15🕊

1.2K 136 75
                                    

"Bu dünya soğuk.
Rüzgar genelde ters yöne eser.
Limon ağaçları kurur.
Bahaneler hep hazır.
Güzel günler çabuk geçer.
İçimiz hep bir hoşçakal ülkesi."
Cahit Zarifoğlu

Ters çevrilmiş bir kum saati gibi azar azar tükeniyorum.
Sanırım bu son çevrilişim.
Bir daha kendime gelemeyeceğim.


Bazı cümleler vardır ki kocaman bir kayadan daha ağır gelir. Size öyle bir çarpar ki bu kaya ağır yaralı kurtulursunuz. Boğazınız düğüm düğüm olur. Konuşmaktan çok deli gibi ağlamak istersiniz. Birinin gelmesini ve o kayanın altından sizi çıkarmasını dilersiniz. Ama kimsenin gücü yetmez o kayaya. Ancak kendi çabanız neyse onun sayesinde kurtulursunuz. Bazen işte en yakınım dediğiniz, kurtarmasını beklediğiniz insanlar bile size yardım edemez. Bunu şuan karşımda duran üç genç çok güzel bir şekilde öğretmişti bana.

"Çıldıracağım. İnanamıyorum ya! Gerçekten inanamıyorum!"
Seokjin sinirle saçlarını çekti. Misu elimi daha çok sıktı güç vermek için ama faydası olmadığını o da biliyordu. Önümüzdeki masanın üzerinde duran yüzüğü ve bilekliği almak için uzanınca Seokjin benden önce davranıp aldı.
"En yakınımız dediğimiz kişi, en nefret ettiğimiz insanla görüşüyor. Beni kızgın yağın içine atsan bu kadar canım yanmazdı Saebyeok."
Sinirle ayağa kalkıp elinde tuttuğu yüzü ve bilekliği elinden aldım. Beni bir çocuk gibi azarlaması gerçekten sinir bozucuydu. Ben onlar gibi değildim. Yaralı bir kuşa arkamı dönüp gidemezdim. Özellikle birbirimize sevgimizi vermemize rağmen. Elinden aldıklarımı tek tek taktım.

"Siz sevmiyorsunuz diye ben de sevmeyecek değilim Seokjin. Ona söz verdim. Ve sözümü sonuna kadar tutacağım."
Gözlerinin içine bakıyordum. Bir çok duygu vardı. Nefret, öfke, kin ve ufacık da olsa tabi ki yanılmıyorsam özlem.
"Bizi mahveden kişiyle görüşmeye devam edeceksin yani?"
Bize bunu yapan, bize şunu eden, bize.. bize.. bize... Bu cümlelerden sıkılmıştım. Arkadaşım olabilirlerdi ama kiminle görüşeceğimi onlara soracak da değildim.

"O sizi özlemeden bir gün bile geçirmiyorken siz ona bu denli davranıyorsunuz. Siz o sevgiyi hak etmiyorsunuz."
Namjoon'un saniyelik bakışı beni buldu ve tekrar ellerine döndü. Taehyung yastığa sarılmış öylece halıya bakıyordu. Misu hala tam olarak ne olduğunu anlamazken Seokjin nefretini kusmaktan geri durmuyordu. Dediklerimi duyunca sinirle güldü.
"Sevgiyi hak etmiyor muyuz? Onun sevgisini isteyen de kim? Bizi özleme hakkına sahip biri değil o. Sense kalmış onu savunuyorsun."
Sinirle dişlerimi sıktım.

"Yeter artık Jin. Derdin ne senin? Söylesene ne bu nefret?"
Gözlerim dolmuştu. Kalbim acıyordu. Şimdi anlıyorum. Jimin bu yüzden gelmiyordu yanlarına. Bu nefreti tatmak istemiyordu. Onları severken, onların çekinmeden onu kıracaklarını biliyordu.
"Çünkü onun hak ettiği tek şey bu."
Gözünden bir damla yaş yanağından kayarak yere damladı. İlk defa Seokjin'i böyle görüyordum. O benim gözümde hep şakalar yapan neşesini herkese bulaştıran bir insandı. Şimdi ise insanları aslında tanıyamadığımı ve onlar neyi gösterirse ben de ona inandığımı anlamıştım. Kendime acıyordum.

"Bittiyse gitmek istiyorum."
Gidip güzelce ağlayıp sonra da Jungkook'a sarılarak uyumak istiyordum.
"Bitmedi. O iyi biri değil Saebyeok. Ondan uzak dur."
Dudağımın bir kenarı hafifçe kalkıp indi. Alayla gülmüştüm söylediğine.
"Ya uzak durmak istemiyorsam?"

"Bilmediğin şeyler var. İnan bana üzülmeni istemiyorum."
Yerine oturdu ve gözlerini pencereye çevirdi. Diğerleri biz konuşurken çıt bile çıkarmadan sessizce dinliyorlardı.
"Tanrı aşkına! Nedir bu sır? Artık biri söyleyecek mi?"

Death of a bird/ Park JiminWo Geschichten leben. Entdecke jetzt