Öyle içime oturdu ki hayat...
Nasıl geçecek bu saatler bilinmez;
Aşkın itirafıyla özgürleşiriz sanarken tutsaklığın romanını yazıyoruz.
Seni bilmem ama benim yüreğim yaralı, en güzel günümde tarifi imkansız bir acıyla savaşıyorum.
Yüreğimin sızısı senken, başka yerde mutlu olacağımı bilsem de gider miyim?
Hayat ışığım senken; başka bir güne doğar mıyım?
Sen benden gitmeseydin ben hiç ağlar mıydım?
Şimdi yoksun, şuan yoksun! Ben yokum sen yoksan.
İçimdeki apansız boşlukla nasıl yaşayacağımı öğret!
Yüreğim bu kadar acırken bana yanmadan yaşamayı öğret!

Masanın üzerindeki kağıtları almış ve boş olana yüreğimden mısralar dökmüştüm, bana yazmak iyi geliyordu. Yazmasam içime biriktiriyordum, sonra canım yoruluyordu. Hayat ağır çekimde ilerliyormuş gibi zaman hiç geçmiyordu. Her şeyi yavaş yavaş seyrediyor, net bir şeyleri kavrayamıyordum.

Televizyonda gördüğüm yoğun bakımlardan farklı bir yerdeydim, etrafımda gencinden yaşlısına en az kişi vardı. Hepsi de hemşirenin bakımına muhtaçtılar. İki dede uyuyordu, bir amca ile teyze de konuşup duruyorlardı ama ikisi de yerinden kalkamıyordu. Diğeri ise genç bir kızdı ve ayakları kırılmıştı, tavandan sarkan bir aletle bacakları yukarıda tutuluyordu. Hemşireler etrafımızda dört dönüyordu ama hiçbirini gözüm tutmamıştı, hepsi de iğneyi çat diye vururum bakışları atıyordu.

Hemşire az önce ben uyurken annemin ve babamın sırayla beni gördüklerini söyledi, onları o kadar çok özlemiştim ki. Aslında rüyamda annemin elimi tutarak ağladığını görmüştüm, belki de o gerçekti. Bilmiyorum yani, o filmlerdeki gibi hiç de dediklerini duymamıştım, yani boşa konuşuyor olmasınlar? Duyduysam da hiç hatırlamıyorum.!

Benim bildiğim televizyonda ki yoğun bakımı tek odalık olur, pencerenin gerisinde de ailen seni izler sen de aileni görebileceğin şekilde pencere olur ama Osmaniye'de ki bir Devlet Hastanesinde bu mümkün mü? Cık, değil! Buna şükür tabii de ne bileyim en azından babamın suretini göreydim, annemin kokusunu içime çekeydim, abime ablama sarılaydım. En önemlisi de birisi Deniz ile ilgili bilgi verseydi!

Deniz nasıldı acaba, uyanık mıydı, canı yanıyor muydu? Beni merak ediyor muydu? En önemlisi de yaşıyor muydu? Bir müddet bekledim, aklımdan çıkmasını bekledim, canımın acısının dinmesini, kalbimdeki sızının geçmesini...

Ne yapmıştı, yaşıyor muydu, yaraları fazla mıydı, canı benim ki kadar yanıyor muydu? Aklımda buna benzer binlerce soru dönüp dolaşıp duruyordu. En çok tekrarladığım soru da: yaşıyor mu? Sonsuza dek uyuması gereken birisi varsa o da bendim. Allahım lütfen ona bir şey olmasın, benim canımı al ama onun canı yerinde dursun.

Kolumun sızısıyla yüzümü buruşturdum. Genç bir hemşire serumuma bir doz şırınga vurup ayrıldı, zaten bu somurtgan hemşireyi hiç sevmemiştim. İnsan bir selam verir! İnsan benimle bir konuşur, bir şey isteyip istemediğimi sorur! Deniz'im hakkında bir bilgi verir!

Hemşireleri oldum olası sevmezdim, hepsi ürkütücü ve iğneleri vururken ağrıtan; çekilecek tüm korku filmlerinin başrol oyuncuları gibi korkunç karakterlerdi. Hepsinin canı nereye istiyorlarsa orayaydı, benden uzak Allaha yakın. Tüylerim tiken tiken olmuş bir şekilde titredim.

Yatmaktan çok sıkılmıştım, ne zaman bu lanet yerden dışarı çıkacaktım? Deniz'i çok merak ediyordum, onun canının yanması beni öldürürdü. Durumu hakkında kimse bir şey dememişti, gerçi ben de kimseyi görmemiştim. Görsem de ne diyeceğimi bilmiyordum. Hemşirelerden korktuğum için onlarla muhatap bile olmamıştım, doktor gelse ona sorardım.

Uzun süre sonra içeri doktor girdi, gülümsüyordu. Bu ben ilk uyandığımda yanımda olan kadındı, gülümsemesi Deniz'in yaşıyor olmasını mı gösteriyordu yoksa her şeyi Deniz'e yoran benim kafam mı böyle uyduruyordu? Vallahi hangi kafayı yaşadığımı ben bile bilmiyorum ama eğer biraz daha burada ondan habersiz yan gelir yatarsam kalp krizinden ölecektim!

KANKAŞK - KALBİME FISILDAWhere stories live. Discover now