VII-IV

220 43 83
                                    

7 Nisan
09.38, sabah.

Yüzbaşı'yı gördüğümüz akşam onu eve getirdikten sonra, misafir odasında yanı başında beklerken uyuyakalmış, ertesi sabah uyandığımda boş bir yatak ve bütün evi kaplayan rahatsız edici bir sessizlikle karşılaşmıştım. Yüzbaşı evde yahut bahçede değildi ve ardında tek bir satır bile bırakmadan öylece gitmişti.

Kendine zarar vereceği ya da çoktan vermiş olabileceğini düşünerek koşarak odamıza, yanına geldim. Seni aynanın karşısında gömleğinin düğmelerini iliklerken bulduğumda yansımadan telaş içindeki halime bakıp kaşlarını çatarak bana döndün. "Ne oldu?" diye sorduğunda ne diyeceğimi bilemedim çünkü söylenecek pek bir şey yoktu.

"Gitmiş," diye mırıldandım yalnızca ve göğsümün üzerinde duran ellerimi bıraktım iki yana. Düşünceli bir ifadeyle yanıma geldin, önce çeneme dokundu ellerin, sonra yanaklarıma. "Sakın kötü ihtimaller getirme aklına, biliyorum, endişen kalbini doldurunca zihnin karanlık bir bataklığa sürüklüyor seni ya da sonu olmayan bir uçuruma," derken avuçların omuzlarımdan bileklerime kaydı. Saçlarımdan öptün, ılık bir rüzgâr doldu ruhuma.

O sabahtan sonra Yüzbaşı'dan gelecek herhangi bir haberi bekler oldum, mektupları karıştırıp sokaklarda onun yüzünü aradım günler boyunca. Aslında hiçbir şey söylemeden, ardında tek bir iz dahi bırakmadan gittiği için ona o kadar öfkeliydim ki bu kadar çok çabalamanın ne kadar doğru olduğunu düşünmüştüm bir gece lakin kalbim bu düşüncelerin üzerini örtüp kendi sesini yükselttiğinde onu ararken geçirdiğim zamanın boşa olmadığını kabullendi zihnim de.

Şöminenin yanında oturmuş kitap okurken ansızın dağılan düşüncelerim beni alevlerin suretine bakmaya zorladığında o kızıl renklerin içinde Yüzbaşı'nın çehresi dalgalanıyor, bir an için gülümserken sonraki saniyede ağlıyordu. Kapı çaldığında onun geldiğini sanıp rahat bir nefes alıyor, karşımda annemi, kız kardeşimi veya Kuşların Şairi'ni bulduğumda yine engel olamadığım bir şekilde hüsrana uğruyordum.

Günler geçip giderken neşemin bir kısmını kaybettiğim, bakışlarımdaki heyecanı yitirip benliğimi ani bir şekilde dinginliğe teslim ettiğim su götürmez bir hakikatti lakin bana kırgın değildin. Birlikte bahçedeki ağaçların altında oturup göğü saran yıldızları izlerken başımı omzuna yaslayıp saçlarımı okşadığın, başım göğsüne düştüğünde sakince atan kalp atışlarını dinlerken bana huzur veren bir sesle duygularını paylaştığın, tek bir bakışınla beni anladığın, elin elime değdiğinde aslında ruhunu ruhuma doladığın için biliyordum bana kırılmadığını. Daha çok kaygılanmıştın kendimi bunca üzdüğümü gördüğünde, hiddetliydin kendimi böylesine hırpaladığım için de. Üzülmene sebepti hislerim ve bu yüzden gün içinde defalarca kızıyordum kendime. Yine de durduramıyordum düşüncelerimi, yaptıklarımla söylediklerim için mahkemelere çıkarıyordum kendimi ve her defasında urganlar geçiriyordum kalbime, zihnim bağlıyordu yüzlerce ilmeği.

"Her neredeyse onu bulup buraya getireceğim ve yüreğinin sancısını dindireceğim," dediğin gecenin sabahında erkenden evden ayrıldığın için kahvaltı masasında tek başımaydım. İştahım yoktu fakat kendimi zorlayarak çay içmeye karar verdiğim sırada kapı çalındı ve görevlilerden biri elinde ince bir kâğıt parçasıyla içeri girdi. Onu elime alıp üzerine baktığımda aceleyle mühürlendiği belli olan mektubun üzerinde hiçbir isim olmadığını gördüm ancak yine de bir tahminim vardı. Mührü kırıp kâğıdı araladığımda ise köşeye yakın bir noktayı kaplayan mürekkep de beni doğruladı.

Habersizce gidip seni merak içinde bıraktığım için beni affet lakin sana verdiğim sözü tutmadan rahat bir nefes alabilmem mümkün olmayacaktı. Şimdi sözümü tuttum ve celladını buldum. Aşağıda tarifi yazan evde seni bekliyoruz.

Çanlar ve KuşlarWhere stories live. Discover now