XVII-VI

188 37 23
                                    

Dün akşam burada profilimde küçük bir duyuru paylaşmıştım ancak sanırım gören olmadı ya da görenler de yorum yapmamayı tercih etti. Bu tarz bir duyuruya yanıt almak benim için düşündüğünüzden çok daha önemliydi, o yüzden şayet şimdi bakmak isteyenler olursa diye bir süre daha orada duracak ancak gece olduğunda sileceğim. Diğer yandan bu bölümü paylaşmak bu kadar uzun sürdüğü için üzgünüm, cümleleri yazıp yazıp sildiğim, ekrana baktıkça kaybolduğum zamanlar geçiriyorum ve ancak birkaç satır yazacak gücü kendimde bulabildim. Okuduğunuz için çok teşekkürler.

Son dört.

Sevgiler.

—Ayça.
Instagram: thequenes
Twitter: thequenes
Ask.fm: thequenes





17 Haziran
05.17, akşamüstü.

Günlerdir endişelenmene sebebiyet vermemek adına senden gizlemeye çalıştığım huzursuzluğu bugün daha fazla taşıyamadım içimde ve duygularımı kirpiklerimden serbest bıraktım kardeşini uğurlamak adına birlikte tren istasyonuna gittiğimizde.

Arabadan inmeme yardım ettikten sonra Ayçiçeği'nin mendilini dudaklarına bastırıp eşinin koluna girişini izlerken yüreğim burkulup ciğerlerimi sızlatmaya başladı. Sana tutundum lakin duraksamadım, birkaç yabancı bakışın eşliğinde istasyonun kapısından içeri girerken yüz ifademi sakin tutmaya çalıştım. Yeri kaplayan mermerden yayılan adım sesleriyle birlikte meraklı gözlerin peşimize takılma sebebinin seni tanımış olmaları olduğunu ise kalabalığın arasından sıyrılan yaşlı bir adam elini sallayarak yanımıza geldiğinde anlayabildim ancak.

"Daha önce sorunların savaşa gerek olmadan çözülebileceğini söylemiştiniz efendim!"

Bu cümlenin üzerine duraksadığımızda önce senin ardından benim gözlerimin içine bakıp "Fakat bugün oğlumu, tek çocuğumu savaşa gönderiyorum ve hatta belki de ölüme," diye ekledi. Karnımın üzerindeki avucum istemsizce tenime biraz daha yaklaşmıştı, diğer yandan gözlerinle hareketlerin tam aksini söylese de sana dokunduğum için bütün gerginliğini hissedebiliyordum. Adını sorduğun adama elini uzatıp onu teskin etmeye ve ona bir nebze de olsa umut telkin etmeye çalışırken sesini duyup etrafımızı sarmaya başladı diğer insanlar ve böylelikle söylenenler yalnızca üçümüz arasında kalmaktan çıkıp bütün istasyona yayılır oldu bir anda.

Saatlerce burada durup herkesi tek tek dinlemek istediğini biliyordum fakat istasyonun diğer tarafında yankılanan sesler trenin geldiğini haber verince gitmemiz gerektiğini fark edip konuşmanı kısa kestin. En içten şekilde vedalaştın yaşlı adamla, bakışları karnıma doğru usulca kayarken buruk bir gülümsemeyle uğurladı bizi. Fısıltılara göre çok sürmeyecekti bu harp, cepheler dolduğu gibi tekrar sessizliğe bürünecekti. Bu sene yazı unutup iki kere kışı görecektik ancak bir mevsim daha geçmeden kavuşacaktı herkes birbirine.

En azından herkesin ümitleri bunun için yükseliyordu göğe.

Binadan çıktığımızda rayların kenarında, yaklaşan trenin gürültüsü altında birbirine sıkıca sarılmış duran kardeşin ile Ayçiçeği, bütün bu karmaşanın içinde sisin çöktüğü bir fırtınanın ortasına doğan güneş gibi parıldıyordu. Her şeyden bihaber olan oğulları burada değildi, kardeşin onunla bilhassa evde vedalaşmak istemişti zira bu şekilde ona herhangi bir açıklama yapmak durumunda kalmayacaklardı. Birkaç gün sonra babasının nerede olduğunu sorduğunda ise alelade bir bahane ile soruları geçiştirilecek, her türlü gazete ile mektuptan uzak tutulacaktı.

Çanlar ve KuşlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin