26. Bölüm

1.2K 112 103
                                    

Bir kaç saat sonrasından yine merhaba! Çok sıkıntılı bir yerde bıraktığımın farkındayım o yüzden hiç bekletmeden yeni bir bölüm daha yayınlayacağım. 

Uzun süredir yazmadığımdan pek odaklanamıyorum ve yanlışlarım olduğunu biliyorum. Lütfen yanlışlarımı gördükçe bana bunu belirtin ki daha iyisini yapmak için çabalayayım. Umarım seveceğiniz bir bölüm olur, iyi okumalar güzel okuyucularım.

Açılan kapı sesiyle gözlerimi tavandan çekip kapıya doğru çevirdim. Gözünde yaşlarla çıkıp gitmişti Bay Jeon o sert sözlerimden sonra. Gitmemesini söyleyememiştim. Dahası ilk kez önüme engel konduğu için değil gerçekten gitmesini istediğim için yapamamıştım. Delirecek gibi hissediyordum. Sanki tüm aklım bir ipliğe bağlıydı ve düşürdüğüm çerçeve ellerimden kayarken o ipliği de kesmişti. Aklımı kaybetmiş gibiydim. Bir yanım dehşete, bir yanım ise ölümcül bir boşluğa düşmüş gibiydi. Sanki bir kara deliğin içinde yuvarlanıyordum. Çıkış yolu yoktu. Hiç bir şey yoktu. 

İçimdeki Haneul bana gözlerini devirerek baktı. 

'Sana ne zaman çıkış yolu verdiler ki?'

Düşüncelerimi uzaklaştırmak için kafamı iki yana sakince salladım. Namjoon kapının hemen girişinde durmuş gözlerini tedirginlikle üzerimde gezdiriyordu. Sanki ters bir tepki verip vermeyeceğimi ölçüyor gibiydi. Onu da hatırlıyordum. O arkadaş grubunun içindeydi. Saf Haneul, saf!

Gözlerimi tekrar tavana çevirdim. Bir an önce bu cehennemden çıkmalıydım, yataktan burnuma gelen Bay Jeon'un yoğun kokusu acımı sadece yeniden yaratıyordu. Onunla uçmak istemiştim, kanatlarım daha uçmadan kopartılmıştı. Sanki bileklerime yosunlar bulaşmış, beni durmadan aşağı çekiyor gibiydi. Ben  ise boğuluyordum. Tek suçlu bendim, insanları sevdiğim zaman onlara güvenebileceğimi sanıyordum. Sevginin insanları iyileştirdiğini düşünüyordum. Aptaldım, toydum. 

Ayak bileğime dokunan el ile irkildim. Başımı o tarafa çevirdiğimde ayağımın altını buruşmuş bir surat ile inceleyen Namjoon'u gördüm.

"Tamam, sakin ol." dediğinde sesinin tonundan ayağımın durumunu az biraz anlamıştım. Gerçekten kötü görünüyor olmalıydı.

"Nasıl yaptın bunu? Tanrım, gerçekten biraz acıyacak Haneul." 

Konuşma çabasına gülümsedim. Cidden sesimi çıkaracağımı mı sanıyordu? Her şey yok olmuşken boktan bir ayak yarasına mı yanacaktım? Hayatta ne zaman bir acıyla savaşsam ve yok mu daha fazlası ben bunu yeniyorum desem daha büyüğü geliyor gibiydi.

 Hayat, ben yıkıldım. Artık durabilirsin zafer senin.

Ayağıma pansuman yapan Namjoon'un işi bittiğinde derin bir nefes aldığını duydum. Sıkıntılı bir iç çekme ise arkasından gelmişti. 

"Ayağının üstüne bir süre basma." 

Başımı söylediğini onaylarcasına salladım. Bassam bile ne önemi vardı ki? Artık gitsin istiyordum. Ses duymak istemiyordum. Sessizliğin içinde kendi kendime kahrolmak , yanmak istiyordum. Bay Jeon'a aşık olup bu ateşte yanmayı isteyen bendim. Ne oluyorsa hepsini hak etmiştim. Kendimi bir halt sanmıştım. Aşkı hak ettiğimi zannetmiştim. Ama Tanrı aşkına ben kimdim ki aşkı hak edecektim?

"Haneul zorlandığını biliyorum ama onu dinlemelisin. Açıklama yapmasına izin ver. Sadece seni kurtarmaya çalışıyor." 

Gözlerimi tavandan onun yüzüne çevirdim. Suratında uzun süredir kimsede görmediğim bir ifadeyi görmüştüm. Acıma. Bana acıyordu. Hoş zaten acınacak halde olan yine bendim. Kendi kendime acıyorken onun bana karşı duyduğu acımaya kızmam yersiz olurdu.

Jeon JungkookWhere stories live. Discover now