Bölüm 1: Yorucu Gün

En başından başla
                                    

"Anlaşılan sen istiyorsun." dedi Arnott gülerek.

Kızı hoş bir kahkahayla karşılık verdi. Bunun üzerine Arnott dolaba yöneldi. tam kapağı açıcakken İsabella araya girdi.

"Bekle bakalım. Ellerini yıkadın mı?"

"Ah, unuttum. Kusura bakma."

"Bu konuda hassas olduğumu biliyorsun, baba." "baba" kısmını abartılı bir tonla söylemişti. Bunun üzerine Arnott gülümsedi. Gülümsüyordu çünkü kızı haklıydı. Bazen kim kime bakıcılık yapıyor hiç belli olmazdı. Hatta bazen değil, hiç olmazdı. Her ne kadar maddi ve manevi olarak kızına bakıyor olsa da kızı da onun bir çok hatasına el atardı. Sabahları geç kaldığında onu uyandırırdı. Bir şey unuttuğunda hep ona hatırlatırdı. Evde işler hep böyle yürürdü. Ama bunlar Arnott'a göre onların ilişkisinin gücünü gösterirdi. Hatta buna emindi. Bir felsefe hocası bu tarz şeylerden kesinlikle anlardı.

Evet, Arnott felsefe hocasıydı. Princeton Üniversite'sinde oldukça sevilen bir hoca olmasına rağmen ünvanından kaynaklı bir ön yargı oluşurdu. Felsefe hocası denince çoğu kişinin aklına anlaşılmaz anlaşılmaz konuşan, asosyal, zamanını kütüphanede harcayan, robota benzeyen bir varlık geliyordu. Oysa o kendisiydi. Oldukça sosyal, bir o kadar genel kültürlüydü ve kendine göre oldukça mantıklı konuşuyordu. Tabi dışarıya da olumlu yansıdığını hissedebiliyordu. Her ne olursa olsun Einstein'ın bir zamanlar çalıştığı üniversitede çalışmak insana elbet bir itibar katardı.

Aklından geçenlerden sıyrıldığında meyveleri meyve sıkacağına koymuştu bile. Çok fazla düşündüğünde adeta ne yaptığını umutuyor, başka bir aleme geçiyordu. Geri döndüğünde ise yine yaptığı işin başında buluyordu kendini. Düşünmek onun için terapiydi aslında. Ancak bazen bu gibi durumlarda işe yaramadığı da oluyordu tabi. Tekrar düşüncelere daldığını fark etmişti ki İsabella konuştu.

"Yine neler düşünüyorsun sen?"

Ani gelen soru karşısında haifi irkildi. Bir saniyeliğine şaşkın bir şekilde baktı ve sonra cevap verdi.

"Belirgin bir şey değil."

İsabella'nın sessizce güldüğünü duydu. Yüzüne tebessüm yerleşti. O sırada da meyve suyunu bitirmişti. Bardaklara koymuştu ki zil çaldı.

"Hah! Pizzacıdır. Ben bakarım." deyip koşarak kapıya gitti İsabella.

Geri döndüğünde pizza kutusunu tezgahın karşısındaki masaya koydu. Babasının ona bakışını görünce gülümsedi.

"Sadece bugüne özel. Dışarıda işlerim vardı."

"Nasıl işler bunlar?"

"Yemekten sonra anlatırım."

"İyi bakalım."

Akşam olmuştu. Hep beraber masayı kurup pizzayı yemeye başladılar. Arnott hazır yemeklere alışık değildi. Genelde yemekleri İsabella ile birlikte yaparlardı. Bugün her ne olduysa İsabella dışarıdan sipariş vermişti. Ancak hoş karşılamalıydı. Doğum günü çocuğunu üzmek istemezdi.

Pizza bitince bir süre birbirlerine baktılar. İkisinin de yüzünde tebessüm vardı. İsabella gülmeye başlayınca Arnott da sırıttı.

"Mutlu yıllar, canım."

"Teşekkür ederim baba."

Arnott kalkıp salondaki paketi aldı. Kızının yanına gelip kadife kapağı açtı. İsabella ayağı kalktı. Mutluydu ama babasının yüzündeki ifade onu garip hissettirmişti. Arkasını dönüp kolyeyi takmasına izin verdi. Dönüp kolyenin ucundaki kapağı açtığında gözleri yaşardı. Bir yanda babasının, diğer yanda ise annesinin resmi vardı. Bir süre annesinin resmine baktı. Uzun kumral saçları aynı annesine çekmişti. Yüzünün yapısı da. Ama annesi kadar güzel görmüyordu kendini. Annesi onun için resmen kusursuzdu. Gözlerindeki yaşlara engel olamadı. Sevgiyle babasına baktı. Kollarını boynuna doladığında daha çok dayanamayıp ağlamaya başladı. Yüzünü babasının omzuna gömüp ağladı sadece.

"Baba bu çok güzel bir hediye." dedi kafasını kaldırırken. Yüzüne bakmadan önce gözlerini sildi. Sonra bakıp gülümsedi.

Arnott da benzer bi gülümsemeyle karşılık verdi.

"Nice yıllara, kızım."

Tekrar sarıldılar.

Ayrılınca İsabella gülümsedi.

"Benim de sana süprizim var."

"Bak sen, neymiş o?"

"Seneye öğretmenliğe başlıyorum!"

"Ciddi misin? Bu harika bir haber!"

"Dahası var. Çalışacağım lise de neresi bil bakalım."

"Neresiymiş?"

"Princeton!"

İşte o an mutluluklarına diyecek yoktu. Hem İsabella çalışmaya başlayacaktı, hem de babasına oldukça yakın olacaktı.

İsabella gördüğü eğitimden sonra fizik öğretmeni olmaya karar vermişti. Princeton gibi iyi bir lisede çalışma hakkını da elbette babasını sayesinde kazanmıştı. Her ne kadar durum öyle olsa da Arnott kızının oraya layık bir öğretmen olacağından emindi.

Günün sonuna doğru pastayı da yedikten sonra oturup sohbet etmeye başladılar. Gün içinde ne yaptıklarından bahsettiler. Konu konuyu açınca bir anda Belinda'dan bahsederken buldular kendilerini.

"Annemi çok özledim baba."

Arnott yavaşça iç çekti.

"Ben de kızım. Ben de çok özledim." bir süre duraksadı. "Düşünüyorum da, ona engel olabilseydim, onu ikna edebilseydim, belki de şuan yanımızda olacaktı."

"Olanlar senin suçun değil baba. Annem öyleydi zaten. Hayatta ikna edemezdin. O yine gidecekti."

"7 yıl oldu İzzy. O olaydan bu yana tam 7 yıl oldu. Acısını hala ilk günkü gibi hissediyorum."

Belinda 7 yıl önce iş görüşmeleri sebebiyle uçak yolculuğuna çıkmıştı. Ancak uçak fırtınaya yakalanıp kaybolmuştu. Yola çıkmadan önce nasıl yalvardığını hatırlıyordu Arnott. Küçüklüğünden beri akrofobisi (yükseklik korkusu) vardı ve bu zamanla aerofobiyi (uçak korkusu) de yanında getirmişti. Hatta 1985'te Belinda ile birlikte konsere giderken ülkenin ayrı uçları olduğu için uçakla gidip gelmişlerdi ve o yolculuklar onun için tam bir kabus niteliğindeydi.

Aerofobisi nedeniyle Belinda'nın o yolculuğa çıkmasını hiç istememişti. Ona ne kadar yalvarsa da engel olamamıştı ve son kez görmüş olmuştu. Son söylediği sözler hala kulaklarında çınlıyordu.

"Her şey yolunda Arnott. Güven bana. Seni seviyorum."

Haberi televizyonda gördüğünde paramparça olduğunu hatırlıyordu. Zaten aerofobisi varken bu olay hepten travma olmuştu. Haftalarca kendine gelememişti. İsabella olmasaydı o haftalar, aylar olabilirdi belki de.

Şefkatle İsabella'ya baktı. Ona çok şey borçluydu. Gülümsedi.

"Ona çok benziyorsun. Özellikle de gözlerin. Elanın bu tonunu ondan başka birinde göreceğimi hiç sanmazdım."

İstemsizce gülümsedi İsabella. Tekrar kolyesinin kapağını açtı. Resimler siyah beyaz olduğundan göz rengi hakkında bir yorum yapamıyordu ama annesini andırdığını kabul ediyordu. Annesini çok severdi. Beraber yürüyüşe çıkar, alışveriş yapar, oturup sohbet eder, birlikte hep güzel vakit geçirirlerdi. Annesi beyaza olan zaafı yüzünden mutlaka yanında beyaz bir cisim bulundururdu. Bu bazen tişört bazen pantalon bazen çanta olurdu. En olmadı takılarından birini beyaz yapardı. Evi beyaz çiçeklerle doldurmuştu. İsabella da annesinin bu alışkanlığını devam ettiriyordu. Her üç ayda bir mutlaka bir beyaz çiçek daha salondaki yerini alırdı. Tıpkı annesi gibi o da yanında mutlaka beyaz bir şey taşırdı. Annesine olan özlemini bu şekilde gideriyordu.

Uzun bir süre sessizlik olunca ikisi de anlamıştı ki artık uyku zamanıydı.

Sessizce etrafı topladılar. Birbirlerine iyi geceler dileyip odalarına ayrıldılar.

Usulca yatağına girdi Arnott ve yatağın yanındaki masayı kendine çekip üstünde duran takvimdeki Haziran ayının ilk gününe bir çizik attı.

ÖRGÜTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin