03🕊

2K 193 73
                                    

Bir tebessüm kondur kurumuş dudaklarına.
Çiçekler açan erguvanlar sarsın yüzünü...


Ben öyle kitaplarda ve filmlerde bulunan, her şeye rağmen güçlü kalmayı başaran bir kahraman değildim. Ne olursa olsun yüzüm gülmezdi. Ben fazlasıyla kırgın ve yorgun bir kuştum. Kanatlarım kırılmış, sadece çırpınıyordum. Ne yaparsam yapayım bu değişmiyordu.

Annemle eve girerken Namjoon'a teşekkür edip kahve içmeyi teklif ettim. Ama o işi olduğunu söyleyip "sonra" demişti. Kapıyı açmamla kızgın suratla bize bakan Jungkook'u görünce ikimiz de duraksadık.

"Neden bana söylemedin!"
Kafamda ona kimin söylediğine dair isimler geçerken ne diyeceğimi tam olarak bilemedim. Sözde söylemeyecektim ama o çoktan öğrenmişti.
Ağzımı açmış bir şey geveleyecekken o konuşmanın devamını getirdi.

"Taehyung seni oyun salonuna götürmüş ve sen bunu bana söylemedin. Nasıl ablasın sen!"
Derin bir nefes alırken kendimi Hawaii’de limonata içiyormuşcasına rahat hissettim. Sanırım beni göremeyince Taehyung'u aramıştı. Beni kurtardığı için ona minnettardım. Bir kez daha birilerine borçluydum. Bunun farkında olmak boğazımı düğümlerken annem ses etmeden yavaşça içeri geçti. Ben de kapıyı kapatıp tepinen Jungkook'un koluna vurmuştum.

"Bebek misin sen? Niye her yere seni götüreyim!"
Taehyung'un yalanını bozmadan devam ederken o ise susmak bilmeyip hala başımı şişirmeye devam ediyordu. Annem çoktan odasına çekilmişti. Ben de mutfağa gidip yiyecek bir şeyler hazırlamaya karar verdim. Jungkook bıkmadan beni takip ediyordu. Masaya oturmuş hem ne yiyeceğini söylüyor hemde hangi oyunları oynadığımı soruyordu.

"Eğer susmazsan yemin ediyorum boğazına acı biber sokarak boğacağım"
Biberi ona doğru sallarken derince yutkundu. Sonunda susmuştu. Zaten başım ağrıyordu, bir de onun çenesini çekemeyecektim.

"Birazdan işe gideceğim. Anneme söyledin mi?"

"Hayır. Şimdilik bilmesine gerek yok"

Beni başıyla onaylayıp tekrar sustu. Jungkook bir iş bulduysa ben de bulmalıydım. Artık annemi dinlemeyecektim. Zaten yeterince dinlemiş ve sonuçlarını görmüştüm. Yemeğimi yedikten sonra dışarı çıkacaktım. Hazırladığım yemekleri masaya koyarken Jungkook sessizce yemeye başladı. Ben de ona eşlik ediyor, bir şey söylemeden yemeğimi yiyordum. Hızlıca yedi ve ayaklanıp odasına gitti. Bende çok da iştahlı olmadığımı anlayıp kendime eziyet etmekten vazgeçtim ve masayı topladım.

Yakışıklı kardeş bozuntusu mutfağın kapısında durup bana döndü. Onun güzelliğinin birazı bende olsaydı ne güzel olurdu.
"Ben gidiyorum"

"Dikkatli ol"
Bana göz devirip evden ayrıldı. Ben de hızla odama gidip kıyafetimi değiştirdim. Şapkamı da alıp kafama geçirdim. Uzun saçlarım çektiğim fermuara takılıp duruyor, beni deli ediyordu. Biraz uğraştıktan sonra hızla ayakkabılarıma yöneldim. Onları da giyip kapıyı açmamla irkilmiştim. Taehyung eli havada bana bakıyordu. Kocaman gülümsedi ve çıkmam için kenara çekildi. Kapıyı kapatırken ona döndüm. Beni merak ettiği için geldiğini biliyordum.

"Nasılsın prenses?"

"Bana şöyle hitap etmeyi ne zaman bırakacaksın"

"Hiç bir zaman. Ben prens olduğuma göre sende prenses oluyorsun"
Birlikte yürürken söylediklerine göz devirmeyi de ihmal etmiyordum.

"Annen nasıl?"

"İyi ama ne zamana kadar bilemiyorum"

"Benim de konuşmamı ister misin?" Başımı olumsuz anlamda salladım. Zaten iş buldugumda bu sıkıntılar olmayacaktı.

Death of a bird/ Park JiminWhere stories live. Discover now