ARAFTA İKİ KİŞİ

Da kasinan

2.6M 96.7K 12.9K

Altro

ARAFTA İKİ KİŞİ
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
DUYURU
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10 BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
DUYURU
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
AÇIKLAMA
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
AÇIKLAMA
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. Bölüm
66.BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
DUYURU
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
ÖNEMLİ AÇIKLAMA
74. BÖLÜM
VEDA

54. BÖLÜM

21.7K 1.1K 160
Da kasinan

“Ne hastanesi? Neler oluyor anlat çabuk!”

“Amirim Esra… Yemekteydik, biraz tartıştık ama vallahi önemli bir şey yoktu.”

“Çağatay! Kes! Ne oldu Esra’ya?”

“Bilmiyorum ki? Bana bağırıyordu bir anda fenalaştı. Kendini kaybetti, hastaneye getirdim. Amirim…”

“Hangi hastane? Çabuk, çabuk…

“Cerrahpaşa’dayız amirim! Acilde.”

“On dakikaya oradayım.”

Harun, Zeynep’in telefonu kapamasını beklemeden sordu:

“Ne olmuş?”

“Esra fenalaşmış, Çağatay onu hastaneye götürmüş; ben gidiyorum!”

“Geleyim mi?”

“Yok, sen bak işine, haberleşiriz!”

Zeynep, telaşla arabasına atlayıp hastaneye doğru yola çıkarken telefonla Kerem’i arayıp olanları söyledi. Hastaneye geldiğinde acilde deli gibi volta atan Çağatay’ı buldu. 

“Haber yok mu?”

“Yok! Söylemiyorlar bir şey! Az kaldı dağıtacağım buraları!”

“Sakin ol! Ne oldu, adam gibi bir anlatsana sen!”

“Yemekteydik. Biraz atıştık. Hep atışıyoruz ya, öyle işte! Önemli bir şey yoktu. Birden bembeyaz oldu yüzü ve ‘Ne oluyor?’ dememe kalmadan bayıldı. Hemen kapıp buraya geldim işte!”

Acilin kapısı açılıp içeriden doktor olduğu belli genç bir kadın çıktı. Etrafa bakınarak “Esra Şenol’un yakınları..” der demez Zeynep ve Çağatay, kadının yanına koştular. Çağatay telaşla

“İyi mi? Nesi var? Kendine geldi mi?” diye soruları ardı ardına sıralamaya başladı. Doktor gülümseyerek 

“İyi, iyi! Endişe edilecek bir şey yok. Siz eşi misiniz?”  

“Yok, arkadaşıyım ben?”

“Eşine haber verdiniz mi?”

“Eşi mi? Ne eşi?”

“Bizden başka yakını yok Doktor Hanım, nesi olduğunu söyleyecek misiniz yoksa bu sorgulama sonsuza dek sürecek mi?” diye çıkıştı Zeynep. Doktor, Zeynep’in müdahalesine sinirlenerek ters bir cevap vermek üzere ağzını açtı ama Zeynep cebinden polis kimliğini çıkarıp kadının burnuna uzattı.

“ Hadi Doktor, uzatma söyle. Neyi var arkadaşımızın?”

Karşısındaki aksi kadının komiser rütbeli bir polis olduğunu fark edince ters cevap vermekten vazgeçen kadın yine de suratsız bir ifadeyle

“Önemli bir şeyi yok. Aslında kötü bir durum yok! Esra Hanım hamile ve buna bağlı olarak şekerinin ani düşmesi sonucu fenalaşmış. Ben o nedenle eşini sormuştum.”

Zeynep ve Çağatay, doktorun “hamile” sözünden sonrasını işitmemişlerdi bile. Şaşkınlıkla birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. Çağatay’ın gözleri önce koskocaman açılmış ve olduğu yerde kalakalmıştı. Zeynep sadece “Neeee?” diyebilmiş, şaşkınlıkla Çağatay’a kitlenmişti bakışları.

Çağatay, hâlâ girdiği şokun etkisindeydi. Olduğu yere çöküp eliyle saçlarını ve yüzünü sıvazladı. Zeynep, ne diyeceğini bilemez hâlde onun başında dikilirken kapıdan Kerem’in girdiğini fark etti. Kerem, kalabalığı yararak hızla yanlarına gelmiş ve Zeynep’e sımsıkı sarılmıştı. Çağatay’ın hâlini görünce kaşlarını çatarak kısık bir sesle Zeynep’e “Neler oluyor?” diye sordu. Zeynep de aynı kısık tonla “Esra hamile!” diye cevap verdi. Onun sesi, Çağatay’da yankısını buldu ve “Ne bok yiyeceğim şimdi ben?” diye çaresizce söylendi.

Kerem, etrafa göz atarak acil kapısından çıkmakta olan bir doktoru kolundan tuttu. 

“Kerem Sayer ben! Biraz önce bir yakınımı getirdiler. Esra… Esra…”

Zeynep, onun Esra’nın soyadını bilmediğini hatırlayarak “Şenol” diye tamamladı cümleyi. Kerem

“Şu anda nasıl olduğunu detaylı olarak öğrenmek istiyorum!”

Genç doktor, Kerem Sayer adını duyunca zaten zıpkın yemiş balık gibi irkilmişti. Kerem’in net ve otoriter tavrı da eklenince kekeleyerek konuşmaya başladı. “Ben, ben… Gidip doktorunu çağırayım!”

Koşarak yanlarından geçip az önce onlara açıklama yapan bayan doktoru buldu. Kadına büyük olasılıkla Kerem Sayer adını söylemiş olmalıydı ki az önceki ters ve soğuk tavrından eser kalmamış bir hâlde âdeta koşarak yanlarına geldi kadın. 

“Merhaba, ben Doktor Selin Gözüak. Esra Hanım, şu anda gayet iyi. İçeride biraz dinlendiriyoruz. Az öncede açıklamıştım. Hamileliğe bağlı ani bir şeker düşmesi yaşamış, ciddi bir şeyi yok. Yarım saat kadar burada tutacağız sonra eve götürebilirsiniz. Ancak en kısa sürede düzenli bakım için bir jinekoloğun kontrolüne girmesinde yarar var. 

Kerem Bey, arzu ederseniz içeride benim odamda bekleyebilirsiniz. Esra Hanım, ziyaretçi kabul edecek duruma gelince sizleri görüştürürüm.”

Zeynep’in kendisini süzdüğünü fark edince “Özür dilerim ben az önce tanıyamadım. Çok yoğunuz acilde, malum. Kabalık ettiysem özür dilerim.”

“Beni nereden tanıyacaksınız ki zaten? Özür dilenecek bir durum yok. Biz burada bekleriz.”

Zeynep’in hâlâ aksi tavrı kadını rahatsız etse de üstelemedi. Gazetelerde Kerem Sayer’in düğün haberlerini ve fotoğrafları o da herkes gibi görmüş, içten içe Kerem Sayer’le evlenen kadının yerinde o, olmak istemişti. Şu an karşısında duran kadına dikkatle bakınca Kerem Sayer’in karısı olduğunu anlamıştı ama kadın ne isim vermiş ne de bakımsız, sıradan görünüşüyle Kerem Sayer’in karısı olduğunu fark ettirmişti. Tanıyamamak onun suçu değildi. Üstelik kadının ters ve kibirli tarzından hoşlanmamıştı ancak kimliğini öğrendikten sonra kibar davranmaktan başka şansı da yoktu. İçinden talihine küfrederek hastanın durumuna bakmaya gitti.

Kerem, Çağatay’ın omzuna dokunup “Topla kendini Çağatay, şimdi içeri alacaklar; Esra seni böyle görmesin!”

“Tamam da Kerem Bey, ben ben… inanamıyorum ya! Nasıl söylemez bana? Nasıl? Hem bu nasıl oldu ki?”

Zeynep, bir süredir tuttuğu nefesi hızla bırakarak Çağatay’ın artık silkelenme zamanının geldiğine karar verdi.

“Bana bak geri zekâlı! Ben mi söyleyeceğim sana nasıl olduğunu? Oynaşıp dururken düşünecektin onu? Sen bir kendine gel, bakayım artık! Ne oluyor yani? 18’lik ergen misin? Altı üstü kız hamile! Oturur konuşursunuz. Ya aldırır, ya doğurur! Dünyanın sonu gelmiş gibi davranmasana!”

“Ne aldırması be! Benim çocuğum o! Aldıramaz!”

“Bana ne? Ne bok yerseniz yiyin ama aklını başına topla. Saçmalamayı kes! İçeri girince de adam gibi davran. Bir defa olsun hödüklüğünü bırak. Kızın belli ki haberi yok. Senin yaşadığından büyük şok yaşamıştır. Esra’ya destek olacaksın anladın mı? Sonra neye karar veriyorsanız verin, o beni ilgilendirmez!”

Kerem, Zeynep’in kolunu hafifçe tutarak sakin olmasını söylemek üzereydi ki onun tavrının Çağatay’ı kendine getirdiğini fark edip sustu. Karısı, gözlerinden çakmak çakmak ateşler çıkarak Çağatay’ı bir güzel benzetmiş ve genç adam toparlanmaya başlamıştı.

O sırada doktor yanlarına gelip Esra’yı görebileceklerini söyledi. Zeynep ve Çağatay önde Kerem bir adım arkalarında içeri girdiler. Esra, yatakta büzülmüş hem aldığı haberin şokundan hem korkudan ağlıyordu. Zeynep, ona baktıkça içinin sızladığını hissetti. Esra içeri girenleri görünce ağlamasının şiddeti arttı. Çağatay, Esra’nın yatağının kenarına oturup elini şefkatle saçında gezdirerek “İyi misin, canım?” diye sordu.

“Çağatay, ben… ben bilmiyordum. Gerçekten şimdi öğrendim. Haberim yoktu!” diye söylenmeye başladı.

“Sakin ol yavrum! Konuşuruz. Sen iyi ol yeter ki!”

Zeynep, Esra’nın elini tutarak “Çok korkuttun bizi! Nasılsın?” diye sordu.

“İyiyim. Sadece nasıl diyeyim yani şok oldum, işte!”

Kerem “Şimdi seni çıkarıyoruz. Bizim eve geliyorsun. Seni Muhif’in ellerine teslim edelim hiçbir şeyin kalmaz. Çağatay da gelir, oturur konuşursunuz!”

“Kerem Bey, hiç gerek yok, iyiyim ben gerçekten!”

“Konu kapandı Esra, biz Zeynep’le çıkış işini hâlledelim; siz bekleyin. Sonra seni alıp bize götürüyoruz.”

Zeynep’e elini uzatıp “Hadi” dercesine baktı. Birlikte dışarı çıktılar. Çıkış işlemleri Kerem Sayer adı ortalıkta dolandığı için bir devlet kurumundan beklenmeyecek hızla hâlledildi ve Esra, tekerlekli sandalyeyle Kerem’in arabasının yanına kadar getirildi. Çağatay, büyük bir şefkatle onu arabanın arkasına oturtup Zeynep’e 

“Siz gidin, ben biraz kendimi toplayıp geleyim!” dedi. Zeynep başıyla “olur” işareti yaparak arabaya bindi. Yol boyunca Esra sessizce pencereden dışarıyı izleyip durdu.

Eve geldiklerinde Muhif onları kapıda karşıladı. Olağanüstülüğü hemen fark edip arabanın yanına koştu. Kerem’in arabadan nazikçe Esra’yı çıkarmaya çalıştığını görünce ona fırsat vermeyip kızı kucakladığı gibi merdivenlere yöneldi. Muhif’ten görmeye hiç alışık olmadıkları bu şefkati şaşkınlıkla izleyen Zeynep, başını sallayıp peşlerinden yürüdü.

Muhif, Esra’yı teraslı salondaki kanepeye yatırmış, yastık ve battaniye getirerek onun “Hasta değilim! Gerçekten iyiyim!” söylenmelerine hiç aldırış etmeden kanepede uzanmasını sağlamıştı. Esra’nın rahat olduğuna ikna olunca onları bırakıp mutfağa geçti. Zeynep, koltuğa onun karşısına oturunca Esra titrek bir sesle 

“Ne yapacağım ben şimdi? Bunu, hiç planlamamıştım?” dedi. Gözleri yeniden dolmuş, ağlamak üzereydi. Zeynep şefkatle “Ne kadarlıkmış bebek?”

“10 hafta dedi, doktor. Gerçekten her şey o kadar normaldi ki farkına bile varmadım.” Kerem’in koltukta oturduğunu görünce kızararak başını eğdi. Zeynep ona aldırış etmeden “Biliyorum çok ani oldu ama bir şey düşündün mü? Yani karar verdin mi? Aldıracak mısın?”

“Bilemiyorum…” Yeniden ağlamaya başladı. Kerem, ilk kez konuştu.

“Kararın ne olursa olsun. Birlikte hâlledeceğiz Esra! Sakın üzülme. Biraz kendine zaman ver, Çağatay gelsin konuşun, kararınız ne olursa olsun; ben gerekeni yapacağım tamam mı? Sen sakın üzülme!”

“Çok teşekkür ederim Kerem Bey, size yük olmak istemiyorum. Zaten şimdi bile gelmeme gerek yoktu. İyiyim ben, cidden!”

O sırada kapı açılmış ve Muhif bir tepsiye koyduğu mis kokulu tavuk suyuna şehriyeyi kızarmış ekmekle birlikte Esra’nın kucağına bırakmıştı.

“İç şunu! Hiçbir şeyin kalmaz!”

Zeynep, dayanamayıp kahkahayı patlattı. 

“İlahi bahçe cücesi! Ayol kız, grip değil hamile! Hamile!”

Muhif şaşkınlıkla bir Esra’ya bir Zeynep’e bakarak “Hamile mi? Şu cıvık oğlandan mı?” Zeynep bir kahkaha daha patlattı. “Valla biz öyle biliyoruz ama… Anne adayına sormak lazım!”

Esra yarı utanç yarı öfkeyle “Amirim ayıp oluyor ama!”

“Ayıbı mı kaldı kızım? Yalnız tuttum ben cıvık oğlan lafını!”

Esra kısık bir sesle “Amirim ya, cıvık değil o! Bazen ne yapacağını filan şaşırıyor ama…”

“Tamam, tamam laf etmedik sevgiline! Zaten damlar şimdi. Hadi, sen iç çorbanı!”

Esra çorbasını bitirmiş, uzandığı yerde uykuya dalmıştı. Kerem ve Zeynep, onu rahatsız etmemek için yemeklerini diğer odada yemiş, kahvelerini içiyorlardı ki Çağatay elinde koca bir buket çiçekle geldi. 

Muhif, onun şaşkın ve utangaç hâlini görünce dayanamayıp güldü. “Kız istemeye geldinse kuru çiçekle olmaz! Git çikolatanı da al gel, sonra düşünürüz; kız evi naz evi!” 

Çağatay kıpkırmızı bir yüzle başını kaldırmadan “Amirim rahatsız ediyorum ama ben Esra’yı merak ettim de…” diye bir şeyler geveledi. Zeynep gülerek “Gir hadi, gir! Bakma sen Muhif’e! O insanları kıvrandırmaya bayılır!” 

Çağatay, getirdiği çiçekleri Esra’ya uzatınca bu kez kıpkırmızı olma sırası genç kadındaydı. Gülümseyerek “İlk defa bana çiçek getiriyorsun!” dedi. “ Ya, daha önce alacaktım ama fırsat olmadı!” diye mahcup mahcup cevapladı, genç adam. Zeynep ve Kerem yeni yetmeler gibi utana sıkıla konuşan çifte bakarak gülümsediler. Çağatay, Esra’nın ayakucuna oturup “Nasılsın?” diye sordu.

“İyiyim, yok bir şeyim.”

“Çok korktum Esra ben, ya!”

“Biliyorum canım, üzgünüm!”

“Ya bak, ben düşündüm taşındım ve…”

Ceplerini aranarak ceketinin iç cebinden bir yüzük kutusu çıkardı. Kıpkırmızı bir yüzle 

“Benimle evlenir misin?” diye sordu.

Esra, bir Çağatay’a bir kutunun içindeki yüzüğe bakıp ağlamaya başladı. Zeynep, onların yalnız kalmalarının doğru olacağını düşünüp ayağa kalktı. Kerem’le terasa çıktılar.

Terasın korkuluklarına dayanıp tatlı ilkbahar havasını içine çekti. Ilık rüzgâr yüzüne vuruyordu. Kerem, arkasına geçmiş, ellerini beline dolayıp onu göğsüne dayamıştı. Kulağına eğilerek

“Yakında düğünümüz var anlaşılan!”

“Bilemem ki… Çok ani oldu. Tamam, Çağatay yapması gerekeni yapıyor da Esra ne der, onu bilemem.”

“Bebekleri yolda. Ne diyecek ki?”

“Öyle de olsa sırf çocuk için evlenilmez. Tamam,  seviyorlar birbirlerini ama ikisi de ayaklarının üstünde zor duruyor. İki memur maaşıyla hele bir de bebek, nasıl geçinirler? Gerçekçi bakınca çok kolay değil hayat!”

“ Eninde sonunda zaten olmayacak mıydı?”

“Olacaktı ama ne bileyim para filan biriktirip hazırlık yaparlardı. Bu, çok ani! Yani ben olsam…”

“Hımmmm, demek sen benimle param için evlendin, mi mujer!”

Zeynep hırsla geriye dönerek ateş çıkan gözlerle “Saçmalama Kerem!”

“Şaka yapıyorum, olur mu öyle şey? Gel buraya!”

“Şakasını bile yapma Kerem!”

“Tamam hayatım, tamam! Sustum, kızma! Ama öyle mantık dolu, öyle dümdüz konuştun ki elimde değil hatırlatmak istedim. Biz düşünüp taşınıp mı evlendik? Tamam, sorun belki para değildi ama…”

“Kerem, biz âşık olduk!”

“Onlar da seviyorlar birbirlerini!”

“Biliyorum da ne bileyim yani Esra kızım gibi benim, yanlış bir adım atar diye…”

“Korkuyorsun, biliyorum. Korkma, onlar yalnız değil. Ne karar verirlerse versinler, destekleyeceğim ben onları!”

“Kabul etmezler.”

“Edecekler. Bak, bunu hiç söylemedim sana ama benim özellikle Çağatay’a minnet borcum var ve ben kimseye borçlu kalmam!”

“Minnet borcu mu?”

“Öyle! Senin yaralandığın gün…  Aklım başımdan gitmişti. Hiçbir şey düşünemiyor, sağlam adım adım atamıyordum bile… Tek bildiğim hâlâ yaşadığındı ve ben seni hastaneye götürmek zorundaydım. Çıldırmış gibiydim. Kimseyi duymuyor, kendimi kontrol edemiyordum. Çağatay o gün, kendi üzüntüsünü geriye itip kontrolü eline almasa ve soğukkanlılığını koruyup sağ salim bizi helikoptere kadar getirmese bugün belki ikimiz de yaşamıyorduk.”

Zeynep, Kerem’in o gün yaşadıklarını ilk kez kendi ağzından işitiyordu. Darmadağın olduğunu biliyordu ama şimdi söyledikleri onu can evinden vurmuştu. Bir anlık öfkeyle kalkıştığı bir macera az daha ikisinin de sonu olacaktı. Kerem’in Çağatay’a ne hissettiğini şimdi çok daha net kavrıyordu. Kerem’in başını ellerinin arasına alıp kendine çekti. Dudaklarına uzandı. Kerem’in dudakları onu hiç bekletmeden karşıladı.

Uzun bir öpüşmenin ardından Zeynep, kendini neredeyse zorla geriye çekip “Gidip şu delilere bir bakalım. İki dakika yalnız kaldı mı kavgaya tutuşur bunlar!”

“Pek öyle değil o!”

“Nasıl yani?”

“Eh, sonuçta ortada bir bebek var; yalnız kalınca sadece kavga etmiyorlar demek!”

“Kereeeemmmmmm…” diyerek güldü, Zeynep ve Kerem’in uzattığı elini tutarak onunla birlikte içeri girdi.

Esra, kanepede uzanır gibi oturmuş, Çağatay da onun yanına kanepeye ilişmişti. İçeri girdiklerini fark edince doğrulup kalkmak istedi. Kerem, onun omzuna hafifçe bastırarak oturttuktan sonra karşıdaki koltuğa yerleşti. Zeynep koltuğuna oturur oturmaz “Karar verdiniz mi? Ne yapıyoruz?” diye sordu.

Çağatay net bir tavırla

“Evleniyoruz!” deyince Zeynep’in yüzü Esra’nın parmağındaki yüzüğe takıldı. Genç kadın yüzüğü takmıştı ama hâlâ yüzünde üzüntü bulutları vardı.

“Ne oluyor Esra? İyi misin?”

“İyiyim de amirim… Yani ne bileyim çok ani oldu. Biz, biz nasıl kalkacağız bunun altından bilmiyorum.”

“Bir şekilde hâlledeceğiz yavrum, üzülme sen!”

“Öyle diyorsun da Çağatay, yani bu plansız programsız oldu. Hazırlığımız yok, üstelik…”

Yüzü hafifçe kızardığından başını öne eğip kısık bir sesle “Birikimimiz de yok. Hem evlilik hem bebek… Bilemiyorum ki…”

O ana kadar konuşulanları sessizce dinleyen Kerem, 

“Şimdi beni dinliyorsunuz gençler!”

Odadaki herkesin başı Kerem’e döndü. O sırada Muhif, kahve servisi yapmak üzere içeri girmişti. Herkesin kahvesini verdikten sonra Esra’ya 

“Sana papatya çayı getirdim. Sakinleştirir.”

Esra, utangaç bir gülümsemeyle teşekkür etti. Muhif, her zamankinin aksine odadan çıkmak için acele etmeden elinde tepsiyle kenarda dikiliyordu. Kerem ona dönerek 

“Otur sende!” dedikten sonra Esra ve Çağatay’a bakarak

“Yarın ilk iş gidip nikâh için gün alıyorsunuz. Ondan sonrasına da karışmıyorsunuz. Muhif gerekenleri hâlleder. Esra, nerede ve nasıl bir düğün istediğini Muhif’le konuşursun. “

Çağatay ani bir atakla

“Kerem Bey, asla olmaz! Zaten size çok yük olduk. Biz kendi başımıza hallederiz.”

“Bankadan kredi almış gibi düşün Çağatay! Nasıl olsa yapılacak olan o! Ne gerekiyorsa hâlledeceğiz, sonra kendinizi topladıktan sonra acele etmeden ufak ufak ödersiniz. Şimdi konuşulacak şey bu değil!”

“Ama Kerem Bey…”

“Çağatay, ben seni anlıyorum ama şimdi pratik olma zamanı… Ufak detaylarla oyalanmanın âlemi yok. Büyük ihtimalle kredi için başvuracağın bankalar da benim zaten. Formalitelerle uzatmadan hâllediyoruz işte!”

Çağatay’ın buna verecek cevabı yoktu. Başını öne eğdi. Kerem, konuşmayı sürdürdü.

“Şimdi söyleyeceğime de hiç itiraz istemiyorum. Benim yatırım amaçlı elde tuttuğum dairelerim var. Yarın Muhif, size birkaç tanesini gezdirir; hangisini beğeniyorsanız o sizin düğün hediyeniz.”

Zeynep, bu kadarını beklemiyordu minnet dolu gözlerle baktı Kerem’e. Kocası onun bakışının farkındaydı ama bakışlarını gençlerin üzerinden çekmedi. Çağatay, titreyen ellerini gizlemek için yumruk yaparak

“Kerem Bey, bu olmaz! Gerçekten çok teşekkür ederiz ama bunu kabul edemem ben! Düğün hediyesi dediğiniz bir altın filan olur. Ben bu hediyenin altından kalkamam.”

“Şimdi beni iyi dinle evlat! Ben, yokluğun senin bile tahmin edemeyeceğin çukurlarından geldim. Parasızlık nedir, bilirim. Soğuk bir evde yaşamak, akşama içecek bir çorba bile bulamamak, yırtık bir ayakkabıyla kışı geçirmek nedir, bilirim. Ben bu parayı alın terimle, kimseyi dolandırmadan, çalıp çırpmadan kazandım. Kazanmaya başladığım ilk gün kendime yemin ettim, paranın tutsağı olmayacağıma. Sen bana, hayatta tek gerçek varlığımı, karımı, hediye ettin bir anlamda. O gün sen aklını başına toplayıp yanımda olmasan bugün ne paramın ne benim varlığımın bir anlamı vardı. Senin bana hediye ettiğin şeyin yanında benim sana vermeye çalıştığım şey sadece birkaç taş ve tuğla anladın mı? O yüzden hiç itiraz istemiyorum. İkiniz de bekâr evlerinde yaşıyorsunuz. Oralarda küçük bir çocuğa huzurlu bir yuva verilmez. Siz çok iyi anne ve baba olacaksınız ben sadece o yuvaya bir çatı örüyorum o kadar. Benden bu zevki de esirgemeyin!”

Çağatay, başını çevirip Esra’ya baktığında genç kadının ağlamakta olduğunu gördü. Onun elini avcuna alarak sıktı ve başını öne eğerek “ Ne diyeyim ben, şimdi bilemedim ki!” diye mırıldandı.

“Bir şey deme! Güle güle oturun, bunu da bir daha konuşmayalım. Evi seçin, dayayın döşeyin. Sonra sadece çocuğunuza odaklanın. Esra’nın hiç üzülmemesi, yorulmaması lazım. Muhif size her konuda destek olacaktır. “

O ana kadar sessizce oturan Muhif “Eeeee, bebeyi de düşünmek lazım… Bizimkilerin çoluk çocuk sahibi olacakları yok. Benim de torun kucaklama vaktim geldi. Bunlardan umut yok, sayenizde ben de torun torba sahibi olurum gari. Bebenin doğumu da bana ait. “

Hem Kerem’e hem Esra ve Çağatay’a bakarak “Kimse de ağzını açmasın. İtiraz dinlemem!” 

Zeynep, hem Muhif’in jesti karşısında dolan gözlerini kırpıştırararak sesini zorlukla kontrol edip küçük bir kahkaha attı. “Ayol, kıskandım valla! Muhif’i duyunca benim bile doğurasım geldi!”

“Hadi ordan! Kimi kandırıyorsun? Ben böyle anca el çocuklarına dede olurum işte!”

“Muhif abi biz el mi olduk şimdi?”

“Sözüm sana değil güzel kızım! Laf, bilir gideceği yeri!”

Kerem’in kahkahasına Zeynep’inki karıştı. Esra, ıslak gözlerini silerek

“Ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Anam babam yok, bu dünyada tek başımayım der dururdum ama siz bana ana babadan da fazlasını verdiniz.” Yeniden hıçkırmaya başlamıştı. Zeynep

“Hadi hadi! Ağlayıp durma, hiç çekemem şimdi sizin sulu duygusallığınızı. Zaten başım dertte!”

Onun “Başım dertte!” cümlesi Kerem’i irkiltti. 

“Ne oldu, mi mujer?”

“Ne olacak, ikiniz de düğün hediyesinde çıtayı öyle yükselttiniz ki ben gariban memur maaşımla nasıl yarışırım sizle onu düşünüyorum. Şimdi çeyrek altınla da yırtamayacağız anasını satayım!”

Onun sözleri odadakileri kahkahaya boğdu. Çağatay’ın ve Esra’nın gözlerindeki minneti görmemek için kendini tamamen Zeynep’e odaklayan Kerem

“Hadi mi mujer, biz yukarı çıkalım. Muhif, Esra’ya oda hazırla! Bu akşam burada kalsın. Yolda sarsılmasın. Çağatay sen de sabah gelirsin, Muhif’le çıkarsınız!”

Onlar kalkınca Çağatay, kendinden hiç beklenmeyecek bir tavırla “Çok teşekkür ederiz!”  diyerek Kerem’e sarıldı. Kerem, babacan bir edayla onun sırtına vurarak gülümsedi ve “İyi geceler!” diyerek yürüdü.

Zeynep, salondan çıkınca ellerini Kerem’in beline dolayarak “Bunun benim için anlamını bilmene imkân yok! Söyleyebilecek tek bir sözüm bile yok! Sen benim, dünyada var olduğuna bile inanmadığım insanlardan birisin. Sen kelimenin tam anlamıyla “iyi” bir adamsın Kerem Sayer ve ben sana sahip olduğum için dünyanın en şanslı kadınıyım!” diyerek başını onun göğsüne yasladı. Kerem, onun saçlarını sıyırıp boynuna bir öpücük kondurarak

“Sana verdiğim elması hatırlıyor musun, mi mujer?”

“ O unutulacak şey mi Kerem?”

“ İşte o, madenin derinliklerinde yatarken sadece bir taş parçasıydı. Onu bulup çıkartıp temizleyerek işleyen ve böyle parıldamasını sağlayan biri olmasaydı sonsuza dek taş parçası olarak kalacaktı. Eğer dediğin gibi iyi bir adam olmayı başardıysam sen beni, temizleyip parlattığın ve gün ışığına çıkardığın için, hayatım! Maharet elmasta değil maharet onu işleyip ışıldatan ustada!”

Continua a leggere

Ti piacerà anche

220K 21.3K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
59K 2.7K 24
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
289K 29K 34
Aşk Evliliği Öldürdü 2. Kitap
ALACA Da RuhDoktoru

Narrativa generale

91.8K 7.8K 51
Çok fazla sır biriktirmiştim içimde. Bazı zamanlar güvendiğim renklere fısıldamak istemiştim onları fakat haykırmak varken neden fısıldayayım ki? Ort...