Hoş geldin... Olduğun yere.

746 59 24
                                    

"Oo, Asuman Hanım... Gel, buyur... Nabza göre şerbet bitti. İçersen rakı var." Asuman biraz daha beni bulmasaydı, her gün mm olarak sola doğru oynayan fay hatların ilerleyişi ile buluşacaktık.

"Adapta var mı?" dedi, yavaşça sandalyeyi çekerken göz göze geldik. Gözleri şiş, saçları dağılmıştı. Fiziki açıdan dağınık görüyordu. Peki ya ruhsal açıdan? Gerçi, bana göre hep hoş görünüyordu... Benim sarhoş olmama gerek yok, sen beni hoşluğunla sar ben zaten sarhoş olurum. 

"Daha çok edep var. Edepsiz adap olsa ne olur? Gel, edebimizle içelim..."

Çok hafif gülümsedi. "Oturabilirim, değil mi?"

"Otur, güzel kızım otur... Bende eti az pişmiş severim. Çok pişirmişim. Devrimle ocak başına gideceğiz. Siz oturun."

"Baba, bir tanesi hala konuşuyor zaten..." dedi, Devrim. Ardından babamın bakışları altında ezildi, büzüldü, küçücük kaldı. "Biz gidip en iyisi yumurta yiyelim. O çok daha az pişmiş. Ya da gidelim en iyisi bir buzağı besleyelim." dedi. Kurduğu cümleye bakılırsa, baskıdan dolayı az önce beyni biraz fazla hasar almış olmalı. "İçimdeki çocuğun arkadaşı oldu babam sayesinde, etler hala konuşuyor etler!" Babam, devrime ters bir bakış attıktan sonra omzundan hafifçe itti. "Yürü oğlum sana direkt besi yemi alalım."

Gittiler.

"Hoş geldin Asuş, burnunda tütebilmem için ne kadar daha yanmam lazımdı?"

"Kalbimdeki alevleri harlamakla meşgüldün, Harun Bey.  Kendi sıkıntına köz attın. Dolduracak mısın?" dedi, rakıyı göstererek. Rakı masasında kim, kimi manzara yerine koyuyorsa, onun rakısı karşı taraf tarafından doldurulur. Çünkübilinir, sevgiliniz gelmezse; kıllı, göbekli etrafa iğrelti bakışlar atan ve genel konusu -"maç, siyaset ve kadınlar"dan oluşan 3'lü konudan başka hiçbir konu konuşulmayacaktır. 

"Söndürmek için umarım göz yaşlarını kullanmamışsındır. Yeni eve çıkmışsın," dedim, konuyu kapatmak istercesine. Evet demesine hazır değildim çünkü. Sevdiğim bir insanı incitmek... Bunun ötesi de "incitme ve incilme" kelimelerinden türüyor zaten.

"Evet, ikinci el eşyalarım. Evde tek 0 olan benim. Geçen gün çamaşır makinem koridora kadar yürümüş, hemen elinden tuttum geri banyoya götürdüm. Eşyalarım yakında bağımsızlığını ilan edecek. O buz dolabını zaten hiç gözüm tutmadı. Bütün beyaz eşyalarımı yoldan çıkaracakmış gibi duruyor. Çalışmakla - çalışmamak arasında arafta. Psikolağa götüreyim diyorum. Önerdiğin psikolog var mı? Senin gibi kalpsizlere bakan..." Konuyu değiştirme çabasını anlıyordum. Sonra tekrar aynı konuya dönüyordu, bence elinde değildi. Kalbi o kadar kırılmıştı ki dönüp dolaşıp yine aynı konuya istemsizce geliyordu.

"Hadi ya? Bir an önce evlenmen lazım senin o zaman. Ayrıca kalpsiz olduğunu bilmiyordum Asuman."

"Nasıl yani?"

"Kalbimde sen varsın..." Hafifçe gülümsedi. 

"Vaaay, bu söze içilir.  Tokuştur aslan." Asuman'ın romantikliği gerçekten tüyler ürperticiydi. Kol tüylerim şaha kalkmak yerine birer birer yok olmuştu. Onlar da bu atmosfere dayanamadı galiba. İçime doğru çıkmaya karar verdiler. Asuman'ın büyüleyici sözünden etkilenen tek ben olmadığım için mutluydum. Ayrıca gergindim de. Bir ara, elimi masaya vurup; "Öff ulan, acıdı Asuşko." diyesim bile geldi. Bir kadına bağıracak kadar erkek değilim, maalesef. 

Ona vermiş olduğum defteri çıkardı, masanın üzerine bıraktı. Tek kaşını kaldırdı, üst dudağını çok hafifçe büzdü. "Ya yine giriş - gelişme ve fiyasko ile sonuçlanırsa?" Bu cümleyi bir yerler de yine duymuştum. Ve yine rakı masasındaydık. Fakat olayın kahramanı ben değildim bu sefer. Yan masanın sohbetine yanlışlıkla dahil olmuştum. "Eğer sonumuz fiyasko olursa, o zaman ne olur?" demişti, adam kadına. Kadının tiz kahkahası hala kulaklarımda. "Ben babamın kendi evinden çıkıp seninle birlikte kiraya taşınacağım. Sonumuz zaten fiyasko. Ben seninle mutlu olmayı sevmiyorum ki, ben seninle olmayı seviyorum." demişti kadın... Etkileyici bir laftı. 

"Bu defterin konusu her şey olabilir. Ama fiyasko asla olamaz. Bu siyah - beyaz dünyamda tek renkli sahne sensin Asuman. Ne diyeyim? Sana sonsuz mutluluk sözü veremem, böyle biri söz verirse sakın ona inanma. Ama ömrümün sonuna dek sadık ve dürüst olacağıma söz verebilirim. Ki.. Unutma. Biri sana yalan söylüyorsa eğer sen defalarca da bu yalanı çöz... Yine kördüğüm olan sen olacaksın. 'Canım yanıyor, yetiş' demene izin vermeden hep yanında olacağım. 'Bu nasıl hallolur ki?' demeden, onu halletmeye çalışacağım. Geçmişinin kör talihsizliklerini sileceğim. Geleceğinin en güzele hatıraları olacağım. Yanıma yakışıyorsun cümlesinin acizliğine düşmeyeceğim mesela. 'Sen beni istiyorsun ki, yanına yakıştırıyorsun' diyeceğim. Haddimin iplerini sana veriyorum Asuman. İstediğin kadar, istediğin yerine çek. Ben senden gelecek her şeye razıyım. Aşırı teslimim sana." Kabul edelim, benimki daha etkileyiciydi. Duygularımın en saf, en temiz haliydi Asuman. Benim yıllardır aradığım kahramanımdı. Asuman... Kız kardeşimden sonra benimde kahramanım olmuştu. Asuman'ın az önceki lafından sonra afilli bir cümle beklemiyordum açıkcası. Sadece 'evet dese veya başını sallasa o bile bana yeterdi. 

"Aslında benim mottom 'Toparlayamayacaksak hiç dökmeyelim içimizi' oldu her zaman. Toparlayamasak bile sen benim dağınık tarafım olarak kal hep. Derli, toplu izin acısı da yeri de çabuk geçer. Sen benim geçmeyen yanım ol. Her zaman toparlama ihtiyacı duyayım. Her toparlayışımda alışık olduğum eşyaların yerini değiştireyim. Senin her gün yeni özelliklerini öğreneyim... Bugün kim olduğunu biliyorum, yarın kim olduğunu öğrenmek istiyorum ve seni olduğun gibi seviyorum. Bu defterin her satırına imzamı atarım."

"Başka bir deftere de imzanı atmak ister misin, Asuş?"

"Nasıl yani?"

"Seninle evlenebilir miyim Asuman?" Yine reddelirsem içimdeki Polyanna bile kendisini jiletlere boğacak. Bu kez de reddelirsem, geri dönemeyecek kadar ileri giderim. Ve bir kez daha reddelirsem boşa çektiğim kürekleri bırakıp kendimi suya atarım. Ulan, hala cevap vermedi. Üniversite de, sokak röpörtajı sırasında kızın birine; "Selanik nerededir?" diye sormuştuk. "Ankara'da. Bende aslan Ankaralıyım oradan biliyorum." demişti. "Bence aslen geri zekalısın..." demiştim. "İnşallah en güzel gününde bile büte kalırsın, alttan 6 dersin seni alttan alacağını sanıyorsun herhalde, gerzek!" deyip gitmişti. O zaman edebiyattan da alttan dersim vardı. Röpörtajla notuma not ekleyecektim. Okulda 6 tane alttan dersi olan üç kişiden biriydim. Birinin babası rahatsızlanmıştı, derslere gelememişti. Diğeri de de ameliyat olduğu için derslere katılamamıştı. Ben derslere katılan ama bir şey anlamayan katıksız bir geri zekalı olduğum için o kadar dersi alttan almıştım. O zamanlar ailem bana yaptığı yatırımı altına yapsaydı şuan bir yerlerin sahibiydik. Durduk yere bir beddua güncellemesi mi geldi, ne oldu? Bu Asuş neden cevap vermiyor bana? Tatlım dilini yuttuysan ömürlük benimkini vereyim? Tamam... Halden, halinden anlıyorum da ben manav mıyım kızım? Cevap versene!

Gülümsedi. Yani?

"Bile bile atlayalım yani?" dedi.

"Biz bile bile atlayalım. Onlar birbirlerine düştü sansınlar..."

"İyi. Ben varım o zaman. Tokuştur müstakbel eşim."

"Şerefe. "Müstakbel günEşim..."

Sonra gerçek anlamda ilk kez el ele yürüdük. Bu yürümek... Temiz hava... Sen ne güzel bir şeysin? Ya bir virüs olsaydı da evimizden çıkamasaydık?


Arkadaşlar, merhabalaar :) Herkese mutlu günleer...  Kötü günler geçiriyoruz, her kötü şeyin arkasında tecrübe, şükrediş ve bir hayır vardır... Umarım en az hasarla atlatabiliriz. Bu eve kapandığımız günler de size on dakikalık bir mutluluk ayırmak istedim... 37 binlik kitabın sorumluluğu az olur :p 

Mecbur kalmadıkça  lütfen evimizden dışarı çıkmayalım, marketten aldığımız ambalajlı ürünleri dahi yıkayalım, virüs boğazımızdaki dört gün kadar kalabiliyor. Sirkeli suyla gargara yapalım ya da, salatalarımıza dökelim... Ellerimizi bool sabunla yıkayalım, evimizi havalandıralım... Dışarı da 65+ yaş üstü insan görünce hunharca rencide edelim... Onların ne bizi, ne bizim sevdiklerimizi hasta etmeye veya endişelendirmeye hakkı yok. Ateş tanımadığımız yere düşünce de bizi yakmaz... Bilinçli olalım. Sorumluluk sahibi olalım ve Allah'ın bizi diğer canlılardan ayıran özelliğimizi "aklımızı" kullanalım. 

Unutmayalım, virüs değil; cahillik öldürür. 




Şerefsizsin çünkü, yaparsın!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin