ANDROMEDA

By Sultanakr

11.9K 16.3K 8.6K

[WattpadRomance TR Okuma Listesinde] Zihnimde akmakta olan bir kum saatinin sesini duyuyordum. İnce, dar kısı... More

ANDROMEDA
1. BÖLÜM: "SEÇİM"
2. BÖLÜM: "DAVET"
3. BÖLÜM: "ŞEYTAN'IN SIRRI"
4. BÖLÜM: "AIDONEUS"
5. BÖLÜM: "ZEUS'UN ZAAFI"
6. BÖLÜM: "HERA"
7. BÖLÜM: "GEÇMİŞ"
8. BÖLÜM: "OYUN"
9. BÖLÜM: "MAHŞER"
10. BÖLÜM: "KAOS"
11. BÖLÜM: "KRİZ"
12. BÖLÜM: "ÖLÜ RUHLAR SENARYOSU"
13. BÖLÜM: "GEÇMİŞİN SİLUETİ"
14. BÖLÜM: "KIRMIZI"
15. BÖLÜM: "PERSEPHONE"
16. BÖLÜM: "DOĞUM GÜNÜ"
17. BÖLÜM: "HEDİYE"
18. BÖLÜM: "SINIR"
19. BÖLÜM: "YILAN"
20. BÖLÜM: "ACININ EBEDİ RUHU"
ANDROMEDA
OUROBOROS
21. BÖLÜM: "SORU"
22. BÖLÜM: "KARANLIK"
23. BÖLÜM: "BEDEL"
24. BÖLÜM:"LACRİMOSA"
25. BÖLÜM: "EROS'UN OKU"
27.BÖLÜM: "KAOSUN BAŞLANGICI"
28. BÖLÜM: "VİCDAN MAHKEMESİ"
29. BÖLÜM: "NEMESİS'İN LANETİ"
30. BÖLÜM: "CEHENNEM BALOSU"
31. BÖLÜM:"KHAOS VE EREBOS"
32. BÖLÜM: "YANGIN"
33. BÖLÜM: "YIKIM"
34. BÖLÜM: "ELSION (YERALTI CENNETİ)"
35. BÖLÜM: "ÖLÜM MELEĞİ"
36. BÖLÜM: "RUH"
PANDORA
BİRİNCİ PART
İKİNCİ PART
37. BÖLÜM: "ESARET"
38. BÖLÜM: "GİRİFT"
39. BÖLÜM: "GERÇEKLİK"
40. BÖLÜM: "HİÇLİK"
41. BÖLÜM: "DÖNÜM NOKTASI"
42. BÖLÜM:"ARAF"
43. BÖLÜM: "TEHDİT"
44. BÖLÜM: "MASUMİYET"
45. BÖLÜM: "EVLİLİK"
46. BÖLÜM TANITIMI
46. BÖLÜM: AY TUTULMASI
47. BÖLÜM: AN
48. BÖLÜM: SAKLAMBAÇ
49. BÖLÜM: KÜL
50.BÖLÜM: YARIM

26. BÖLÜM: "MEZARLIK"

168 313 48
By Sultanakr

10 Ekim 2021

Continuum, Alessandro Paganelli

Dismantling Devotion, Daylight Dies

Lütfen bölümü birinci sıradaki müzikle okuyunuz. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin, keyifli okumalar. 💃

🎲

Eflal Keskin, Ağzından

Bir varmış, bir yokmuş.

Bütün masallar bu şekilde başlar ve mutlu sonla biter. Masalın kahramanları nefes aldıkları sürece o sürecin içindeki engellerle ve kendi mutlulukları için savaşır. Hiçbir masal karakteri kim olduğunu tam anlamıyla bilemez. Kendini masalın içinde bulur ve yaşamaya çalışır. Aslında masalın en başında kim olduğunu bilir. Bilmiyorsa bile ben kendi masalımda kim olduğumu biliyordum.

"Biz bir masalın içinde değiliz. Eğer bir masalın içinde olsaydık, sonumuzu görürdük."

Zihnimde yer edinmiş bu cümle kendini hatırlattı. Evet, haklıydı biz bir masalın içinde değildik ama yanıldığı bir yer vardı. Masalın içindeki kimse kendi sonunu göremiyordu sadece bizler okuyorduk. Zihnimdeki sözcük bir duman bulutu misali dağıldığında yerini, bir kadın ve bir çocuğun yataktaki son halini aldı.

Kadın, elindeki masal kitabını tutarken bakışları çocuğun meraklı gözlerinde dolanıyordu. Masalı okumasına rağmen uyumayan çocuğuna gülümseyerek ona doğru yaklaştı.

"Eflal, haydi uyu artık kızım."

Küçük kız kafasını salladığında minik elleriyle işaret parmağını gösterdi.

"Sadece son bir soru sorup gözlerimi yumacağım. Neden masallar bir varmış, bir yokmuş ile başlıyor?"

Annesi, kızının sorduğu bu soruyu düşündü ve gözlerini kıstı. Bilmediğini söylerse kızının sorularına devam edeceğini düşündü ve hafifçe gülümsedi.

"Bir varmış, bir yokmuş cümlesi bir var oluşun,"

Kadının cümlesi yarım kaldı. Zihninden geçen son kelimeyi diline akıtmaktan vazgeçti ve yeniden cümlesini kurdu.

"O cümle bir var oluşun simgesidir kızım."

Küçük kız, annesinden aldığı cevapla keyifle gözlerini kapattı ve zihnim sonsuz bir karanlığa bulandı. O karanlık zihnime göz attığımda aslında küçük bir ışığın henüz sönmediğini fark ettim. Işığa doğru yürüyüp daha derinlere indiğimde kendimi başka bir yerde buldum.

Önümde büyümüş kız ve biraz yaşlanmış annesi vardı. Kadın kızının koluna sarılmış bir vaziyette ayakta duruyordu. Önümdeki kız başını arkasına doğru çevirdiğinde gözlerimin büyümesine engel olamadım. Hafifçe kenara çekildiğimde aslında bana değil başka bir yere baktığını fark ettim. Bakışlarımı kızın baktığı yöne doğru çevirdiğimde, üzerinde polis ceketi olan iki kadını gördüm. Yeniden kıza baktığımda mavi gözlerinin yaşla dolduğunu fark ettim. Yüzündeki çaresizlik sanki bir derdin içinde olduğunu gösteriyordu. Sol yanağına bir damla düştüğünde boş eliyle sildi ve önüne döndü.

"Bir varmış, bir yokmuş cümlesi bir var oluşun,"

Bir varmış, bir yokmuş...

Bir var oluşun, yok oluş hikâyesiydi.

Yıllar sonra ilk kez bu anıyla birlikte, o yarım kalmış cümlenin devamını anlamıştım. Önümdeki kız ve kadın bir anda hareket etmeye başladıklarında onları takip etmeye başladım. Hemen uzaklarındaki kadın polislerin yanlarına vardıklarında ellerimi yumruk yaptım. Kızın annesi kolunu kızının kolundan çektiğinde kadın polisler bileğine kelepçe taktılar ve ilerletmeye başladılar. Yanımda kalan kıza baktığımda gözlerindeki yaşı artık tutamadığını fark ettim.

Kız, polislerle giden annesine arkasını döndüğünde ellerini yüzüne koydu ve yere çöktü. Birden arkamda bir varlığı hissettiğimde ona doğru döndüm ama o bana bakmadan önümdeki çökmüş kızın karşısında bekledi. Ceplerindeki elinden yalnızca bir tanesini dışarıya çıkarttığında elinde tuttuğu peçeteyi fark ettim.

Kız kafasını kaldırdığında karşısındaki kişinin yüzünü izledi ve elindeki peçeteyi aldı. Erkek kızın karşısında yere çöktüğünde gözündeki gözlükleri çıkardı. Kız gördüğü gözlere odaklandığında kendimi başka yerde buldum. Bulunduğum yerdeki adamın gözleri aynı o kızın baktığı gözlerdi.

Oğuzhan Özgür Hancıoğlu, bana mezarlıkta peçete veren kişiydi.

Tüm her şey zihnimdeydi ama gelecek, bizim nasıl karşılaştığımızı göstermek için zamanı beklemişti. Zaman, artık tam da içimizdeydi ve akrebinin zehirli ucu bizi gösteriyordu. Bakışlarımı Özgür'den çekip karşımdaki adama baktığımda yüzündeki hissizliği okumaya çalıştım. Peki, Şah bu hikâyenin neresindeydi?

"Sen beni nereden tanıyorsun?"

Dilim, zihnimdeki cümleyi değiştirerek ona karşı sunmuştu. Şah, yüzündeki hissizliği koruyarak derin bir nefes aldı.

"Annenin mahkemesindeki avukatıydım. Özgür, seni gördüğü andan itibaren olayın ne olduğunu biliyordu. Senin babanı bıçakladığını ama babanın ölmediğini, annenin seni korumak için hapse girdiğini ve annenin yokluğunda kafede çalışarak para kazandığına kadar her şeyin farkındaydı. O seni izledi ve Alpay'dan alacağı intikamda ona yardımcı olabileceğini düşündü."

"Bir insan kaç kere kalbinden vurulur Eflal?"

Zihnimde yankılanan Şah'ın cümlesi şu an içinde bulunduğum durumun sonunu göstermişti.

"Eflal, onu dinleme."

Özgür'ün boğuk sesi kulağıma ulaştığında ona baktım. Zihnimden silinmeyen mezarlıktaki hali karşımdaydı. Neden bunca zamandan beri hatırlamamış olduğumu düşünürken nasıl bir yalanın içinde olduğumu anladım. Özgür, beni belki de hiçbir zaman sevmemişti. Beni, Alpay'dan alınacak intikam için kullanmıştı.

Şah'ın yanından geçerek merdivenlere doğru ilerlediğimde Özgür kolumdan tutmak istedi. Hızla kolumu kendime doğru çektiğimde Özgür'ün eli havada asılı kaldı. Kaşlarımın çatıldığını hissettiğimde işaret parmağımı ona doğru salladım.

"Sakın, sakın bana dokunma. Benimle işin yok Oğuzhan Özgür Hancıoğlu. Artık Andromeda'da Hera diye biri yok. Bir daha sakın karşıma çıkma!"

"Eflal."

Ona arkamı dönüp merdivenleri hızla tırmandım ve depodan çıktım. Yeni, gökyüzünden düşen kar tanelerini fark ettiğimde derin bir nefes alıp yola doğru ilerledim. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama burada durursam kendime ihanet edeceğimi biliyordum. Yavaş adımlarla mekânın önünden geçerken durdum ve kırmızı neon ile yanıp sönen Andromeda ismine baktım.

"Çünkü siz, Andromeda'nın içine hapsolmuş kuklalardan ibaretsiniz."

Şah'ın cümlesi zihnimden geçtiğinde gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Omzumda bir el hissettiğimde gözlerimi açıp hızla arkama baktım. Serap'ı gördüğümde tuttuğum nefesimi bıraktım. Aklıma başka bir çare kalmıyordu. Buradan ayrılırsam başka gidecek yerim de yoktu.

"Eflal, neden buradasın?"

Elimi kaldırıp etrafıma baktım ve onun kolundan çekerek mekânın önünden uzaklaştırdım. Serap, endişeli gözleriyle etrafı tararken sokak lambasının karanlığına doğru yürüttüm. İzbe sokağın hemen başlangıcında durduğumuzda artık bizi kimsenin görmeyeceğinden emindim.

"Serap, lütfen birkaç gün beni saklayacak bir yer bulmanı istiyorum."

Serap'ın kaşları çatıldığında kolunun üzerindeki elimi tuttu.

"Bir sorun mu var Eflal?"

Kafamı belli belirsiz salladığımda bunu anlatmanın yeri ve zamanı olmadığını fark ettim.

"Lütfen, beni sakla. Ondan sonra her şeyi anlatacağım, söz veriyorum."

Serap, kafasını salladı ve elimi kolundan çekti. Elimi eline kenetleyip hızla izbe sokaktan çıkardı. Mekânın çaprazındaki arabasına doğru ilerletti. Hızla ön tarafın kapısını açıp binmem için bekledi. Arabaya bindiğimde kapıyı kapatıp şoför koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırıp sürmeye başladığında bakışlarımı cama çevirdim. Yerleri beyaza boyamaya başlayan kar soğukluğunu hissettirmeye de başlamıştı.

Kısa bir süre sonra bir evin önünde durduğumuzda bakışlarımı Serap'a çevirdim.

"Burası neresi?"

Serap, derin bir nefes alıp bakışlarını evden bana çevirdi.

"Alpay ve benim evim."

Yutkunduğumda bakışlarımı eve çevirdim. Onun hastanede olduğunu bildiğimden dolayı içim rahattı ama aklım gitmek ve gitmemek arasında kalırken elimde bir dokunuş hissettim. Bakışlarımı evden çekip Serap'a baktığımda gözlerinin dolduğunu fark ettim. Kaşlarım hafifçe çatıldığında Serap başını yavaşça sağa doğru eğdi.

"O artık her şeyin farkında Eflal. Artık kötülük yapmayacak ve sadece gerçekleri ortaya çıkartmak için konuşacak."

Söz konusu Alpay olduğunda inanmak istemiyordum ama aklıma Özgür'ün bunca yıl boyunca beni aradığını ve kullanmak istemesini unutamıyordum. Derin bir nefes alıp kafamı salladığımda Serap gülümsedi ve ellerini sırtıma koyup sarıldı. Sarılmasına karşılık verdiğimde hafifçe gülümsedim. Belki de hikâyedeki tek masumumuz oydu.

Birbirimizden ayrılıp arabadan indiğimizde Serap, arabayı kilitledi ve önümden yürümeye başladı. Büyük bir bahçeden geçip evin kapısının önünde durduğumuzda bakışlarımı etrafta gezdirdim. Soğuk kahve tonları kullanılmış bahçeyi hafif aydınlatmalar canlandırıyordu. Serap, kapıyı açıp içeriye girdiğinde peşinden içeriye girdim.

İçeride bakışlarımı gezdirirken beyaz duvarların arasına siyah işlemelerin olduğunu gördüm. Koltukların gri rengi gözü yormuyordu. O sırada bize arkası dönük, koltukta oturan Alpay'ı fark ettiğimde bakışlarımı Serap'a çevirdim. Alpay'ın oturduğu yere doğru ilerlerken yavaşça adımlarımı oynattım.

"Alpay, bir misafirimiz var."

Alpay, bakışlarını okuduğu kitaptan ayırdığında önce Serap'a sonra da bana baktı. Bakışları bende takıldığında gözlerindeki şaşkınlığı okuyabilmiştim. Eskiden bu kadar gözlerindeki duyguyu okuyamıyordum. Serap'ın da dediği gibi kendini göstermekten artık çekinmiyordu.

"Hera?"

"Zeus'un zaafı Hera."

Kulağımda yankılanan sözcüğü umursamadan karşısındaki koltuğa doğru ilerleyip oturdum. Alpay, Serap'a baktığında Serap omuzlarını silkti ve üzerindeki kabanı çıkartmaya başladı. Bende üzerimdeki kabanı çıkarttığımda Serap elimdeki kabanı aldı ve portmantoya doğru ilerledi.

"Kahve yapıyorum, sakın ben gelmeden ayrıntıları konuşmayın."

Serap, hızlı adımlarla mutfağa doğru ilerleyip içeriye girdiğinde bir şey unutmuş gibi arkasına döndü.

"Aç mısın Eflal?"

Kafamı iki yana salladığımda mutfak kapısından kayboldu. Bakışlarımı Alpay'a çevirdiğimde derin bir nefes alıp elindeki kitabın içine ayracı koydu ve kapağını kapattı. Bacak bacak üstüne atıp arkasına yaslandığında bakışları beni buldu. Gözlerindeki şaşkınlığı henüz yitirmemişti. Hastaneden nasıl çıktığını düşünürken bakışları yana doğru kaydığında Serap'ın geldiğini anladım. Serap, elindeki tepsiyi ortadaki sehpanın üzerine koyduğunda Alpay bacaklarını birbirinin üstünden ayırıp kahvesini aldı ve geri çekildi. Serap, sehpadaki kahveyi önüme doğru ilerlettiğinde ona baktım ve gülümsemeye çalıştım. Alpay'ın yanına oturduğunda kahvesinden bir yudum aldı ve sehpanın üzerine geri koydu.

"Eflal'i mekânın önünde gördüm ve kendini birkaç günlüğüne saklamamı istedi."

Serap, Alpay'a kısa bir açıklama yaptığında derin bir nefes aldım ve bakışlarımı Alpay'a çevirdim.

"Oğuzhan ile aranızda bir sorun mu oluştu?"

Kafamı belli belirsiz salladığımda arkama yaslandım ve bacak bacak üzerine attım.

"Ateş, Oğuzhan'ı aradı ve depoya birinin girdiğini söyledi. Oğuzhan, senin hastanede olduğunu ve senin giremeyeceğini düşündü ve beni de mekânın yanındaki depoya götürdü. Depoya girdiğimizde tüm ışıkları açtı ama bir yer karanlık kalmıştı. Birden biri sözler söyleyerek çıktı."

Alpay, çatılmış kaşlarıyla sadece bana bakıyordu. Elindeki kahvesini sehpanın üzerine koydu ve öne doğru eğildi.

"Kendini karanlıktan çıkardığında Oğuzhan onu tanımıştı ama ben tanımamıştım. Bana, Oğuzhan'ın aslında beni mezarlıktayken gördüğünü ve beni aradığını söyledi. Oğuzhan'ın beni senden alacağı intikam için kullandığını belirtti."

Sonda titreyen sesimi son anda fark edip sustum. Bakışlarımı dizlerime indirdiğimde salonda derin bir sessizlik oldu. Alpay'ın derin bir iç çektiğini fark ettiğimde bakışlarımı ona çevirdim.

"Peki, adamın adını öğrenebildin mi?"

Eli kahvesine giderken dilimdeki ismi söyledim. "Şah Kurt."

Alpay'ın eli kahve bardağının yanında asılı kalırken sağ dudağının kenarının titrediğini fark ettim. Elini yavaşça bardaktan uzaklaştırdığında bakışları beni buldu. Yüzünde nefretin kırıntıları vardı ama gözlerinde çok belirgindi.

"Şah kim?"

Serap'ın sorusuyla Alpay gözlerini kapatıp doğruldu ve arkasına yaslandı. Gözlerini Serap ve benden uzaklaştırarak duvar kenarına odaklandı. Gözleri ağırca sağ sol yaparken derin bir nefes alıp dudaklarını yaladı.

"Andromeda'nın ağabeysi."

Salonda yeniden bir sessizlik olduğunda bakışlarımı elime indirdim. Birinin hareketini hissettiğimde bakışlarımı elimden çektim. Alpay'ın elindeki sigarayı fark ettiğimde derin bir nefes aldım. Acının en büyük darbesi yine ona olmuştu. Sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırıp elindeki çakmakla yaktığında işaret ve orta parmağının arasına dalı sıkıştırdı. Yanaklarının çukurları belli olduktan sonra sigarayı dudağından çekti ve sola doğru üfledi. Bir nefes daha çekip küllükteki boşluğa sıkıştırdı.

Bakışları beni bulduğunda gözlerinin hafifçe dolu olduğunu fark ettim.

"Peki, şimdi ne yapmayı düşünüyorsun ve Oğuzhan ile bu konu hakkında konuştun mu?"

Kafamı iki yana sallayıp omuzlarımı silktim.

"Bilmiyorum ve konuşmadım."

Alpay kafasını ağırca salladığında küllükteki sigarayı aldı. Sessizce birkaç nefes çekip henüz bitmemiş sigarayı küllüğün içine bastırıp söndürdü. Yavaşça ayağa kalktığında biraz önce baktığı duvara doğru yaklaştı. Hemen yanındaki büyük sigorta kapağını araladı ve elini içine soktu. Elini dışarıya çıkardığında elinde iki tane kalın defter vardı. Kaşlarım hafifçe çatılırken bana doğru yaklaşıp defterleri bana uzattı.

"Al, bu defterleri okuduktan sonra her şeye daha mantıklı kararlar verirsin."

Bakışlarımı ağır çekimde Alpay'dan çekip defterlere baktım. Bu defterlerde ne yazıldığını bilmiyordum ama belki de beni gerçeklere götürecek tek seçimim buydu.

"O defterlerde ne yazıyor Alpay?"

Alpay bakışlarını ağırca Serap'a çevirdi.

"Bu defterler Andromeda'ya ve Oğuzhan'a ait."

Bakışlarımı Alpay'dan çekmemişken yeniden bana baktı.

"Senin okuduğun günlükten çok farklı. Çünkü bu günlükler henüz siz karşılaşmadan önce yazıldı."

Elimi yavaşça havaya kaldırıp Alpay'ın elindeki günlükleri aldım. Alpay, yanımdan ayrılıp Serap'ın yanına geri oturdu. Biri siyah diğeri ise beyaz deri ile kaplanmıştı. Siyah deri kaplamalı defterin üzerinde kabarık bir şekilde Andromeda yazıyordu. Diğerinde ise Oğuzhan'ın adı vardı. Oğuzhan'ın defterini yana bırakıp Andromeda'nın günlüğünü elimde tutmaya devam ettim. Kapağı açıp ilk sayfaya baktığımda derin bir nefes aldım.

Ölü bir kadının günlüğü, sanki geçmişin geleceğe en büyük sanrısıydı. Kadının yazdığı satırlara baktığımda onları okumak ve okumamak arasında kalmıştım. Onların geçmişini okumaya hazır olduğumu düşünmüyordum.

"Eflal, sesli oku."

Alpay'ın sesini işittiğimde ona baktım. Biçimli kaşlarını yukarıya kaldırdığında derin bir nefes aldım ve bakışlarımı yeniden elimdeki günlüğe çevirdim. Düzgün bir el yazısıyla yazılmış tarihe baktım.

"2 Ekim 2016."

Bakışlarımı Alpay ve Serap'a çevirdiğimde Serap'ın kafası eğik, Alpay'ın ise gözleri kapalıydı. Bakışlarımı günlüğe çevirip derin bir nefes daha aldım.

"Cennet ve cehennem arasındaki farkı hiç düşündünüz mü? Düşündüyseniz, neden insanların iki sınıfa ayrıldığını anladınız mı? İnsanlar fani bir dünyada sonsuz sınavlara maruz kalırlar. Bu sınavları iyilik veya kötülük yaparak geçerler. Sonuçlarının bazılarını yaşarken bazılarını da öldüklerinde alırlar. İyilik yapan insanlara cennetin kapıları açılırken, kötülük yapan insanlara ise cehennem kapıları açılır. Böylece gerçek adalet sağlanmış olur fakat o, buna dahil değildi. Şah, ona kötülük edenlerin cezasını kendi keserdi."

Ben Şah Kurt. Yıllar önce Perseus'un elimden aldığı Andromeda'nın ağabeysiyim.

Zihnimde yankılanan sözcüğü umursamadan okumaya devam ettim.

"Şah, ona yapılan hataları affetmezdi. Tıpkı bugün işlenmiş en büyük günah gibi. Babamın ona attığı tokattan bir hafta geçmişti ve Şah'ın siniri henüz geçmemişti. Babam ise tam bir haftadır evde değildi ve nerede olduğunu bilmiyordum."

Yarım kalmış cümleyi fark ettiğimde bakışlarım Alpay'a kaydı. Alpay'ı gözlerini açmış ellerine bakarken yakaladığımda göz ucuyla bana baktığını fark ettim.

"Devam et Hera."

Diğer sayfayı çevirdiğimde başka bir tarih ile başlanmıştı.

"5 Kasım 2016."

Tam bir ay sonra yazılmaya başlanmış günlüğün tarihi beni nedensizce meraka düşürmüştü. Sayfaya göz gezdirdiğimde çoğu yerdeki damlalar mürekkepleri soldurmuştu ama okunmasına engel olmuyordu.

"İnsan içinde büyüyen acı tohumunu hissettiğinde yaşamaya başlar. Onunla kalkar ayağa ve onunla adım atar. İçindeki tohum büyüdükçe insanda büyümeye başlar. Büyür, gelişir ve yetişkin hâle gelir. Peki, o tohum nasıl büyür? İnsanoğlunun döktüğü gözyaşları bazen içine akar, dışarıya yansıtmaz. İşte o an o tohum büyümeye başlar. İçine işler ve hayat boyu hiç peşini bırakmaz. Bir garip sancı gibidir. Bazen gelir vurur bazen ise hiç ses çıkartmaz öyle usulca hissettirip giderdi. Biz de buna çığlık senfonisi derdik."

Derin bir nefes alıp devam ettim.

"Beyaz kar tanelerine boyanmış şehir, artık ellerine kırmızı kana bulanmış bir adama ev sahipliği yapıyordu."

Kaşlarım çatıldı.

"Şah, babamızı öldürmüştü."

Okumayı durdurdum ve gözlerimi kapattım. Elimdeki günlüğün kapağını kapattım ve gözlerimi açıp sehpanın üzerine bıraktım.

"Ben bu günlüğü okumak istemiyorum."

Arkama yaslandığımda Alpay'ın bana baktığını fark ettim.

"Seni okuman için zorlamayacağım. Ben sana ne olduğunu kısaca anlatacağım."

Derin bir nefes alıp kafamı salladığımda Alpay sigara paketinden bir dal çıkarttı ve dudaklarına sıkıştırdı. Çakmak ile yakıp sigarasını içmeye başladı. Serap'ın ayağa kalktığını fark ettiğimde eliyle bir odayı gösterdi.

"Ben burada yatıyorum, siz konuşmalarınızı halledin. Alpay sana yatacağın yeri gösterir, iyi geceler."

Kafamı salladığımda Serap odasına çekildi. Alpay, sehpaya doğru eğilip içki şişesine uzandığında onu durdurdum.

"Daha yeni hastaneden çıktın Alpay, içmen doğru değil."

Alpay'ın dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrıldı.

"Biraz sonra öğreneceğin şeylerden sonra belki sende içersin Hera."

Dilimi sertçe ısırıp arkama yaslandığımda Alpay içki bardağına içkisini doldurdu ve arkasına yaslandı. Sigarasından bir nefes alıp küllüğe sıkıştırdı. Ardından içkisinden bir yudum alıp dudaklarını yaladı.

"Andromeda, Şah'ın babalarını öldürdüğünü öğrendikten iki hafta sonra Andromeda'yı içkili bir haldeyken dövüyor. Bu kavga evin dışına kadar çıkarken Barbaros bu kavgaya dahil olup Andromeda'yı ağabeysinin elinden kurtarıyor ve Şah'tan kaçırıyor. Barbaros, Andromeda'yı Şah'ı unutmayıp onu da bir güzel dövdürüyor ve şehirden uzaklaştırıyor. Andromeda ve Barbaros birbirlerine aşık olduktan sonra ben Barbaros'a kızıyorum. Çünkü Nalan'ı ben seviyordum."

Alpay, Nalan'ı gerçekten sevmişti.

"Ben ona her zaman Nalan dedim ama Barbaros hep Andromeda'yı kullandı. Dedem bir gün 'Andromeda hepinizin sonu olacak.' dediğinde dedemden ilk defa nefret etmiştim. Sonra şirket paylarını dağıtmaya karar verdi. Barbaros ile kavgamızdan haberi vardı. Barbaros'un hak taleplerinden vaz geçmesini istedi ama Barbaros dedemle de kavga etti. Eğer onu ortadan kaldırmazsam bunu kendinin yapacağını söyledi."

Alpay, göz göre göre ağabeyini öldürmüş olamazdı. O sadece bir aracıydı.

Barbaros'u öldüren kişi,

Oğuzhan'ın bana okuttuğu, son sayfası yırtık günlükte yazan cümlenin sonu Timuçin Hancıoğlu'ydu.

"Onun nasıl zararlar vereceğini biliyordum. Sadece Barbaros'u değil, Andromeda'yı da ortadan kaldıracağını biliyordum ama ben Barbaros'u öldürdüğüm günün ertesi günü Nalan'ın da kendi canına kıyabileceğini hiçbir zaman tahmin etmemiştim."

Alpay'ın gözlerinin dolduğunu gördüm. Dudaklarındaki buruk tebessüm belirginleştiğinde yanağına bir damla yaş düştü.

"Ben Barbaros'u ortadan kaldırdığımda Nalan'ın bana kalacağını düşünmüştüm ama o her zaman Barbaros'u sevmişti."

Alpay, parmaklarının arasındaki sigaradan bir nefes alıp küllüğün içine bastırdı ve ayağa kalktı. Eliyle Serap'ın odasının tam karşısını gösterdi.

"Uykun geldiğinde orada yatabilirsin, iyi geceler."

Sehpanın üzerindeki günlüğü alıp sarsak adımlarıyla merdivenlere doğru ilerledi ve yukarıya çıkmaya başladı. Bakışlarımı defterlerde gezdirirken derin bir nefes aldım ve yanımdaki sehpanın üzerine koyup kanepeye uzandım. Gözlerimi kapattığımda karanlık beni kendine hızla çekmişti.

Yazarın Ağzından

Alpay, banyo kapısını kendine doğru çekip banyodan çıktı. Odaya girdiğinde elindeki havluyu kirli sepetine koyup yatağa doğru ilerledi. Kalçasını yatağın üzerine koyup bedenini geriye bıraktı. Ellerini iki yana bıraktığında kehribar gözlerini tavana dikti. Sanki beyaz tavan üzerine geliyordu.

Derin bir nefes alarak yataktan doğruldu ve ayağa kalktı. Komodinin üzerindeki sigara paketini alıp balkona çıktı. Gözlerini kısarak beyaza bulanmış şehri izlemeye başladığında paketin içinden bir sigara çıkardı. Dudaklarının arasına yerleştirdiği sigaranın ucunu diğer elinde tuttuğu çakmakla yaktı.

Ağzının içinde sigaranın dumanının biriktiğini hissettiğinde sigara paketini ve çakmağı masaya fırlattı. Sigarayı işaret ve orta parmağının arasına sıkıştırıp dudaklarından kopardı. Dudaklarının arasından çıkan duman isyan edercesine havaya süzülürken Alpay, sırtını duvara yaslayıp yavaşça yere çöktü. Sol parmaklarının arasında tuttuğu sigarayı sağ parmaklarına geçirdi. Dizinin üstündeki dirseğini hiç kıpırdatmadan havaya süzülen gri dumanı izlemeye başladı.

Sigaranın ucundaki duman ince bir çizgi misali yukarıya doğru süzülüyor ve bir süre sonra dağılıyordu. Elini kıpırdattığında çizgi bozuldu. Sigarayı dudaklarına götürüp yanaklarındaki çukur belli olacak kadar dumanı içine çekti. Dudaklarından ayırdığında ucunu yanındaki beyaz duvara sürttü. Duvarda kalan siyah iz, onun içindeki acının bir imzasıydı sadece. Küçüktü, silinebilirdi ama kokusu geçmezdi.

Derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Parmaklarının ucunda tuttuğu sönmüş sigarayı avucuna sakladı. Parmaklarını avucuna doğru kapatarak sigarayı hapsetti. Bu da bir çığlık senfonisiydi.

İçeriye geçip masasının üzerine bıraktığı günlüğü aldı ve son sayfasını açtı. Bakışlarını yazılarda gezdirirken işaret parmağı da eşlik ediyordu.

"Bitmek üzere olan bir defterin son şiiri,

Bir kalemin hiç geçmeyen mürekkep izi.

Silinmeyecek kadar derin işlenmiş bir cümlenin kelimesi,

Zihnine kazınmış dizelerin sessiz gölgesi."

Nalan Kurt.

Alpay, derin bir nefes alıp günlüğü açık bir şekilde masanın üzerine koydu ve sandalyeye oturdu. Avucunda sakladığı sigara izmaritini masaya bıraktı ve kalemliğin yanındaki dolma kalemi alıp titreyen elleriyle kapağını açtı. Şiirin en altına sivri ucu değdirdiğinde öne doğru eğildi.

"Zihnimi tırmalayan çığlıkların kesilmeyen sesi,

Ruhumu talan eden varlığının geçmeyen izleri.

Andromeda Andromeda gör, izler, bir yüreğin sana olan teslimiyeti.

Ben, karanlığa gömülmüş bir siluetin hiç silinmeyen gölgesi."

Aras Alpay Hancıoğlu.

Alpay, elindeki dolma kalemin kapağını kapatıp masanın üzerine bıraktığında göz ucuyla masanın üzerindeki sigara izmaritine baktı. Sol elini yavaşça uzatıp sigara izmaritini aldı ve sayfaların arasına koydu. Günlüğü kapatıp masanın kilitli çekmecesine yerleştirdi.

Oğuzhan Özgür Hancıoğlu, Ağzından

Bir insanın gözünde en fazla kaç duyguyu görürdünüz?

Ben birçok duyguyu Eflal'in gözünde görmüştüm ama bugün görebildiğim sadece ağır bir hayal kırıklığıydı. Onu durdurmak isterken kendine dokundurmaması ruhumda adını koyamadığım bir boşluğun açılmasına neden olmuştu. Gözlerimi kapatıp gitmesini istemezken o, beni depoda bırakıp gitmişti.

"Üzülme Hancıoğlu, kızın her şeyi öğrenmesi gerekirdi."

Şah'ın uğursuz sesini işittiğim anda gözlerimi açtım ve ona doğru döndüm. Yüzümün nasıl bir hâl aldığını bilmiyordum ama dudaklarında alaycı bir gülümseme olmuştu. Hızla ona doğru atılıp yüzüne bir yumruk geçirdiğimde elindeki silah yere düştü. Yakalarından tutup kendime doğru çektim. Boşa çıkardığım elimle belime koyduğum silahı çıkardım ve alnının tam ortasına yasladım.

"Seni şimdi burada, öldürmem için bir sebep söyle Vezir."

Şah, güldü.

"Hatırla Oğuzhan."

"Bu gece kimse ölmeyecek Zeus ama senin silahından çıkan her bir kurşun arkandaki kızın bedenine saplanacak kurşun sayısına eşit olacak."

Vezir Şah Kurt. Hayatımda tanıdığım en kurnaz insandı.

Alnına yasladığım silahı yavaşça indirdiğimde aklıma bir fikir geldi. Elimdeki silahı yere atıp iki elimle yakasını tuttum ve burnuna sertçe kafa attım. Yakalarını bıraktığım an inleyerek yere yıkıldığında üzerine oturup yüzünü yumruklama başladım.

"Seni öldürmeyeceğim ama bayıltana kadar döveceğim!"

Parmak eklemlerimin üstünün soyulduğunu hissedebiliyordum ama onu dövmeyi bırakmıyordum. Şah'ın gözlerinin kapandığını fark ettiğimde daha sert davranmaya başladım. Kollarımda el hissettiğimde beni çekmesine izin verdim.

"Ağabey, öldüreceksin."

Tebessüm ettim.

"Yapmak istediğim de oydu. Her neyse al bunu gizli odaya sakla ve bir daha benden habersiz kuş bile uçmasın. Anladın mı Ateş?"

Bakışlarımı Ateş'e çevirdiğimde gözlerini kırpıp kafasını salladı. Derin bir nefes alıp hızla depodan çıktığımda etrafıma baktım, Eflal yoktu. Eve gitmiş olacağını düşünüp arabaya atladım ve hızla eve doğru sürmeye başladım. Evin önüne vardığımda arabadan inip bahçeye girdim. Bir yandan evin anahtarlarını çıkartırlarken bir yandan da evin camlarını kontrol ediyordum.

Kapının önüne vardığımda anahtarı kilide sokup çevirdim. Tam o sırada zihnimde bir düşünce belirdi. Eflal'de ev anahtarlarının olmadığını hatırladığımda elimi anahtardan çekip alnıma vurdum. Nerede olduğunu ve nereye gidebileceğini düşünürken kilidi açıp eve girdim. Kapıyı kapatıp koltuklara doğru ilerlerken bir yandan da cebimdeki telefonu çıkartıyordum. Parmağımı telefonun ekranında gezdirirken rehbere tıkladım ve Aybars'ın numarasını tuşladım.

"Efendim ağabey?"

Aybars'ın uykulu sesiyle kaşlarımı çattım.

"Neredesin?"

"Evdeyim ağabey."

O evdeyse o zaman Alpay'ın başında kimler duruyordu?

"Alpay'ın başında kimler var?"

Telefondan bir hışırtı geldiğinde yüzümü buruşturdum.

"Ağabey, Alpay ağabey uyandı ve evine gitti. Daha doğrusu evine ben bıraktım. Şu an bir yere gitmediyse evinde olmalı."

Çatık kaşlarım eski haline dönerken dudağımın kenarı hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı, uyanmış ve gitmemişti. Bir anda aklıma Eflal geldiğinde dudaklarımdaki tebessüm buzla tuz oldu.

"Vezir Şah Kurt geldi, ortalığı karıştırdı."

"Ne?"

Aybars'ın sesi kulağımı tırmaladığında telefonu biraz uzaklaştırıp yeniden yakınlaştırdım.

"Ağabey peki Eflal'e bir şey söyledi mi?"

Kafamı belli belirsiz salladım.

"Evet ve şu an Eflal yok. Onun nerede olduğunu bulup konuşmam gerek."

Telefonun ucunda derin bir sessizlik olurken bir anda aklıma bir düşünce daha geldi. Eflal'in telefonu yanındaydı ama ben ararsam açmazdı o yüzden hızla Aybars'a seslendim.

"Aybars, Eflal'in telefonunu aramadan nerede olduğunu bul, acele et ve bana haber vermeyi unutma."

Aybars, anladığını söylediğinde telefonu kapatıp koltuğa oturdum. Arkama yaslandığımda gözlerimi kapattım. Zihnimin içindeki karanlık benim olduğum yeri gösteriyordu. Belirsizliğin içine sığınışım her zaman ki gibi ruhumda bir boşluğun açılmasına neden oluyordu ama bu sefer bir başkaydı. Çünkü Eflal'in açtığı boşluğa göre hiçbiri canımı acıtmıyordu.

Zihnimin içindeki karanlıkta bir ışık süzmesi fark ettiğimde oraya doğru odaklandım ve kendimi bir anıda buldum. Bakışlarım ağabeyimin mezarına ilişirken ellerimi yumruk yaptım. Gözümdeki gözlüklerin ardındaki bakışların nasıl baktığını şimdi görebiliyordum. Çünkü karşısındaki kişi bendim ama o siluetin yanındaki şimdiki halimdi.

Geçmişteki benin gözlerinde hiçbir duygu yoktu. O gün nasıl hissettiğimi düşündüm. Hayatımda var olan birisinin o gün nasıl yok olduğu duygusunu ruhumun derinliklerinde hissetmiştim. Acı, tarifsizdi. Ölmüş gibi hissediyordum ama ölmemiştim.

Bir anda geçmişimdeki benin bakışları mezardan ayrılıp başka bir yere baktığında bende oraya baktım. O zaman kim olduğunu bilmiyordum ama şimdi kim olduğunu ve bendeki yerinin çok iyi farkındaydım. Benliğim ona doğru ilerlemeye başladığında peşinden ilerledim. Yere çökmüş Eflal'in önünde durduğunda derin bir nefes aldım. Bizi birleştiren geçmiş, şimdi gelecekte ayrı düşürmüştü.

Bir telefon sesi duyduğumda gözlerimi açtım ve telefonu elime aldım. Aybars'ın aramasını cevaplandırıp telefonu kulağıma yasladım.

"Ağabey, telefon sinyali Alpay'ın evinde olduğunu gösteriyor. İstersen sen çık, bende sana yetişirim."

Hızla ayağa kalktım.

"Tamam evin önünde buluşuruz."

Aramayı sonlandırıp kapıya doğru ilerledim ve evden çıktım. Bahçeden koşar adımlarla arabaya doğru ilerleyip arabaya bindim ve hızla çalıştırıp sürmeye başladım. Yağmaya devam eden kar taneleri camın üzerinde birikmeye devam ederken silecekleri çalıştırdım. Neden oraya gitmişti?

Zihnimdeki bin bir düşüncenin içinde ağlayan bir kızın gözlerini gördüm. Maviliğinin içinde sakladığı derin duygular, o gün mezarlıkta gördüğüm kız ile uyuşuyordu. Tıpkı bugün dolu gözlerle bana bakan kadının aynısıydı. Onu üzmüş ve kırmıştım.

Hayat zaten o kızın önüne o kadar çok sorun çıkartırken bende bana olan güvenini zedelemiştim. Elimi sertçe direksiyona vurup biraz daha hızlandım.

"Hay sikeyim seni Özgür!"

Bir anda bir ışık süzmesi yüzüme vurduğunda hızla gözlerimi kırpıştırdım. Kuvvetli bir korna sesi gelirken direksiyonu sağa kırdım ve kafamı iki yana salladım. Araba sertçe bir yere vurduğunda ön camın taneleri üzerime doğru geldi. Yüzümü hızla direksiyona gömdüğümde sırtıma batan camların varlığını hissedebiliyordum. Araba bir yere çarparak durduğunda ağırca doğruldum. Kulağımdaki sayısız çınlamalar ve bağırışlar boğuklaşırken elimi yavaşça kapıya götürüp açtım.

Arabadan indiğimde bakışlarımı insanların arasında gezdirdim. Bulanık gözlerimle etrafı tararken kaşımdan bir sıvının şakağıma doğru sızdığını fark ettim. Elimi sızlayan başıma doğru götürdüğümde görüntüm daha da bulanıklaştı. Bedenimin geriye doğru savrulduğunu fark ettiğimde sırtımdaki batmaları hissedebiliyordum. Bulanıklaşmış gözlerimi sağa doğru çevirdiğimde bana doğru birinin koştuğunu fark ettim.

"Oğlum!"

Annemin sesi kulaklarımda yankılanırken gözümden bir yaş, şakağımdan süzülen kana doğru aktı.

"Oğlum!"

Yanağımda dokunuşlar hissederken bakışlarım, ambulansa takıldı. Kırmızı ve mavi ışıklar ritmik bir şekilde yanıp sönerken yanağımdaki dokunuşlar kayboldu.

"Bırakın oğluma gitmek istiyorum."

"Bırakın ağabeyime gitmek istiyorum."

Gözlerim kapandığı anda son bir damla yaş kirpiklerimin arasından süzüldü.

Eflal Keskin, Ağzından

Hayat öyle bir yerdi ki ne zaman ne olacağını hiç kimse bilemezdi. Büyük bir gürültüyle sıçradığımda gözlerimi açtım ve koltukta doğruldum.

"Neredesiniz çabuk söyleyin!"

Evi titreten Alpay'ın sesiyle ona baktığımda Serap odasından hızla çıktı.

"Ne oluyor Alpay?"

Alpay, Serap'a işaret parmağıyla bir dakika yaparken bakışları bana kaydı. Gözlerinin içinde farklı bir duygu vardı. Bu duyguyu hiçbir zaman onda görmediğim için ne olduğunu bilememiştim. Telefonu ağırca kulağından çektiğinde elindeki kabanı sıktığını fark ettim. Yukarıya inip çıkan âdem elmasından yutkunduğunu anladığımda kaşlarımı çatarak ayağa kalktım.

"Neler oluyor?"

Alpay, kafasını iki yana salladı ve kabanını giymeye başladı.

"Yolda anlatırım, hazırlan."

Serap'ın getirdiği kabanı giyerken bir yandan da kapıya doğru ilerliyordum. İçimde kötü bir his vardı ve ne olduğunu çözemiyordum. Evden çıktığımızda kapının önündeki Aybars'ı fark ettim. Bize doğru yaklaşırken bizde ona doğru yaklaşıyorduk.

"Hiçbir şey sorma ve yürü. Bizim arabayla geliyorsun!"

Alpay, Aybars'ın bile konuşmasına izin vermeden yürümeye devam ettiğinde artık korkmaya başlamıştım. Hızla arabaya doluştuğumuzda Alpay hızla sürmeye başladı. Kısa bir süre sonra kalabalık bir otoyolda durmuştuk. Ambulans ışıkları yolu kuvvetlice aydınlatırken arabadan inip bir yere doğru gitmeye başladık. Radarıma Özgür'ün annesi ve babası girerken baktıkları yere bakmak istememiştim. Belki de yoldan geçen birine bu kadar üzüldüklerini düşünmeye çalıştım.

Onlara sırtımı dönüp dolu gözlerimi gökyüzüne çevirdiğimde gökyüzünden süzülen kar taneleri fark ettim. Şehir, sanki kar tanelerini istiyordu.

"Özgür!"

İnatçı bir damla sol yanağımdan yanağıma süzüldüğünde bakışlarımı arkama çevirdim. Yerde yatan adamın o olduğuna inanmak istemedim. Ona doğru birkaç adım attığımda şakağından süzülen kanı gördüm. Gözleri kapalı adam, hiç kıpırdamadan öylece yerde yatıyordu. Yanı başındaki sağlık görevlisi elindeki şok cihazını adamın göğsüne değdirip çekiyordu.

Özgür, sanki cansız bir şekilde yerde yatıyordu.

Bakışlarımı ondan çekip Alpay'a baktığımda arkasını ona dönmüş bir şekilde gözlerini kapatmıştı ve öylece duruyordu. Geçmişin acı sayfasını açmaya korkan bir insanın karşısına çıkmış en büyük talihsizlikti. Şimdi onun yaşadığı geçmişten bir sayfa, gelecekte başka bir şekilde karşısına çıkmıştı.

Bir varmış, bir yokmuş.

"Biz bir masalın içinde değiliz."

Özgür'ün sözleri kulağımda yankılandı ve ölmüş bir kadının günlüğü bu satırları işledi.

Bir var oluşun yok oluş hikayesi,

Bitmek bilmeyen kaderin cilveli sesi.

Derler ona, gelecek şimdi geçmiş kadar kirli,

Biliyorum, geleceğim artık geçmişin esiri.

INSTAGRAM: _albunea_thalia

TWITTER: sultanakr9

HİKAYELERDEN KESİTLER: _jupiterdebirokur

TIKTOK: jrnapolita

Merhaba, ben geldim. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir.

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Bu bölüm karakterlerimiz açısından biraz zor bir durum oldu. Onların zihinlerinde takılı kalmış cümleleri okurken aslında geçmişlerinde hâlâ takılı kaldıklarını fark ettiniz. Bu durum bir bölüm daha sürecek ve her şey ondan sonra patlak verecek. Hazır olun ve peçetelerinizi yanınıza alın. Çünkü diğer bölümden sonraki bölümde bayağı bir üzüleceğiz. 

Diğer bölümde görüşmek üzere.

Continue Reading

You'll Also Like

36.8K 1.7K 18
Tesadüfen yolları kesişen avukat kızın ve askerin yaşadıkları zorluklar, aynı zamanda beraber geçirdikleri güzel vakitler... Kitaptaki olayların hiçb...
44.7M 2M 84
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...
237K 12.3K 44
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
1.4M 83.3K 39
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...