Eylül

By siyahkuu

17K 599 340

New York'un tüm ışıkları penceremin altında süzülüyordu. Topuklularımı çıkarmadan yatağıma atladım. "Sanırım... More

İkinci bölüm
Üçüncü Bölüm
Dördüncü Bölüm
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
Röportaj
On Beşinci Bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm
Yirminci Bölüm
Yirmi Birinci Bölüm
Yirmi İkinci Bölüm
Yirmi Üçüncü Bölüm
Yirmi Dördüncü Bölüm
Yirmi Beşinci Bölüm
Yirmi Altıncı Bölüm
Yirmi Yedinci Bölüm
Yirmi Sekizinci Bölüm
Yirmi Dokuzuncu Bölüm
Otuzuncu Bölüm
Otuz Birinci Bölüm (Final)
Teşekkürler
Yeni Yıl
Otuz İkinci Bölüm
Otuz Üçüncü Bölüm
Otuz Beşinci Bölüm
Otuz Dördüncü Bölüm

Birinci Bölüm

2K 40 4
By siyahkuu

Kırmızı halının üstünde, gümüş Dior elbisemle kameralara süzülüyordum. Her şey istediğim gibiydi, bütün flaşlar üzerimdeydi. Güzelliğimde tek bir eksik yoktu! Hayranlarıma doğru ince topuklularımın üzerinde yürüyordum. Elbette Louboutin'lerdi. 'Eylül!' herkes adımı tezahürat ediyordu.

Sahte gülüşümü onlara gönderirken Dior'un kuyruğuna bastım ve yere yapıştım. Lanet olsun! Güzel bir erkek eli, bana uzandı ve tutundum. Yukarı baktığımda mavi gözleri beni dikkatle süzüyordu ama artık kırmızı halının üzerinde değildim.

Vogue'un ofisinde, lanet olası yerdeydim!

New York güneşi göz kapaklarıma çarparken yerimden sıçrayarak uyandım. Rüyam bir kabustan farksızdı. Bugün sonunda okuduğum okulun meyvesini görecek, Vogue için arkadaşlarımın torpiliyle iş görüşmesine gidecektim.

Çocukluğunda Şeytan Prada Giyer'i on defa izlemiş, derginin bütün sayıları koleksiyon yapmış bir kız olarak içim içime sığmıyordu.

Hayallerimi bölen iğrenç, bira kokusuyla olduğum yerden doğruldum. 'Olduğun Yerde Sızma' partilerinden birinin sabahını yaşıyordum. Yerde sızan insanların arasından stillettolarımı buldum ve ayağıma geçirdim, bulmam gereken bir şey daha vardı. Ev arkadaşım Ashley...

Kabarık siyah eteğimi düzelterek  evin merdivenlerinden yukarı doğru güçlükle tırmandım, gerçekten açtım ve yetişmem gereken bir iş görüşmem vardı. Bir başkasının evinde uyanmanın en kötü tarafından biri de kimi, nerede aradığını bilememekti.

Duvardaki büyük kristal saat 8:40 gösteriyordu. İş görüşmeme tam anlamıyla yarım saat vardı ve Ashley'i bulamıyordum. En güzel olmasını dilediğim, belki de küçüklüğümden beri beklediğim günün koca bir boktan farkı yoktu. Geniş holde biraz ilerledikten sonra partinin izlerini taşıyan ve ayağıma takılan balona bir tekme fırlatıp ilerlemeye devam ettim. Leş gibi koktuğuma emindim, bu halde beni Vogue'un şirketinde hademeliğe bile kabul etmezlerdi ki. Zaten görüşmeyi de kendi başarımla değil yakın arkadaşım Selena'nın torpiliyle kazanmıştım.

Liseyi Türkiye de bitirdikten sonra yabancı uyruklu babamın yanına, aynı zamanda üniversiteyi burada okumak için New York'a taşınmıştım. İşleri gereği okulum bittikten sonra ülkeye geri dönse de burada daha rahat, özgür olduğumu farkedince ayaklarımın üzerinde durabilmek için onunla birlikte dönmedim. Ashley, Selena ve ben çok yakın arkadaşlardık, okulda tanışmış olsak da hayatlarımız çok farklıydı. Selena gerçekten zengindi ve Grammy ödüllü bir şarkıcıydı. Ashley ve ben birbirimize biraz daha çok benziyorduk, aynı evi paylaşıyorduk, aynı partilere birlikte gidiyorduk, ikisi de kesinlikle ikinci bir ailemdi.

Evin büyük banyosuna girdiğimde düşüncelerime biraz ara verip aynadan kendime baktım, gerçekten bitkin görünüyordum. Aynada ki bu şey hoşuma gitmediği için çantamdan rimelimi, kapatıcımı ve pudra rengi rujumu çıkartıp yüzümü renklendirdim. Kirlenmiş uzun saçlarımı da iyice yapıştırarak tepeden topladım. Tanrım, lütfen bana oraya yetişebilme ve gerçekten güzel görünebilme gücü ver. Aynadaki mavi gözlü kızın fena görünmediğine inandığımda banyodan çıktım, arkadaşımı bulmaya hazırdım!

Beni kapıyı açtığımda eşikte uyku mahmuru, dağınık saçlı bir adam karşıladı. Tanrı aşkına!

"Sanırım seni rahatsız ediyorum?"Kıkırdayarak banyoyu işaret etti, kendini ne sanıyordu? Kapıya koyduğu kolunun altından geçerek ondan uzaklaşmaya çalıştım. "Merak ediyorsan, çıkış aşağı katta." Müthiş İngiliz aksanıyla tavlamaya çalıştığından emindim.

"Öğrendiğin iyi olmuş" diye tersledim, duvardaki saat dokuzu gösteriyordu. Çoktan bu adamla çene çalarak vakit kaybetmiştim bile!

"Elbette, ev benim olduğu için pek sorun olmuyor." Gülümsemesi bütün suratına yayıldı. Daha fazla rezil olamazdım, ileri gitseydi onu yanlışlıkla kendi evinden kovacaktım. Şu andan itibaren bu kadar içmemeye ve başkasının evinde uyanmamaya yemin ediyorum, ayaklarım havada da değil!

Suratına salak salak bakmaya devam ederek söyleyecek bir kaç söz arasamda diyecek bir şey yoktu. Tek kelime etmeden bu ukala, yakışıklı adama arkamı dönerek merdivenlerden aşağı ilerledim. Ash'ı bulamadan gideceğim için içimden kendime sövsem de daha fazla burada çene çalamazdım.

Aşağıdaki sarhoş insanları geçerek kapıya ulaştım ve dışarı çıktım. Hepsini uyandırmak istercesine ve yukarıdaki çok bilmiş adama şiddetle kapıyı çarpmıştım. Metroya doğru yürümeye başladım, aynı zamanda Ashley'i arasam da ulaşamıyordum.

Şehrin güneşi gözlerimi alsa da ayaklarımdaki uzun topuklularla birlikte durağa koşturuyordum. Eğer bu görüşmeyi kaçırırsam hayatım boyunca kendimi affetmezdim, görüşüne bakılırsa öyle de olacaktı. Durağa geldiğimde metro gelmişti, koşarak bindim. Telefonum çalıyordu, bu karışıklık içinde bakmak ne kadar da kolay olacaktı! Vogue'un editörü Emilie kesinlikle dominant bir insandı, eğer vaktinde gitmezsem beni öldüreceğinden emindim.

Selena'nın çağrısını cevapladım.

"Tatlım, görüşmen nasıl geçti?" Henüz gitmemiştim bile! "Gitmeye çalışıyorum." Arkamdan ittiren yaşlı adama sertçe baktım

"Sakın geç kalma! Ne giydin?"Geceden kalan elbiselerimi tarif etmeye başladım. "Siyah tül eteğim ve kısa kollu beyaz bir gömlek, büyük kolyeyle birlikte. Saçlarımda toplu, sanırım biraz... Kokuyorum. Ah, Ash'ı bulamıyorum!" Son durağa geldiğimde hızla indim.

"Biraz parfüm sık, Emilie buna önem verecektir. Ash'ı dert etme, iyi şanslar!" Parfüm, parfüm! Çantamdan No 5'ı çıkardım ve yolun ortasında yaklaşık on fıs sıktım. Leş gibi koktuğumu henüz yeni farkediyordum.

Hayatımı değiştirecek, dönüm noktam olabilecek adımları Vogue'un ofisine doğru atarken küçüklüğüm sanki Girls Just Want To Have Fun melodisiyle film şeridi gibi aklımdan geçiyordu.

Ama ofisten içeri girince pekte öyle olmadı, güvenlik çantamı taradı ve beni danışmadaki platin saçlı bir kıza yönlendirdi. Burada oturmak için fazla güzel değil miydi?

"Ee ben, şey..." Emilie Anderson'un asistanı böyle gevelemez, kendine gel! "Emilie Anderson'la randevum vardı, a-asistanlık için." Gereksizce kıza gülümsedim ama donuk tavırını asla bırakmadı. Ayağındaki sahte louboutin ayakkabıların kokusunu daha buradan duyabiliyordum, neden böyle davranıyordu?

"Eylül Wilson?" Diyerek yüzümü inceledi. Başımı onaylarcasına salladım ve etrafa bakındım. Giriş bile gerçekten güzeldi, duvarlar bal rengindeydi ve büyük harflerle 'Vogue' yazıyordu.

Adımı bir telefona söyleyip kapattığında tekrar bana dönebilmişti "Yedinci kat, ofis solda. Emilie seni bekliyor." Yaşasın!

Koşar adımlarla asansöre yürüdüm. Görüşmeye tam anlamıyla beş dakika vardı. Asansör kapanırken son anda yetişebilmiştim, bir el asansörü tuttu ve bana yardımcı oldu. Rüyamdaki gibiydi, büyülenmiştim!

"Buyrun, Küçük Hanım." Bu oydu, Vogue'un sahibi iş adamı Mert Borak. Kendisi bir Türktü, ilham kaynaklarımdan biriydi ve kesinlikle çok yakışıklıydı.

İnanılmaz mavi gözlerine baktım ve gülümseyerek onunla birlikte asansöre bindim. Uyandığımdan beri kapılarla ve adamlarla ilgili bir derdim vardı. İkimizde yediyi tuşladık, aynadan bana baktığını görebilsem de başımı öne eğdim ve çıkışan saçlarımı tokatının içine geri yapıştırdım. Stres bende parfüm sıkma isteğini uyandırmıştı, Emilie ile konuşmamızı tekrarlıyordum. Kafamın içindeki konuşma gerçeğe dökülsün diye dua ediyordum.

"Hoşgeldin, çok güzelsin, işe alındın" Bu aptal hayale kıkırdadım. Aynadaki gözler beni süzmeye devam etti.

Bakışları ben de bir şeyler söyleme isteği uyandırmıştı, onun biraz hovarda ve eğlenceli bir adam olduğunu bilsem de internetteki resimlerinde fazla ciddi görünüyordu. Mavi gözleriyle uyumlu, mavi bir takım giymişti. Güçlü, güzel bir kokusu vardı. Sevgilisi olup olmadığını bilemiyordum, adı bir sürü ünlü güzel ile anılsa da aşk adamına benzemiyordu.

Kata geldiğimizde hızla inip sola doğru yürüdüm. Asansördeki sessiz ve çekimli havadan kurtulmak için gösterişli, yarısı buğulu bir camdan kapısı olan ofise girdim.

Asistan masaları boştu, birinin üzeri dosyalar ve kahveyle kaplıydı ama diğerinde hiçbir şey yoktu. Umarım, burası benim olacaktı. Uzun topuklularla her gün buraya hiç bıkmadan yürüyebilirdim, eğer kabul edilirsem Selena'nın dolabından kesinlikle bir kaç kıyafet almalıydım.

Kapıyı tıklatarak içeri girdim, Emilie'nin arkası dönüktü ve kalbim deli gibi atıyordu. Yanında kızıl saçlı bir kadın vardı. Kadın "Merhaba?" Diyerek beni sorgulayınca Emilie sandalyesinde döndü. Tanrım!

"Ah, Eylül Wilson. Asistanlık için..." Diye geveledim.

Emilie optik ray-ben'lerin üstünden beni süzdü ve oturmam için işaret etti. "Çıkabilirsin, Susan." Evet Susan, o benimle görüşecek. İçimdeki heyecanı durduramıyordum. Beyaz, deri sandalyeye oturunca tül eteğim iki yanıma açıldı. Tam bir hanım efendi gibi dimdik oturdum.

"Biliyorsun, Selena seni çok övdü. Ne mezunuydun?" Selena, iyilik meleğim. Kıyafetler için gittiğimde ona bir teşekkür etmeliydim.

"Gazetecilik, efendim." Gülümseyerek devam ettim. Kapı tıklatılmadan içeri biri girdi. Kokusu bütün odayı sarmıştı.

Ah, arkamda bıraktığım asansördeki adam. Mert, usulca diğer koltuğa oturup kollarını kavuşturdu. Bizi mi dinleyecekti? Biraz utanarak yerimde kıpırdandım.

"Eğer bu işi istiyorsan disiplinli olmalısın, siz gençler partilere koşuyorsunuz. Saat 8.30 olduğunda Starbucks kahvem hazır olmuş olacak ve kesinlikle daha ciddi şeyler giyilecek." Üzerimi tekrar süzdü. Bu kadının içimi okuduğuna emindim. Geceden kalma elbisemin fena olmadığını düşünsem de yeterli olmadığımı içten içe biliyordum. Dolabımda iki kalem etekten başka ciddi bir şey yoktu. Buraya yırtık deri taytlarımla gelemeyeceğimi bilsem de başımla onayladım.

"Selena'nın ısrarı üzerine seni bu işe kabul edeceğim ama deneme sürecin bir hafta, uygun bulunursan alınacaksın. Para konusunda derdin olmasın, hesabına her ay düzenli yatırılacak." Kahvesinden bir yudum aldı ve devam etti "Başka bir sorun varsa, gerisini diğer asistanla halledebilirsin." Elini çıkmam için yukarı doğru savurdu. Bu kadar mıydı?

"Diğer asistan derken?" Diye sorguladım. Asistan masalarından biri doluydu, bunun kim olduğunu tahmin edemiyordum. Emilie'nin oğlunu dergide, gözü önünde tuttuğunu biliyordum. Belki de o'dur?

Mert "Jack, sana yardımcı olacaktır canım" diye atladığında gülümsüyordu. Asansördeki kaba tavrımı unutmuş gibiydi. Bana 'Canım' diyordu, gerçekten bu kadar kibar bir adama kabalık yapacak kadar nasıl salak olabiliyordum?

"Bekle çağırayım" dedi Emilie ve bir telefon açıp gelmesini istedi. Bu kadın gerçek bir otoriteydi. Ben birilerine "Odama gel!" diye telefon açtığımda sarhoş olduğumu düşünüyorlardı.

Kapı iki kez tıklatıldığında kapıya doğru döndüm. Jack, siyah kravatsız ve tişörtlü bir takım elbise içinde içeriye girdi. Gerçekten yakışıklı, güzel saçlı bir adamdı. Umarsız bir tavırla ellerini cebinden çıkardı.

Bana göz ucuyla bile bakmayan bu adamın ukala tavrından etkilenmiştim. Emilie kadar soğuk biriydi, gerçi annesinin içten içe iyi biri olduğuna inanıyordum. Kadın her yıl bağış yapıyordu, iyilik meleği olmaması imkansızdı.

Aslında oğlu olduğu sadece bir tahmindi. Ona bakarken beni yakalayıp göz göze geldiğimiz an beni süzüp sırıttı. Bu gülüşü sanırım tanıyordum...

"Emilie" diye ona döndü, tanıdık İngiliz aksanı. Tanrım, sabah ki ukala adam işte buradaydı! Göz devirme isteğimi bastıramıyordum.

"Eylül'e lütfen ofisi göster." Dedi ve dergisine bakmaya gömüldü, nasıl oluyor da bu koca şehirde bu herifle tekrar karşılaşabiliyordum ki? Evinde büyük bir parti veren, yakışıklı, zengin bir ukala olduğuna inanıyordum.

"Elbette" Sonra çocuk kapıya döndü. Peşinden gelmemi beklemeden ilerlemişti bile. Böyle mi olacaktı?

Mert bana bakarak kıkırdadı, eminim ki saf bakışlarıma gülüyordu. Çocuğu takip etmem için başıyla işaret verdi. Bu ofiste ego kırıntısı taşımayan tek insan olabilirdi.

Eteğimi düzelterek Bay Anderson'un arkasına takıldım ve ofisten dışarı çıktım. Bu adamdaki kibiri şimdi anlıyordum, gerçekten de 'patronun oğlu' olmalıydı. Sabah ki yorgun görüntüsünden eser yoktu. Nasıl olmuştu da sabah ben yetişmeye çalışırken çoktan buradaydı, bilemiyordum.

Beni beklemeden asistan masasını geçerek ilerledi, peşinden küçük bir ördek gibi sekiyordum.

İşte, başlıyorduk!

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 56.5K 79
Arya: Neden? Arya: Neden yaptın bunu? Arya: Neden beni aldattın?!
1.3M 57K 46
~TAMAMLANDI~ 0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kate...
132K 1.1K 49
gözyaşlarımı dinlemeden bir anda içime girdi dudağı dudağımda bir eli göğsümde diğer eli kadınlığımdaydı...
357K 1.6K 49
seks hayatın bir parçası...