Dokuzuncu Bölüm-Beşinci Kısım

24.3K 1.1K 53
                                    



Ertesi gün her şey Hazer için daha zordu. Bora onun istediğini yerine getirmiş ve Abdi için bir cenaze töreni düzenlemişti. Hazer için, Abdi'yi toprağa verilirken izlemek, imamın onu uğurlamak için ettiği duaları dinlemek çok zordu. Bora'nın ailesi, İzmarit ve Hazer dışında kimse orada yoktu. Tedirginlikle Kabil'in bir yerlerden çıkacağını düşünmüştü ama neyseki düşündüğü başına gelmedi. Ölülerin olduğu yerde toplanmış bir avuç insanlardı. Gülümsedi. İyilik yaptığı insanlar Abdi'nin kimliğini hiçbir zaman öğrenememişti. Bilselerdi... gelirlerdi. Bakışlarını kaldırıp mezar taşında yazılanları okudu. Abdullah Çetiner ismini görünce gözlerini kaçırdı.

"Kimlikte yazan isminden niye bu kadar nefret ediyorsun?"

"Nefret etmiyorum. Sadece hak etmediğimi düşünüyorum."

"Anlamıyorum. Abdullah'ı hak etmemek için ne yaptın?"

"Adımın anlamı Allahın kulu demek. Ve ben Allah'a kulluk edene kadar ne kadar şerefsiz varsa ona kulluk ettim. Babam da hiç bana böyle seslenmezdi zaten. Bu ismi anneannem koymuş. Rahmetli, dini bütün bir kadındı. İsmimi koyarken, benim eli kanlı bir katil olacağımı hesap edemedi."

"Her ne kadar aksini iddia etsen de, sen çok güzel bir insansın Abdi. Bunu Allah da biliyor."

Abdi içten bir şekilde güldü ve bu konuşmaya noktayı koydu, "Allah'ın hakkımda bildiklerini bilseydin bu kadar emin konuşmazdın."

Mezardan gözlerini ayırıp, mezar taşının arkasındaki büyük servi ağacına baktı. Bora onun ricasını kırmamıştı. Dolu gözleriyle rahat bir nefes aldı. Ona çelenk yaptırmamıştı, çiçek almamıştı. Ona servi ağacı hediye etmişti; yaz kış yanında kalacak sadık bir ağaç...

Saat ayrılık vaktini gösterdiğinde Hazer'in içinde çığlıklar içinde çirkin kuşlar havalandı. İçi sokak lambalarının kırık olduğu o ıssız sokaklara benziyordu. Issız sokağındaki o karanlık Hazer'i titretiyordu. Gitmek istemiyordu, fakat bunu nasıl diyeceğini bilemiyordu. Bora onu bırakmazdı, Hazer ne kadar diretirse diretsin... Yine de yalvaran bakışlarını adama yöneltti.

"Bora..."

Adam kadının bakışlarını görünce ne isteyeceğini hemen anladı ve şiddetle karşı çıktı. "Hayır, Hazer."

"Tek başına kalacak Bora. Sanki onunla hiç yaşamamışım gibi, ona sırtımı dönüp gidemem."

"O gitmek zorundaydı ve gitti. Sen hala yaşıyorsun. Onunla ölmen gerektiğini sana kimse söyleyemez." diye fısıldadı.

"Ama acıyan kalbim arada bir kulağıma fısıldıyor. Ölmek istemez misin diyor. Mevsim kış, üşüyorum. Üzerimde kaşe ceketim, altında kazak var. Ben bu kadar üşürken..."

"Hazer, senin bırakıp gittiğin Abdi değil. Bırakmaya korktuğun adam bu toprağın altında değil."

Bora'nın ne demeye çalıştığını anlıyordu. Anlıyordu ancak yüreğine söz geçiremiyordu. Elbetteki beden ruhun kabuğuydu. Ruh olmadan beden bir hiçti. Ama yine de başını koyduğu dost omzu, saçını okşayan şefkatli elleri ruhsuz diyerek terk etmek Hazer için kolay değildi. Sevdiği adam karşısında sert bakışlarıyla dururken Hazer mezara bir kere bile dönüp bakmadan yürüdü. Ayakları erimiş karla çamurlaşan yola bata çıka ilerledi. Hazer dimdik bir şekilde mezarlıktan çıkıp arabaya gelince tutmakta olduğu nefesini bıraktı. Bora arabanın anahtarıyla tüm kapıları açınca hemen ön koltuğa oturdu, kemerini bağladı.

Genç adam sessizce direksiyonun başına geçip arabayı çalıştırırken dönüp ona bakmadı. Hazer derinden soluklar alıyor, giden arabayı durdurma isteğine gem vurmaya çalışıyordu.

Kızıl AyazWhere stories live. Discover now