ANDROMEDA

By Sultanakr

11.9K 16.3K 8.6K

[WattpadRomance TR Okuma Listesinde] Zihnimde akmakta olan bir kum saatinin sesini duyuyordum. İnce, dar kısı... More

ANDROMEDA
1. BÖLÜM: "SEÇİM"
2. BÖLÜM: "DAVET"
3. BÖLÜM: "ŞEYTAN'IN SIRRI"
4. BÖLÜM: "AIDONEUS"
5. BÖLÜM: "ZEUS'UN ZAAFI"
6. BÖLÜM: "HERA"
7. BÖLÜM: "GEÇMİŞ"
8. BÖLÜM: "OYUN"
9. BÖLÜM: "MAHŞER"
10. BÖLÜM: "KAOS"
11. BÖLÜM: "KRİZ"
12. BÖLÜM: "ÖLÜ RUHLAR SENARYOSU"
13. BÖLÜM: "GEÇMİŞİN SİLUETİ"
14. BÖLÜM: "KIRMIZI"
15. BÖLÜM: "PERSEPHONE"
16. BÖLÜM: "DOĞUM GÜNÜ"
17. BÖLÜM: "HEDİYE"
18. BÖLÜM: "SINIR"
19. BÖLÜM: "YILAN"
20. BÖLÜM: "ACININ EBEDİ RUHU"
ANDROMEDA
OUROBOROS
21. BÖLÜM: "SORU"
22. BÖLÜM: "KARANLIK"
23. BÖLÜM: "BEDEL"
24. BÖLÜM:"LACRİMOSA"
25. BÖLÜM: "EROS'UN OKU"
26. BÖLÜM: "MEZARLIK"
28. BÖLÜM: "VİCDAN MAHKEMESİ"
29. BÖLÜM: "NEMESİS'İN LANETİ"
30. BÖLÜM: "CEHENNEM BALOSU"
31. BÖLÜM:"KHAOS VE EREBOS"
32. BÖLÜM: "YANGIN"
33. BÖLÜM: "YIKIM"
34. BÖLÜM: "ELSION (YERALTI CENNETİ)"
35. BÖLÜM: "ÖLÜM MELEĞİ"
36. BÖLÜM: "RUH"
PANDORA
BİRİNCİ PART
İKİNCİ PART
37. BÖLÜM: "ESARET"
38. BÖLÜM: "GİRİFT"
39. BÖLÜM: "GERÇEKLİK"
40. BÖLÜM: "HİÇLİK"
41. BÖLÜM: "DÖNÜM NOKTASI"
42. BÖLÜM:"ARAF"
43. BÖLÜM: "TEHDİT"
44. BÖLÜM: "MASUMİYET"
45. BÖLÜM: "EVLİLİK"
46. BÖLÜM TANITIMI
46. BÖLÜM: AY TUTULMASI
47. BÖLÜM: AN
48. BÖLÜM: SAKLAMBAÇ
49. BÖLÜM: KÜL
50.BÖLÜM: YARIM

27.BÖLÜM: "KAOSUN BAŞLANGICI"

166 312 44
By Sultanakr

21 Ekim 2021

A Grave Conversation, Peter Gundry

Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.

🎲

Yaşam ve ölümün arasında ince, görünmez bir çizgi vardır. Tüm yaşayanlar o çizginin üzerinde yürümeye çalışırken dengesi bozulanlar o çizginin öbür tarafına geçer. Döngü bu şekildedir. Düşenin yerine bir başkası geçer ve süreklilik artar.

Derin bir nefes alıp kafamı sıraya yasladım. Gözlerimi örten göz kapaklarımın arkasındaki karanlığa saklandım. O karanlığın içindeki adını, yüzünü ve var olup olmadığını bilmediğim kızı izledim. Yüzü bana dönük değildi ama yükselip alçalan omuzlarından ağladığını fark edebiliyordum. Ona doğru ilerlemek istiyordum fakat ne yürüyebiliyor ne de ona ulaşabiliyordum.

"Barbaros."

Göz kapaklarım kendiliğinden açıldığında ağırca gövdemi yasladığım sıradan doğruldum. Mavi gözlere sahip adama baktığımda gözlerindeki duygusuzluğu hissettim. Arkama yaslanıp ellerimi masanın üzerine koydum. Sınıf öğretmeninin bana hiçbir şey demeden bakmayı sürdürmesine sinir olduğumda tek kaşım yukarıya doğru tırmandı.

"Yaşam nedir?"

Bana yöneltilen soru ile kafamı sallayarak dudaklarımı araladım.

"Doğum."

Verdiğim cevap ile sınıf öğretmeninin yüzünde itici bir gülümseme oldu. Kafasını iki yana sallayıp başını başka bir yere döndürdüğünde dişlerimi sıktım ve ellerimin olduğu masada dirseklerimle yer değiştirdim. Parmaklarımı çenemin altında kenetleyip derin bir nefes aldım.

"Yaşam doğum demektir, bir başlangıçtır. Her başlangıçta bir kaos doğar."

Zihnimden geçen sözcükler dilimde toparlanarak sınıfın ortasına bir bomba misali düşmüştü. Öğretmen, başını ağır çekimde bana doğru çevirdiğinde gözlerimi kıstım.

"Bir ay sonra başka bir okul değiştirecek olman, benimle böyle konuşmana izin veremez Barbaros."

Dudaklarımda sahte bir gülümseme olduğunda başımı hafifçe sola eğdim.

"Bir ay sonra yeni bir kaos doğacak Ahmet Hocam."

Öğretmenin artık iyice sinirlendiğini kızaran boynundan anlamıştım. Tıpkı bir boğa misali şiştiğinde eliyle kapıyı gösterip ayağını yere vurdu.

"Terbiyesiz çık dışarı! Odama git ve beni bekle."

Planladığım olmuştu.

Sıradan ağırca kalkıp hocaya baktım ve ona doğru yürüdüm. Ona yaklaştıkça yüzündeki sinir giderek kayboldu ve yerini bir duyguya bıraktı. Yüzünde yeni doğan duygunun adı korkuydu. Öğretmenin yanından geçip sınıftan çıktığımda kapıyı sertçe kapattım ve ellerimi ceplerime soktum.

Her şey Timuçin Hancıoğlu yüzünden olmuştu. Babamın aklını karıştırıp, benim daha iyi bir eğitimi hak ettiğimi söyledi ve beni yatılı okula göndermelerini sağladı. Burnumda tüten kardeşlerimin kokusuna beni hasret bırakmıştı.

Ağır adımlarla okulun koridorunda yürümeye başladım. Okulun çıkışındaki açık kapıya doğru ilerlediğimde kapıdaki güvenlik görevlisi bana doğru döndü. Tek kaşımı kaldırıp çenemi dikleştirdiğimde kafasını yavaşça eğip kaldırdı ve okulun demir kapısını kapattı. Koridorda yankılanan bir kapı kapanma sesi kulaklarıma geldiğinde yüzümü ifadesizliğe bürüdüm ve arkamı döndüm.

"Sana beni odamda bekle dedim, orada burada sürt demedim!"

Sınıfta öğretmen olan hoca artık koridorda okulun müdürü konumuna girmişti. Müdürün bağırışı koridorda yankılanırken yüzümdeki ifadesizliği korudum. Bana doğru yaklaşırken ellerim cebimde ona doğru yürümeye başladım. Attığımız her adım koridorda yankılanırken birilerinin bizi izlediğini hissedebiliyordum. Müdür ile aramızda biraz mesafe bırakarak durduğumuzda elini pantolon kemerine götürüp çıkartmaya başladı.

"Bir ay kaldığı için seviniyorsun Barbaros ama bu yaptığın cezasız kalmayacak."

Okul müdürünün kurduğu cümleye cevapsız kalarak ellerimi ceplerimden çıkarttım ve sağ elimi dudaklarıma götürdüm. Başparmağımı ve orta parmağımı dudaklarımın arasına yaslayıp nefesimi üfledim. Kuvvetlice çıkan ıslık tüm koridoru sardığında bütün sınıfların kapısı açıldı. Müdür, sağına soluna bakarak ne olduğunu anlamaya çalışırken ondan bir adım uzaklaştım.

"Yaşam bir kaossa ölüm de bir kaostur müdür bey. Kaos, her şeyin başlangıcıdır."

Sınıflardan çıkan çocuklar ve gençler okul müdürünü tutup yere yatırdıklarında ellerimi ceplerime soktum ve yanlarından geçtim. Koridorda yankılanan seslere kulağımı boğuklaştırıp arkamı döndüm. Yeri boyamaya başlayan kırmızı sıvıyı izledim. Bunun elime bulaştığı gün benim yeniden doğumumdu.

Kaosun başlangıcı, benim elime bulanan kanın rengiyle aynıydı.

Yanımda hissettiğim bedene doğru döndüğümde bir çift gözle karşılaştım. Gözlerinde gördüğüm duyguyu tarif bile edemiyordum ama içindeki ölmüş çocuğun artık bir mezara sahip olduğunu fark edebiliyordum. Elimi kaldırıp omzuna koyduğumda gülümseyerek bana karşılık verdi.

"Her şey yeni başlıyor. Artık önümüzde kocaman bir yol var Vezir Şah."

Vezir Şah, derin bir nefes alıp bakışlarını topluluğa çevirdi. İşini bitirdikleri okul müdürünün cesedini götürdüklerinde okulun kapısı açıldı. Elimi Vezir Şah'ın omzundan çekip oraya doğru yürümeye başladık. Dağılmış kanların üzerine basmadan yanından geçip aydınlığa çıktık. Karanlığın içine doğan güneş, artık tam tepemizden bizi selamlıyordu.

"Ne zaman evine gideceksin?"

Şah'ın sorusuyla derin bir nefes aldım ve arkama baktım.

"Bizimkiler burada ne olduğunu öğreneceklerdir."

Şah'ın koluma dokunduğunu hissettim.

"Suçu üzerime alabilirim."

Hızla kolumu çekip ona baktım.

"Burada bir cinayet suçundan bahsediyoruz, hapse girebilirsin Şah!"

Dudaklarımın arasından tısladığım cümleler suratına tokat gibi çarpmıştı. Dudağında buruk bir tebessüm olduğunda kafasını salladı. Elimi omzuna koyup sıvazladım.

"Buraya yeni ismini verdikten sonra bizim için yeni bir sayfa olacak. O sayfaya güzel anılarımızı yazacağız."

Şah'ın iç çektiğini fark ettim.

"Yeni bir sayfanın izlerle dolu olacağını unutmayalım Barbaros."

Şah'ın verdiği cevaba sessiz kaldım. Haklıydı, açacağımız yeni sayfa geçmişten izlerle dolu olacaktı. Sırtımıza kazınan kemer izlerinin kan toplamış halleri gibi o sayfalarda da kan izleri bürüyecekti. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ve o karanlığın içinde kalmış kızı izlemeye devam ettim. Onun varlığı, beni ayakta tutan tek şeydi.

Gözlerimi açıp derin bir iç çektiğimde Şah'ın koluma dokunduğunu fark ettim. Baktığı yere bakışlarımı çevirdiğimde üç adamın elindeki tabelayı gördüm. Bu iş sandığımdan daha da kısa sürecekti. Okulun girişine uzun bir merdiven koyup tabelaları değiştirdiklerinde yazan yazıya baktım. Uzun zamandır düşündüğüm isim buraya kazınmıştı. Rüyalarımdaki, ruhumdaki, göz kapaklarımın ardındaki kızın artık hayali ismi buydu.

"Andromeda, güzel isim Perseus. Tam bir Yunan mitolojisindeki karakterler gibisiniz."

Gülümsedim.

Birkaç saat sonra okulda yaşayan çocuklar kapının önünde toplandığında Şah ile bakışlarımız kesişti. Kafasını sallayıp gülümsediğinde ellerimi ceplerime soktum ve tam önlerinde durdum. Hepsinin gözleri bana döndüğünde ellerimi ceplerimden çıkartıp iki yana bıraktım.

"Artık kötü anılar yok. Okul bundan sonra sizindir fakat sizden bir şey isteyeceğim. Her ne olursa olsun pes etmeyin ve içinizdeki çocuğun ölmesine izin vermeyin."

Söylediğim sözlerden sonra avluda alkış sesleri yükseldi. Derin bir nefes alıp arkama baktığımda bir adamın elindeki fotoğraf makinesine baktım.

"Bütün çocuklarla resmimizi çeker misiniz?"

Adam kafasını salladığında çocuklara döndüm.

"Herkes birbirine yaklaşsın fotoğraf çekileceğiz."

Birbirine sarılan çocukların yanlarına giderken Şah'ın kolundan tutup sürükledim. Kolunu omzuma attığında kollarımı iki yana açıp birini Şah'ın omzuna diğerini de yanımdaki çocuğun omzuna attım. Yüzümde bir gülümseme olduğunda gözlerimin kısılmasına engel olamadım.

"Çektim."

Kafamı salladığımda çocuklar koşarak içeri girdiler. Bakışlarımı Şah'a çevirip ellerimi ceplerime soktum.

"Artık babamları arayabilirim."

Şah, kafasını salladı.

"Bu gece burada kal. Seni bir otele yerleştiririz, akşamda bize yemeğe gelirsin."

Kafamı salladığımda bizi kapıda bekleyen arabaya doğru ilerledik. Şah ile arka koltuğa oturup bakışlarımı cama çevirdim. Okulun girişindeki tabelada ruhumdaki kızın hayali ismini gördüğümde yaşadığın yerin cennete dönüştüğünü fark ettim. Onu cennette bırakıp cehennemime dönmenin huzursuzluğunu yaşıyordum. Bir anda cama düşen kar tanelerini fark ettiğimde araba ilerlemeye başladı. Sanki gökyüzünden düşen her bir kar tanesi bize veda ediyor gibiydi.

Uzun bir süre sonra bir otelin önünde durduğumuzda Şah'a baktım.

"Şoföre evin adresini verdim, akşam 20:00'de eve getirecek."

Kafamı salladığımda arabadan inip otele girdim. Girişteki resepsiyondan bir gecelik oda kiralayıp ücretini ödedim ve odaya çıktım. Elimdeki eşyaları bırakıp duvardaki saate baktığımda saatin 14:00 olduğunu gördüm. Çalar saatimi ayarlayıp yavaş adımlarla yatağa doğru ilerledim ve biraz dinlenmek için gözlerimi yumdum.

Zamanın kavramını yitirdiğim sırada telefonumun zil sesi kulaklarımı tırmaladı. Gözlerimi kırpıştırıp telefona baktığımda alarmın üzerinde parmağımı gezdirip kapattım. Yattığım yerden doğrulup banyoya doğru ilerledim ve çok kısa süren bir duş faslından sonra eşyalarımı alıp giyindim. Hazır olduğumu hissettiğimde odadan çıkıp beni bekleyen araca gitmeye başladım.

Aracın yanına vardığımda arka koltuğa oturup dışarıyı seyrettim. Şehri beyaz boyayan karlar gökyüzünden yavaş yavaş süzülürken araç ilerlemeye başladı. Ana yoldan çıkıp izbe sokağa girdiğimizde kaşlarımı çattım. Vezir Şah, böyle bir yerde mi yaşıyordu? Araba uzakta durduğunda mahalleyi saran yankı kulaklarıma ulaştı. Hızla arabadan indiğimde yerdeki kişiye doğru ilerledim. Şah'ın olduğunu far ettiğimde hızla ona atılıp geriye doğru çekmeye çalıştım.

"Bırak lan beni!"

Şah, elimden kurtulmaya çalışırken onu sertçe geriye doğru ittirdim. Dengesini kuramayıp yere düştüğünde karların üzerine gömüldü. Onu umursamadan kıza doğru yaklaştığımda derin bir nefes aldım. Kız, benim yardımımla ayağa kalktığında gözlerimi bir süreliğine kapattım. Göz kapaklarımın ardında, karanlığa bürünmüş kızı gördüm. Ayağa kalkmış bir şekilde bana bakıyordu.

Gözlerimi açtığımda karşımdaki kıza baktım. Kızın yüzü, göz kapaklarımın arkasında yaşayan kızın yüzüne benziyordu. Yıllardır karanlıkta olan kız artık tam karşımdaydı. Bakışlarının bir yere takıldığını fark ettiğimde baktığı yere doğru baktım. Vezir Şah'ın uzandığı karlı zemin kırmızı renge boyanmıştı. Kızın elini elimde hissettiğimde araç şoförüne baktım. Aracın şoförü ona doğru yaklaşıp boynuna dokunduğunda hissiz gözlerle bize baktı.

"Ölmüş."

Adamın sesiyle gözlerimi kapattım. Ölüm ve yaşam arasında görünmez, ince bir çizgi vardı. Kaosun başlangıcı ve sonu gibiydi. Benim bu hikayem kaosla başlamış ve kaosla devam etmişti. Kaos, yaşam ve ölümün arasındaki ince çizgiydi.

Yaşamın aslında içinde ölümü barındırdığını anladığım an; bana yaşamı veren adamın kardeşinin, göz kapaklarımda yaşayan kız olduğunu anladığım andı.

Yüzüme vuran soğuk rüzgâr ile gözlerimi açtım ve bakışlarımı gökyüzünden çekip şehre yönelttim. Şehre gecenin sessizliği çökmüştü. O sessizlik sinsi bir yılan misali zihnimin içinde dolanıyordu. İçimde adını koyamadığım bir sıkıntı vardı. Gözlerimi kapatıp arkaya doğru uzandım. Sırtıma batan kiremitleri umursamadan derin bir nefes alıp gözlerimi açtım. Sanki, gökyüzündeki gri bulutla üzerime doğru geliyordu. Geçmişin karanlığından aydınlanmamış olan ben, bu duruma alışkındım. Ben?

Barbaros Hancıoğlu.

Ruhunda geçmişi saklayan adamın yaralı ruhu buydu.

Gözlerimi kapatıp ruhumdaki geçmişime dokundum. Acı, zihnimin en derinine işlemişti. En kötü duygular onunla birleşmiş ve beni alt etmeye çalışıyordu. Yüzümün istemsizce buruştuğunu hissettiğimde gözlerimi açıp doğruldum. Her karanlığın içinde saklanmış olan bir aydınlık vardı. Peki ben bu aydınlığa ulaşabilecek miydim? Bende gökyüzünü esir almış gri bulutlardan arınacak mıydım?

Derin bir nefes alıp soğuk havanın daha da tenime işlemesine izin verdim. Tıpkı ruhumun geçmişe, geçmişinde acıya işlendiği gibi.

"Barbaros?"

Nalan'ın sesini duyduğumda bakışlarımı aşağıya indirdim. Balkona çıktığını fark ettiğimde oturduğum yerden ayaklarımı aşağıya sarkıttım.

"Buradayım."

Çıktığım çatıdan balkon avlusuna indiğimde Nalan'a baktım. Gözlerinde endişenin getirdiği bir duygu vardı. Yavaş yavaş harelerindeki duygu kaybolurken yerini şefkate bıraktı. Bana doğru bir adım atıp yaklaştığında derin bir nefes aldım ve gülümsedim. Nalan, kollarını belime sardığında sarılışına karşılık verdim. Burnumu saçlarında dolaştırdığımda yasemin kokusunu ciğerlerime depolamaya başladım.

"İçimde kötü bir his var Barbaros."

Nalan'ın cümlesiyle gözlerimi kapattım. Ruhuma ev sahipliği yapmış bir acıyı hissedebiliyordum. O acı o kadar güçlüydü ki sanki beni ben yapan tüm varlığımı öldürüyor gibiydi. Zihnimden geçen ölüm sözcüğü o acıyla birleşti ve en ücra köşelerine yazıldı.

"Sanki seni kaybedecekmişim gibi hissediyorum."

Nalan'ın kurduğu cümleyle ondan ayrılıp ellerimi omuzlarına koydum ve yüzümü yüzüne eşitledim.

"Ne olursa olsun ardımızda bırakacak bir izimiz olmalı Nalan."

Nalan kaşlarını çattığında elini tutup odaya doğru çekiştirdim. Masanın önünde durduğumuzda kapalı çekmeceyi açtım ve içindeki zarları alıp ona gösterdim.

"Bunları yarın Özgür'ün doğum gününde ona vereceğim ve bir oyunun zarları olduğunu söyleyeceğim. Özgür, akıllı bir genç ve ne yapmak istediğimizi anlayacaktır."

Nalan, zarların olduğu elimin üzerine elimi koyduğunda bakışlarımı ormanı andıran gözlerine çevirdim. İçinde gördüğüm kırılgan kız çocuğu ortaya çıkmıştı. Korkan o kız çocuğu, şimdi buğulu gözleriyle bana bakıyor gibiydi.

"Sana bir şey yapacaklar Barbaros."

Boğazımdaki yumruyu göndermek için yutkunmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Nalan'ın dudakları arasından bir hıçkırık kaçtığında elimdeki zarları masanın üzerine bıraktım ve ona sarıldım.

"Hişt! Lütfen yapma Nalan. Bunun bir gün başımıza geleceğini biliyorduk."

Nalan beni ittirip yüzüme baktığında derin bir nefes aldım.

"Peki, ben ne olacağım Barbaros, bunu hiç düşündün mü?"

Sırtıma ve ruhuma kazınan izleri hissedebiliyordum. Ne zaman doğrulmaya çalışsam canımı acıtan, aklıma geldikçe delirdiğim acılara ev sahipliği yapıyordu. Hiçbir zaman geçmeyeceğini düşündüğüm ama bir gün geçeceğini sandığım izlerin bütünleşmiş hali, bedenimdi.

Nalan, bana bir adım daha yaklaştığında elini yanağıma koydu ve okşadı.

"Ben seni kaybettiğimde arkandan bende gelirim sevdiğim. Yeter ki bizi ayrı yerlere gömmesinler."

Araf, bir kararın arasındaki uçurumdu. Belirsizliğin ortasında kalmış bir insanın takıldığı en büyük engeldi. Biz, o gece Nalan ile büyük bir uçurumun ucunda kalmıştık. Gökyüzünden düşen yağmur taneleri bedenimin üzerine yağmaya devam ederken yanağımı soğuk betona yasladım. Gözümün odağına giren zarların arkasında çırpınan bir bedeni gördüm.

"Bırakın beni, ağabeyime gideceğim!"

Geçmişimi öğrenen insanlar hayatımın orta yerinde yer ediniyor ve kendinden bir iz bırakıyordu. Geçmişin kirli sayfalarını koparmaya çalıştıkça ellerim zarar görüyordu. Zorlukla koparabildiğim sayfalar ruhumda birikiyordu. Bütün izleri orada yaşıyor, geleceğim kirleniyor ve ben ölüme bir adım daha yaklaştığımı hissediyordum.

Cansız bir ruhun dirilemeyeceği gibi bitiyordum.

"Seni seviyorum Barbaros."

Kulağımda Nalan'ın sesi yankılandığında göz kapaklarım kendiliğinden gözlerimin üzerine siyah bir örtü gibi kapandı.

Eflal Keskin Ağzından

Acı ve ruhun arasındaki fark, cennet ve cehennemi ayıran çizgi gibidir. Acı bir bütündür, sahip olduğunuz yaraların kanayan kısmıdır. Ruh ise acının izlerini taşıyan bir ölüyü temsil eder. Siz acıyla öldüğünüzü zannedersiniz ama asıl ruhunuzu yaşarken gömersiniz.

Biz acıydık, acının en saf haliydik. Bedenimize değil ruhumuza kazıdıklarımızla yaşayandık. Bedendeki acılar bir süre sonra geçerdi ama ruh, tattığı duyguyu hiçbir zaman unutmazdı. En ücra köşesine gönderir, zamanı gelince ortaya çıkarırdı. Biz o zamanda kaybolmuştuk ve hiçbir zaman çıkamamıştık. Akrep ve yelkovan düştüğünde zaman bizi kendine tutsak etmişti. Şimdi zaman ikimizi cezalandırmak için bizi ayırmıştı, biz yoktuk.

Yokluğun içine düşmüş, iki ayrı güçtük.

Kapalı gözlerimin ardında kar taneleri süzülüyordu. O kar taneleri kan damlalarına dönüştüğünde bir kadının sesi kulağımda yankılandı. Gözlerimi açıp ameliyathane kapısına çevirdim. Üç sene önce evlatlarını kaybetmiş bir anne ve babayı izlemeye başladım. Kapalı gözlerinin altındaki yaşların gözlerime dolduğunu hissettiğimde arkama yaslandım ve başımı geriye doğru yatırdım.

"Cahit Bey."

Cesur Bey'in sesini duyduğum an gözlerimi açıp ayağa kalktım. Hızla ameliyathanenin önünde hazır ola geçmiş ailenin yanına yaklaştım. Doktorun karşısına dizildiğimizde doktorun bakışları üzerimizde gezindi.

"Hayati bir tehlikesi yok. Sadece sırtında ufak tefek cam kırıkları bulunmakta, onlar da başarılı bir şekilde çıkartıldıkları için biraz sonra normal odaya alınacak."

Derin bir nefes almaya çalıştım ama başarılı olamadım.

"Peki, normal odaya alındığında görebilecek miyiz?"

Asuman Hanım'ın sesini işittiğimde ona baktım.

"Annemin yıllar sonra ilk kez sesini duydum."

Özgür, o günden sonra annesini bile doğru düzgün görememişti. Doktorun yanımdan geçip gittiğini fark ettiğimde arkamı dönüp sandalyeye doğru ilerledim.

"Oğlum."

Yeniden Asuman Hanım'ın sesiyle arkamı döndüğümde sedyenin üzerindeki adamı gördüm. Sedye önümden geçerken yavaşça eline dokundum. Elim onun elinden kayıp giderken götürülen bedeni izledim. Ölümün bir adama yaklaşmasını izlediğimde geçmişin ne kadar acı olduğunu gördüm. O adamı alıp, ruhumun en karanlık odasına kapatarak ölümden gizlemeye çalıştım.

Oğuzhan Özgür Hancıoğlu.

Her şeyiyle kusursuz olan adama, neredeyse ölüm kokusu bürünecekti.

'Eflal, derin bir nefes al.'

Ruhumun derinliklerinde yaşayan küçük kızın tavsiyesi buydu. Annem öldükten sonra sesi soluğu kesilmişti ama şimdi nedensiz bir şekilde yeniden doğmuştu. Yavaş adımlarla koridorda yürümeye başladığımda kendimi tuvalete soktum. Sırtımı duvara yaslayıp gözlerimi kapattım.

Aldığım nefes ciğerlerime dolmuyor, sanki bir boşluğa akıyormuş gibi hissediyordum. Sırtımı yasladığım duvarın soğukluğu hislerimi köreltiyor ve düşünmemi engelliyordu. Kan bulanmış gelecekle geçmiş, şimdi benim halime gülüyordu.

Gözlerimi açıp önümdeki lavaboya doğru ilerledim ve aynadaki yansımama baktım. Yüzüm soluktu, ruhsuzdu ve sanki ölüme bir adım daha yakındı. Gözlerimin mavileri şimdi susuz kalan bir nehir gibiydi. Benliğim, o susuz yaşamın arasında idama vurulmuş bir kadındı. Göz harelerimin etrafındaki kırmızı çizgiye sahip beyaz kısım ise kefeniydi. Elimi musluğa götürüp avucumun içine su doldurdum ve sertçe yüzüme çarptım.

Soğuk su, tüm tenimin ürpermesine neden olurken kapının açılıp kapandığını fark ettim. Musluğu kapatıp aynaya baktığımda Serap'ın geldiğini gördüm.

"Nasılsın Serap?"

Dudaklarımdan çıkan titrek cümleyle boğazımı temizleme ihtiyacı duydum. Kenardaki peçeteden birkaç tane alıp yüzümü kurularken ona doğru döndüm.

"Bilmiyorum. Peki, sen nasılsın?"

Burnumdan kısa bir nefes çektiğimde dudağımın kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. Omzumu silktiğimde elimdeki peçeteyi çöpe attım.

"Bende uzun zamandır bilmiyorum."

Herkes aynı soruyu soruyordu ama herkesin cevabı aynıydı. Biz, uzun zamandan beri bir bilinmezliğin içinde hapsolmuş gibiydik.

"Eflal sana bir şey sormak istiyorum ama lütfen benimle dalga geçme."

Kaşlarımı çattığımda derin bir nefes aldım. Elimle kapıyı gösterip yanından geçtiğimde orada kalmaya devam etti.

"Dışarıda konuşalım, hem biraz hava alsam iyi olacak."

Serap kafasını sallayıp bana doğru döndüğünde tuvaletten birlikte çıktık ve hastanenin çıkışına doğru ilerledik. Elimi büyük kapıya uzatıp kendimi dışarıya attığımda kapıyı tutmaya devam ettim. Serap açık bıraktığım kapıdan hızla çıktığında kapıyı bırakıp yürümeye devam ettim. Dışarıdaki kantine doğru ilerlerken ellerimi ceplerime soktum. Elimin üzerinde hissettiğim elin sahibine baktığımda elindeki parayı gösterdi.

"Ben ısmarlamak istiyorum."

Kafamı sallayıp ellerimi ceplerimde bıraktığımda kantinin önünde durduk.

"Kahve alıyorum?"

Cevap vermeden kafamı salladığımda iki kahve söyledi. Çok sürmeden hazırlanan kahve bardaklarından birini bana verip köşeye doğru yürüdük. Elimdeki sıcak bardağı dudağıma doğru yaklaştırıp küçük bir yudum aldım. Sıcak sıvı boğazımdan akıp giderken bardağı dudaklarımdan çekip yanımdaki duvarın üzerine bıraktım.

"Seni dinliyorum."

Serap'ta benim yaptığım gibi bardağını duvarın üzerine koydu ve yanımızdaki manzaraya baktı.

"Eflal, ışık hiç karanlığa aşık olur mu? Kendi mutluluğu için aydınlıktan vazgeçer mi?"

Serap'ın sorduğu soruyla dudaklarımda buruk bir tebessüm oldu. Serap kızgın bakışlarla bana bakarken kafamı iki yana salladım.

"Bana öyle bakma, seninle dalga geçmiyorum Serap."

Serap derin bir nefes aldığında aynı soruyu ben ona sordum. Bakışları bir anda yumuşadığında yeniden gözlerini manzaraya çevirdi.

"Hangi ışık sahip olduğu aydınlığı hiçe sayıp karanlığa mahkûm olmak ister?"

Derin bir nefes alıp kahvemden bir yudum aldım ve yerine koydum. Onun gibi manzaraya doğru döndüm ve elimi cebime soktum. Cebimdeki metalin soğukluğunu hissettiğimde avucumun içine sakladım ve dışarıya çıkarttım. Üzerinde kurumuş kan damlaları gözüme çarparken dilimi dişlerimin arasında gezdirdim.

"O Özgür'ün çakmağı, değil mi?"

Kafamı ağırca salladığımda bakışlarımı Serap'a çevirdim.

"O ışık, ışık olmadan önce zaten karanlıktır. Geldiği yeri hiçbir zaman unutmaz. En ufak gölgede karanlığın hâlâ içinde olduğunu bilir. O yüzden ne yaparsan yap, insanın içindeki karanlığı söküp atamazsın. Onu aydınlatmak için kendini feda ettiğinde ise farkında olmadan kendini o konumda bulursun."

Elimdeki çakmağı ateşlediğimde yüzümüze vuran turuncu alevi izlemeye başladım.

"Unutma Serap, karanlığı karanlık yapan tek şey aydınlık olmayan bir yerdir. Eğer o karanlığın içinde en ufak bir aydınlık kırıntısı bile olsa artık o yer karanlık olmaktan çıkar."

Elimdeki çakmağın alevinin üzerine bir kar tanesi düştüğünde ateş söndü. Çakmağı avucumun içine saklayıp cebime koydum. Elimi cebimden çıkartıp kahveme uzandım ve büyük bir yudum aldım. Dilimin haşlanmasını önemsemedim. Çünkü bazı şeyler daha acıtıcıydı.

"Peki, sen gerçekten aydınlıkta olduğunu düşünüyor musun?"

Biten kahve bardağını yanımdaki çöp kutusuna fırlattım. Serap'a baktığımda dudaklarımda buruk bir tebessüm vardı.

"Sahip olduğumuz aydınlık, sadece karanlığın maskesi."

Serap, bakışlarını gözlerimden kaçırıp başını yere eğdiğinde ellerimi ceplerime soktum.

"Kahven bittiyse içeriye gidelim."

Serap, bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerindeki buğuluyu fark ettim. Kaşlarım çatıldığında elini cebine sokup çıkarttı. Avucundaki iki zarı fark ettiğimde kaşlarım eski haline döndü.

"Bugün sabaha karşı kendini hazırla. Tüm geçmiş, bu sabah ortaya dökülecek."

Biz kendi hikayemizin kahramanlarıydık. Her birimiz farklı sayfalara yazılmıştık. Bir gün gelecek, bizi kendi sayfalarımıza kilitleyecekti ve biz kelimelere tutsak olacaktık. Serap, yanımdan geçip yürümeye başladığında onu takip ederek yürümeye başladım. Kapının önünde durduğumuzda bana doğru döndü.

"Sen içeriye geç, ben sabah buraya geleceğim."

Sakince kafamı salladığımda içeriye girdim. Özgür'ü yerleştirdikleri odanın önüne vardığımda sandalyelerden birine oturdum ve arkama yaslandım. Başımı geriye doğru attığımda duvardaki saati gördüm.

00:00

Başlangıç ve sonun birleştiği andı.

Bakışlarım saatin içindeki akrebe takıldığında sesinin zihnimde yankılandığını işittim. Ruhumun koridorlarında yürümeye başlayan akrep, kapısı aralı bir odanın içine girdiğinde saatin içindeki akrep ilerledi ve durdu.

Gözlerimi kapattığımda kendimi akrebin girdiği odada buldum. Odanın içinde küçük bir kız çocuğu vardı ve beyaz masanın üzerine oturmuş elindeki kitaba bakıyordu. Ona doğru yaklaştıkça önümdeki akrep de benimle birlikte ilerledi. Küçük kız elindeki kitabın sayfasını çevirdiğinde derin bir iç çekti.

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, 'Yalnızlık' adı verilen vadide bir kuyu varmış. Bir gün bir adam, vadide dolaşırken bu kuyuyu keşfetmiş. Kuyunun en derinine indiği vakit, orada yaşayan bir kız çocuğu bulmuş. Küçük kız adamı kuyunun en derinliklerinde gezdirmeye başlamış. Adam, gittikçe karanlık olan yerde korkmaya başlamış. Küçük kızı kolundan tutup durdurduğunda kız, adamın gözlerine bakmış.

Masalı okuyan küçük kız durdu ve kafasını kaldırıp etrafına baktı. Beyaz masanın üzerindeki kalemi alıp parmaklarına sabitledi. Kalemin ucunu kitaba bastırıp dudaklarını araladı.

"Kehribar gözlerinin ortasındaki siyahlık karanlık gibiydi. Karanlık, adamın geçmişi gibi kuyunun en derinindeydi."

Küçük kız, elindeki kalemi masaya geri koyup okumaya devam etti.

Küçük kız, adamın korktuğunu fark ettiğinde onu dışarıya çıkarmak için hareketlenmiş. Çünkü biri ilk defa onu fark etmiş ve yanına gelmeye cesaret göstermişti. Kuyudan hiç çıkmayan küçük kız, adamı özgürlüğüne kavuşturmak için ilk defa onunla beraber çıkmış. Adam, küçük kıza baktığında gözlerindeki gölgeyi görmüş. Kızın mavi gözlerinde bir parlama olmuş.

"Bedeninin arkasındaki siluetten korkup karanlıkta kalma. O siluet senin bir parçan, gölgen."

Küçük kızın gözlerinden bir damla yaş, okuduğu yazının üzerine düştü. Yanına bıraktığı kalemi alıp son cümleyi karaladı. Kalemin ucundaki mürekkep kâğıda geçti. Kalem parmaklarının ucundan yuvarlanıp kitaba düştü. Kitabın açık sayfasından yana doğru yuvarlanarak yere gürültüyle kondu. Birbirine yapışmış dudakları güçlükle açıldı.

"O siluet senin bir parçan, benim ise karanlığım."

Zihnimde yankılanan cümle ile gözlerimi açtığımda bakışlarım saatin içindeki akrebi buldu. İlerlemesi yavaştı fakat yelkovan ondan daha hızlıydı.

00:15.

Açılan odanın kapısıyla bakışlarım içinden çıkanlara takıldı. Özgür'ün annesi ve babası yüzlerindeki rahatlamayla bana baktılar. Onlara nasıl baktığımı bilmiyordum ama gözlerinin ardındaki endişeyi okuyabiliyordum. Yavaşça oturduğum yerden ayağa kalkıp onlara doğru yaklaştığımda bana doğru yürüdüler. Asuman Hanım elini omzuma koyup sıvazladığında sanki yüreğimdeki boşluğu hissettim.

Annemin yokluğunu bir dokunuş bile hissettirebiliyordu.

"Sende bir gör Eflal."

Kafamı ağırca sallayıp odaya doğru ilerlediğimde elimi kapı kulpuna uzattım ve aşağıya indirdim. Aralanan kapının arasından kıvrılarak içeriye girdiğimde kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yasladığımda bakışlarım Özgür'ü buldu. Göğsünü kaplamış kablolar makineye bağlıydı. Monitörde ise kalbinin atışını gözüküyordu. Odayı saniyede bir saran cihazın seslerine kulağımı tıkayarak yatağa doğru yaklaştım.

Yatağın yanındaki sandalyeye oturduğumda solgun gözüken yüzüne odaklandım. Elimi yavaşça kaldırıp eline bıraktığımda gözlerimi kapattım.

"Sen Hera. Zeus'un zaafı olmayı hak ediyorsun."

Zihnimde çınlayan cümleyle gözlerimi yavaşça araladım. Bana sihirli sözcükleri sıralayıp cümleyi tamamlayan adam, şimdi gözleri kapalı ve hareketsiz bir biçimde karşımda yatıyordu. Elimin altındaki soğuk teni okşadığımda bakışlarımı yüzünde dolaştırmaya başladım.

Daima sert olan çehresi gitmiş onu yerine yorgun bir adamın yüzünü oluşturmuştu. Az konuşan adam şimdi suskunluğuyla cezalandırıyordu.

"Geçmişinde takılı kalan bir tek değilsin Hera."

Zihnim anılardan bir sesi yakalayıp hatırlattığında gözlerimi açtım. Zihnimde çalkalanan bu cümle ve benzerleri bana en büyük azaplardandı. Düşüncelerim iç içe geçmiş bir vaziyetteydi. Zihnimde koca bir boşluk oluşmuştu ve ne düşünmeye çalışsam onun bıraktığı anılarla yer değiştiriyordu. Asıl düşünmek istediklerim ise o boşluğun içinde kayboluyordu.

Yavaşça elimi Özgür'ün elinden çekip ayağa kalktığımda kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açıp kendimi odadan dışarıya attığımda sakince kapıyı kapattım. Etrafa göz gezdirdiğimde kimsenin olmadığını fark ettim. Odanın karşısındaki sandalyeye oturup başımı geriye attım ve gözlerimi kapattım.

Aras Alpay Hancıoğlu, Ağzından

İçimizde yaralardan kalan izlerin kalıntıları vardı. O kalıntılar ise bizi biz yapan duygularımızdı.

"Geçmişin izi geleceğin yoluna benzer."

Kulaklarımda çınlayan ses ile kapalı gözlerimi araladığımda dikiz aynasına baktım. Aynaya yansıyan görüntünün gözlerine baktığımda orada takılı kalmış eski bir anıyı gördüm. Gözlerimi yavaşça kapattığımda ruhumdaki, o eski anıyı düşünmeye başladım.

Yanmış bir evin önünde duran Nalan ve Barbaros'a doğru ilerledim. Nalan benim geldiğimi fark ettiğinde yavaşça Barbaros'un yanından ayrıldı. Ceplerimdeki ellerimi yumruk yaptığımda Barbaros'un yanında durdum.

"Kimin yaptığı belli oldu mu?"

Barbaros kafasını iki yana salladığında derin bir nefes aldım ve yanağımın içini dişledim.

"Sizin aşkınız kibritleri çıkarılmış bir kibrit kutusu gibi Barbaros. O kutunun içinde yalnızca siz varsınız ama unuttuğunuz bir şey daha var. Sizin o kutunun içinden çıkarttığınız kibritlerden biri, dün sizin olduğunuz kutuyu kullanarak alev aldı ve yine siz hariç herkesi yaktı."

"Kes sesini Alpay!"

Kaşlarımı çatıp Barbaros'a baktığımda ruhumda birikmiş acıyı kustum.

"Dedem size duyduğu öfkeyi bizden çıkartmak istedi. Önündeki yanmış eve iyi bak. Karşındaki aslında sadece yanmış bir ev değil. O, kibrit kutusundan atılmış bir kibritin acısı. Çünkü Barbaros, öfke acının büyümüş halidir."

Gözlerimi yavaşça araladığımda derin bir nefes aldım.

Hayat, ona inanarak yaşayanların cennetiydi. İnsan ise yaşattırdığı her şey için kendi cehennemini oluşturduğu kişilikti. İşte hayat ve insanı birbirinden ayıran fark buydu. Hayatın içinde farklı kişiliklerden oluşan insanlar vardı ama sahip oldukları kötülükler cehennemin içine girişmiş bir dünyadan ibaretti.

Ben böyle olmak istemedim.

Beni zorla bu hâle soktular.

Araba camının tıklatıldığını işittiğimde emniyet kemerimi çözdüm ve arabadan indim. Dışarıda bekleyen Serap'ın yanına doğru geçtiğimde bakışlarımı karanlığın kanatları altına gizlenmiş çiftlikte gezdirdim. Bir çift bakışın bana baktığını hissettiğimde Serap'a doğru döndüm.

"Deden müştemilatta değil."

Kafamı ağır çekimde salladığımda bakışlarımı at çiftliğine çevirdim. Çiftlikteki ilk kıvılcım harlanmıştı. Karanlığın içinde bir ışık süzmesi oluştuğunda kaşlarımı çattım. Siyah gökyüzüne süzülen grimsi dumanlara baktım. Sanki yanan ahırdan yukarıya doğru süzülen dumanda anılar yansıyordu.

Siyah bir araba müştemilatın kapısında durduğunda küçük çocuk ve ağabeyi hızla arabadan indi. Karnı burnundaki kadın arabadan inerken kaşlarını çattı.

"Nereye gidiyorsunuz?"

Adam, hamile eşinin omzuna dokundu.

"Bırak gitsin."

Küçük çocuk ve ağabeyi ellerini açarak yeşil çimenlerle dolu tarlada koşmaya başladı. Yüzlerinde saf, büyük bir gülümseme vardı. Arkasında adım sesleri duyduklarında biraz yana kayıp arkasına baktılar. Siyah bir atın onlara doğru koştuğunu fark ettiklerinde hafifçe kenara doğru kaydılar. Küçük çocuk gözlerindeki hayranlığı gizleyemedi. At ağabey ve kardeşin yanına geldiğinde adımlarını yavaşlatıp durdu. Ağabeysi kardeşinin elinden tutup atın yanına doğru ilerletti. Kenetli elleriyle birlikte atın sırtına dokundular.

At, kafasını küçük çocuğa doğru yaklaştırdığında ağabeysi hafifçe gülümsemeye devam etti.

"Seni sevdi."

Küçük çocuğun dudaklarında büyük bir gülümseme olurken at biraz geriye doğru gidip arka ayaklarının üzerinde şahlandı. Bu, siyah atın sevinç gösterisiydi.

Gözlerimi kapattığımda kirpiklerimin arasından düşen yaşa engel olamamıştım.

"Alpay!"

Genç erkek elindeki tımarı bırakıp arkasına döndü.

"Efendim Barbaros."

Genç erkeğin ağabeysi suratını buruştururken Alpay gülmeye başladı. Ağabeyinin yanına giderek kolundan tuttu ve atın yanına sürükledi. Duvarda asılı olan eyeri alıp ata bağladı. Kafasının yanında sallanan ipten nazikçe tutup ahırdan çıkarırken ağabeyi de peşinden geliyordu.

Alpay, sol ayağını kaldırıp ayaklığa koydu ve kendini yukarıya doğru çekti. Ağabeyine elini uzattığında ağabeyi, kardeşinin elini geri çevirmedi ve ondan yardım alarak ata bindi. At yavaş yavaş ilerlemeye başladığında genç erkek gülümseyerek bir elini ipten çekti. Atın sırtını okşarken at kişnedi. Genç erkek tekrar ipi sıkıca tutup yerinde dikleşti.

"Sıkı tutun Barbaros, düşmek istemezsin."

Barbaros kardeşinin cümlesiyle hızla karnına sarıldığında at çoktan hızlanmaya başlamıştı. İkisinin de kısık gözleri tam karşıya bakarken hafif uzun siyah saçları savruluyordu.

Zihnimi saran anılardan gözlerimi açtığımda ahırdan yükselen turuncu kıvılcımların azaldığını fark ettim. Kalbimdeki acı bir kasılmayı hissedebiliyordum. Aslında sadece ahır yanmıyordu, ahırı saran ateş sadece beni yakıyordu. Bakışlarımı gökyüzüne yeniden çevirdiğimde beyaz yarım ayı fark ettim. Derin bir nefes aldığımda zihnim eski anılara boğulmuştu.

Alpay, uzandığı çimenlikte adım sesleri duydu. Kaşlarını çatıp doğruldu ve arkasına baktı. Karanlığın içindeki büyük gölgeyi gördüğünde gülümseyip önüne döndü. Ensesinde bir 'hıf' şeklinde bir nefes hissettiğinde yeniden arkasına döndü.

"Ahırdan mı kaçırdın?"

Barbaros, kardeşine bakıp gülümsediğinde siyah at da kişnedi. Barbaros attan indiğinde at, Alpay'ın yanına dizlerini kırarak oturdu. Alpay ve Barbaros kafalarını atın gövdesine yasladıklarında bakışları gökyüzünde takılı kalmıştı.

"Manzaranın keyfini tek başına mı çıkartıyordun hayta?"

Alpay, kısık sesle gülmeye başladığında Barbaros'un da dudaklarında küçük bir tebessüm olmuştu.

"Ağabey."

Barbaros, kardeşine döndü.

"Seninle aramızda bir sır olsun. Seni yarım ay oluşacağı zaman buraya getireyim."

Barbaros derin bir nefes alıp gözlerini kırpıştırdı ve başını kardeşinin omzuna doğru kaydırdı.

"Olur kardeşim."

Zihnimdeki anı bulutu dağıldığında dudağımın kenarı burukça yukarıya tırmandı. Gözlerimin dolmasını gizleyemezken sol yanağımdan akan yaş boynuma doğru süzüldü. Yarım ayın görüntüsü puslanırken her iki gözümden de damlalar aktı. Bu, vedaydı.

Biri siyah ata, biri de Barbaros'a düşmüştü.

Gözlerimi sıkıca kapatıp elimi yüzümde gezdirdim. Serap'a sırtımı dönüp boğazımı temizledim.

"Artık işimiz bitti, gidebiliriz."

Şoför koltuğuna doğru ilerleyip kapıyı açtım. Arabaya binmeden önce son bir kez ahıra baktım ve derin bir nefes aldım.

Alpay, gözlerindeki yaşa engel olamadı. Dizlerini yerdeki samanların üzerine bırakıp atın cansız bedenine sarıldı. Gövdesi şiddetle sarsılırken atın gövdesine sarıldı.

"Hoşça kal Kara."

Atıyla vedalaşan Alpay, yavaşça ayağa kalkıp ağabeysine baktı. Sarsak adımlarla ona doğru ilerlediğinde Barbaros iki kolunu yanlara doğru açtı. Alpay, Barbaros'a sarıldığında dudaklarından kopan hıçkırıkları tutmadan ağlamaya devam etti.

"Sen de beni bırakma ağabey."

"Hoşça kal ağabey."

Arabaya binip kapıyı kapattığımda dokunmatik ekrandaki saate baktım. Zaman, sanki yavaş akan bir kum saatinin içine sıkışmıştı. Kumlar ne aşağıda birikiyordu ne de yukarıdan eksiliyordu.

03:00.

Kadere yazılan günahların, geleceğin sayfalarına işlendiği saatti.

Eflal Keskin, Ağzından

Bir köstekli saatin kopmuş saniyesi,

Kum saatinin içindeki küçük kum tanesi.

Zihnimde yankılanan ses ile gözlerimi araladığımda yana düşmüş kafamı yavaşça doğrulttum. Cesur Bey ve Asuman Hanım'ın hastane koridorunda koştuklarını fark ettiğimde hızla ayağa kalkıp peşlerinden koşmaya başladım. Hastane binasından çıktıklarını fark ettiğimde adımlarımı hızlandırdım.

Binanın arkasına dolaştığımızda Alpay ve Serap'ı gördüm. Cesur Bey ve Asuman Hanım Serap'ın arkasında durduklarında Timuçin Hancıoğlu'yu fark ettim. Derin bir nefes aldığımda kolumdaki saate baktım.

05:00.

Geçmişin gelecekle tanışacağı andı.

"Bizi neden buraya topladın?"

Alpay, dedesine bakıp gülümsediğinde Cesur Bey'e döndü.

"O yağmurlu günü hiç unuttun mu baba?"

Cesur Bey'e doğru yaklaştığımda Asuman Hanım'ın gözlerinin dolduğunu fark ettim. Onlara doğru attığım her adımda, sanki zihnimdeki bir saatin akrebi beni kovalıyormuş gibi hissettim. Alpay'ın tam arkasında, Serap'ın yanında durduğumda Cesur Bey'in gözlerini fark edebilmiştim.

Yüzündeki çaresizlik, dilinin suskunluğuydu.

"Bu gece herkes, yaşattığı vebalin vecasını çekecek."

Alpay'ın dudaklarından dökülen sözler kulaklarımda yankılandığında bir adım öne attı.

"Timuçin Hancıoğlu. Ağabeyime olan sevgisizliğin yüzünden zorla onu bana öldürtmenin cezasını çekeceksin."

Yüzümüze mavi ve kırmızı ışıkların vurduğunu fark ettiğimde gözlerimi kırpıştırdım. İki polis memuru Timuçin Hancıoğlu'na yaklaşırken Timuçin Bey elini kaldırdı. Bakışlarını Alpay'ın üzerinden çekmezken yavaşça Asuman Hanım'a döndü. Sanki dili zehre bulanmış gibiydi ve o zehri akıtmamak için çaba sarf ediyordu. Polis memurları Timuçin Bey ile birlikte arabaya bindiklerinde Alpay annesine döndü.

Gözlerinden akmaya ramak kalmış bir damla gözüktü.

"Ve sen anne. Her şeyi bildiğin hâlde konuşamıyormuş gibi yapmanın bedelini ödeyeceksin."

Ruhumda oluşan deprem geride bir yıkım bıraktı. Sadece bir nokta sağlam kalmıştı, sadece orası yıkılmamıştı ve o noktada biz vardık. O noktada hepimiz sırlara boğulacak ve yıkım alacaktık. Ya sağlam çıkacaktık ya da paramparça olacaktık. Bu darbeyi başlatan her kimse, hepimizin sonu olacaktı.

INSTAGRAM: _albunea_thalia

TWITTER: sultanakr9

HİKAYELERDEN KESİTLER: _jupiterdebirokur

TIKTOK: jrnapolita

Merhaba, ben geldim. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir.

Evet artık sırların ve merak edilenlerin açıklanacağı bölüme yavaş yavaş gelmekteyiz.

Sizce diğer bölümde neler olacak ve Özgür bu olanları öğrendiğinde nasıl bir tepki verecek?

Gelecek bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

13.6K 684 12
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın
1.8M 51.6K 87
sse-sen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..
63K 3.6K 32
Ben İpar Gök, İpar yüksek dağların kar tutmayan yerlerinde yetişen bir çiçekti. İsmimi babam koymuştu, annemle karşılaştıkları ilk gün ona İpar hatun...
154K 10.8K 39
Biz adımız gibi özgür bir timdik. Hür Timi. Kendi kurallarımızı koyardık. Bu askeriye işleyişine ters olduğu için de sürekli azar işitirdik. "Hangi...