Yumruk yedim, sallanıyorum!

1.3K 106 10
                                    

"Asuman bir çekiştirmesene kızım!" Asuman'ın birden bire bana taciz etmesine gerçekten inanamıyordum. Hemde sokak ortasında! Hayır, çek kenara, çek ara sokağa, çek inşaata orada hallet işini. Orada kullan beni. Kıza da bir şey diyemiyorum ki. Benim seksi vücudumu gördükten sonra böyle bir şey yapmaması tuhaf olurdu. Adeta kuala gibi yapışmıştı. Japon yapıştırıcısını kendine enjekte etmişti sanki, biri beni çekse Asuman'da hemen arkamdan gelecek gibiydi. "Asuman dursana kızım!"
"Ulan bir sus, susta yürü!"
"Bak sen iyileşince yine o orman ayısı haline geri döndün. Çok yapıştın bana, bıraksana beni! Gerçi sende haklısın. Önünden o kadar çok bornozla geç..."
"Sensin ulan orman ayısı. Ayrıca sen nesin? Tam bir kıro. Kendini akıllı göstermeye çalışan salak bi erkek."
"Bak, bak. Seksi vücudumdan bahsedince nasıl kendin geçtin ama? Kendine söylenen lafları bana söylemeye başladın. İltifat değil onlar yavrum. Hakaret! Tabii sana söylenen tek şey onlar olunca, sende iltifat zannettin. Üzülme, boş ver."
"Ulan, ben senin... Ey kafanı, ey!" 'Ne oluyor lan?' demeye kalmadan Asuman, beni en fazla bir metrelik çöp bidonunun arkasına sokmaya çalıştı. Eğiyor, sığmıyorum. Büküyor, sığmıyorum. Ulan seksen kiloyum ben seksen! Nasıl büküleyim, nasıl gerileyim, nasıl eğri durayım? Boyum da bir seksen beş üzeri, nasıl sığayım buraya? Kafasını toprağa gömen deve kuşuna döndüm. Fidanın arkasına saklanan file döndüm. "Ne yapıyorsun, Asuman?!" diye gürledim. "Bağırma lan!" dedi. Hayırdır ya? Bağırma falan? Ne oluyor sana Asuman Hanım?! "Ne yapıyorsun. Asumancığım?" dedim, fısıldayarak.
"O adamı dövdüm ben," dedi, oldukça iri yapılı bir adamı göstererek. Herkes sandalye de otururken adam koltukta oturuyor, herkes fincanda çay içerken, adam kavanoz da içiyordu.
"Uykusunda mı dövdün Asuman? Dalga mı geçiyorsun kızım, nasıl dövdün bu adamı?"
"Sarhoştu. Bana asılmıştı hayvan!"
"Sana asıldıysa zır zurna sarhoştur o zaman," Alnıma vurdu. "Sus, be! Geri zekalı!"
"Kızım, sarhoşsa seni nasıl hatırlayacak? Yürü gidelim. Hayret bir şey ya! Çocuk gibi saklanıyoruz."
"Geçen önünden geçtim, küçük bir çocuk Süleyman ağabey, seni döven karı bu diyerek beni gösterdi. Üç sokak kovaladı hayvan oğlu hayvan. İyi koşuyormuş gerçekten." dedi.
"Lan yanında ben varım, yürü! Pek kıza benzemiyorsun ama sende kızsın sonuçta. Pek inanasım gelmiyor ama kızsın. Üzülerek ve diğer kızlardan özür dileyerek söylüyorum ki kızsın. Sana da asılmış dediğine göre. Hele bir şey desin, gel buraya." dedim ve Asuman'ı kollarımın arasına aldım. Acaba aldığım üç yüz elli liralık parfümü Asuman'a mı hediye etsem? Kuaförünün önünden kuğul kuğul geçerken adamın görüş mesafesine hâlâ girmemiştik. Yan gözümle adamı kontrol ediyor, aynı zamanda Asuş'a 'Bir şey yok, sakin ol' diyordum. Adamın görüş alanına girmiştik. Görmedi, görmedi.... Görmedi... Gör... Görmedi. Görmedi. Gör... Görüyor gibi oldu. Görmedi. Hah, artık görmez! Görmedi diyecektim ki adam gördü! "Sen!" dedi. Ben üstüme alınmadım. Asuman da alınmadı. Beraber üstümüze alınmadık ve aynı kuğullukta yürümeye başladık. "Durun!" dedi. Ben yine üstüme alınmayacaktım ki manyak Asuman, "Bize diyor herhalde," dedi.
"Yok ya, sana öyle gelmiştir."
"Dursanıza lan!"
"Bak bence gerçekten bize..." Sözünü kestim. "Bize demiyor, diyorum!"
"Size diyorum!"
"Bize diyormuş Asumancığım, neden söylemiyorsun?" Arkamı döndüm. Yav, Allah aşkına adam benim doksan beş milyon katım. Tamam, abartmıyorum net söylüyorum iki katım var. "Buyur, birader?" dedim içime içime ağlayarak. Ellerim ayaklarım titriyordu. Karşısında bozuk makine gibi titriyordum ama yine de rajon kestim. Neyseki her sene özel sağlık sigortası yaptırıyorum.
"Yanında ki kim?" Ağabeyim, erkek kardeşim?
"Nişanlım birader, bir sorun mu var?" İlla erkek olacağım çünkü. Herkes şaşırdı. Ee, haklılar tabii. Gerçi bende şaşırdım.
"Var birader, dün saati sorayım dedim benim alkolik halimden yararlanarak..." dedi ve bacağını sıyırdı. "Beni bıçakladı." Oha, Asuman! Çüş, Asuman! Hani dövmüştün? Doğramışsın lan adamı! Neyse. Susuyorum.
"Asumancığım, ne yapıyorsuasadadsd?" Ne diyebilirim ki? Hayır, ne söyleyebilirim? Biraz gülesim geldi, biraz ağlayasım geldi. Biraz "imdaaat" diye bağırıp kaçasım geldi.
"Saatin kaç diye sordu be! Yalan söylemesin!"
"Hayırdır birader?!"
"Ne hayırdır birader, oğlum? Yalan söylemesin, nişanlın!"
Asuman'a doğru bile bakmadım. Göz ucumu bile temas ettirmedim. Neden böyle bir konuda yalan söylesin ki? Veya yalan söylese bile neden onu küçük düşüreyim ki? Korkak mıyım ben, yanımdaki kıza atayım bütün suçu?
"Ne diyorsun birader sen? Yalan falan hayırdır? Yalan söylemez benim nişanlım."
"Nişanlın yanında diye iki saattir laf söylemiyoruz, götün kalktı koçum. Gömmeyeyim seni buraya?!"
"Ulan sen kimsin şerefsiz?!" Adamı yakasından asıldığım gibi bir lafa koydum. Fiçuuuvvv! Çocuk iptal. Yalpalayarak yere düştü. Ulan cüssesinden utansın! Yanındaki hayvanlar üzerime doğru gelmeye başladı tabii. Filmin devamında dayak yiyeceğim galiba. Kırmızı gömlekli bir çocuk geldi, ama nasıl geldi. Uçarak mı, koşarak mı bilemedim ama fena geldi. Geliş açısını tahmin ederek, bir yumruk savurdum. Denk geldi. Ama arkadan kafama yediğim sopayı tahmin edememiştim. Ardından böğrüme gelen tekmeyi. Sonra o izbandutun yerden kalkıp, geri gerile yumruk atmasını. Asuman'ın çığlını... O davar adamın bağırışını... Gerisi karanlık ve sağır....

Gözlerimi açtım. Eve gelmişiz. Gözümün oraya bir buz kondurdular. 

"Yuuuh!"

"Dur be, karı kırıklı mısın?"

"Aynı yere üç defa yumruk yemişim, gözüm çıkacaktı gözüm!"

"Allah'tan benim için dayak yedin!"

"Bir değil iki değil tam..."

"Ay, sus! Susta şunu ye!" diyerek mercimek çorbasını ağzıma fışkırttı. Imm... Çok güzel olmuş. Bütün yorgunluğum, bütün ağrım, bütün matlaş+mışlığım gitti. Bayıldım. Olağan üstü olmuş. Tabii ki dışımdan böyle demedim: "Off, sıcak!"
Asuman, tam bir şey söyleyeceği zaman içeri annem geldi. Yine bizi batırmış... Marketten aldığı poşetleri çaaat diye yere düşürdü. "Oğlummm!"
Hemen yanıma koştu, sarıldı, öptü. "Oğlum ne oldu sana?!"
Asuman, 'Bir şey yok, bir şey olmadı,' gibi laflar geverlerken, anneciğim bir aslan gibi kükredi, bir sırtlan gibi atıldı: "Ne demek bir şey yok?! Ağzı yüzü şişmiş, morarmış ne demek bir şey yok?! Çekil kız şuradan!" diyerek Asuman'ı bir kenara fırlattı ve çorbayı bana içirmeye başladı. "Kiminle kavga ettin yakışıklı oğlum? Ne oldu sana? Kimler kıydı? Benim bakmaya kıyamadığım oğluma kimler dokundu..." diye söylenmeye başlarken, gözüm Asuman'a takıldı. Gözlerini devirmiş, annemi izliyordu. Vay zalım! Vay vicdansız!
"Anne bir şey yok, iyiyim ben. Öyle ufak bir kaza oldu."
"Ne ufağı, oğlum? Üzerinden tır geçmiş mübarek tır!"
"Abartma anne! Birde sen karşı tarafı gör."
"Aynen karşı taraf vicdanlı insanlarmış, hastaneye kadar bıraktılar bizi. En sonda alnından öptü. Adam gerçekten saat kaç diye sormuş olabiliyor o zaman," dedi Asuman. Tam cevap vereceğim sırada Nazlı girdi içeri. Ve ardından bir çığlık:

"Ay, ağabeeyyy!!!! Ay ne oldu sana!!! Simge koşş!!"

"Üç yaş kızım, ne Simgesi abla diyeceksin. Bir türlü öğretemedim ab... Ayy, ağabey!!!! Ne oldu?!"
"Kızlar, sakin olun. Bir şeyim yok. Ufak bir tartışma oldu. Ana karakteri devirdim fakat arkadaşları da beni devirdi. Neyse ki ağabeyiniz güçlü olduğu için ufak sıyrıklarla atlattı."
"Ana karakteri devirdi mi? Ana karakter bir analık yapıp seni hastaneye kadar getirdi. Ama devirdi doğru. Seni taşıyamadığı için bir ara yere düştünüz. Devirmiş oluyorsun aslında..." diye beni rencide etmeye çalışırken biricik kız kardeşim girdi araya. Aferin sana kızım! Kolla beni.

"Ne ufağı be? Yüzün renk atmış, mor olmuş. Va daaa diye bağıracaksın diye korkuyordum." dedi, Nazlı Hazal.
"Sus kız, git çorba yap bana."
"İçiyorsun ya!"
"Sana ne? Senin elinden tekrar içmek istiyorum. Mercimek yap tekrar hem de, hadi!" Oflaya, puflaya mutfağa geçti. Dengesiz ya. Neyse ki ağabeyim de bir ağırlığım var.
"Ağabeyciğim, istediğin bir şey var mı? Mesela Cemreyi çağırayım mı?" dedi, Simge. Gülümsedim.
"Topuklu ayakkabıyla sana şov yapar artık. Çat çat çat başımızı ağrıtır," dedi tabii ki kıskanç Asuman.
"Sana ne kızım? O sesler bana çok güzel geliyor. Harika bir melodi gibi,"
"Abaza!"
"Abazaymış! Peh, külağıma anlat!"
Devrim, ağır başlı ve soğukkanlı adımlarla salondan geçiyordu ki gözü bana takıldı. Gözleri dört tane oldu. Göz bebekleri büyüdü. Elinin ayağının titrediğini hissettim.
"Lan!!! Ne oldu sana?!"
"Ufak bir kaza..."
"Ne ufak bir kazası lan? Kim yaptı lan? Biliyor musun? Yürü, yeri göster bana!"
"Devrim, sakin ol ağabeyim. Kalabalıklardı."
"Ben şimdi arıyorum, yirmi kişiyi. Görsünler kalabalık nasıl oluyor. Kalk ulan, gidiyoruz!"
"Devrim, sakin ol dedim. İyiyim ben. Sonra hallederiz. Şu ağrılarım bir geçsin!" Açıkcası gitmeye hiç niyetim yoktu. Ailemin Asuman'a cephe almasını istemiyordum. Ben kendim hallederdim. Annem ve Simge, Devrim'i sakinleştirmeye çalışıyordu. Asuman, bir köşe de durmuş, masum masum bakıyordu. Yavaşça yerim den kalktım, Asuman'ın yanına gittim. Elimi omzuna koydum. "Çay koyda içelim. Asma suratını. Kimseye söylemek yok, ben halledeceğim. Hadi, yavrum. Kalk."

Şerefsizsin çünkü, yaparsın!Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt