Birinci Bölüm-Birinci Kısım

193K 3.7K 202
                                    

Duyduğu ayak sesleriyle ardına bakmadan elini kapının olduğu tarafa doğru sallayıp seslerin sahibini yanına çağırdı. Bıkkınlıkla iç geçirirken atölyenin her bir köşesine işlemiş vernik kokusu burnuna nüfuz etti. Abdi yanına vardığında ona göz ucuyla bakıp işine geri döndü. Onun gelmesiyle sanki kırılmış kanatlarına güç gelmiş, kendini zinde hissetmeye başlamıştı. Hazer eğer konuşmazsa, Abdi'nin asla ilk konuşan olmayacağını bildiğinden başını kaldırıp onu süzdü. Kan çanağına dönmüş kahve gözleri günün zor geçtiğinin habercisiydi. Üstelik üzerindeki barut kokusuna fazlasıyla aşinaydı, yıkanmış ellerinin çok değil birkaç saat önce kana bulandığını biliyordu. Yorgun olduğunu fakat Hazer'e güçlü görünmeye çalıştığını görebiliyordu. Şikayetçi değildi. Onu yıkılmış bir şekilde görmek kadını daha çok yıkardı.

Onu tartan bakışlarını yakalayan adam, işinin bitip bitmediğini sordu. O bu kadar yorgunken olumsuz cevap veremezdi. Yavaşça fırçayı sehpanın üzerine bıraktı ve günlerdir çalıştığı tabloya bakmak için birkaç adım geriledi. Bir yandan da bezle ellerini siliyordu. Bu da yeni merakıydı. Daha önceki yıkımlarının ardından golf oynamak, binicilik gibi yenilikler katmıştı hayatına. Şimdi de resim yapıyordu. Gecesini gününe katarak resim yapıyordu. Yapmakta olduğu kadın potresine arkadaşının boş bakışlar attığını fark edince sırıttı. Abdi Çetiner'in her defasında tablolarına yaptığı yorumları duymak için kendini hazırladı.

Abdi resme nerden bakarsa baksın bir anlam verememiş olmalıydı. Daha fazla dayanamayıp ona fikrini sorunca, "Bir kadın" diyebildi adam. Bu cevaba gülmekten başka karşılık vermesi güçtü. Bir kadın olduğunu o da biliyordu, ama tablo onun nazarında sıfatlarından sıyrılmış öylesine bir kadın değildi. Kadının dik omuzlarını ve mağrur bakışlarını resmettikçe kendine takat aşılamıştı. Bu detayları Abdi'nin de gördüğüne emindi, ancak resmi yorumlamayacak kadar yorgun olmalıydı.

Her şey hakkında kolayca fikir beyan edebilen bu adama nasıl bu kadar sözcüksüz kalabildiğini sormakta gecikmedi. Genç adamın durgun ifadesini kızgın bir ifadeyle takas etmek için elinden geleni yapıyordu; ona üstten bakışlar atıyor, alayla gülümsüyordu.

Emeline ulaşmış olacak, adam sert bakışlarla kadının boyası kurusun diye bıraktığı diğer tablolarına doğru ilerledi. Kendisine ayak uydurmasını, onunla sahte bir kavgaya girişmesini, ona sataşmasını, aklını bir anlığına da olsa meşgul etmesini istiyordu. Fakat Abdi kadının alaylarına gerçekten bozulmuş gibi bir ifade takınmıştı, artık kadının resimlerine birkaç saniye öncesindeki gibi ilgisiz kalamıyordu.

İkisine de uzun gelen birkaç dakikadan sonra adam nefesini bıraktı. "Anlamıyorum Sarışın, ne yaparsam yapayım anlamıyorum. Çok düz bakıyorum galiba. Bu yüzden gözlemlerim yüzeysel oluyor. Mesela bu ağaç benim için sadece bir ağaç. Ona bakarken hiçbir şey hissetmiyorum."

Kadının şen gülüşlere hazırladığı dudakları hayal kırıklığıyla dondu. Ağaca bakarken gözlerinde hüzünün bütün yeşil tonları bulanıklığıyla asıl yeşilini matlaştırdı.

"Bu bir servi ağacı Abdi." Öylesine kendisiyle başbaşa kalmıştı ki dudaklarının arasından fırlayan bu sözleri sanki yabancı bir ağızdan çıkmışcasına yadırgadı. Bu yadırgayış onu biraz olsun kendine getirmişti. Bıraktığı yerden devam etti, "Bu ağacın kökleri yatay değilmiş, ben de daha sonra öğrendim. Bu yüzden bu ağaca en cok mezarlıklarda rastlıyoruz. Servi'nin ne dalları ne de kökleri mezara zarar vermezmiş. Uzun ömürlüymüş, yaz kış hep yeşil kalırmış." Kadın için açıklamanın en zor kısmı gelmiş olacak yutkunma ihtiyacı hissetti. Servi ağacının onun neznindeki kıymeti gonca güllerden, yüz yıllık çınarlardan bile daha kıymetliydi. "Yas tutan bir sevgili gibi Abdi, hep onunla, hiç yalnız bırakmıyor onu. Benliği onun yanında, fakat dokunamıyor da. Doğası böyle çünkü. Dalları gölge yapıyor dikildiği mezarın başına, ancak kökleri saramıyor sevdiğini. Benim gibi Abdi, sevmekten, hep özlemekten öteye gidemiyor."

Kızıl AyazWhere stories live. Discover now