Kıymetli Beyefendi,

Neşenin manasını yitirdiği bu günlerde, zaman siz neredeyseniz orada akıyor. Burada ise her yeni gün, bir başka hatıra ile sınıyor metanetimi. Yüreğimdeki o tahammül edilmesi güç özlemin karşısında durduğum seneler boyunca, uzakta da olsa orada bir yerlerde nefes aldığınızı bilerek yaşıyordum. Sizi bir kez yitirince bu durumun bir daha tekrarlanmayacağımı sanmıştım lakin beyefendi, birini tamamen kaybetmenin aslında hiçbir umut kalmadığında yaşandığını sizi tekrar bulduğumda anladım. Şimdi ise bize döneceğiniz anı, solmuş alevlerin içinde onu uyandıracak rüzgârları bekleyen kıvılcımlar gibi bekliyorum ve ne kadar büyük bir fırtınanın içinde durduğumuzun artık hiçbir ehemmiyeti yok.

Umutlarım hala benimle, siz de benimle kalın.

Zira beyefendi, hiçbir alevin izi, kalbinizde taşıdığınız sevgiden daha güçlü değil.

Kalemi elimden bırakıp yazdığım bu kısa mektubu babama verirken sözcüklerimin sana ne zaman ulaşacağını düşünüyordum. Sabırsızlığım hoş görülebilirdi fakat yine de sakinliğimi korudum ve yalnızca teşekkür ettim babama. Başını iki yana sallayıp ağır adımlarla odadan çıkışını izledikten sonra ansızın kudretini kaybeden dizlerimi dinleyerek en yakındaki koltuğa oturdum. Kendime bir meşgale bulmanın, babam eve dönene dek beklemeyi benim için biraz da olsa kolaylaştıracağına inanıyordum ancak elim neye uzansa bir şekilde karşımda seni buluyordum. Okumaya çalıştığım kitapta yahut gazetede, bakışlarımın ulaştığı fezada ve de toprakta, tablolarda yaşayan kelebeğin narin kanatlarından ağaç dallarına sığınan rengarenk kuşlara kadar her bir noktada senden parçalar çıkıyordu karşıma. Dinlenmek için tek bir saniye gözlerimi kapatmama dahi müsaade etmiyordu ruhum, umarsızca her bir lahzada seni arıyordu. Bilhassa şömineden yükselen çıtırtıların pencereyi sıyıran uğultulara karıştığı anlarda beni çağıran sesini işittiğim için sıklıkla bu olanaksız düşün efsununa kapılıp etrafıma bakınıyordum ancak hakikat öyle keskin ve zalimdi ki yine hatıralarım teskin ediyordu beni.

Yüzünü unutmaktan korktuğum günler, onu hatırımdan çıkaramadığım gecelere yalnızca aylar içinde dönüşmüşken ve bütün düşük ihtimaller gözlerimde imkansızlığa bürünürken yaptığım gibi bir kez daha anılarıma sarıldım. Ben onların arasında yürürken önderlik etti bana güneş, sonra gündüzü yaktı, geceye külleri kaldı. Ufukta durup bulutlara el salladığında mumların ışığı örttü karanlığı ve sanki kirpiklerime dokunmuş gibi ruhun, ansızın uyandım. Bu gizemli dokunuşun ardından saatin henüz kaç olduğunu bilmeden, üzerimdeki elbiseyi dahi değiştirmeden odamdan çıkıp aşağı indim ve tam da onda babamın dışarıdan henüz döndüğünü öğrendim. Salon kapısında karşılaştığım kız kardeşim kolları arasında huzurla uyuyan kızını beşiğine götürmek üzere merdivenlere yönelmeden hemen önce yüzüne sakin bir gülümseme yerleştirdiği için eşikten geçerken içimde sıkıntı yoktu fakat babamı gördüğüm an yine belirsizlikle dolu bir boşluğun içinde buldum kendimi.

Şöminenin yanındaki koltukta düşünceli bir şekilde otururken ona yaklaştığımı görmediğinden adımlarımı yavaşlatıp "Dönmüşsün," diyerek beceriksiz bir giriş yaptım. Ne söylemem ya da ne sormam gerektiğini bilemeyecek kadar tedirgin hissettiğim için birkaç adım daha atıp öylece durdum ve elinde tuttuğu kâğıt parçasını da ancak o zaman fark edebildim. Bakışları benimkileri bulduğunda parmaklarını gevşetip ayağa kalktı.

"Bu senin," derken elindekini bana uzattı lakin onu hemen alamadım. Babam kaygımı sezmiş olmalı ki yüzündeki ifade daha yumuşak bir hal alırken "Merak etme, haberler kötü değil. Beyefendi henüz şehre dönecek durumda değil fakat bu mektubu senin için yazmış," diye ekledi. Bu cümleler bir nebze de olsa içimi rahatlatmış olabilirdi ancak yine de tam anlamıyla huzurlu sayılamazdım. Bu sebeple gözlerim istemsizce doldu ve ben de kâğıdı babamın elinden hızla aldıktan sonra ona sessizce teşekkür edip tekrar odama döndüm. Kalbinin sıhhatle attığını bilmek büyük bir teselli olsa da bana ulaştırdığın haberlerin kötü olması ihtimali zihnimi karartıyor, bütün bedenime gergin bir titremenin yayılmasına mâni olamıyordum. Hemen tek bir saniyelik mesafede, avucumun tam içinde duruyordu nefesin ancak bana söyleyeceklerinden çekiniyordum. Yine de göğsümün altında yatan o kudretli hasret daha fazla oyalanmama izin vermedi ve sesine açılan o ince kapıyı araladım.

Çanlar ve KuşlarWhere stories live. Discover now