Dokuzuncu Bölüm-Üçüncü Kısım

49.5K 2K 123
                                    

"Abdi Çetiner öldü."

Kabil koltuğunda doğruldu. Kulağına yakın tuttuğu telefona inanmayarak baktı. Bu görevi İzmarit'e verirken nedense onun bu işi yapamayacağına inanmış olmalıydı, zira verilen habere tepkisi önce şaşırmak oldu. Ardından güldü. Kendini zorlayarak kahkaha bile attı. Habere memnun olduğunu söyleyemezdi. Hayır, sevinemiyordu. Emri yerine getirildiği için tatmin değildi. Abdi ölmüştü. En yakın arkadaşının ona emanet ettiği oğlu ölmüştü. Yıllarca onun suçunu üstlendiği için ıslah evinde yatan o çocuk artık yoktu. Kanından olan küçük bir kızı gözü kapalı emanet ettiği o iri adam yaşamıyordu.

Soluğunu bıraktı. Ağrıyan kalbini ovdu.

"Eğer ben bir itsem, benim sahibim de sensin Kabil! Benim arabama konulmuş bomba aslında senin arabana yerleştirilmiş sayılır! Ölmemi emrediyorsan, ölürüm. Bana sonsuz sadakat öğretildi, bana nasıl köpeklik edilir inan bana en iyi şekilde öğretildi. Sen uğrunda canımı verebileceğim biri değilsin, ama istediğin buysa ölürüm."

Bu kadar kolay olduğuna inanamıyordu. Ölmüş olanın tecrübesiz bir hayta olması gerekiyordu. Ölüm haberini verenin İzmarit değil Abdi olması gerekiyordu.

Duyduklarına inanmayı reddetti. Fazla kolay bir cinayet olmuştu. Tamam, Abdi İzmarit'e güvenmiş olabilirdi, hatta İzmarit'i yetiştiren de o olabilirdi, ancak bütün bunlar iri adamın bu kadar kolayca teslim olup ölmesini açıklayamıyordu. Üstelik İzmarit'i izlemesi için gönderdiği adamlardan haber alamamıştı. Eğer İzmarit gerçekten Abdi'yi temizlemiş olsaydı, bu haberi İzmarit'ten önce onlardan alırdı.

Aklındaki şüphe tohumlarına rağmen bozuntuya vermeden, telefondaki adamı övgüye boğan memnuniyet dolu bir sesle bağırdı, "Sen çocuk, sen bana benziyorsun."

"Birkaç gün izin istiyorum."

Kabil koltuğuna yaslandı. Genç adamın duygularını ele vermeyen sesi kulaklarına doldukça alayla gülesi geliyordu. Eğer gerçekten Abdi'yi öldürmüşse birkaç gün uzaklaşmak ona hiçbir şeyi unutturmayacaktı. O dostunu öldürmüştü. Kabil'in günahıyla mukayese edilemese de onun günahı da yeterince büyüktü.

"İstediğin zaman aramıza dönebilirsin İzmarit. Döndüğünde seni büyük bir ödül bekliyor olacak."

"Kapatıyorum." diye kestirip attı adam. Kabil tam telefonu kulağından uzaklaştıracakken adam bir şey hatırladığını belirterek seslendi."Bu arada... peşime taktığın adamları da ağabeyimin arkasından gönderdim Kabil, onu yalnız başına gönderemezdim."

Yaşlı adam adeta küçük bir çocuk gibi kıkırdadı. Yapmış mıydı gerçekten? Berbat hissediyordu. Bu itirafı yaparak İzmarit, Kabil'İn şüphelerine o an için sünger çekmişti. Lanet çocuk, gerçekten dostunu sırtından vurmuştu. "İyi yapmışsın." dedi keyifle.

*****

Bora, doktorun yaptığı sakinleştirici iğneyle uykuya dalan kadına içi giderek baktı. Yatağın kenarına yatağı sarsmamaya çalışarak oturup kadının ıslak yanaklarına dokundu. Son bir kaç saat içinde gördükleri onu da çok etkilemişti. Hazer'in bu kadar kendini harap etmesini engelleyebilme imkanı varken bunu yapamıyor olmak onu öfkelendiriyordu. Şaşırıyordu da. Hazer'in Abdi'yi sevdiğini biliyordu, kadın bunu ondan gizlememişti de. Ancak Hazer'in gösterdiği sevginin buz dağının sadece görünen kısmı olduğunu görebiliyordu. Hazer Abdi'ye sandığından daha çok değer veriyordu.

Kudret hanımın anlattığı kadarıyla Hazer haberi görünce hemen telefonuna koşmuş ve ağlayarak Abdi Çetiner'i aramıştı. Sabırsız bir şekilde aramasının cevaplanmasını beklerken haberde çıkan cesedi görünce telefon elinden düşmüş ve kendini kaybetmişti. Hazer'in umutsuzca kendisine yalvardığını hatırlayınca yumruğu sıktı. Yerinden kalktı ve ses çıkarmamaya özen göstererek odadan çıktı. Kendi odasına gidip sıkıntıyla telefonu bıraktığı yerden aldı ve Eşref'i aradı.

Kızıl AyazWhere stories live. Discover now