melodiyi duyunca, çatalımı kenara bıraktım ve merakla açtım.

Jack'ti.

"Hey" telefonun ucundaki sesi dinledim. Karşımda bana boncuk gözlerle bakan adamın merakını görebiliyordum.

Ağzımı oynatarak "Jack" dedim ve sahte bir gülümsemeyle karşılık verdi. Ben uyurken neler konuştuklarını merak ediyordum.

"Nasılsın?" Diyebildim ağzımdaki lokmaları yutarak.

"Ben iyiyim, asıl sen nasılsın?" Sözlerdeki endişenin farkındaydım ama sesine yansımıyordu.

"Mert, babam için çok şey yaptı. İyi hissediyorum" dedim iç çekerek.

Sessiz kalmıştı. Cesaretimi topladım.

"Keşke yanımda olsaydın"

Mert, şarabına uzandığında utanarak yemeğime gözlerimi diktim.

Telefonun diğer ucundan, yoğun gürültüler geldiğini o an farketmiştim.

Kısa bir sessizlik daha.

"Neredesin?"

Hızla cevap verdi "Kardeşim ve ben biraz eğleniyoruz, birlikte vakit geçirmek istedik" dedi.

Kıskançlığın beni ele geçirmesine izin vermedim.

"Sadece siz, yani?" diye sorguladım.

"Elbette, başka kim olacak ki?" dedi. Rose, Angela ve başka kadınlar bir kaç seçeneğin arasındaydı.

"Hiç kimse" diyerek başımı salladım.

"Sonra ararım güzelim, umarım baban hemen iyileşir. Hoşça kal" telefonu kapatmıştı.

İkimizde ailemizle vakit geçirecektik, pekala. Bunda bir sorun yoktu.

Problem benim babam için hırpalanırken, onun kardeşiyle eğlenmesi ve samimi bir üzüntü duygusu gösterememesiydi.

Belki de çok hassastım. Beni otoparkın bir köşesinde üzüp ağlatan, sonra da iyi olmak için elinden geleni yapan değişken biri için bu kadar umut fazla olmalıydı.

"Fazla takıyorsun" diye beni düşüncelerimden uyandırdı, Mert. Telefona dalmış öylece bekliyordum.

Soğumaya yüz tutan makarnamı çatalımla karıştırdım ama iştahım bugün biraz kapalıydı.

"Babamı umursuyorum, hepsi bu" çatalımı yavaşça daldırdım.

"İyi olacak, genetik bir şey" şarabını bıraktığında yemeğinin bitmiş olduğunu gördüm.

"Sence beni seviyor mu?" Dedim pencereden dışarı bakarak. Bunu sormamam, bu yakınlığı göstermemem gerekiyordu.

Karşımdaki adam, Jack'in en yakın arkadaşlarından biriydi. Birbirlerine çoğu şeyi yetiştiriyorlardı. Bu tür erkekler, bazı kadınlardan daha tehlikeliydi.

"Jack mi?" Dedi sırıtarak, ikimizde dışarıdaki deniz manzarasını izliyorduk.

Lokanta, marinanın kenarındaydı.

Hava kararmaya daha yeni başladığı için, güneşin batışı muhteşem bir manzaraydı. Deniz ve güneşin arasındaki ufuk çizgisini görebiliyordum.

"Onu uzun süredir tanıyorum, kendinden başkasını sevmeyen bir insandan bahsediyoruz" bana döndüğünde camdaki yansımamızı gördüm. Ben dışarıyı izlerken, o da beni izliyordu. "Aranızdaki şey çok tuhaf, daha önce hiç rastlanmamış bir şey" diye devam etti.

"Ne demek istiyorsun?" Dedim ona dönerek.

"Aramızda bir çok kız olayı oldu, bir hafta boyunca onunla yatıp sonra benimle yatan kızlar vardı" şarabımdan bir yudum alarak konuşmanın istikametini dinledim "yatmadığınızı biliyorum, yanlış anlama" diye düzeltti.

Elbette, biliyordu.

"Beni o sabah gördüğünde, sadece duş almıştım" dedim kararlılıkla.

"Biliyorum, Jack ve ben konuşuyoruz. Bence onun hisleri değil, seninkiler önemli. Ne hissediyorsun, onu seviyor musun Eylül?" Gözlerimin en derinine, bir cevap beklercesine baktı.

Jack'ten öğrendiğim bir şeyi yaptım. Sessiz kaldım.

Soru işaretlerine cevap vermek için çok erkendi. Daha her şeyin çok başındaydık ama onu yanımda istiyordum, bana sarılması, öpmesini, her şeyi kendimi dünyadaki tek önemli şey gibi hissettiriyordu.

Seviyordum.

"Cevap veremiyorsun" dedi ve son yudumunu da içti.

"Bunun için çok erken, seninle bile daha çok şey yaşadık Mert. Onunla sevgili olmaktan bahsediyoruz ama duvarları var" o duvarlardan biri de Emilie idi. Şüphesiz.

"İkiniz bir arada olamazsınız. Konu sen değilsin, adam uzun bir ilişki yaşayacak tip değil" omuz silkti ve devam etti "seni harcayacak göremiyorsun"

Onu durdurdum.

"Bana zarar vermez" bundan nasıl emin olabiliyordum? Net bir şekilde söylesem de içimde bir yerlerde ayaklarının üzerinde duramayan bir tarafım vardı.

"O da öyle düşünüyor, annesi farkettiğinde üzerini örtebileceğini. Ama bitecek bir şey için bunca karmaşanın ne önemi var? Evlilik falan mı düşünüyorsunuz?" Ciddiyetle sordu. O tür şeylere uzaktan yakından bir alakam yoktu.

Kariyer ve eğlence istiyordum. Başını sokacak sıcak bir yuva, aşk ve saygı olmadıktan sonra bir anlamı olmuyordu. Bunları birlikte elde edebileceğin insanı bulmakta ciddi anlamda zordu.

"Hoşlanıyorum, itiraf edeyim" dedim suratına bakamayarak.

Masaya yayılan anlamsız gerginliğin farkındaydım.

"Bol şans" alayla gülümsedi ve hesabı istemek için elini kaldırdı. Hepsi buydu.

Konuşma yine, o istediğinde bitmişti.

"Bu ne demek oluyor?" dedim ısrarla. Garson geldiğinde benden tarafa bakmadı ve hesabı hızla ödedi.

Ayağa kalktığında beni pek takmamıştı. Ayağımdaki Toms'larında rahatlığıyla ona yetiştim.

"Umarım bu işin saçmalığını elinize bulaştırmadan farkedersiniz, işinden olacaksın" cam kapıyı ittirdi, arkasından sahile açılan yere doğru yürüdüm.

"Emilie en fazla beni işten atar, abartma!" Diye bağırdım ona.

Hızlı adımları bir anda durduğunda ona çarptım. Kollarımdan nazik sayılmayacak bir şekilde tuttu ve küfretmek ister gibi suratıma baktı. Çok az bir mesafe kalmıştı.

Yoğun kokusunu hissedebiliyordum. Kotu ve tişörtüyle fazla günlük, yakışıklıydı.

"Nasıl bu kadar aptal olabiliyorsun? Seni attığında ne olacak sanıyorsun? Sen onun istediği bir kız değilsin, çalışanlarından ve başarıya ulaşmasını istediği gelecek vaadeden birisin sadece. Jack' de başarılı olsun istiyor, başarılı bir evlilik yapsın, zengin bir eşi olsun, refah içinde yaşasın istiyor. Ama sen etrafındaki herkesin aklını başından alacak kadar güzel ve zekisin!"

Tek solukta bunları söylediğinde, ellerinin altındaki bedenim alev alacak gibi olmuştu.

"Söylediklerin çelişiyor, güzel bir geleceğim varsa neden beni oğluyla görmek istemesin?" Diye bakakaldım.

Gözlerini hızla devirdi.

"Bazı insanlar her şeyin üzerinde sadece eğlenceyi görür. Emilie farkederse onu uyarır, ona bağırır, sonra Jack korkup senden bile kaçar. Ne hissettiğini umursamaz, sende küçücük evinin bir kenarında topuklularınla evcilik oynar iş ararsın" dedi.

"Çok acımasızsın" meydan okurcasına gözlerinin içine baktım.

"Kadın tam bir patron. Kendi dediği kızı isteyecektir, seni değil. Gerçekler her zaman daha acıdır" kollarımı sıkmayı bıraktı ve bir adım geri çekildi.

Sonra, elimden tutup beni arabasına bindirdi.

Dengesizlik yakın arkadaşından bulaşıyor olmalıydı.

Arabaya bindiğimde, sahilden hastaneye doğru yol aldık. Yol boyunca tek bir laf edilmedi, sadece fonda manzaraya uygun bir müzik çalıyordu. Anlını kapayan hafif uzun saçları rüzgarın eşliğinde geriye doğru savrulurken onu izledim.

Güzelsin, demişti.

Söylediği sözcük kendisinin yansıması gibi bir şeydi.

Jack ve aramdakileri gerçekten görüp anlayan tek insan buna karşıydı. Tam anlamıyla, bir erkek ve kariyerimin arasında kalmıştım. Abarttıklarını düşündükçe delirecek gibi oluyordum.

Ben en fazla ne kadar Emilie'yi tanıyordum ki?

Biri oğlu, biri de yıllardır ortak olduğu insandı.

Hastaneye tekrar geldiğimizde annem babamın yanındaydı. Babamın gözlerini açmış olması, aklımdaki tüm düşünceleri unutturmuştu.

Tek çocuk olarak yıllarca büyütülmüştüm ve ailemden asla kopamazdım. En uzak şehirde bile olsam, onlara zarar gelmemeliydi.

Babam ve Mert gayet iyi anlaşmıştı. Babam ona öğretmenlik anılarından bahsedecek kadar iyi görünüyordu. Annem, babam ve Mert keyifle konuşurken halam beni onları izlediğimiz sandalyeden dürttü.

"Aranızda bir şey var mı, tatlım?" Altındaki yatan 'lütfen olsun' düşüncesinin farkındaydım.

Biraz daha sesli olsa, Mert duyacaktı.

"Sessiz ol hala! Hayır, sadece patronum" dedim ve işaret parmağımı ağzıma bastırdım.

"Bu kadar iyiliği hangi patron yapar, şeker parem" dedi irdeleyerek. Bunu bende düşünmüyor değildim ama söylemişti, bana karşı öyle şeyler hissetmiyordu.

Ben de onu daha çok yardımcı bir dost gibi görüyordum. Zaten aramızdaki yaş farkı ortadaydı.

"İşteki arkadaşlarından biriyle daha yakınım, biz sadece dostuz" omuz silktim.

"Bir erkeğin bakışlarını bilirim, güzel kızım. Seni sahipleniyor, karnını doyuruyor. Gözünü aç" halamın dediklerine sesli bir şekilde güldüğümde, odanın dikkati bize çekilse de sonra tekrar konuşmaya devam ettiler.

"Öyle değil, hala. Öyle değil" iç çektim ve başımı duvara yaslayarak uykusuzluktan acı çeken gözlerimi kapadım. Halam her zaman beni aşka doğru ittirmeye çalışıyordu.

"Bizim gitmemiz gerekiyor, yarın erkenden uğrayacağız" Mert'in sesi beni yarı açık zihnime geri döndürdü.

Gitmemiz gerektiğini anlayınca ayağa kalktım ve babama yöneldim.

"Hoşçakal babacığım, yarın burada olacağım" anlından öptüm ve annem ile halama da sarıldıktan sonra Mert'i takip ettim.

"Otele gidiyoruz değil mi?" Dedim, küçük bir çocuk gibi peşine takılırken. Dışarıda çoktan gece olmuştu.

"Başka bir yere mi gitmek isterdin?" Sırıttığının farkındaydım.

"Çok yorgunum ve hemen uyumak istiyorum" dediysem de arabaya binene kadar cevap vermedi.

"Hayır, buradaki evime gidiyoruz. Orası daha rahat" dedi. Vay canına, beni evine götürecekti.

Daha önce kaç kızı atmıştı acaba?

Gerçi, ben farklıydım. Arkadaştan, akıl almaya çalışan küçük bir kızdan farklı değildim.

"Biraz daha burada kalacak mıyız?" diye sorduğumda ilerliyorduk.

"Öyle yapacağız, ufaklık"

Gözlerimi kapattığımda kullandığı tabiri düşünmeden uykuya doğru daldım.

Yolun etrafından geldiğini farkettiğim denizin medcezir sesi rüyamı dolduruyordu.

Denizin derinliklerine hızla atladığımda, güçlü eller beni ittirmişti. Canımı acıtacak bir hızda boşluğa düştüğümü hissediyordum.

"Hayır!" Diye bağırdığımda, güzel Jack bana gülümsüyordu. Denizi boyladığımda, düşüş kesildi. Kollarım saçlarımın üstüne doğru açıldığında, gözlerimi kırpıştırmaktan başka bir şey yapamıyordum.

Yukarı tırmanmaya çalıştıkça, denizin sesi kulaklarıma doluyordu.

Boğuluyordum, üstelik Jack'in ellerinden.

Fakat çok geçmeden, başka nazik eller beni gövdemden tuttu ve suyun üzerine çıkardı.

"Eylül!" yavaşça seslendi, rüya olamayacak kadar gerçek ses, bilincime kavuşturmamıştı. Boğulmuştum ve mavi gözlü yakışıklım, beni kurtarıyordu.

Havalanarak, kucağa alındığımda sesin gerçekliğinin farkına vardım.

"Daha az yersen bir bebek kadar hafif olacaksın" Mert, beni kucağında eve doğru taşıyordu.

Bahçede olduğumuzu farkettim.

"Ah, indir beni" gözlerim yarı açık bir şekilde söylendim. En son Jack taşımıştı.

"Ne görüyordun?" Dediğinde, evin manzarasının denize baktığını farkettiysem de başımı çevirip ona biraz sokuldum. Görmeyi reddecektim.

"Denizle ilgili bir şeyler" diyerek mırıldandım. Çıkan hafif sakalları, yüzümü gıdıklıyordu.

"Yolda Jack, aradı" dedi sakince. Başımı koyduğum boynundan hareketlenmeden kulak kesildim "seni merak etmiş, uyuduğunu söyledim ve seni evime getirdiğimi" kıskanmış olmalıydı.

Kıskanır mıydı?

Beni öpmek isteyen Sam'e verdiği tepkiyi hatırladım, bütün gece boyunca başka bir erkekle evde kalmamı elbette kıskandırırdı.

"Ne söyledi?" Fazla heyecanlı görünmemeye çalıştım. Beni evin zeminine indirdi ve kapıyı kilitleyerek kapattı. Ev iki katlı, geniş, parkelerden oluşan deniz manzaralı bir evdi. Dışarıya bakan duvarların bir kısmı camdan yapılmaydı.

"İçmememi, sana dikkat etmemi, uyandığında onu araman gerektiğini söyledi" derken mutfağa döndü ve kristal bardakla viski şişesini çıkardı. Ama zaten yemekte alkol almıştı.

"Pekala, ben nerede uyuyacağım?" Dedim, aldırmadan.

Bir yudum aldı ve yukarıyı işaret etti.

"Sağdan ikinci oda, yerin hazır" sonra balkona açılan cam kapıyı biraz araladı ve tişörtünü çıkartarak balkona çıktı. İnanılmaz kaslı görüntüsüne bakmamaya çalıştım.

"Sen ne yapıyor olacaksın?" Sırtına bakarak sordum. Başını umarsızca salladığını gördüm.

"Ofis işlerini hallederim, içerim. Sen uyumana bak" uzaklaşmamı isteyen talimatı duyunca üstelemedim ve üst kata çıktım.

Soğuk bir duş ihtiyacı ile yanıp kavruluyordum. Odam dediği yerde, bir sürü kıyafet ve pijama, gecelik vardı. Bunların hepsini ne ara hallettiğine şaşırıyordum doğrusu. Mini sayılan, göğsünde hatrı sayılır bir dekoltesi olan geceliği ve eteğine kadar uzanan sabahlığını alıp, üst kattaki keşfettiğim banyoya yürüdüm. Ne kadar az kıyafet, bu sıcakta o kadar az ter demekti. Gecelik giydiğimi bile görmeyeceğinden emindim, nasıl olsa ayrı yatacaktık.

Soyundum ve kıyafetleri banyonun ortasına tıktım. Soğuk duş daha mantıklı olacakken sıcak bir duş alarak mayıştım ve ıslak saçlarımı önce havluyla sonra da biraz kurutucuyla kuruttum. Bu sıcakta hemen kururlardı.

Banyonun dışına çıkarken Jack'i arama fikrini düşünsemde inanılmaz yorgundum. Sabah arardım, üstelik bu saate kadar eğleniyor olabilirdi.

Karşımda, Mert'i gördüğümde küçük bir çığlık attım.

"Ödümü kopardın!" Dedim şiddetle. O da beni gördüğü için korkmuş gibiydi.

"Duş alacağını bilmiyordum, özür dilerim" ellerini hızla havaya kaldırdı. Gözlerini benden alamadığını farkedince tavana doğru baktı. Üstümdeki şeyin kısalığını sabahlığımı önüme buruşturup alarak kapatmaya çalıştım.

"Sadece, çiş" dedi gözlerini tavandan çekmediğinde. Kelimeleri birbirine karıştırıyordu, sanırım sarhoştu. Burnuma gelen içki kokusundan da belliydi.

Hiçbir şey söylemeden yanından öylece geçtim ve odama girdim.

Rezil olmadığımı umuyordum, beni daha önce de buna yakın bir elbiseyle görmüştü ama şuan yalnızdık ve inanılmaz sarhoştu.

Yinede kapımı kilitlemeden yatağıma uzandım ve pikemi üzerime çektim. Anlamsız bir sebepten, güveniyordum.

Jack ona içme dediği halde çok içse de bana bir zarar gelmeyeceğine inanıyordum, beni ailemin yanına kadar getirip dokunmaya dahi kalkmamıştı.

Güvenim ve güvensizliğimin içinde boğulurken, uyku beni tutsak etmekte geç kalmadı.

"Sikeyim!" ve ardından gelen çarpma sesiyle karanlığa gözlerimi açtım.

Yerdeki boş bardak yuvarlanıyordu.

"Ah, pislik şey!" Bana dediğini düşünsemde, bardakla konuşuyordu. Yerden aldı ve komidinin üzerine koydu.

"Hey" diye mırıldandım uykulu sesimle.

Odaya ilk girdiğimde kenarda duran tekli koltuk, hemen başucuma çekilmişti. Bardağı koyduğunda, koltuğa geri döndü.

"Ne yapıyorsun?" Dedim, olayı anlamaya çalışarak. Etraf karanlıktı ve cır cır böceklerinin sesini duyabiliyordum.

"Uyandırmak" dedi bana doğru eğilip "istemedim" elini saçıma uzatacakken geri çekti. Tek kolumun üzerinde doğrulup başucu lambasını yaktım. Altında bir eşofmandan başka hiçbir şey yoktu.

"Tanrım, neden bu kadar içtin?" Sitemim suratındaki şapşal ifadeyi değiştirmemişti. Odağını kaybeden mavi gözler, gözümün içine bakıp hiçbir cevap vermiyordu.

"Ona gitme" diyebildi sonunda.

"Anlamıyorum?" Düzgün bir cevap vermesini bekledim ama başarılı olmayacaktı. Ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Başını geriye yasladı ve ellerini yüzüne kapattı.

"Başın mı ağrıyor?" Dedim endişeyle ve yatakta doğruldum.

"Çok fazla" ellerini saçlarına geçirdi. Bu adam benim için bu kadar uğraşmıştı ve ağrı çekmesini bile istemiyordum.

"Ağrı kesici bakayım ama içkilisin, gel biraz ovalım" sıcak yataktan kalkıp çok az mesafede olduğum Mert'e ilerledim ve ellerine dokunup onları çekmeye çalıştım. Kol kaslarının yarısı da yüzünde olduğu için yanlışlıkla onlara dokunmuştum.

İçim ürperdiğinde ellerimi toplayıp beni hızla kendine çekti. Kucağına öylece düştüğümde, yere yapışmamak için bacaklarımı açtım ve üstüne oturdum.

Bu, beni güveniyle yanıp tutuşan arkadaşına emanet eden Jack'in görmek istemeyeceği bir manzara olmuştu.

Ellerimi tutup başına götürdüğünde hala rahat bir şekilde koltukta yayılılıydı.

"Geçir şunu" dedi yalvarırcasına.

Ona böylesine içmesini kim söylemişti ki? Sabah daha da kötü olacaktı ve üstelik uykusuzdu.

Parmak uçlarımı şakaklarına bastırdım ve ileri geri hareket ettirdim. Bu yöntem annemden öğrendiğim bir şeydi. Babam gergin bir şekilde eve gelince ona hep buna yapardı ve babamın tatlı, şeker gibi birine dönüştüğünü görürdüm.

Annem sevgisini de katıyordu ama altımdaki Mert'in de dokunuşumla gevşediğini hissediyordum.

"Neden böyle içtin?" Dedim tekrar, hiçbir tepki vermedi.

"Jack, seni bir peri kızı olarak tanımlıyor" çarpık gülümsemesi, kapalı gözleriyle güzel bir uyum oluşturdular.

"Haklıymış, varlığın bana bütün ağrıları unutturuyor, gerçek olamazsın" diye sessizce söylendi.

Jack'in söylediklerine ve altımda oturan Mert'e takılı kalmadan başını ovmaya devam ettim.

Yoğun kokusunu hissedebiliyordum. Ellerini yukarı kadar sıyrılan eteğimin üstüne doğru, çıplak bacaklarıma koyduğunda alev alacağımı hissettim. Henüz Jack'le bile bu pozisyonda bir kez oturmuştuk, sadece sarılma ve öpüşme vardı. Üstelik sarhoş değildi.

"Ona gitme derken, ne demek istedin?" Dedim, rahatladığını hissederken. Çok az mesafede olan gözlerini açtı ve içimi okur gibi baktı.

Bir şey söyleyecekti ama nazikçe baldırımı okşayıp kafasını, düşüncelerini yok edercesine salladı. Parmaklarımı şakaklarından çekip ensesini kavradım.

"Söyle bana, Jack'le olmamı istememenin tek sebebi Emilie mi?" Dedim iyice yaklaşarak.

"Çok içtim, konuşacak durumda değilim" gözleri rotasını kaybetmiş gibi yüzümde gezinse de, kararlıydım.

"Neden böyle içtin, sorun ne?" Sorularımla onu boğsamda kafamın içinde oturmayan bir kaç parça vardı.

Jack'le beraber olmamı o kadar çok istemiyordu ki, yine de onun için bir şey ifade etmediğimi söylemişti. Onu bir arkadaş gibi görüyordum. Bir dosttu, belki hayat koçu bile diyebilirdim. Beni doğru yola itelemeye çalışıp, hediye gönderiyor ve ailemin yanına getiriyordu. İnanılmaz nazikti, yemeğe çıkarıp, kıyafetler alıyordu.

Değer verdiğini bilsem de bunların dostça olduğunu düşünmeye çalışıyordum.

"Bilemiyorum, Eylül" anlıma dudaklarını dayadığında ona sarıldım "onu istiyorsan onunla kal, bu ne kadar yanlış olsa da mutluluğun benim için önemli" diye fısıldadı.

Suratını okşadım "Sebebi ne?"

Tekrar başını salladı.

"Hadi, biraz uyuyalım" sonra beni ayaklarım iki yanına çevrili bir şekilde, kalçamdan kavrayıp yatağa taşıdı.

Çıplak kalçama dokunmasını umursamadım. Yatağa birlikte uzandığımızda arkamı dönmemi işaret etti. Üzerimden uzanarak ışığı kapatınca, arkamdan belime sarıldı. Kaşık pozisyonunda yatıyorduk.

"Daha önce bir sevgilin oldu mu?" Diye merakla sordum ve sırtına kendimi iyice yasladım. Burnunu saçlarıma gömerek güldü.

"Elbette, senin?" ellerini sıkılaştırdı.

"Bir kaç günlük ilişkiler sayılmıyorsa, hayır. Korumacılık nasıl bir şey bilmiyorum" diye itiraf ettim. Kendimi bir insana asla bağlı hissedememiştim. Tanıştığım hiçbir erkek, uğruna istediklerimden vazgeçecek kadar önemli değildi.

"Baban hastalandığında seni telefonla arayacak kadar önemsiz biri yapmıyor, sevgili olmak" parmaklarını parmaklarıma kenetledi "kızın elini tutup bütün dünyaya ilan edebilmen gerekiyor" dedi.

Arkadaşına laf soktuğunu anlamıştım.

"Sence Jack, bir gün bunu-" sözümü kesti

"Seni dünyaya sergilemekten önce annesine göstermesi gerecek. Sence bu mümkün olabilir mi?" Alayla söylendi.

Emilie'ye bizden bahsettiğini düşündüm. Kusacak gibi olmuştum.

"Düşünme güzellik" dedi ben esnerken "uyu, sadece uyu"

Camdan süzülen güneş ve sıcaklık, tenimi yalarken kıpırdandım. Vücudumun her zerresi tutulmuş olmalıydı. Bunca ağrının bir açıklaması olamazdı.

Saate baktığımda 10:50'yi gösteriyordu. Hızla kalkacakken nerede olduğumu hatırladım.

Antalya'da, Mert'le birlikte babamı ziyarete gelmiştim.

Ağrının ve ağırlığın kaynağının vücudumdan değil, başını boynuma gömen tanıdık kokudan geldiğini anladım. Kalkmak için biraz kıpırdandığımda belime iyice sarıldı.

Tam anlamıyla pelte gibi hissediyordum.

Omuzlarından hafifçe ittirdim.

"Eylül" diye mırıldandı. Ne ara bu pozisyona geldiğimizi merak ediyordum. Altında bütün gece ezilmiş olmalıydım.

Biraz daha kıpırdandığımda hızla gözlerini açıp başını kaldırdı ve öylece baktı.

"Uyandırmak istemedim" dedim kan ter içinde.

Ağırlığının büyük bir kısmını çekti ama hala üstümdeydi.

"Benim salaklığım, çok sıcak" saçlarını ve ensesini kaşıdı. Yaz ayının inanılmaz sıcağı, bu şehirde daha çok belli oluyordu.

"Saat daha sabahın kaçı, iş günü bile değil" gözlerini devirerek yastığına gömüldü. İş rutinine bünyem ne kadar yorgun olsa da alışmıştı. Zaten amacım onu uyandırmak falan değildi ki.

"Uyandırmak istemedim" dedim ve ona doğru döndüm.

Arkası dönük halde susmamı işaret edercesine elini kaldırdı.

Bende yatakta biraz daha uyumaya çalıştım.

Fakat başarılı olamıyordum.

Telefonumu şarjdan çekip aldığımda, bütün uygulamalara tek tek baktım.

Jack'ten hiçbir mesaj yoktu.

Instagram hesabını karıştırdığımda, dün gecenin izlerini bulmam zor olmamıştı. Bana sadece kardeşiyle olduğunu söylediğinde bunun yalandan ibaret olduğunu biliyordum.

Jack, Kevin ve bir kaç kadın ellerinde kokteyl bardaklarıyla gayet sarhoş ve eğleniyordu. Üstelik bir gece klübünde.

Jack'in yanında duran, sarışın genç bir kadına tıkladım. Rachel Black.

"Rachel Black, kim?" Mert'in uyumadığını umdum. Yastığında biraz kıpırdandı.

"Ne olmuş?" Dediğinde omzundan uzandım ve ona dönerek telefonu görebileceği pozisyona getirdim. Baktığını biliyordum.

Sıkıntılı bir iç çekti.

"Kevin'ın arkadaşlarıdır, aldırma" elimi muzipçe ittirdiğinde telefona tekrar baktım. Dediği gibi durmuyorlardı, bana yalnız olduğunu söylemişti.

Yalancı, dedim içimden. Beni oyalamıştı.

"Kızların olacağını bana söylemedi" kıskançlık sesime tam anlamıyla yansıdı.

Aldırmadan uykuya devam etti. Kızın hesabına girsem de kilitliydi. Kardeşinin fotoğraflarında da, Jack hariç kızların hepsi oradaydı.

"Bana yalan söyledi" dedim, telefonu göğsüme bıraktığımda. Beni otoparkta kırdığı gün aklıma gelmişti. Acaba o kadınlarla da birlikte olmuş muydu?

Düşünce iğrençti.

Mert beklemediğim bir hızla kendi telefonuna uzandı ve bir numara çevirdi.

"Ne yapıyorsun?" Dedim merakla. Halinden memnun olmayarak sırıttı.

"Bu şeyi ikiniz içinde halledeceğim, sakın sesini çıkarma" Aman tanrım, onu arıyordu! Telefonu hoparlöre verdiğinde, pikeyi ağzıma çektim ve ses çıkarmamaya çalıştım.

"Mert?" Jack'in uykulu sesinden başka, arkada herhangi bir gürültü yoktu.

"Nasılsın, dostum?" Tavana baktı.

"İyiyim, bir şey mi oldu?" Dedi, saatin orada geç olduğunu biliyordum. Mert'in zamansız aramasının bir anlamı olmasa da, bir tarafım meraktan çatlıyordu.

"Burada günün ortasındayız, işleri sormak için aramıştım. Saat farkını unuttum, adamım" diye kıvırdı. Yalan söylediğinin farkında olduğunu işaret verircesine göz kırptı.

"Ah, önemli değil. Gürültülü bir gece geçirdim" kıkırdamasını duymuştum. Hoparlörü kapatacağı sırada elini tuttum ve bekledim. Ağzımı oynattım "devam et"

Karşı koyamayacağını, bakışlarımdan anlamış olmalıydı.

Sahte bir kahkaha patlattı, yüzünün zerre oynamamasından anlamıştım.

"Fotoğrafları gördüm, o kızlarda kim?" Asıl soruya geldiğinde kalbim deli gibi çarpıyordu.

"Tek gecelik olanlardan. Kevin'ın arkadaşları, yine de pek bana göre değiller" kalbimin kırılmasına izin vermedim. Tek gecelik olanlar. Ben bu sıralamanın içine giriyor muydum acaba?

Aksini düşünmeye kendimi zorladım.

"Yani, bu birlikte mi olduğunuz anlamına geliyor?" Dedi Mert, cevabı duymaya dayanabilecek miydim bilmiyordum. Nefesimi tuttum.

"Hayır, gürültülü derken onu kast etmedim ki. Kevin'ı eve zor götürdüm, çok fazla içti" nefesimi yavaşça bıraktım. Kızlarla birlikte olmamıştı, masum olduğunu göstermiyordu. Ama yine de olmamayı tercih etmişti. Bunun doğruluğunu bir tek Mert sayesinde alabilirdim zaten. Bana doğruyu söylemeyeceğini artık adım gibi biliyordum.

"Anladım, bizde birazdan hastaneye uğrarız" dedi beni süzerek.

"Eylül, nasıl?" Jack'in ses tonu ciddileşti. Aklına gelebilmiştim.

"Hazırlanıyor, kendi odasında" yalancılık zamanı bizimdi. Birlikte uyuduğumuzu söylememesi gerekiyordu. Özellikle uyku, bu kadar samimi olmuşken.

"Aslında, onu verebilir misin? Sesini duysam iyi olacak" beklemediğim sözcükler, karşı taraftan gelmişti. Birbirimize şaşıran gözlerle baktık.

"Ah, tabi. Çağırayım" telefonu tek eliyle kapatıp ağzını oynattı "çaktırma"

Sonra adımı bağırdı ve biraz bekledim.

Telefonu aldığımda ses tonum uykudan kalkmış gibi değildi.

"Jack?" Yataktan kalkıp balkona doğru ilerledim. Kalçamda toplanan geceliği biraz çekiştirdiğimde, vücudumu süzen bakışları cam kapıdan görmüştüm.

"Nasılsın, güzelim" dedi nazik ses tonuyla. Ona "iyi değilim, yalancı" demek istesem de konuya hemen girmeyecektim.

Sonuçta sevgilisi değildim.

"Babam gözlerini açtı, daha iyiyim. Ya sen, eğlendin mi?" İğneleyen ses tonuma karşılıksız kalmadı. Sadece biraz bekledi ve devam etti.

"Fotoğrafları gördün değil mi?" Sıkkın yüz ifadesini buradan görebiliyordum.

Balkonun demirine yaslandım ve plajdaki insanlara baktım, bu saatte yüzen o kadar çok kişi vardı ki.

"Görmemi beklemiyormuş gibisin" dedim alayla.

"Kızlar, kardeşimin arkadaşları" seri bir şekilde cevap verdiğinde, balkonun kapısı açıldı. Mert elinde sabahlığım ve bir sigarayla bana ilerledi.

Sabahlığı bana uzatıp sigarasını yaktı. Hava inanılmaz sıcak olsa da giydim, üzerimdeki mini gecelikle insanlara vücudumu sergilemek istediğim son şey olurdu.

"Sadece ikinizin olduğunu sanıyordum" dedim umursamıyormuş gibi bir sesle.

Mert'in gırtlağından alaycı bir gülümseme sesi çıktı.

"Yemin ederim haberim yoktu" ah, hep öyle olurdu zaten. Yalanına kıkırtımı bastıramadım.

"Eğlendiğine sevindim, umarım bir Rose vakası daha yaşamamışsındır. Başına bela olmasını istemem" kıskançlığımı bastırmaya çalıştığımda, sert ve ciddi bir ses beni bekliyordu.

"Öyle bir şey olmadı, Eylül. Senden başka kimseye dokunmadım" sözler tenimi okşadığında, hızla hoparlörü kapattım.

"Yalan söyledin" dedim sıkıntıyla. Bu gerçeği değiştiremiyorduk.

"Bir de beni merak etmeni istemedim" savunma mekanizması çok değişik bir insandı.

"Haklısın. Ben Mert'le dışarıya çıkıyorum, sonra görüşürüz. Hoşça kal" dediğimde bir şeyler söylemesini bekledim.

İç çektiğini ve bir şeylere vurduğunu duyabilmiştim.

"Eylül" dedi sinirli bir ses tonuyla.

Onun aksine sakince "Jack" dedim ve kapattım.

Beni tekrar yaralamıştı. Birlikte olmadıklarına nasıl emin olabilirdim ki?

"Hadi, babana gidelim. Sıkma canını" Mert rahatlatıcı bir sesle bunları söylediğinde deniz kokusunu içime çektim. Beton ve modern şehirden uzak bu yerde kendimi kaybetmek istiyordum. Yalan ve entrikalar kesinlikle benim işim değildi.

Telefonunu ona uzattım ve tek kelime etmeden içeriye, giyinmeye gittim. Balkondan çıkarak beni yalnız bıraktı. Oda da ihtiyacım olan çoğu şeye sahiptim.

Dolaptaki kıyafetleri süzdüm. Günlük ve güzel yazlık giysiler, diğer rafta da makyaj malzemesi ve bir düzleştirici vardı.

Kalçanın biraz altını gösteren tipte bir kot şort ve bej ipli bir bluz, sandalet kombinini alıp üzerimi değiştirdim. Odanın içindeki banyoda saçlarımı düzleştirip ensemden topladım, günlük bir makyaj yaptığımda çok daha iyi görünüyordum. Güneş gözlüklerimle çantamı aldıktan sonra aşağı indim. O da benim kadar günlük giyinmişti. Kot gömleğiyle yakışıklı görünüyordu.

"Doktoru aradım, ailen eve geçmiş" dediğinde üstü açık arabasında deniz boyunca ilerliyorduk.

Onu gerçekten kendi evime götürüyordum.

"Antalyalı mısın?" Dedim, kaldığımız evi hatırlayarak.

"Hayır" dedi güneş gözlüklerinin altından "İstanbulda büyüdüm ama buraya ailemle hep gelirdik. Yazlık benim, bazen geliyorum."

Bunca sene onunla hiç karşılaşmamıştım. Onca kişi arasından, onu nasıl görebilirdim ki? Yaz mevsiminde göz gözü görmeyecek kadar kalabalık olurdu.

"Ailen nerede?" Bende gözlüklerimi takmış, telefonumu karıştırıyordum. İnsanların ne yaptığını merak edercesine, fotoğraf sitesinde dolandım.

"Onlar İstanbulda kalıyor ama kardeşim çoğu zaman beni ziyarete gelir" alışveriş merkezindeki sarışın kızı hatırladım. Benim gibiydi, ailesinden uzakta yaşıyordu.

Jack, annesinin kanatları altındaydı. Kıskanmamak elimde değildi.

Jack.

Olanlar aklıma süzüldükçe deli oluyordum. Tek gecelik olan kızlardan olmadığımı "senden başkasına dokunmadım" demesiyle anlamıştım. Ama masum değildi, yalan söylediğinden emindim ve tek sözüne güvenemeyecek hale gelmiştim.

Umursamamaya çalıştım ve siteyi karıştırırken aklıma bir fikir geldi. Madem eğlendiğini belli ediyordu, bunu bende başarabilirdim. Ağlak bir kız gibi davranmak yalnız beni yorardı.

Kamerayı açtım ve bize doğru tuttum. Trafikte durduğumuzda "Gülümse!" dedim.

Yaptığım şeye gerçek bir gülümseme gönderdiği anda, bir kare çektim.

Güneş gözlüklerimizin altına sığdırdığımız samimi gülümseme, bizi hoş bir çift gibi gösterse harika bir fotoğraftı. Biraz filtrelerle oynadım ve fotoğrafı attım.

Evime geldiğimizde babam çoktan ayaklanmıştı. Annem ve halam buna kızsalarda, sevinçlerini gözlerinden okuyabiliyordum. Aileme olan özlemimi giderdiğim ve babamın iyi olmasını sağladığı için Mert'e ne kadar teşekkür etsem az kalıyordu.

Annem içinde aynı şey geçerliydi, hep birlikte kahvaltı yaparken Mert'e ilgi çok başkaydı.

"Ne kadar tatlısınız" dedi halam, ben Mert'in ekmeğini yağlarken. Mert'le birbirimize baktık, sandıkları gibi bir şey yoktu ama bunu anlatabileceğimizi sanmıyordum.

Kahvaltıdan sonra odamı göstermek için Mert'i yukarı çıkardığımda, durumu düzeltecek bir konuşma yapmak zorunda kalmıştım.

"Halam her zaman yanıma birilerini yakıştırdı, kusura bakma" küçüklük ayımı aldım. Her zaman bununla oynardım.

"Çok tatlı bir kadın" dedi samimi bir şekilde. Sonra odamı merakla inceledi.

Dönüş yolunda hiç laf açılmamıştı, Jack'i arayacağımı söylesem de tenezzül etmemiştim. Kızgın değil kırgındım.

Ailemle tanıştırmam gereken kişi oydu ama kardeşi ve bir kaç tek gecelikle eğlenmeyi seçmişti.

Güneş batarken arabayı sahile doğru park etti.

"Bir fikrim var" dedi arabadan inerken. Çantamı alıp eve doğru, peşine takıldım. "Kıyafetlerin arasında bikini de var, yarın dönüyoruz. Biraz eğlenmeye ne dersin?"

Hayatımda hiç su görmemiş gibi el çırpıp çığlık attım. Uzun süredir denize girmiyordum. Babam iyiydi, başka hiçbir sorun yoktu. Eğlenmememi gerektirecek hiçbir sebep yoktu. Kapıyı açtığında hızla başımı salladım ve odama doğru koşturdum.

Arkamda kıkırdarken "Dikkat et!" diye bağırsa da aldırmadım.

Çekmecedeki bikinileri aldım hemen soyunup üzerime geçirdim. Siyah ve pembe karışımı, destekli bir bikiniydi. Örgü pareoyu, gözlüklerimi ve telefonumu alıp aşağı indiğimde beni altında deniz şortuyla bekliyordu. İnanılmaz kaslı vücuduna aldırmamaya çalışacaktım. Hatları tam olarak ortadaydı.

"Elindeki şeyi üzerine giymeden çıkmayacağım" dedi ciddi bir sesle beni süzerken. Pareomu kast ediyordu.

"Yüzmeyecek miyiz?" Dedim, ev denize sıfırdı. Omuz silkti.

"Denizde çıkarırsın, bikiniyle paparazziye yakalanmak istemezsin" umarsız görünmeye çalışıyordu. Kapıyı açtı ve plaja doğru çıktı. Dediğini yapıp pareoyu üzerime geçirdim ve dışarı çıktım.

İnsanlar güneşin batımını aldırmadan yüzüyordu. Sıcak hala vardı ama kavurucu değildi.

Telefonla konuşuyordu Emilie'nin aradığını görmüştüm. Güneş gözlüklerimi takıp, şezlonga oturdum ve konuşmasını bitirmesini bekledim.

Yarın dönecektik, iş rutinini özlemiyor değildim. Döndüğümde kapak çekimlerine başlar mıydık diye düşünüyordum. Vogue'un asistanı, kapak kızı olacaktı. Dünya tarihinde bir ilk olmalıydı bu.

Konuşması bitmediğinde onu beklemedim ve pareomu, gözlüklerimi çıkararak suya doğru ilerledim. Bakışlarını hissetsem de arkamdan gelmemişti.

Ayaklarımı değdirdiğimde vücudu dondurmayan serin su tüylerimi ürpertti. Deniz boyunda biraz ilerleyerek iskeleye ulaştım. Atlayan insanlar, bana rüyamı hatırlatmıştı. Tasasız kendimi suya bırakmak istiyordum. Mert'ten çok uzaklaşmamıştım, bir şey olmayacağını bilsem de uzun süredir atlamadığım için kendime güvenemiyordum.

Yine de düşünmedim, atlayan insanların eğlencesini gördüğümde biraz geri çekildim ve nefesimi tuttum.

Hızla koşarak atladığımda Mert'in plajdan gelen "Gülümse!" diyişini duymuştum. Kahkaham biraz su yutmama neden olmuştu. Fotoğrafı yüklememesi için dua ettim.

Suyun altındaki derinlik, beni boğulduğum rüyaya götürse de hızla suyun üstüne çıktım ve ona doğru yüzdüm.

Atlarken beni izleyen bir kaç gencin bakışını üzerimde hissediyordum. O da fark etmiş olmalıydı ki denize doğru yürüyordu. Kıyıya yaklaştığımda doğruldum ve ıslak vücudumla bale yapar gibi, parmak uçlarımda dans ettim.

"Küçüklüğümden beri yüzüyorum" neşeli sesim gülümsemesine neden olmuştu. Elimden tuttu ve beni döndürdü, sonra beni bir fotoğraf daha çekti. Anı ölümsüzleştiriyorduk.

Telefonu elinden kaptım ve şezlongların arasındaki masaya bırakarak, onu kendime çektim. Birlikte suyun içine düştük.

Refleksle beni kavramıştı.

"Suyu bu kadar çok mu seviyorsun?" Dedi suların arasından, ona biraz deniz suyu fırlatarak ellerimi çırptım. Kahkahamı bastıramıyordum. Her yeri ıslanmıştı.

Gülerek küfür savurdu.

"Sen şimdi göreceksin, ufaklık!" Hiç beklemediğim anda beni kucağına aldı ve suyun üstünde havada kaldım.

Çığlık attığımda bir kaç kişinin dikkatini çekmiştik. Hızla boynuna sarıldım.

"Hayır, sakın beni bırakma!" Gözlerinin içine yapmacık bir yalvarmayla baktım. Ama içimi okur gibi beni süzüyordu. Sanki çok önemli bir şey söylemişim gibi, en derinime bakıyordu.

"Seni bırakmaya niyetim yok" dedi ciddi bir tavırla ve ekledi "sadece fırlatacağım!" Ve kahkahasıyla suyun içine, ondan biraz uzağa düştüm.

Çığlık atarken nefesimi tutabildiğim için şükrediyordum. Su bedenimi yalayıp yutmuştu.

Denizin içinde doğruldum ve gözlerimi ovuşturdum. Rimelden bir iz kalmamış olmalıydı.

Belimi kavradı "İyi misin?"

Yaptığı harekete güldüm, bana Jack'i hatırlatmıştı. Beni oradan oraya savurup sonra da nasıl olduğumu soruyordu.

Ama Mert, bunu tatlılıkla yaptığı için sorun olmamıştı.

Suyun üstünde eğlenerek bacaklarımı ona sardım.

"Uzun süredir bu kadar iyi olmamıştım!"

Varlığımdan rahatsız olmadan bana sarıldığında, arkasındaki bir çift yeşil göze takılı kaldım. Neşemizi görecek kadar uzun bir süredir burada olduğunu belli eden bakışlarla, bizi süzüyordu.

Uzaktan bakınca, oynaşan iki çift gibi göründüğümüze emindim. Rose'un söyledikleri flash back gibi aklıma dolmuştu birden.

İkisini de nasıl idare ediyorsun?

Mert'i biraz bıraktığımda kucağından indim ve sahile doğru yürüdüm. Peşimden anlamayarak geldiğinde, onu son anda fark etti.

"Lanet olsun" arkamdaki öfkeyi duyunca, ilerlemeyi durdurmadım ve ıslak bir şekilde denizden çıktım.

Karşısında dikilince, sadece gözlerime odaklanmıştı. Yüzündeki ifadeyi okuyamıyordum. Kıskançlık, öfke, sinir harbi, memnuniyetsizlik, hayal kırıklığı... Hepsinin bir toplamıydı sanki.

Söyleyeceklerini anlamış gibi omuz silktim. Ama ürkektim, yanlış bir şey yapıyormuş gibi utanmıştım.

"Eğleniyor musun, güzelim?" Jack, tipik cümleyi söyledi. Gayet sakindi.

Yine de bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu, çok iyi biliyordum.

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 77.9K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
650K 81.8K 28
"Leyla!" Günlerin yer değiştirdiği o saatlerde, gecenin en karasında, bir ruhun kilitli kalmış sokaklarındaydık. "Burada ne arıyorsun?" Başkası içi...
57.4K 290 5
mesleğini eline alamayınca kendini barlarda escort ilan etmiş bir kızın aşk hikayesi...
771K 32.4K 49
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...