X-X

164 29 9
                                    

10 Ekim
06.25, akşam.

Her nefeste bir günü tüketmişiz gibi hızla geçti zaman, mevsim bile değişti. Güneş nasıl kaçıyorsa bizden şimdi, umutlarımız da karanlık gecelerin içinde kaybolup gitti. Farkındayım bütün değişimlerin, herkes bakışlarındaki ışıltıyı kaybetti.

Artık bir tek sen direniyorsun belki. Yorulur da düşersin diye kapının ardında korkuyla bekliyorum seni, bazen ise bu yüzden ansızın meclisin kapısında buluyorum kendimi. Doğuma kısa bir zaman kaldığını tahmin ettiğimiz için dışarı çıkıp yorulmamı istemediğini, sokaklarda büyüyen eylemler sırasında zarar görmemden endişe ettiğin için evde kalmamı defalarca rica ettiğini biliyorum fakat sen de anla beni, o duvarlar arasında boğuluyorum.

Sabahları beni erkenden uyandırıyor kuşlar lakin ne için? Gözlerimi açıyorum ancak hiçbir yer aydınlık değil. Her gün taze kır çiçekleri bırakıyorlar baş ucumdaki vazoya fakat onlar bile canlı değil. Yaptığımız gezintiler sırasında kenarına gittiğimiz gölün suyu bulanık görünüyor artık, içine kimlerin göz yaşı düşmüş, kaç ruhun acısı dökülmüş, belli değil.

Yazamıyorum eskisi gibi zira mürekkep bulaşmış parmak uçlarım acıyor. Zihnime yapışıp kalmış çirkin olasılıkları uzaklaştırmak adına kitap okumaya çalışıyorum kimi vakitler ve tam işe yaradığını düşünecek oluyorum ki başka bir buhran rüzgârı kapımı çalıyor. Sokaklarda yükselen sesler arttıkça ateşimin yükseldiğini hissediyorum fakat bunun da kabuslarımda etrafımı saran alevler gibi sahte olduğunu şöminenin karşısında ellerim buz kesmeye başladığında anlıyorum. Tek bir sözcük dahi söylemesem de bakışlarımdaki aynadan okuyorsun ruhumu, ancak kollarının arasına sığındığımda bir nebze de olsa huzur buluyorum.

Son haftalarda yüreğimin şahit olduğu tek iyi his bu ve onu da bugün yitirmeye başladım.

Öğlen saatlerine doğru sen meclise gitmek üzere hazırlanırken salonda Ayçiçeği ile birlikte oturuyorduk ki şehir merkezindeki hastaneden bir pusula geldi. Ayçiçeği titreyen elleriyle tuttuğu satırları bize okurken kardeşinin yaralı bir şekilde getirildiğini ve tedavisinin devam ettiğini öğrendik. Bunun üzerine birlikte derhal evden ayrıldık fakat Ayçiçeği o kadar muazzam bir panik içindeydi ve onu teskin edip sakinleştirmek öylesine güçtü ki yol hatırımda olandan çok daha uzun sürdü.

Cepheden dönmüş, şehir merkezine doğru ilerleyen bazı birliklerin yanından geçtikten sonra en nihayetinde hastanenin bahçesine girdiğimizde derin bir nefes aldım. Cılız bir mum gibi titredi soluğum dudaklarımın köşesinden geçip gidince ancak sıcak olmaktan çok uzaktı. Bir an önce eşini görmek isteyen Ayçiçeği sabırsızlıkla aracın tam olarak durmasını dahi beklemeden dışarı çıkınca onu tutan üşüyen ellerim de boşluğa düşüp eteğimin kıvrımlarına sığındı. Ona yetişemeyeceğimi bildiğim için geride kaldım ve sen de hızlı adımlarla onun peşinden gittin.

Barizdi ki savaştan dönen yakınlarının burada olduğu havadisini alan tek aile biz değildik, hastanenin girişi ve koridorları ziyadesiyle kalabalık olduğu için ağlayan, dualar eden yahut herhangi bir bilgi alabilmek için odalar arasında koşturup duran insanlar arasında ilerlemekte zorlanıyordum. Öyle ki doğru odayı bulmam, birinci katta ve merdivenlere yakın olmasına rağmen dakikalarımı aldı.

İçeri girdiğimde kardeşinin gözleri kapalıydı ve Ayçiçeği de yastığının hemen yanına yaslamıştı başını. Sessizlik içindeydi lakin ağladığını biliyordum, karnıma sancılar girse de yürüyüp senin yanına geldiğimde eşine seslenip kısık bir sesle "Uyan sevgilim," dediğini duydum sadece. Kolunu tutup gözlerime dolan buğuyu dağıtmak adına dişlerimi sıktım, gerginliğimi sezince nazikçe sardın belimi ve biraz daha güvende olduğuma inandırdım kendimi.

Çanlar ve KuşlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin