17: New Year

5.3K 495 2.2K
                                    

Seni seviyorum. Bir insana söylenebilecek en güzel şey, ve belki de en kötü şey. Harry bu iki kelimeyi başka insanlardan duymuş, başka yerlerde görmüş olsa da hiç bu kadar heyecanlı hissetmemişti. Demek ki önemli olan o iki kelime değildi, söyleyen kişiydi. Yıllardır bıkmadan usanmadan her saniye sevdiğiniz insan tarafından söylenirse değerli oluyordu.

Bir kar küresinin ona dünyaları bağışlayacağını söyleseler oturup gülerdi ama gelin görün ki o kar küresi eğer Louis Tomlinson tarafından verilirse kutsal kase kadar önemli oluyordu. Harry hediyesini ve içindeki seni seviyorum yazısını gördüğünde bu yüzden ağlamıştı işte.

Sonra Louis tek kelime etmeden ona sıkıca sarılmış, sabaha kadar da bir an olsun bırakmadan uyumuştu. Harry daha önce hiç bu kadar rahat bir uykusuz kalış yaşamamıştı, sabaha kadar heyecandan titrese bile sabah kendisini çok enerjik, çok dinlemiş hissetmişti.

Sonraki günler ise, Dante'nin cennet ve cehennem arasına sıkıştırdığı araftan farksızdı. Evde Johannah, Mark ve beş tane de çocuk olunca ikisi hiç yalnız kalamadı. Tıpkı normal günlerde olduğu gibi tüm gün ailenin yanında oturup gülüşüp sohbet etmekten başka bir şey yapmadılar.

Tatil cennet gibiydi, çünkü Harry ile sabahtan akşama kadar ilgilenen kocaman bir aile vardı. Birlikte oyunlar oynamaları, yemek pişirmeleri, dışarıya çıkıp gezmeleri onu hiç olmadığı kadar ferahlatmıştı. Diğer yandan, tatil cehennem gibiydi çünkü Louis'nin seni seviyorum şokundan sonra aralarında bu konu hakkında bir konuşma geçmemişti. İşte bu yüzden Harry son bir haftasını araf diye tanımlıyordu.

Yılbaşı gününe kadar süren araf, Anne ve Robin Doncaster'a geldiğinde hala devam ediyordu. İki aile birlikte öğle yemeği yedi, sohbet etti. Ardından Louis ve Harry, Anne ve Robin ile arabaya binip Holmes Chapel'a yola çıktı. Harry yol boyunca başını Louis'nin omzundan kaldırmadı. Saçlarında onun parmaklarını hissetmenin verdiği mutlulukla uyudu, annesi ya da babasıyla sohbet bile edemedi.

Eve ulaşmalarının üzerinden geçen iki saatin sonunda Harry annesinin odasındaydı. Akşamki yılbaşı daveti için giyinmesine ve süslenmesine yardım ediyor, saçlarına maşa yapıyordu.

"Makyaj malzemelerini çantana koydum." dedi annesinin simli gri el çantasını uzatırken. "Küçük saç spreyin de içinde."

"Tamam canım teşekkür ederim." Anne oğlunun karşısına geçti, onun saçlarını düzeltti. "Sen de çok güzel oldun, Louis'nin beğeneceğinden eminim."

"Yapma anne, hayır." 

"Yol boyunca sarıldığınızı gördüm-"

"Şimdilik bu konuda konuşmuyoruz, tamam mı?"

Anne ters ters bakınca Harry kaşlarını kaldırdı. "Tamam mı anne?"

"İyi, tamam." Çantasını koluna taktı, son kez aynaya baktı. "Robin nerede? Artık çıkmamız lazım."

"Louis ile balkona çıktıklarını görmüştüm. Sonra ben kıyafetimi değiştirmek için oradan ayrıldım, hala oradalar mı bilmiyorum."

"Güzel, gidip kocamı seninkinin yanından alacağım ve-"

"Anne!"

"Tamam tamam, kızma. Robin ve ben derneğin gönderdiği arabayla gidiyoruz. Siz de arkamızdan babanın arabasıyla gelin. Geç kalmayın bak, yaklaşık yarım saat sonra geri sayım var. Kaçırmayın."

"Yetişiriz, merak etme." Harry annesinin yanağını öptü, ceketinin yakasını düzeltti. Onun odadan  çıkışını büyük bir hayranlıkla izledi. Annesinin zarafetini, şıklığını, asla yaşlanmamasını harika buluyordu. Olmak istediği kişi oydu, zaten benzediği kişi de oydu. Robin oğlunun süslülüğünü annesinden aldığını söylerdi hep. Gemma ise onun aksine tümüyle babasına çekmişti.

BITTER LOVEWhere stories live. Discover now