Altıncı Bölüm-Üçüncü Kısım

46.9K 2.1K 239
                                    

Hazer sessizce odasından çıktı. Alpay'ı yeni uyutmuştu. Alışmıştı ona oğlu, hemen kabullenmişti. Mesela Hazer kollarını uzatınca hemen o da küçük kollarını boynuna doluyor ve sımsıkı sarılıyordu. O bir yere gittiğinde emekleyerek peşinden gidiyor ve onu kucağına alması için ayaklarına yapışıyordu.

Elinde unuttuğu oyuncağa bakıp iç geçirdi. Şimdi içeriye girip yerine bırakamazdı. Başını kaldırınca Kabil'in dışarı çıktığını gördü.

"Nereye böyle?" Ona neydi ki? Ah, ağzından bir anda fırlamıştı bu soru.

"Bursa'ya gidiyorum!"

"Bütün şirketlerin ellerinden kayıp gitti, Kabil! Artık orada bir işin olmadığını düşünüyorum!"

Kabil bostonunu yere vurdu ve Hazer'in irkilmesini sağlayan bir ses çıkarttı. "Sana hesap mı vermemi istiyorsun? "

Hazer hüzünle güldü. Elinde Alpay'ın oyuncağıyla öylece baktı Kabil'e. Kabil'in tuhaf bakışları altında kısık sesiyle konuştu."Bana bütün bunları niye yaptığını çok iyi biliyorum!"

Kabil şaşırdı bu sözlerine. "Neden yapıyormuşum?"

Hazer başını kaldırdı. "Önce sen benim sorularımı cevaplayacaksın." Kabil'in odasından çıkan, ellerinde bavullar olan adamları görünce kaşları çatıldı. Kabil daha önce Bursa'ya giderken hiç yanına eşyalarını almamıştı.

"Geri dönmeyeceksin değil mi?"

Adam sadece başını salladı. Hazer kendini tuhaf hissediyordu, bu Kabil'i son görüşü olabilirdi. Dişlerini sıktı.

"İşler o kadar kötü mü?"

Adam sesini çıkarmadı. Onun yorgun yüzüne bakarken Hazer düşünüyordu; Kabil'e hayatından geriye ne kalmıştı? Yılları insanları kırarak, üzerek geçmişti. Öldürmüş ve çoğu hayatı yarım bırakmıştı. Ondan geriye onlarca vahşet ve yitik ezgiler eşliğinde yarım bir aşk hikayesinden başka bir şey kalmamıştı.

Gözleri doldu. Adamın gözlerindeki bakışı tanıyordu, daha önce Tansel'de de görmüştü bu kaybolmuş bakışları. İhtiyar yolun sonuna gelmiş ve bulunduğu durumun idrakına varmıştı. Sonuna kadar gidecekti. Ölüme bile dimdik gidecekti...

Arkasını döndü Hazer, tam gidecekti ki aniden arkasını döndü ve korkusuzca yaşlı adamın yüzüne baktı.

"Çektiğim acıları neden reva gördün bana? Ailemi katleden sensin ama günahına rağmen beni evlat edinen de sensin? Yıllarca seni anlamaya çalıştım... Kardeşin senin olanı çalmıştı, annemle evlenmişti. Ve annem seni terk etmişti. Onu çok sevdiğin için onu bağışlaman zordu. Onlara yaptığın affedilemez ama yine de bir bahane öne sürebilirsin. Fakat benden nefret ediyorsun, Kabil. Ben neyin diyetini ödüyorum yıllardır?" Durdu. Yaşlı adamın parıldayan gözlerine baktı. Ağlayacak mıydı? Yaşlı tilki duygulanmış mıydı? Lanet olsun! Ona da gözlerindeki akmayan yaşlara da lanet olsun!

"Kasanda sakladığın şu raporlar yüzünden mi benden nefret ediyorsun? Bu gerçek sana ağır mı geliyor Kabil? Ben bile... ben bile kabul etmişken sen bana kötü davranarak bu gerçeği inkar mı ediyorsun?"

Adam şaşkınlıkla başını geriye attı. Bu soruları beklemiyor olmalıydı. Başını eğdi ve sessizce güldü. "Seni küçük Aptal! Yıllarca kendini nasıl da kandırmışsın!"

Onun gülmesi kadını çileden çıkarıyordu. Hırsla bağırdı, "Bana açıkla o zaman! Bu işkenceyi açıkla bana! Belki o kararmış ruhun da huzur bulur böylelikle!"

"Bunu açıklamamı mı bekliyorsun? Ben akrebim sevgili kızım. Bizlerin tabiatı bu, ne kadar durulmak istesekte kanımızda zehir var, sokmadan, acıtmadan, öldürmeden duramıyoruz!"

Kızıl AyazOù les histoires vivent. Découvrez maintenant