Bölüm 37: Atlar ve Kadınlar 2

902 129 18
                                    

Kafam allak bullak olmuştu. Konaktan ayrı kalmayı göze alabildiğim süre boyunca sihirbaza sorular sormuş, kafamı daha da karıştırmasına izin vermiştim. Verdiği her cevap, yeni sorular doğuruyordu. Gün ağrımasına yakın bir vakitte, Mora 'nın uyarısı ile görüşmeyi sonlandırdık. Küçük kız sihirbazı orada olanlar konusunda sessiz kalması için tehdit ettiyse bile, ikimiz de adamın asla bu konuda konuşmayacağını biliyorduk. Onu bizimle konuşması için bile sürekli baştan ikna etmek zorunda kalmıştık. Odadan ayrıldığımızda Mora bana hiç bir şey sormadı. 'Korkan insanlardan daha çılgın hikayeler duyduğunu' söyleyip konuyu kapattıysa da, yüzünde o alışıldık neşeden eser yoktu. Ona yardımı için teşekkür ettiğimde, yanıma Tosto 'yu verip gerisin geri beni konağın mahzenine kadar soktu. Şafak az önce atmıştı. Hiç uyumamıştım. Normal şartlarda kahvaltıya inme vaktim gelmişti, fakat başım zonkluyordu ve canım hiç bir şey çekmiyordu. Adamın söylediği kelimeler kafamda dönüp duruyordu. Drognar... Dorva... Malahgard... Riviih... Kendimi hiç bilmediğim bir oyunun içinde bulmuştum. Anladığım kadarıyla, oyun kendisi de beni bilmiyordu. Bir yerlerde benim gibi doğa üstü şeyler yapabilen bir grup insan vardı. Hiç birisi dağlar patlatıp, alevler kusmamış olsa bile, bir şekilde ateşi yönlendirebiliyorlardı. Duyduklarıma rağmen bir ejderhanın soyundan geldiğime inanamıyordum. Üstelik bu tam olarak ne demekti soramamıştım bile. Öğrendiklerime göre, Malahgard çok ciddiye alınması gereken bir gruptu. Acımasızlıkları, yönettiği ülkede çocuklara hayatla ilgili öğretilen ilk gerçekmiş. Tarikatın üst seviyeleri,  kanlarında ejder ateşinin en harlı yananları tarafından oluşuyormuş. Har ne kadar yoğunsa, insanın mizacını etkileyen avcı güdüleri de o kadar etkili oluyormuş. Bu söyledikleri, hem tarikatın neden tehlikeli olduğunu, hem de neden güç kullanırken kendimi bütün duygulardan arındırılmış, kibirli bir yırtıcı gibi hissettiğimi açıklıyordu. Üstelik Malahgard mensuplarının aksine, ben bu avcı kanı ile mücadele edecek eğitimi almamıştım. Çocukluklarından itibaren, vahşi güdülerinin üstesinden gelip, sadece güç kullanmak üzere sayısız eğitimden geçen insanlara kıyasla, ben ne yaptığını bilmeyen bir budaladan farksız gibiydim. Tam bazı cevaplar alıp, nihayet huzura ereceğimi düşünürken, hep yeni sorularla dolu dipsiz bir kuyuya düşmüştüm. Sihirbaz gönülsüzce de olsa, eğer istersem onunla tekrar görüşebileceğimi söylemişti. Adamın tek istediği, Bayan Milenk 'in güvenliğiydi. Ona zarar gelmediği sürece, ne istersem anlatacağına emindim. Bunun için bir fırsatım olup olmayacağını bilmiyordum. Kafamı toplamak için zamana ihtiyacım olduğu kesindi. Kahvaltıyı es geçip, doğrudan görevlerime dönmeye karar verdim. İnsanın aklı, elleri meşgulken daha iyi çalışıyordu. Üstelik bu yatakta uzanıp düşünmeye devam edersem aklımı kaçıracaktım. Bir gün için yeterince endişelere boğulmuştum.

'Hadi bakalım ejder soyu. Bok kürekleme zamanı...' diye söylendim istemsiz bir gülümsemeyle, yatağımdan ayağa kalkarken.


Geniş ahıra vardığımda, seyisin çoktan kahvaltıdan gelip iş başı yaptığını fark ettim. Adam huysuz birisi olabilirdi ama işine bağlılığına diyecek yoktu. Sabahları hep yaptığım üzere, atların tutulduğu bölümleri temizlemek üzere küreklerin asıldığı köşeye doğru yol aldım. 

"Buraya gel, çocuk" diye seslendi varlığımı fark eden seyis.

"Günaydın, seyis efendi" dedim.

"Hasta filan numarası yapıyorsun sandım. Kahvaltıya da gelmedin" dedi ilgisizce ama yorgun yüzümü incelediğini de fark etmiştim.

"Gayet iyiyim. Biraz iştahsızım bugün" dedim omuz silkerek. 

"Göz altların başka söylüyor. Şanslısın ki bugün ağır işler yerine, fayton sürmeyi öğreneceksin. Dinlenmek için fırsatın olur" dedi neşesiz bir tonda.

EJDER RUH 1. KİTAPWhere stories live. Discover now